Sayac


Fatih Lütfü AYDIN
Hoş Geldiniz

Ukubat

İSLAM HUKUKUNDA SUÇLAR VE CEZALAR

Dr. İlhan AKBULUT

İslam dini iman, ibadet, muamelât (muameleler) ve ahlâk alanlarındaki

prensiplerin uygulanmasını sağlamak, bunlarla ilgili emir ve yasakların

ihlalini önlemek, ferdi ve içtimai hayatı bütün yönleriyle ıslah etmek

maksadıyla gerek dünya gerekse ahiret hayatına yönelik olarak birtakım

özendirici veya caydırıcı tedbirler almıştır. Bu tedbir ve müeyyidelerin

tamamı ceza kavramının kapsamı içindedir.

İslam hukuku, suç ve ceza konularını "Ukubat" adı altında toplamıştır1.

İslam hukukunun ilk ve en esaslı kaynağı olan Kuran'da Ukubat diye ayrı bir

bölüm yer almamaktadır. Ancak Kuran hükümlerinin sınıflandırılmasında

ceza hukuku kapsamına giren konular, "Ukubat" adıyla anılır ve ayrıca

İslam hukukunun ana kaynaklarından olan Sünnet, İcma ve Kıyas yoluyla

elde edilen ceza hükümlerini de kapsar2.

I. İslam Hukukunda Suçlar

İslam hukukunda suçlar üç kısma ayrılmaktadır:

1) Birinci Kısım Suçlar: Bunlar, katil (cinayet'ün nefis), yani bir

kimseyi öldürmek veya bir kimseyi çeşitli şekillerde yaralamak (cerh)

suçlarıdır. Görüldüğü gibi bu suçlar, "hakkı ademiye" denen şahsın haklarına

karşı işlenen fiilleri kapsamına alırdı3. Bu suçlarda kişisel haklara üstünlük

* Yedi tepe Üniversitesi Hukuk Fakültesi.

1 ÜÇOK, Coşkun, "Osmanlı Kanunnamelerinde İslam Ceza Hukukuna Aykırı Hükümler",

Ankara Hukuk Fakültesi Mecmuası, Cilt:III, Sayı:l, İstanbul 1946, s.126; "Ukubat Ceza ve

Azap anlamındadır. Darp ile, hapis ile kat'ı uzuv ile veya katil ve recm ile yapılabilir. Cem'i

ukubattır", bk. Ömer Nasuhi BİLMEN, Hukuku İslamiye ve Istilahatı Fıkhiye Kamusu, CJII,

İstanbul 1950, s.26; Ayrıca bk. Muhammed Şharif, Crimes and Punishment in İslam, Lahore,

1972; Ali ŞAFAK, İslam Ceza Hukuku, Erzurum 1978; Cevat AKŞİT, İslam Ceza Hukuku ve

İnsani Esasları, İstanbul 1976.

2 GÖKÇEN, Ahmet, Tanzimat Dönemi Osmanlı Ceza Kanunları ve Bu Kanunlardaki Ceza

Müeyyideleri, İstanbul 1989, s.3.

3 DÖNMEZER, Sulhi-ERMAN, Sahir, Nazari ve Tatbiki Ceza Hukuku, 7. Bası, C.I, İstanbul

1979, s. 127; ÖNDER, Ayhan, Ceza Hukuku Dersleri, İstanbul 1992, s.34.

168 AKBULUT Yıl 2003

tanındığından af ve sulh geçerlidir. İslam hukukunda katlin beş çeşidi vardır:

Amden katil (bilerek isteyerek), şibih amit (kasıt benzeriyle), hataen katil,

hata mecrasına cari katil (hataya benzer bir fiil), teşebbüsen katil.

Cerhin ise dört çeşidi vardı: Amden cerh, hataen cerh, hata hükmünde

cerh, teşebbüsen cerh.

2) İkinci Kısım Suçlar: Bu suçlar, Kuran tarafından gösterilmiş olup,

Allah'a karşı işlenen suçları kapsamına almaktadır4. Bunlar İslam

toplumunun yararlarına dokunan suçlardır. Hırsızlık, zina, şarap İçme, kazif

veya zina iftirası, yol kesme, irtidat veya ridde denilen İslam dinini terk

etmek gibi suçlardır. Bu suçlarda, suçtan zarar görenin şikayette bulunması

gerekmezdi. Çünkü bunlar insanların birarada yaşamaları için kurulmuş olan

düzeni bozar ve böylece Allah'a karşı işlenmiş olarak kabul edilirdi5. Bu

belli suçların işlendikleri mahkeme önünde kesinleşince artık af ve sulh

geçerli olmazdı. Cezaların miktarı da değişmez olduğundan, bu cezalarda

arttırma veya indirmenin yapılması da mümkün değildir6. Ancak, suçlu

suçunu kabul etmez ve toplanan delillerle de suçluluğu ispatlanamazsa Allah

merhametli olduğu için affedeceğinden, hakimin cezalandırma yoluna

gitmemesi tavsiye edilmiştir7. Bu çeşit suçları kavuşturma görevi, devlet

başkanına veya onun hakimine düştüğü gibi, her iyi Müslüman'ın da, böyle

suçları ihbar etmek yükümlülükleri vardı8. Ancak, kazif (zina yapan) ve

hırsızlık suçlarında şikayet ve talep zorunlu olmaktadır9.

3) Üçüncü Kısım Suçlar: Taziren cezalandırılan fiiller bu gruba

girmektedir. Bilindiği gibi taziri gerektiren suçlar; hakkında ayet ve hadis

gereği herhangi bir hükmün (nassın) bulunmadığı, ceza takdirinin hakime

bırakıldığı suçlardır. Tazir sözcüğü yasaklamak, cezalandırmak, zorlamak,

reddetmek, terbiye etmek, anlamında kullanılmaktadır. İslam hukuku

kaynaklarında gerek suç, gerek karşılığında cezası gösterilmiş olmamakla

beraber, kişilere veya kamuya zarar verdikleri için ulülemr tarafından

cezalandırılan fiiller olarak geçmektedir10. Devlet başkanı veya ona vekalet

eden hakim, suçluyu ve suçun toplumdaki durumunu gözönüne alarak cezayı

takdir eder.

4 DÖNMEZER, Sulhi-ERMAN, Sahir, age., s.128; ÖNDER, Ayhan, age., s.34.

5 ÖNDER, Ayhan,age., s.34.

6 AKŞİT, Cevat, İslam Ceza Hukuku ve İnsani Esasları, İstanbul 2000, s.77.

7 ARTUK, Mehmet Emin-GÖKCEN, Ahmet-YENİDÜNYA, A.Caner, Ceza Hukuku Genel

Hükümler, C.I, İstanbul 2002, s.89.

8 ÜÇOK, Coşkun, age., s.129.

9 Kazif hakkında bk. UDEH, Abdülkadir, Mukayeseli İslam Hukuku ve Beşeri Hukuk (Çev.

Ali ŞAFAK), C.4, Ankara 1991, s.121 vd.

10 DÖNMEZER, Sulhi-ERMAN, Sahir, age., s.128; Metin HÜLAGU, İslam Hukukunda

Hapis Cezası, Rey Yayıncılık, Kayseri 1996, s.37.

C.52Sa.l İSLAM HUKUKUNDA SUÇLAR VE CEZALAR 169

İslam hukukuna göre, devlet aleyhine işlenen suçlar, "taziren"

cezalandırılan suçlar grubuna girmektedir. Yani bu gibi suçların, nelerden

ibaret bulunduğu, islam hukukunun metin halindeki kaynaklarında

gösterilmiş değildir. Fakat, failleri, yine islamm ana prensiplerine göre

"veliyyüTemr" ve onun naipleri olan hakimler ve "vülatı ceraim" denilen

memurlar cezalandırabilirlerdi".

II. İslam Hukukunda Cezalar

İslam dininin ana kaynağı olan Kuran ve Sünnet İslam ceza hukukunun

da asli kaynağı olup bu alandaki temel prensipleri ve amaçları belirler. İslam

hukukçuları ve hukuk ekolleri ise bu esas amaçların günlük hayata

uygulanma tarz ve şartlarıyla ilgili hukuki yorum ve ayrıntıyı geliştirerek

kendi devir ve toplumlarının problemlerini bu çerçevede çözmeye

çalışmışlardır. Bu sebeple İslam ceza hukukunun klasik yapısı Kuran, sünnet

ve İslam hukukçularının İçtihadları şeklinde hiyerarşik üç merhalede

oluşmuştur. Kuran ve Sünnet'in belirlediği cezalar netice itibariyle İslam'ın

korunmasını esas aldığı beş temel değerin yani akıl, din, can, ırz ve malın

korunmasını, insanların genel ve özel yararını bir denge içinde gözetmeyi

hedef alır. Bu cezalar, İslam'ın kötülüğü önleyip iyiliği hakim kılma ilke ve

gayretinin bir parçasıdır12.

Cezalandırmanın amacı, genelde suçun aleniyetine ve yayılmasına

engel olarak içtimai vicdanı ve yapıyı korumak, özelde ise suçu önlemek,

suçluyu te'dib (terbiye verme) ve ıslah etmektir. İslam dini, şahsi hakların

ağır bastığı cezalar da dahil olmak üzere cezalandırmayı devlete ait bir hak

ve görev kılmakla hem devlet ceza hukuku fikrini tesis etmiş, hem de kısasın

infazında, diyette ve hadleri uygulamada düzensizlikleri, haksızlık ve

aşırılığı, eşitsizliği ve şahsi düşmanlıkları ortadan kaldırarak cezalandırmayı

kanuni, genel ve adli esaslara bağlamıştır.

İslam hukukunda cezai müeyyideler çeşitli yönlerden farklı ayrımlara

tabi tutulabilir. Amaçladıkları hak ve menfaatlerin mahiyetleri itibariyle

cezalar hayata, bedene, şahsiyete, mal varlığına veya şahsın temel hak ve

hürriyetlerine ilişkin olabilir. Suçun doğrudan doğruya karşılığı olan cezaya

"asli ceza" denilir Bu cezayı infaz imkanı olmayınca onun yerine geçen

"bedel ceza" dan veya asli cezaya ilave olarak verilebilen "ek ceza" dan söz

edilir. Suçun ihlal ettiği hakkın, diğer bir deyişle cezanın infazında hakim

olan hakkın mahiyetine göre cezalar Allah-toplum hakkına taalluk eden

cezalar, şahsi haklarla ilgili cezalar, her iki hakkın da bulunduğu cezalar

11 ÖZEK, Çetin, Devlet Başkanına Karşı Suçlar, İstanbul 1970, s.89.

12 BARDAKOĞLU, Ali, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, "Ceza" Maddesi, Cilt:7,

İstanbul 1993, s.472.

170 AKBULUT Yıl 2003

şeklinde üçlü bir ayrıma tabi tutulabilir. Bununla birlikte cezaların en çok

bilinen tasnifi, sari (kanun koyan, şeriat koyan) tarafından belirlenip

belirlenmediğine göre yapılan ve suçun çeşidini de dikkate alan ayrımdır.

Bunlar; had, kısas, ta'zir ve diyet'tir13.

Cezalar ve uygulama usullerini biz de, Allah'ın haklarına karşı işlenen

suçlara verilen cezalar, kulun, yani bireyin çıkarlarına karşı işlenmiş olan

suçlara verilen cezalar ve taziren cezalandırılan fiillerin cezaları şeklinde

inceleyeceğiz.

1) Şahsın Haklarına Karşı İşlenen Suçların Cezası: Bu cezalar,

"kısas" ve "diyet" tir. "Hakkı ademiye" denen şahsın haklarına karşı işlenen

suçlar, doğrudan kişiyle ilgilidirler14.

a) Kısas: Cinayette ödeşme olarak tanımlanabilecek olan kısas, gerek

öldürme ve yaralama gerek herhangi bir uzvun yok edilmesi veya işe

yaramaz duruma getirilmesi şeklinde işlenen suçların faillerinde, olanak

elverdiği taktirde, işledikleri suçun aynı ile cezalandırılmasıdır15. Kısas cana

karşı ve uzva karşı kısas olmak üzere ikiye ayrılmaktaydı. Uygulanabilmesi

için fiilin bilerek veya isteyerek işlenmesi, failin ergin ve mümeyyiz olması,

öldürülenin hayatının şeriatça sürekli olarak korunmuş bulunması, öldürenin

füru, kölesi veya furuunun kölesi olmaması gerekirdi.

Kasten adam öldürme suçunu işleyene kısas uygulanır. Burada cana

karşı yapılan kısas, candır. İslam hukukçuları, kastı saptamada bazı ölçüler

koymuşlardır. Nitekim, eğer fail eylemini, kesici, delici ve parçalayıcı bir

aletle işlemişse bu, onda öldürme kastının mevcudiyetini gösterir. Bir

bakıma kastın var olup olmadığı, ancak katilin kullandığı vasıtaya bakılarak

tespit edilir. Kılıç, bıçak, ok mızrak, keskin taş, sivri ağaç gibi şeyler katil

aleti sayılır. Yakarak öldürmek, kasten adam öldürmeye, dayak atarak

öldürmek ise, kasıt benzeriyle öldürmeye girer16. Ebu Hanife ise, sadece, bir

uzvu vücuttan ayırabilecek bir silah ile, işlenen fiili, kasten işlenmiş sayar.

13 BARDAKOĞLU, Ali, age., s.473.

14 ARTUK- GÖKÇEN - YENİDÜNYA, age., s. 98; Aynca bk. Hüseyin Tekin GÖKMENOĞLU,

İslam'da Şahsiyet Haklan, Ankara 1996, s. 75 vd.

15 BİLMEN, Ömer Nasuhi, age., s.19; Sabri Şakir ANSAY, Hukuk Tarihinde İslam Hukuku,

3. Bası 1958, s.282; DÖNMEZER-ERMAN, age., s.129; Ayhan ÖNDER, age., s.35; Hasan

Tahsin FENDOĞLU, Türk Hukuk Tarihi, İstanbul 2000, s.459; ÜÇOK, Çoşkun-MUMCU,

Ahmet-BOZKURT, Gülnihal, Türk Hukuk Tarihi, Ankara 1999, s.75; Akif AYDIN, Türk

Hukuk Tarihi, İstanbul 1999, s. 160 vd.

16 ARTUK-GÖKCEN-YENİDÜNYA, age., s.100; SCHACHT, Joseph, İslam Hukukuna Giriş

(Çev. Mehmet Dağ-Absülkadir Şener), Ankara 1977, s. 188; KESKİOĞLU, Osman, Fıkıh

Tarihi ve İslam Hukuku, Ankara 1969, s.292.

< » |^i||. . UMM-i i I tMUMI '110'IIIMIl i.ti ,. l ; | ^ , » , ft, ,

C.52Sa.l İSLAM HUKUKUNDA SUÇLAR VE CEZALAR 171

Demir, ağaç vs. Gibi bir aletle öldürmeyi, Kısası gerektiren adam öldürme

olarak kabul etmez17.

Belirtelim ki, kısas cezasının verilebilmesi için suçlunun, suçu bilerek

ve isteyerek işlemiş olması gerekir. Aksi halde: birini yanlışlıkla öldüren,

aslında öldürücü olmayan bir fiili bile bile işleyerek ölüme sebep olan, bir

fiili istemeyerek işleyen ve böylece ölüme sebep olan, doğrudan doğruya bir

kimseyi öldürmek için işlenmemiş olan bir fiil sonucunda ölüme sebep olan

suçlular hakkında kısas uygulanmaz18.

Uzva karşı kısasa gelince; Bir kimseyi bilerek, isteyerek ve haksız

olarak öldürmeyecek biçimde yaralayan kimse olanak dahilinde ise aynı

biçimde yaralanır. Bu yarayı isterse yaralanan kendisi açabilir.

Kısas hakkına sahip olana, veliyyi kısas, veliyyi cinayet veya veliyyi

kati denir. Mağdurun velisi af ederse, veya sulh olurlarsa kısas cezası düşer.

Kısas, mağdur, veya velisi için bir hak olmakla birlikte, kısas veya diyetten

veya bunların her ikisinden de vazgeçmek mümkündür. Af halinde yetkili

otorite, suçluya taziren ceza verebilir. Kısas suçlarında fail, sadece mağdura

yaptığı ile cezalandırılabilir. İkisi arasında benzerlik kurulamadığı, aynı

durum söz konusu olmadığında kısas düşer. Kısas, öldürülenin velisinin

hakkıdır. Bir başkası, veya devlet başkanı, adam öldüreni af yetkisine sahip

değildir. Kısasla birlikte intikam yasaktır. Mahkumdan başkası öldürülemez.

Mağdur tarafından mahkumun cezası infaz edilemez19. Fail, öldürdüğü

kimseyi nasıl öldürmüş olursa olsun, kısas keskin bir aletle boynunun

kesilmesi yoluyla infaz edilir.

b) Diyet: Ölüm veya yaralama ile sonuçlanan bir suç işlendiğinde, kısas

istenmediği veya kısasın mümkün olmadığı durumlarda, mal olarak

verilmesi gereken bedele "diyet" denilmekteydi. Diyet bir bakıma para

cezasıdır. Kısas istemeye hakkı olanların hepsinin veya birisinin bundan

vazgeçip diyet istemesi veya kısası uygulamak için bulunması gereken

şartlardan birisinin eksik olması veya kısasın diğer bir sebepten mümkün

olmaması hallerinde Diyet uygulanabilmekteydi. Demek ki, diyet cezası,

kısasa tabi suçların yanlışlıkla işlenmesinde veya kasten işlenip de kısas

cezası şartlarının gerçekleşmediği, kanun koyucunun ceza miktarını

belirlediği cezalardır. İnsanın azalarına karşı tecavüz ve yaralama halinde

ödenmesi gereken tazminata erş denir. Eğer önceden bedeli saptanmamış bir

yaralama ile karşı karşıya ise, hakim yaralananı bir köle kabul ederek,

yaralama ile değerinde meydana gelen eksiklik oranında tam diyetin bir

17 KASANI, Alaüddin Ebu Bekir, Bedaiu's-Sanai fi Tertibi'ş-Şerai (Kıs:el-Kasani:Bedai),

Beyrut, 1394/1974, Darü'l-Kütübi'I Arabi, C.VII, s.233.

18 ÜÇOK-MUMCU-BOZKURT, age., s .76.

19 FENDOĞLU, Hasan Tahsin, age., s.459.

172 AKBULUT Yıl 2003

yüzdesine hükmeder. Buna "hükümet" adı verilir. Örneğin; köle olsaydı

değeri 100 Kuruş edecek olan bir adam yaralanmadan ötürü artık 90 Kuruş

edecekse demek ki değerinin % 10 unu yitirmiştir. O halde, ölüm diyetinin

%10 unu suçlu, mağdura ödeyecektir20.

Diyet, deve, gümüş veya altın olarak ödenir. İslamiyet'ten önce bilerek

ve isteyerek öldürmenin diyeti 10 dişi deve iken sonradan 100 dişi deve

olmuş ve miktar Hz. Muhammed tarafından da kabul edilmiştir. Bazı

hadislerde diyet miktarı 1000 Dinar altın, 12.000 dirhem gümüş, hatta 200

sığır, 2000 koyun veya 200 elbise olarak da geçer21. Öldürmenin kasten veya

hataen olması, diyet olarak verilecek develerin sayısını etkilemese de cins ve

evsafını etkiler. Kasten ve kasta benzer öldürmede deveden verilecek diyet,

çoğunluğun görüşüne göre bir, iki, üç ve dört yaşını tamamlamış develerin

her grubundan yirmi beşer olmak üzere 100 dişi devedir. Hataen adam

öldürmede ise, develerin vasfı daha hafifletilmiş ve yukarıda belirtilen dört

gruptan yirmişer dişi deve ile bir yaşını tamamlamış yirmi erkek deve olarak

belirlenmiştir.

Kadının diyeti, erkek diyetinin yarısıdır. Diyet; üç yılda üç taksitte

ödenir. Öldürülen kölenin diyetinin değil kıymetinin tazmini gerektiği

şeklindeki geleneksel düşünce İslam döneminde de devam etmiştir.

İslam hukukunda cezalar genellikle şahsidir. Ancak cezaların şahsi

olmadığını veya kollektif olduğunu gösteren iki müessese vardır. Bunlardan

birisi Akile diğeri Kasame'dir.

Akile, kasıt unsuru bulunmayan bir öldürme veya yaralama hadisesinde

suçlu adına diyet ödemeyi yüklenen şahıslar topluluğu olarak

tanımlanabilir22. İslam ceza hukukunun karakteristik bir müessesesi olan

akile, İslam'ın ilk zamanlarında temelde kabile yardımlaşmasına dayanırken,

hemen ardından görülen hızlı İslam yayılışına bağlı olarak değişen sosyal

yapıya intibakı söz konusu olmuş, bunun üzerine teoride birtakım

değişikliklere uğrayarak bir gelişme göstermiştir23. Akile bir bakıma,

suçlunun bu suçu işlemesine engel olmadığı için diyet ödemek suretiyle

cezalandırılmasıdır.

Diyetin bu şekilde akılelerce ödenmesi zorunluluğu, bir bakıma yardım,

bir bakıma da cezalandırma niteliğindedir. Nitekim, diyet, akile tarafından

20 ÜÇOK-MUMCU-BOZKURT, age., s.77.

21 ÜÇOK-MUMCU-BOZKURT, age., s. 77; FENDOĞLU, H.Tahsin, age., s. 460;

BARDAKOĞLU, Ali, age., s.475.

22 AKTAN, Hamza, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, "Akile" Maddesi, Cilt:2,

İstanbul 1989, s.248; ÖNDER, Ayhan, age., s.36.

23 AKTAN, Hamza, age., s.249.

C.52Sa.l İSLAM HUKUKUNDA SUÇLAR VE CEZALAR 173

ödenince, hem mağdurun hakkı karşılanmış, hem de suçlunun kötü duruma

düşmesine meydan verilmeyerek sosyal bir yardım sağlanmış olmaktadır.

Akile fertlerine yükletilecek diyet, onları iktisaden kötü duruma

düşürmeyeceği biçimde hakim tarafından servetlerine göre bölünür. Akile

borcunu 3 yıl içinde ve üç taksitte ödeyebilir24.

Kasame, faili meçhul olarak bir kimsenin öldürülmüş olması halinde,

ölünün bulunduğu yeri böyle bir fiilin işlenemiyeceği şekilde kontrol

edebilecek durumda olanların, bazı şartlar ile diyet ödemeye mecbur

olmalarıdır. Öldürülmüş olduğu iddia edilen kimsenin cesedi bir kasabada,

bir mahallede, bir evde ses işitilecek kadar bir kasabaya yakın olan veya hiç

kimseye ait olmayan bir yerde bulunmuş olmalıdır. Ceset iki kasaba veya iki

aşiret arasında bir yerde bulunmuşsa, cesedin daha yakın olduğu kasaba veya

aşiret halkı kasameden sorumludur. Faili meçhul öldürme olayında, ölünün

bulunduğu toprak sahipleri kasameye tabi tutulurlar. Veli-i kısas, bunlardan

elli kişi seçer. Onlar, maktulü öldürmediklerine ve öldüreni de

bilmediklerine yemin ederlerse o zaman onlardan diyet alınır. İçlerinden biri

yemin etmezse, veli-i kısasın isteğiyle, ikrar veya yemin edilinceye kadar

hapsedilir. Veyahut diyet isterse, bütün diyeti onun ödemesine

hükmolunur25.

Diyetin bir ceza mı yoksa tazminat mı olduğu konusu uzun zamandır

tartışılmakla birlikte diyet kan bedeli ve tazminat olma özelliğini daima

korur. Diyetin ceza olma yönü, ödemesiyle failin şahsen borçlu olduğu

kasdi, kısmen de kasıt benzeri öldürmelerde daha belirgindir. Akılenin ve

üçüncü şahısların ödemeyi üstlendiği durumlarda ise artık diyet bir cezadan

çok tazminat ve sosyal sigorta görünümündedir.

2) Allah'ın Haklarına Karşı İşlenen Suçlara Verilen Cezalar

İslam hukukunda bazı suçlar için Kuran'da belirtilmiş değişmez

cezalara "hadd" denir. Hadd başlıca Allah'a karşı işlenen suçlara

konulmuştur. Bundan ötürü de değiştirilemezler. Hadd kelimesinin çoğulu

hudud'dur. Allah'ın haklarına karşı işlenen suçlar; hırsızlık, zina, şarap

içmek veya sarhoş olmak, kazif (birine zina isnat etmek), yol kesme, irtidat

yani İslam dinini terk etmek ve değişik görüşler olmakla beraber isyan'dan

ibarettir26. Bu suçlar Kuran'da yazılı olduğundan yakmmasız kovuşturulur.

24 ARTUK-GÖKCEN-YENİDÜNYA, age., s.102; ŞAFAK, Ali, Mezheplerarası Mukayeseli

İslam Ceza Hukuku, Erzurum 1977, s.104.

25 ÖNDER, Ayhan, age., s.35; Osman KESKİOĞLU, age., s.297; G.H.BOUSQUET, Precis

de Droit Musulman, 3. Bası, Alger 1950, s.84.

26 GÖKÇEN, Ahmet, age., s.4 vd.; DÖNMEZER-ERMAN, age., s.1312; Ayhan ÖNDER,

age., s.35; ARTUK, Emin, "Ceza Hukukunun Tarihi", Ceza Hukuku El Kitabı, İstanbul 1989,

s.24 vd.

174 AKBULUT Yıl 2003

Hadd cezası ağır müeyyideleri ihtiva ettiğinden söz konusu suçların hakim

huzurunda ispatlanması çok güç şartlara tabi tutulmuştur. Meselâ zinanın

sabit olması için dört erkek şahidin olay hakkında ve en küçük ayrıntılarına

kadar aynı şekilde tanıklıkta bulunmaları gerekir. En küçük şüphe halinde

haddlerin uygulanmasından vazgeçilir.

Kazif (zina iftirası) ve Sirkat (hırsızlık) suçlarında ceza için şikâyet

şarttır. Bu suçların isbatı sırasında ve verilen ceza infaz edilirken

şikayetçinin hazır bulunması gereklidir. Zinada şahitler hazır değilse ceza

infaz edilmez. Hattâ recimde şahitler taşlamaya kendileri başlamazsa ceza

düşer. Çünkü bunda bir şüphe uyanır. Hadler ise şüphe ile düşer. Hırsızlıkta

ihbardan önce çalınan şeyi iade etmek cezadan kurtarır. Yol kesicilikte

yakalanmadan önce nedamet ve tevbe haddi düşürür. Bu hallerde bu fiiller,

adi suçlardan sayılır ve cezayı affetmek mümkün olur27.

Hadd cezası uygulanan suçlar ve cezalarını şu şekilde belirtebiliriz:

a) Zina Suçu ve Recim-Sopa Cezaları: İslam hukukunda zina, şer'i bir

sözleşme bulunmadan yapılan haram bir cinsel ilişkidir28. Zina fiilinin

cezasına "haddi zina" adı verilir. Birbirleriyle evli olmayan veya efendi köle

durumunda bulunmayan ayrı cinsten iki kişinin birbirleriyle cinsel ilişkide

bulunmaları zina sayılmış ve recim veya sopa dayağı ile suçlu

cezalandırılmıştır. Nûr Suresinin ikinci Ayetinde:

"Zina yapan kadın ve erkekten her birine 100 değnek vurun"

buyrulmuştur. Bu ayete göre zina yapan kadın ve erkeğe yüz değnek hadd

vurulur. Bunların rızalarıyla bu işi yapmış olmaları cezaya hak etmek için

şarttır. Zorla ırzına geçilen kadına bu ceza verilmez. Ayette (mezniye) değil

de (zaniye) denilmesinin sebebi budur. Bu ayetten önce, Nisa suresinin 15.

Ayetine göre zina eden kadınlar, ıslah-ı hal edilinceye kadar, evlerinde

hapsedilirdi. Nûr Suresi ile değnek cezası verilirdi. Buna celde denir. Çünkü

deriye, cilde vurulur. Bu bir işkence, eti çürütmek için değil de te'dip için

vurmaktır. Onun için değnek vururken dikkat edilecek hususlar şöyle tesbit

edilmiştir: Değnek parmak kalınlığında olacak, düz ve budaksız bulunacak;

vuran kimse elini omuz hizasına kadar kaldıracak, fazla kaldırıp şiddetle

vurmayacak; çıplak bedene vurmayacak; yüz, karın boşluğu, tenasül yerleri

gibi nazik yerlere vurmayacak; değneklerin hepsi bir yere vurulmayıp

27 KESKİOĞLU, Osman, age.s.286; CİN, Halil-AKGÜNDÜZ, Ahmet, Türk Hukuk Tarihi, 1.

Cilt, İstanbul 1995, s.314; AYDIN, M.Akif, Türk Hukuk Tarihi, İstanbul 1999, s.196.

28 ARTUK-GÖKCEN-YENİDÜNYA, age., s.93; AYDIN, M.Akif, age., s.193; CİN, Halil-

AKGÜNDÜZ, Ahmet, age., s.312; Akmet YAŞAR, İslam Ceza Hukukunda İdamı Gerektiren

Suçlar, İstanbul 1995,s.54vd.

C.52Sa.l İSLAM HUKUKUNDA SUÇLAR VE CEZALAR 175

vücudun muhtelif yerlerine dağıtılacak; erkeğe ayakta, kadına oturduğu

halde vurulacak29.

Hazret-i Ömer zamanında bir sünnete dayanılarak zina suçunda recim

cezası da kabul edilmiştir. Musevi hukukunda büyük bir yer alan recim,

suçlunun yarı beline kadar toprağa gömüldükten sonra taşlanarak

öldürülmesidir. Sopa ve recim cezasının uygulanması bakımından zina

suçluları iki kategoriye ayrılmışlardır. Birinci kategoriye girenlere muhsen

adı verilmiştir ki, ergin, mümeyyiz, özgür ve hayatlarında evli olarak cinsel

ilişkide bulunmuş olan kimseler bu kategoriden sayılmışlardır. Yani

suçlunun suçu işlediği zaman evli olması değil hayatında evlilik içinde cinsel

ilişkide bulunmuş olması muhsen sayılmasına yeter. Muhsen'ler zina

işleyince recim ile cezalandırılırlar. Muhsen olmayanlar ise yani

yaşamlarında evlilik içinde cinsel ilişkide bulunmamış olanlar 100 değnekle

cezalandırılırlar. Her iki cezanın da verilebilmesi için, suçluların zina işlemiş

oldukları, ya dört tanıklığa ehil erkek tanığın gözleriyle görülmüş olmalı ve

bu tanıklar mahkemede tanıklıkta bulunmalıdırlar, yahut da suçlular ayrı ayrı

oturumlarda dört kez zina işlemiş olduklarını kabul etmiş bulunmalıdırlar.

Aksi halde bu sanıklara hadd cezası verilemez30.

b) Zina İftirası (Kazf) Suçu ve Cezası: İslam, namusa çok önem verir.

Bir insana iffetsizlik isnadı en büyük günahtır ve ağır cezayı gerektirir. İffete

iftira suçuna kazf denir. İslam hukuku bu isnadın isbatını çok

güçleştirmiştir. Dört görgü tanığı bunu gözleriyle tam gördüklerini beyan

etmelidirler, ikrarda ise dört defa ikrar etmesi, hakim reddettikçe ikrarını

tekrarlaması lazımdır. Aksi halde zina sabit olup recme gidilemez. Zina

isnad edip de isbat edemeyenler müfteri durumuna düşerler ve bu iftiraları

cezasız kalmaz. Nûr Suresinin 4. Ayeti, muhsan olanlara zina isnad edip

isbat edemeyenlere 80 sopa vurulmasını belirtmektedir. Bu ceza, evlenmiş

veya evlenmemiş olan namuslu kadına, iffetli yetişkin kızlara yapılan zina

iftirasına da şamildir. Aklı baliğ olan hür, namuslu müslüman kadını

muhsandır. Ona iftira cezayı gerektirir. Erkeklere iftira da aynı şart ve

hükümlere bağlıdır. Köleler hakkında kazf haddi 40 sopadır. Köleye yapılan

zina iftirası ise, hadd-i kazfi değil, tazir'i gerektirir. Ancak karısına zina

isnad edip de ispat edemiyen koca cezalandırılmadığı gibi, küçükler, deliler

ve füruuna zina isnat etmiş olan usûl kazf den ötürü cezalandırılmazlar31.

c) Hamr (Şarap) İçme Suçu ve Cezası: İçinde alkol bulunan içki ve

özellikle şarap içmenin veya bu tür içkileri içmekten dolayı sarhoş olmanın

29 KESKİOĞLU, Osman, age., s.288.

30 ÜÇOK-MUMCU-BOZKURT, age., s.79; KESKİOĞLU, Osman, age., s.288; CİN, Halil-

AKGÜNDÜZ, Ahmet, age., s.312.

31 ÜÇOK-MUMCU-BOZKURT, age., s.79; KESKİOĞLU, Osman, age., s.289; CİN, Halil-

AKGÜNDÜZ, Ahmet, age., s.314.

176 AKBULUT Yıl 2003

cezasına "haddi şirb" veya "haddi sekir" adı verilir. Bu ceza Kuran'da

yoktur. Sonradan İcma ile kabul edilmiştir. Bu suçun cezası 80 sopadır.

Suçun oluşması için iki erkek şahidin şahadeti, suçlunun ikrarı ve sarhoşluk

halinin isbatı gereklidir. Sarhoşun ağzının kokusu geçtikten sonra had

vurulmaz. Küçükler, deliler, gayrimüslimler ve yeni müslüman oldukları ve

şeriatı bilen kimselerle değinip öğrenmelerine olanak bulunmayan yerlerde

yaşadıkları için bu yasağı bilmeyenlere de bu ceza verilmez32.

d) Hırsızlık Suçu ve Cezası (Hadd-i Sirkat): Başkasına ait koruma

altındaki belli bir değerde bir malı mülk edinme kasdıyla gizlice almaya

hırsızlık denir. İslam hukukçuları, hırsızlığı ikiye ayırırlar: Birisine adi veya

basit hırsızlık, diğerine büyük hırsızlık adını verirler. Adi veya basit hırsızlık

dediğimiz suç hadd cezasını gerektirir. Büyük hırsızlık ise tazir cezasını

gerektirir. Burada had cezasını gerektiren küçük hırsızlıktan bahsedeceğiz.

Hırsızlık suçlarında iki çeşit hüküm uygulanır: Birincisi, mala ilişkin

olup çalınan şeyin iadesi, bu iade mümkün olmazsa belli bir tazminatın

verilmesinden ibarettir. Cisme ilişkin hüküm ise, "haddi sirkat" yani cezadır.

Hırsızlık edenin ilk seferde sağ eli kesilir. İkinci defa hırsızlık ederse bu

defa sol ayağı kesilir. İki elini de kesip hayati ihtiyaçlarını görmekten

büsbütün mahrum bırakılmaz. Yine hırsızlık ederse artık kesilecek bir şey

yoktur. Tövbe edinceye kadar hapsedilir33. Çaldığı mal elinde mevcut ise

sahibine iade edilir. Mal bulunmaz ise tazmin gerekmez. Had vurmak cezası,

tazmini bertaraf eder. İki ceza bir arada toplanmaz. Hırsız, haddin

tatbikinden önce tövbe ederse, Hanefi mezhebine göre mal sahibi

affetmedikçe had düşmez. Safilere göre düşer. Hırsızlık suçunun oluşması

için malın belli bir değerde olması gerekir. Çalınan malın 10 dirhem

gümüşten aşağı kıymette olmaması gerekir. Bu itibarla çeşitli hırsızlıklarda,

çalınan malların değerlerinin toplamı on dirheme ulaşmazsa, el kesme cezası

uygulanmaz. Çünkü ortada ayrı ayrı hırsızlık fiilleri bulunmaktadır.

Belirtilen miktar, tek hırsızlıkta tek kimse içindir. İki kişi, örneğin değeri on

dirhemlik bir malı beraberce çalsalar cezaya çarptırılmazlar. Nedeni, her

birinin payına beş dirhem düşmesidir34.

32 ÜÇOK-MUMCU-BOZKURT, age., s.80.

33 ŞENSOY, Naci, Basit Hırsızlık ve Çeşitli Mevsuf Hırsızlıklar, 2. Bası, İstanbul 1963, s.19-

21; GÖKÇEN, Ahmet, Tanzimat Dönemi Osmanlı Ceza Kanunları ve Bu kanunlardaki Ceza

Müeyyideleri, s.76 vd.

34 ARTUK-GÖKCEN-YENİDÜNYA, age., s.92; AKŞİT, Cevat, İslam Ceza Hukuku ve

İnsani Esasları, İstanbul 2000, s. 113; SCHACT, Joseph, age., s.186; KESKİOĞLU, Osman,

age., s.290; İslamda Ağırlık Ölçüleri hakkında geniş bilgi için bk. Osmanlılarda Ölçü ve

Tartılar (Ottoman Weights and Measures), Metin ve Sergi Çalışmaları, Garo KÜRKMAN,

Türk ve İslam Eserleri Müzesi Sergi Katoloğu, İstanbul 1991, s.7 vd.; Hinz Walther, Çev.

Sevim Acar, İslamda Ölçü Sistemleri, No:21, İstanbul 1990.

ıi'HJi ' ' • ' * i 1 i.- ı ı 1^1 ıtn.tı. ı , I.MHMI n»4|*ıı.. ( , . l ,ı M^..ını.

C.52Sa.l İSLAM HUKUKUNDA SUÇLAR VE CEZALAR 177

Malı çalınan kimse malın maliki veya hiç olmazsa zilyedi olmalıdır.

Malı çalınan ile hırsız arasında belirli bir akrabalık bağı bulunmamalıdır.

e) Yol Kesme (Kat'ül Tarik) Suçu: Büyük hırsızlık (sirkat) olan yol

kesme suçu, değişik biçimlerde ve ağırlıkta işlenebilir. Yol kesenlere kutta-ı

tarik denir. Bunlar dağ başında ve kırlarda silahlı olarak gezip rastgeldikleri

yolcuları tutup soyan eşkiyadır. Bunun cezası Maide Suresinin 33. Ayetinde

gösterilmiştir.

Yol kesme suçunun cezası, muhtelif olasılılara göre farklılık arz eder.

Nitekim, bir kısmı sadece soygunculuk yapar, mala dokunur, cana

dokunmaz, bazısı ise hem malını alıp hem de öldürürse, bu iki suç birleşince

bunun cezası ağır olur. Yanlız mal alırsa bunların sağ eli ve sol ayağı kesilir.

Hem mal alıp hem de öldürürse diri olarak asılıp süngü ile öldürülür veya

öldürüldükten sonra asılarak ölüsü teşhir edilir. Bu şekilde ceza, kısas

olmayıp had olduğundan varislerin affetme yetkisi yoktur. Yalnız ulu'1-emr

bu cezalardan asmak yerine katil, katil yerine el ayak kesmeyi tercih etmek

yetkisini haizdir. Eşkiya, soygunculuk yapmaz, ırza geçmez, adam

öldürmezse yalnız yolu tehdit ederse, o zaman hapsolunur, başka bir yere

sürülür. Bunlar adam yaralar veya öldürürde soygunculuk yapmazlarsa o

zaman bu kısasa girer. Veli-i kısas isterse kısas ister, isterse diyet alır. Mal

almışlar da tövbe etmişlerse mal sahipleri mallarını istemekte serbesttirler35.

f) Bir Müslüman'ın Dinini Terk Etmesi Yahut Başka Bir Dine

Girmesi: Bir müslüman'ın dinini terk etmesi veya başka bir dine girmesine

"irtidad" veya "ridde" denir. İrtidad, sözlükte, kesin dönüş, terim olarak ise,

kişiyi İslam dairesinden çıkaran bir şeyin yapılmasıyla İslam dininden kesin

dönüştür. Bu suçun cezası, sünnet ve icma ile tesbit edilmiştir. Ridde suçu,

bir şüphe sebebiyle meydana gelmişse, mürtede gerçek anlatılır ve yeniden

müslüman olması istenir. Gerekiyorsa düşünme fırsatı verilir. Düşünmenin

süresi konusunda, üç gün veya daha fazlasına ait görüşler vardır. İslam

mantığına en uygun düşen görüş olarak, kişinin tövbe edeceğine dair ortada

umut olduğu sürece teklifin tekrarlanması gerektiği belirtilmiştir36. İslamdan

dönen erkek öldürülür. Kadın ise hapsedilir ve İslam'a dönünceye kadar her

üç günde bir dövülür37. Ridde suçunun oluşması için, mürtedin akıllı ve

seçme gücünün elinde olması şarttır. Bu suçun cezalandırılmasının sebebi,

din değiştirmenin toplumu derin surette sarsacağı, kamu düzenini derinden

etkileyeceği ve fitne oluşturacağı içindir.

35 KESKİOĞLU, Osman, age., s.291; YAŞAR, Ahmet, age., s.26; FENDOĞLU, H.Tahsin,

age., s.453; ÜÇOK-MUMCU-BOZKURT, age., s.80.

36 ARTUK-GÖKCEN-YENİDÜNYA, age., s.97; KARAMAN, Hayrettin, Mukayeseli İslam

Hukuku, C.I, 5.Baskı, İstanbul 1996, s.224; AYDIN, M.Akif, age., s.299; FENDOĞLU,

H.Tahsin, age., s.457.

37 ARTUK-GÖKCEN-YENİDÜNYA, age., s.97; .; SCHACT, Joseph, age., s.192.

178 AKBULUT Yıl 2003

g) Devlete Karşı İsyan Suçu ve Cezası (Bağy): Müslümanlardan bir

grubun, kendi kanaat ve ictihadlarına göre, yanlış yolda olan devlet

başkanına baş kaldırmalarına; onu devirmek, düzeni değiştirmek veya ayrı

bir devlet kurmak istemelerine "bağy", bunu yapanlara da "baği" denir. Bu

hareket Hz. Osman'ın son zamanlarında başlamış, Cemel olayı, Sıffin ve

Haricilere karşı yapılan Nehrevan savaşları meydana gelmiştir. Osmanlı

hukukunda çokça görülen, siyaseten kati kurumunun temelini, devlete isyan

(bağy) suçu teşkil etmektedir. Asilere verilen ceza, İslam hukukçuklarının

ittifakıyla, had cezalarından sayılmıştır38. İsyan suçu niteliği itibariyle irtidad

ve yol kesme suçlarından ayrılır. İsyancıların amacı adi suç işleme olmayıp,

tamamen siyasidir. İsyancı sıfatını taşıyanların müslüman olduklarından

kimsenin şüphesi yoktur. Fakat bunlar devlet başkanına karşı ayaklanarak

düzenin değişmesini isteyen, esas amaçları fesat çıkarma olmayan,

kendilerine göre yaptıklarının İslamın hayrına olduğunu düşünen bir

topluluktur. İsyancılardan, bir yere toplanıp grup oluşturmayanlarla devlete

baş kaldırmayanlara dokunulamaz. Hukuken diğer insanlara davranıldığı

gibi davranılır. Bozuk inançların haksız propagandasını yaparlarsa önce

uyarılır, sonra ta'zir edilir. Devlete isyan ettiklerinde, önce uyarılır, sonra

savaşılır. Savaştan önce uyarılmaları şarttır. Savaşta, kaçan kovalanmaz,

yaralı ve esirler öldürülmez, malları zapt edilmez. Çocukları esir edilmez.

Zaruret bulunmadıkça, evleri, paraları, ürünleri tahrip edilmez. Zira bu

savaşın amacı, yok etmek değil, yola getirmektir39.

Kaynaklardaki bilgiler toplu olarak değerlendirildiğinde isyan suçunun

belirli, sabit cezasının bulunmadığı görülmektedir. İsyancıların savaş

esnasında öldürülebilecekleri kabul edilmekle birlikte bu durum halin

icabından kaynaklanan bir zarurettir. Esasında asilerin savaş esnasında

öldürUlebilmelerini esasen ceza olarak nitelemek de güçtür. İsyancılara karşı

savaşmak bir meşru müdafaa hareketi olup amacı asileri itaate zorlamaktır.

Şayet bu bir ceza olarak düşünülseydi, savaşta isyancıların yenilmesinden

sonra yakalanan esirlerin cezasının da idam olması gerekirdi. Halbuki isyan

bastırıldıktan sonra ölüm cezası verilemeyeceği, uygun bir ta'zir cezası

verileceği hususunda Ebu Hanife dışındaki hukukçular görüş birliği

içindedirler40.

3) Taziren Cezalandırılan Fiiller

Tazir, sözlükte, ıslah terbiye anlamına geldiği gibi, çevirmek,

reddetmek, mutlak tedip ve ıslah etmek anlamlan da vardır. Terim olarak,

38 FENDOĞLU, H.Tahsin, age., s.458.

39 FENDOĞLU, H.Tahsin, age., s.458.

40 AKMAN, Mehmet, "Önceki Hukukumuzda İsyan Suçu", Marmara Üniversitesi Hukuk

Fakültesi, Hukuk Araştırmaları Dergisi, Cilt:9, Sayı:l-3, İstanbul 1995, s.217; Ahmet

AKGÜNDÜZ. Mukayeseli İslam ve Osmanlı Hukuku Külliyatı, Diyarbakır 1986, s.823.

I'"l!' ' il'1" 'i' 'HiMt .'lıwi|*u.- > h ı , ıı* .»< «. i t

C.52Sa.l İSLAM HUKUKUNDA SUÇLAR VE CEZALAR 179

hakkında kesin ceza tesbit edilmemiş olan yasaklanmış fiillerde, yerine

getirilmesi gerekli olan ceza demektir41. Kur'an ve sünnet temel bazı suçlar

için zaruri ve sınırlı ölçüde cezai müeyyide getirmiş olduğundan genelde

dini ve ahlaki esasların korunması, hukuk düzeninin ve içtimai disiplinin

ihlalinin önlenmesi, gerekiyorsa bunu sağlayacak cezai tedbir ve

müeyyidelerin geliştirilip uygulanması, müslüman toplumların kendi devir

ve şartları içinde takdir ve tayin edecekleri bir husus olup devlete bu yönde

geniş bir görev ve yetki alanı bırakılmıştır. Haddi gerektiren suçların dışında

kalan fiillerin ne derece suç olduğu ve hangi tür müeyyide ile

cezalandırılacağı İslam'ın genel ilke ve gayeleri doğrultusunda belirlenir ve

uygulanır. İslam hukukçuları bu grup cezaların celde, hapis, sürgün, kınama,

tehdit, nasihat, tazmin, mali ceza hatta ölüm cezası şeklinde verilebileceğini

kabul ederler. Ancak hangi suç için hangi cezanın uygulanacağı ve bunun üst

sınırının ne olacağı ta'ziren ölüm cezasının uygulanıp uygulanmayacağı

konularında değişik görüşler yer almaktadır. Memleketin huzur ve rahatını

bozan hareketlerle, mesela esnafın narhtan fazla mal satması (ekmek, et gibi

ihtiyaç maddelerine hükümetçe konulan fiat), yiyecek içeceği tağşiş etmesi

(ağırlığı veya kaliteyi düşürmek) veya ihtikara (vurgunculuk, bir malı

değerinden çoğa satma) sapması gibi fiiller ta'ziri gerektirmekteydi42.

Ta'zir'le cezalandırılacak suçlarda hakime büyük bir takdir hakkı

bırakılmıştır. Hakim isterse suçluya sadece öğüt verir; onu azarlar,

hapsettirir, sürgüne yollar, yüzünü karalıyarak teşhir ettirir, sopa attırır. Yine

suçundan vazgeçinceye kadar selam vermemek, kendi haline terkedilmekle

de tazir olunabilir. Görevden azil suretiyle, saçı traş edilmekle, para cezası

vermekle, bir taşınmazın yıkılmasıyla da tazir olunabilir. Tazir suçunun

cezası, zamanın yasama organına bırakılmıştır. Tazir cezalarının hapis, sözlü

ihtar, tevbihten öteye gitmemesi, had miktarının en azına ulaşılmaması

gerekir. İslam devleti hükümdarlarına, devlete zararlı oldukları kanısına

vardıkları kimseleri öldürebilmeleri yolunda bir hak tanınmıştır ki, buna

siyaseten kati denir43.

III. İslam Hukukunda Cezalandırma İlkeleri

Ceza hukukunun kaynakları bakımından başta gelen ve onu diğer hukuk

dallarından ayırmaya yarayan en büyük özelliği bu hukuk dalının taşıdığı

41 FENDOĞLU, H.Tahsin, age., s .471.

42 ÖNDER, Ayhan, age., s.35; AND, Metin, "16. Yüzyılda Osmanlılar'da Cezalar", Hayat

Tarih Mecmuası, Yıl:5, Ciltrl, Sayı:3,1 Nisan 1969, s.30 vd.

43 Bk. MUMCU, Ahmet, Osmanlı Devletinde Siyaseten Kati, Ankara 1963; Osman

ŞEKERCİ, İslam Ceza Hukukunda Ta'zir Suçlan ve Cezalan, İstanbul 1996, s.25 vd.;

FENDOĞLU, H.T., age., s.474; AYDIN, M.Akif, age., s.208; ARTUK-GÖKCENYENİDÜNYA,

age., s.106; ÜÇOK-MUMCU-BOZKURT, age., s.82; Osman KESKİOĞLU,

age.,s.297.

180 AKBULUT Yıl 2003

hükümler itibariyle kesin, açık ve belirli oluşudur. Bu ilkeler, ceza

hukukunun bütün bölümlerinde geçerli olup, suçlunun yararı gerekmedikçe

bu ilkelerden ayrılmak söz konusu olamaz.

Ancak, Ceza hukukunun yasak eylemlerin belirlenmesi ve bunları

karşılayan ceza müeyyideleri bakımından asıl özelliği kanunilik prensibinin

bu hukuk dalında egemen bulunmasıdır.

1) Kanunilik: "Kanunsuz suç ve ceza olmaz" kaidesine bugünün

doktrininde verilen anlam şudur: Ceza hukukunun esası yalnız kanundur. Bu

sebeple "kıyaslama", "hukukun genel prensipleri", "örf ve adef'e ceza

hukukunda yer verilmez. Kanunsuz suç ve ceza olmaz, kaidesi iki ayrı

konuyu kapsamına alır. Kanunsuz suç olmaz, kaidesi gereğince kanunun

açıkça suç saymadığı bir fiilden dolayı hiç kimse cezalandırılamayacağı gibi

kanunun açıkça cezayı arttırıcı saymadığı bir sebepten dolayı da kimsenin

cezası artırılamaz. Kanunsuz ceza olmaz, kaidesi gereğince hiç kimse o suçu

için kanunun vazetmediği bir ceza ile veya vazedilen cezadan daha ağır bir

ceza ile cezalandırılamaz. Ancak "kanunsuz ceza olmaz" kaidesine hiçbir

istisna kabul etmemiş olan memleketlerin kanunlarında bile cezanın

miktarının ve hatta bazı hallerde nev'inin tayini hususu hakimin takdirine

bırakılmıştır44. Bu ilke sayesinde, Ceza hukuku, sosyal savunmayı sağlayıcı

amacı ile ferdi koruyucu maksadını gerçekleştirebilmektedir. İlkenin esas ve

mantığı, kişinin yasak eylemleri önceden bilmelerini sağlamak düşüncesine

dayanır. Zira, ancak bu suretledir ki kişi hareketlerini düzenlemek imkanını

bulabilir.

2) Şahsilik: Bu prensip Kur'an'da, herkesin yaptığının kendisine tesir

edeceği ve hiçbir mükellefin başkasının işlediği suçun sorumluluğunu

taşımayacağı şeklinde değişik vesilelerle tekrar edilmiş, hem dünya hem de

ahiret hayatında geçerli genel bir ilke olarak ortaya konmuştur. Hz.

Peygamber de babanın suçundan evladın, oğulun suçundan babanın ceza

görmeyeceğini her suçlunun ancak kendi aleyhine bir fiil işlemiş olacağını

bildirmiştir. İslamiyet, Arap toplumunda öteden beri devam edegelen

kollektif sorumluluğu ilke olarak reddedip cezanın şahsiliği kaidesini hakim

kılmıştır. Ancak bu kaidenin iki istisnası olan akile ve kasame müesseseleri,

belli bir amaca yönelik olarak İslam hukukunda devam ettirilmiştir45.

3) Genellik: İslam ceza hukukunda cezanın şahıslar bakımından

genelliği, yani kanun karşısında herkesin eşitliği ilkesi hakim olup hiçbir

zümre ve şahsa dokunulmazlık veya ayrıcalık tanınmamıştır. Esasında

44 EREM, Faruk, Türk Ceza Hukuku, Cilt I, Genel Hükümler, Seçkin Kitabevi, Ankara, 1984,

s.75.

45 BARDAKOĞLU, Ali, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, "Fıkıh" Açıklaması,

Cilt:7, İstanbul 1993.S.475.

C.52 Sa. 1 İSLAM HUKUKUNDA SUÇLAR VE CEZALAR 181

Islamiyette fertler, Şeriat nazarında ve yaratılış itibariyle birbirlerine

eşittirler. Irk, renk farkı tanımayan İslamın nazarında, siyah, beyaz bütün

insanlar arasında hiçbir fark gözetilmez. Hukuken hepsi eşittir46.

4) Suç-Ceza Dengesi: İslam ceza hukukunda suç ile karşılığında

verilecek ceza arasında makul bir dengenin mevcudiyeti dikkati

çekmektedir. Cezalandırma asıl amaç değil zarureten başvurulan bir çaredir.

Bu itibarla cezalar ancak zaruret ölçüsünde belirlenmiştir. Kur'an-ı

Kerim'deki, "Bir kötülüğün karşılığı ona denk bir kötülüktür" hükmü,

tecavüzlere sadece misliyle karşılık verilmesinin gereğine ve dolayısıyla suçceza

dengesinin tesisine işaret etmektedir47.

5) Cezalandırmada Adalet ve Hakkaniyet: Adalet, davranışta ve

hükümde Doğru olmak, hakka göre hüküm vermek, eşit olmak anlamlarına

gelir. Adalet, Kur'an-ı Kerim'de ve hadislerde genellikle "düzen, denge,

denklik, eşitlik, gerçeğe uygun hükmetme, doğru yolu izleme, dürüstlük,

tarafsızlık" gibi anlamlarında kullanılmıştır. Kur'an-ı Kerim'e göre adaletin

ölçüsü yahut dayanağı hakkaniyettir. Adalet genellikle, verilen ile hak edilen

arasındaki dengeyi ifade eder. Hükümlerde adalet düşüncesi hakimdir.

Adalet, mülkün temelidir. "Allah adaleti, iyiliği emreder..". Bütün

muameleler adalet prensibine göre ayarlanır. Hakkı, hak sahibine vermek

gerekir. Haksızlık zulümdür. Zulüm en büyük günahtır. Kur'an-ı Kerim'de

adalet kelimesi 20, zulüm kelimesi de 299 yerde geçer.

"Allah size emanetleri ehline vermenizi, insanlar arasında hüküm

verdiğiniz zaman da adalet üzerine hükmetmenizi emreder" (Nisa suresi: 135,

Maide:8)48.

Kanunu bilmemenin bazı hallerde mazeret sayılması, cezai hüküm

taşıyan nasların (bir mesele hakkında Kur'an veya Sünnet'te gelmiş olan

açık hüküm), geçmişe şamil olmaması, herkesin aslen suçsuzluğunun ilke

olarak kabul edilip suç için belli ispat vasıta ve ölçüsünün istenmesi, suçluya

işkence edilmesinin yasaklanması, cezalandırmada adaleti gerçekleştirmeye,

haksızlığı ve hakkın suistimalini önlemeye yönelik ilkelerdir.

46 TUNAYA, Tarık Zafer, Amme Hukukumuz Bakımından İkinci Meşrutiyette Fikir

Cereyanları, İstanbul 1948 (Teksir Makinası ile Basılmış), s.93.

47 BARDAKOĞLU, Ali, age., s.475.

48 BARDAKOĞLU, Ali, age., s.476; KESKİOĞLU, Osman, age., s.32.

Sayfa Başına Dönün 

Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol