Sayac


Fatih Lütfü AYDIN
Hoş Geldiniz

ikrah

 İKRAH

Sözlükte "bir şahsı hoşlanmadığı bir işi yapmaya zorlamak" anlamına gelen ikrah, bir fıkıh terimi olarak, tehdit etmek suretiyle hukuken yapmakla mükellef olmadığı bir işi, istemediği halde yapmaya zorlamak demektir. Zorlayan kimseye mükrih, zorlanana da mükreh denir.

İkrahtan söz edilebilmesi için, zorlayanın yaptığı tehdidi yerine getirebilecek güçte olması gerekir; bu güçte olmaması halinde ikrah hukuken itibara alınmaz. Zorlanan kişinin de, tehdit eden kişinin tehdit ettiği şeyi yapacağına dair içine korku düşmesi ve bu korkunun etkisiyle fiili işlemesi gerekir. Tehdidin zorlananın canına, malına veya yakınlarına yönelik olması ve zorlanan fiilin yasak veya mükrehi külfet altına sokan bir eylem olması gerekir.

İslâm hukukunda ikrah iki çeşittir; ikrah-ı mülci' ve gayr-i mülci'.İkrah-ı mülci', ölüm veya bir uzvunu kesmek gibi, kişinin canına veya bir uzvuna yönelik bir tehditle zorlamadır. Buna tam ikrah da denir. Bu çeşit ikrah, ihtiyarı bozar ve rızayı ortadan kaldırır; zorlananı, zorlayanın elinde bir alet durumuna sokar. İkrah-ı gayr-i mülci' ise, öldürme veya bir organı yok etme tehdidini içermeyen, dövme, hapis, bir kısım malı telef etmekle tehdit gibi zorlamalardır. Bu çeşit ikrah, rızayı ortadan kaldırmakla birlikte, ihtiyarı bozmaz. Buna nakıs ikrah da denir.

Muteber olan ikrah, ister tam isterse nâkıs olsun, sözleri iskat eder. Buna göre, yapmış olduğu ikrarları sahih değildir, akitleri de muteber olmaz. Fiilleri bakımından ise, ikrah-ı mülci' ile gayr-i mülci' birbirinden ayrılır. İkrahın konusu, haksız yere adam öldürme, içki içme, başkasının malını telef etme gibi fiil nevinden ise, gayri mülci' ikrah sorumluluğu düşürmez. Ancak mülci' ikrahın fiillere etkisi bakımından fiiller üçe ayrılır: Birinci kısım fiillerde, hem dünyevî ceza, hem de uhrevî ceza kalkar (Bakara, 2/173). İçki içmeye zorlanan kişi gibi. Bu durumda zorlanan fiili işlemediğinden öldürülürse, günah işlemiş olur. İkinci kısım fiillerde, yasaklık ortadan kalkmamakla birlikte, zorlanana işleme ruhsatı doğurur. Allâh'ı inkâr için zorlanmak böyledir. Tam ikrah ile Allâh'ı inkâra zorlanan kişi, bunun tesiriyle, kalbinden inanmaksızın Allâh'ı inkâr ederse kâfir olmaz (Nahl, 16/106); ancak inkâr etmeyip de ölürse sevap kazanmış olur. Üçüncü kısım ise, zorlanan kimsenin işlemesine müsaade edilmeyen, bu konuda ruhsat verilmeyen fiillerdir. Zorlanan bunları yaparsa günah işlemiş olur. Başkasını öldürmeye veya anne-babasını dövmeye zorlanmak böyledir. Bunları işleyen günahkâr olur. Ancak ikrah bulunduğundan, dünyevî cezası tam olarak tatbik edilmez. Meselâ ikrah sebebiyle adam öldüren kişiye kısas tatbik edilmez. Adam öldürmenin cezası, zorlayan kimseye uygulanır. (İ.P.)

İKRAH BAŞLIKLI BU YAZI DİYANET İŞLERİ BAŞKANLIĞI SİTESİ’ NİN DİNİ KAVRAMLAR SÖZLÜĞÜ BÖLÜMÜNDEN ALINMIŞTIR.

NAHL

106. Her kim imanından sonra Allah'a küfür eder, kalbi iman ile yatışmış halde iken baskıyla zorlanan hariç olmak üzere, inkâra göğüs açarsa, böylelerinin üzerine Allah'tan bir gazap iner. Bunlar için büyük bir azap da öngörülmüştür.

Men kefere billâhi min ba’di îmânihî illâ men ukrihe ve kalbuhu mutmainnun bil îmâni ve lâkin men şereha bil kufri sadran fe aleyhim gadabun minallâh(minallâhi), ve lehum azâbun azîm(azîmun).

1.

men kefere

: kim inkâr ederse

2.

billâhi (bi allâhi)

: Allah'ı

3.

min ba'di

: den sonra

4.

îmâni-hî

: kendi îmânı, onun îmânı

5.

illâ

: hariç

6.

men ukrihe

: kim zorlanırsa, mecbur edilirse

7.

ve kalbu-hu

: ve onun kalbi

8.

mutmainnun

: tatmin olmuş

9.

bi el îmâni

: îmân ile

10.

ve lâkin

: fakat, ama, ve de

11.

men şereha

: kim açarsa, şerhederse

12.

bi el kufri

: küfre

13.

sadran

: göğüs

14.

fe aleyhim

: o zaman onlara, onların üstüne

15.

gadabun

: bir gazap

16.

minallâhi

: Allah'tan

17.

ve lehum

: ve onların vardır, onlar için vardır

18.

azâbun azîmun

: büyük azap

Elmalılı Hamdi Yazır’ dan Nahl, 106 M eâl-i Şerifi

106- Kalbi iman ile sükûnet bulduğu halde (dinden dönmeye) zorlananlar dışında, her kim imanından sonra küfre kalbini açarsa, mutlaka onların üzerine Allah'tan bir gazab gelir ve kendilerine çok büyük bir azab vardır.

Elmalılı Hamdi Yazır’ dan Nahl, 106 – 109 Yorumu

106-109- Her kim iman ettikten sonra Allah'ı inkâr ederse, yani küfür kelimesini ağzına alır, küfr olan sözü söylerse. Ancak kalbi iman ile karar bulduğu halde inkâra zorlanan kimse müstesna, yani canını veya organlarından bir organını yok etmekten korkulur bir emir ile zorlanmak suretiyle değil. Fakat küfre bağrını açanlar, küfür hoşuna giden, yani zorlama olmadığı halde kendi isteğiyle küfrü gerektiren kelimeyi söyleyen veya zorlama olduğu zaman kalbini bozup da küfre hemen inanan kimseler bunlar üzerine Allah'tan bir gazab, yani özü tarif olunmaz büyük bir gazab ve bir de onlar için büyük bir azab vardır. Çünkü cinayetleri en büyük cin ayettir.

Rivayet edildiğine göre, Kureyş, Ammar'ı ve babası Yasir'i ve annesi Sümeyye'yi mürted olmaya zorladılar. Onlar mürted olmayı kabul etmediler. Bunun üzerine Sümeyye'yi birer ayağından iki devenin arasına bağladılar ve sen erkekler için müslüman oldun, diyerek bir mızrak ile önünden deştiler. Develere sürükletip parçalatarak öldürdüler. Arkasından Yasir'i de öldürdüler ve İslâm'da ilk öldürülen bu ikisi oldular. Allah her ikisinden razı olsun. Annesini babasını da bu durumda gören Ammar ise, zo r lananı hemen diliyle söyledi. Bunun üzerine "Ey Allah'ın elçisi! Ammar dinden çıkmış" denildi. Resulullah (s.a.v) buyurdu ki: "Hayır! Ammar, baştan ayağa iman dolmuş, iman onun etine,

kanına karışmıştır." Derken Ammar ağlayarak Resulullah'a geldi. Resulullah da gözlerini silmeye başladı ve buyurdu ki: "Neyin var? Tekrar ederlerse sen de dediğini tekrar et." Bir de Müseylemetü'l-Kezzâb iki kişiyi tutmuştu. Birisine: "Muhammed hakkında ne dersin?" dedi. O "Allah'ın elçisidir" dedi. "Benim hakkımda ne dersin" dedi. O: "Sen de" dedi. Bunun üzerine bu adamı hemen serbest bıraktı. Öbürüne: "Muhammed hakkında ne dersin?" dedi. "Allah'ın elçisidir" dedi. "Benim hakkımda ne dersin?" dedi. O: "dilsizim" diye cevap verdi. Üç defa tekrar etti, o yine aynı cevabı verdi. Bunun üzerine bunu öldürdü. Resulullah haber alınca, şöyle buyurdu: "Birincisi Allah'ın ruhsatını tuttu, ikincisi hakkı açığa vurdu". Demek ki böyle zorlama halinde yalnız dil ile küfür kelimesini söylemek caizdir. Fakat bu bir ruhsattır. Ve âyetten a n laşıldığı üzere kalbi iman ile dopdolu olmak şartıyla bir ruhsattır. Fakat hakkı açıklamak ve dini yüceltmek için, ölümü göze alıp da (küfrü ikrardan) sakınmak azimettir. Ve bu hususta azimet ile amel etmek daha faziletlidir.

 

AZÎMET

Sözlükte "bir şeye kesin karar vermek, niyet etmek" anlamına gelen azîmet, fıkıh usulünde, mükelleflerin özür ve daha sonra meydana gelen durumları göz önünde bulundurulmaksızın ilk olarak konulan hükümlere denir. Başka bir ifade ile, umumî ve kaide olarak bir şeyin yapılması ve terk edilmesi yolunda konan hükümlerdir.

Azîmet, ilk olarak meşru kılınan ve yapılması arızî sebeplere dayanmadığından, asıl ve genel olan hükümlerdir; bunlar herkesi ilgilendirir ve tabiî hallerinde mükelleflerin hepsi buna uymak zorundadır.

Azîmet, teklifi hükümlerden olup, farz, vacip, mendub, haram, mekruh çeşitleri bulunmaktadır. Namaz, oruç, zekat ve diğer vecibeler, domuz ve ölü eti yeme, kumar oynama ve zinanın yasaklanması birer azîmet hükmüdür. Azîmetin zıttı ise, ruhsattır. (bk. Ruhsat) (İ.P.)

RUHSAT

Sözlükte "izin, kolaylık, hisse, pay, permi, lisans" gibi anlamlara gelen ruhsat, bir fıkıh terimi olarak, meşakkat, zaruret, ihtiyaç gibi özürler göz önünde bulundurularak, yalnız bu geçici durumla sınırlı bulunan hafifletilmiş ve geçici hükmü ifade eder. Meselâ, namazlarda ayakta durmaya güç yetiremeyenin oturduğu yerde namaz kılmasına izin verilmesi; hasta ve yolcunun Ramazan'da oruç tutmayıp daha sonra kaza etmelerine müsaade edilmesi birer ruhsattır.

Buna göre azîmet, asıl ve genel olan hükümdür; herkesi ilgilendirir ve her mükellef buna uymak zorundadır. Ruhsat ise, asıl hüküm değildir; bu asıl hükmün yerine getirilmesi imkânsız veya meşakkatli olduğu için ikinci derecede gelen bir hükümdür.

Ruhsat genel olarak, yapma ruhsatı ve terk etme ruhsatı olmak üzere ikiye ayrılır. Yapma ruhsatı, asıl hükmün bir şeyi haram kıldığı yerlerde söz konusudur. Zaruret ve zaruret derecesine varan ihtiyaç hallerinde haram olan şeyleri yapmak mubah, hatta bazen vacip olur. Yapma ruhsatında, bazen mükellef asıl hükme uymakla, ruhsattan yararlanmak arasında serbest bırakılır. Kişinin küfrü gerektiren söz söylemesi konusunda ölüm tehdidi altında bulunması böyledir. Bu durumdaki kimsenin îmânını gizleyip küfrü gerektiren sözleri söylemesinde ruhsat bulunmakla birlikte, söylememekte direnmesi de caizdir; küfrü gerektiren sözü söylemediği için öldürülürse şehit olur. Bazı durumlarda ise, mükellefin aslî hükmü terkedip ruhsattan yararlanması vacip olur. Açlıktan ölüm tehlikesiyle karşılaşan kimsenin domuz veya ölü eti yemesi böyledir. Böyle kimse, yemeyip de ölmesi halinde dinen sorumlu olur. Terketme ruhsatı, asıl hükmün bir şeyi yapmayı gerektirdiği durumlarda verilen ruhsatlardır. Farz veya vacip olan bir fiilin yerine getirilmesinde ek bir meşakkat bulunduğunda, bu farz veya vacibi terk etme ruhsatı tanınır. Meselâ, hasta veya yolcunun, Ramazan orucunu, günlerinde tutmayıp daha sonra kaza etmesi böyledir.

Bunun dışında bazı fıkıh usulcüleri, genel kurallara aykırı olmasına rağmen insanların ihtiyaç duydukları bazı akitlerin meşru kabul edilmesini ve önceki ümmetlere yüklenilen bazı zorlukların Hz. Muhammed'in ümmetinden kaldırılmasını da ruhsat içerisinde değerlendirmişlerdir. Ancak bunların geçici olmaması ve arızî bir mazerete dayanmaması sebebiyle, bunlara gerçek manada ruhsat denmeyip, kolaylık anlamında mecaz bakımından ruhsat denilebilir (İ.P.)

AZİMET ve RUHSAT BAŞLIKLI BU YAZILAR DİYANET İŞLERİ BAŞKANLIĞI SİTESİ’ NİN DİNİ KAVRAMLAR SÖZLÜĞÜ BÖLÜMÜNDEN ALINMIŞTIR.

 


BAKARA-185

Ramazan o aydır ki; insanlara kılavuz olan, iyi-kötü ayrımıyla hidayetten kanıtlar getiren Kur'an, onda indirilmiştir. O halde bu aya ulaşanınız onu oruçlu geçirsin. Hasta olan veya yolculuk halinde bulunan, tutamadığı gün sayısınca başka günlerde tutsun. Allah sizin için kolaylık ister; O sizin için zorluk istemez. Tutulmamış olan günleri tamamlamanızı, sizi doğru yola kılavuzladığı için Allah'ı yüceltmenizi ister. Ve sizin şükretmeniz umulmaktadır.

 

 Not: Dilimizde ki azmetmek yani bir işi tüm zorluklarına rağmen başarmak için ısrarla mücadele etmek beklide azimet kelimesinden gelmektedir. Sonuç olarak zulme karşı ( Nahl, 106 ) etten kemikten olan insanoğlu Hz. Allah’ ın rızasına uygun olarak azimet gösterir ama etten kemiktenliğinin bir özür oluşturması nedeniyle  kendisine verilen ruhsat ( izin ) hakkını kullanmalıdır. Bunu yapmazsa hem kendisine hem de Hakk’ a zulmetmiş olur.

Ayrıca Merkez Efendi ( kendisine merkezî yani dengeli düşündüğü için bu ad verilmiş ) ‘ ye göre bu aleme kötü de lazımdır. Peygamberimizin yukarıda ki hadiste belirttiği gibi en sonunda kalben tepki gerekiyorsa onu yapmalıdır. Üstümüze düşen her şeyi yapmak şartıyla çan eğrisinin sonucunu beklemeliyiz.

Kader, Allah'ın kanunlarıdır ve kul iradesiyle Allah'ın kurallarına bağlı kalarak durumunu düzeltebilir. Kaderini Allah'ın izniyle yönlendirebilir ama Çan Eğrisi'ni hiçbir güç değiştiremez. Değiştirilemez bir kaderdir Çan Eğrisi.

Hz. Allah’ ın dışında ki her şey demek olan masivanın değişmez ortak kaderidir çan eğrisi.

Fatih Lütfü AYDIN 16.12.2011

Biz yaşlarındakilerin çocukluğu Tommiks, Teksas, Redkit vs. okumakla geçti ve o resimli romanlar suçluların sonunda adalet tarafından yakalandığını, yakalanacağını öğretti. Yalnız bir şeyi yanlış algıladık gibi bence. O resimli romanlarda suçlular çok kısa bir sürede yakalanıyor ve adalete teslim ediliyorlar. Belki de, o yüzden adaletin çabucak gerçekleşmesini istiyoruz.


Ne yazık ki aşağıda ki ayetler ( inanış herkesi bağlamasa da ) durumun öyle olmadığını, Allah'ın ruhsat ( tanıdığı süre, verdiği izin ) ı ve sabrı nedeniyle adaletin biraz zaman alacağını gösteriyor. F.L.A.

R U H S A T

ÂLİ İMRÂN-178

Yaşar Nuri Öztürk : Küfre sapanlar, onlara süre tanımamızın kendileri için hayırlı olduğunu asla düşünmesinler. Onlara, biraz daha günah işlesinler diye süre veriyoruz. Yere geçirecek bir azap var onlar için.

ALLAH'IN SABRI ( Allah’ ın baş Sıbgatullahı, karekteri, boyası ).

İBRÂHÎM-42

Yaşar Nuri Öztürk : Sakın, Allah'ı, zalimlerin yapmakta olduğundan habersiz sanma. O, onları, gözlerin korkudan donup kalacağı bir güne erteliyor, hepsi bu... 

NAHL-61

Yaşar Nuri Öztürk : Eğer Allah, insanları zulümlerine karşı cezalandırsaydı, yeryüzünde debelenen bir şey bırakmazdı. Ama öyle yapmıyor, onları belirli bir süreye kadar erteliyor. Süreleri geldiğinde ise ne bir saat geri kalırlar ne de öne geçebilirler.

YÛNUS-99

Yaşar Nuri Öztürk : Eğer Rabbin dileseydi, yeryüzündeki insanların hepsi toptan iman ederdi. Hal böyle iken, mümin olmaları için insanları sen mi zorlayacaksın!

Ayrıca sabır susmak, sorgulamamak anlamına gelmez. Hakaret etmeden sorgulama yapılmalı, düşünce belirtilmelidir. Buna rağmen hakaretsiz düşünce paylaşımına ve sorgulamaya karşı zulüm sergileniyorsa, Nahl, 106'ya göre davranılmalıdır.
NAHL

106. Her kim imanından sonra Allah'a küfür eder, kalbi iman ile yatışmış halde iken baskıyla zorlanan hariç olmak üzere, inkâra göğüs açarsa, böylelerinin üzerine Allah'tan bir gazap iner. Bunlar için büyük bir azap da öngörülmüştür.

Not: İnsanı zorla imanından döndürmek zulümdür. Nahl 106 baskıyla zorlanma durumunda kişinin küfüre sapabileceği iznini vermektedir.Bu ayeti her türlü zulüm karşısında zorlananlar için genellemek olasıdır ( mümkündür ).

Dilimizde ki azmetmek yani bir işi tüm zorluklarına rağmen başarmak için ısrarla mücadele etmek beklide azimet kelimesinden gelmektedir. 

Sonuç olarak zulme karşı ( Nahl, 106 ) etten kemikten olan insanoğlu Hz. Allah’ ın rızasına uygun olarak azimet gösterir ama etten kemiktenliğinin bir özür oluşturması nedeniyle kendisine verilen ruhsat ( izin ) hakkını kullanmalıdır. Bunu yapmazsa hem kendisine hem de Hakk’ a zulmetmiş olur.

"Sizden biri bir kötülük gördüğünde, gücü yetiyorsa eliyle düzeltsin. Yetmezse diliyle düzeltsin. Onu da yapamazsa, hiç olmazsa kalbiyle buğz etsin. Fakat bu, imanın en zayıf mertebesidir." (Tirmizi, Fiten, 11)

Not: Buğz kalben tepkide bulunmaktır. Kişi eğer eliyle ve diliyle düzeltemediği birşeye kalben tepki göstermez ise kalbi o zulüme ısınabilir, o zulmü normal görebilir. İşte o yüzden Peygamberimiz en sonunda kalben tepki gösterin ( buğz edin ) demiş.


Ayrıca Merkez Efendi ( kendisine merkezî yani dengeli düşündüğü için bu ad verilmiş ) ‘ ye göre bu aleme kötü de lazımdır. Peygamberimizin yukarıda ki hadiste belirttiği gibi en sonunda kalben tepki gerekiyorsa onu yapmalıdır. Üstümüze düşen her şeyi yapmak şartıyla çan eğrisinin sonucunu beklemeliyiz.

Kader, Allah'ın kanunlarıdır ve kul iradesiyle Allah'ın kurallarına bağlı kalarak durumunu düzeltebilir. Kaderini Allah'ın izniyle yönlendirebilir ama Çan Eğrisi'ni hiçbir güç değiştiremez. Değiştirilemez bir kaderdir Çan Eğrisi.

Hz. Allah’ ın dışında ki her şey demek olan masivanın değişmez ortak kaderidir çan eğrisi.24.10.2014 F.L.A. 

Fatih Lütfü AYDIN 16.12.2011

Başa dön

 

Sayfa Başına Dönün 

Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol