Sayac


Fatih Lütfü AYDIN
Hoş Geldiniz

Veda Hutbesi ve insan Haklari

 İnsan Hakları Ve Veda Hutbesi

İnsan toplu yaşamak zorunda olan sosyal bir varlıktır. Bu itibarla toplumsal münasebetleri düzenleyecek bir nizama ihtiyaç vardır. Toplum hayatını düzenleyen ve devlet müeyyidesi ile kuvvetlendirilmiş olan kaidelerin bütününe hukuk denir. Hukukun insanlara tanıdığı menfaate ve salahiyete hak denir. Herkese tanınması gereken temel hak ve hürriyetler için de ‘’İnsan Hakları’’ tabiri kullanılmaktadır.

İnsan Hakları: Diline, dinine, ırkına, cinsiyetine, milliyetine, sosyal statüsüne, ve rengine bakılmaksızın insana insan olduğu için tanınan hakların genel adıdır.(TDV İslam Ans., İnsan Hakları, Maddesi)

“Kuran’da,  hadislerde ve diğer İslami kaynaklarda hak kelimesi “korunması, gözetilmesi ya da sahibine ödenmesi gerekli olan maddi ve manevi imkan pay eşya ve menfaatler; görev sorumluluk borç gibi anlamlarda da kullanılmıştır”. (TDV İslam Ansiklopedisi, Hak Maddesi 15.cilt s.138)

İnsan Hakları ile ilgili İslami kavramlar şunlardır: Hukuku'l-ibad, Hukuku'n-nas,

Kul hakkı-insan hakkı: Allah’a karşı görev ve sorumlulukların içerisinde; diğer insanlara karşı olan görev ve sorumluluklarımızdır. Bir başka ifade ile başkalarının bizim üzerimizdeki haklarıdır.

Hak kavramı insanlık tarihi kadar uzun bir geçmişe sahiptir. Çünkü insanın varolduğu yerde hak söz konusudur. İlk insan hakları ihlali de Hz. Adem'in oğulları arasında Kabil'in Habil'i öldürmesiyle başlar.

Kul hakkı İslami bir terim olup insanın temel haklarını da içeren kaynağı ve çerçevesi itibariyle vahye ve sünnete dayanan "maddi ve manevi" anlamda her türlü hakkı içeren “hukukunnas” diye de adlandırabileceğimiz bir haktır.

“İnsan hakları” terimi ise batılılar tarafından Aydınlanmanın sonucu olarak dindışı referanslarla içselleştirilen,  bireyi önceleyen ve de daha çok bireyi devlete karşı koruyan hakları içerir. Kaynağı itibari ile de hiçbir kutsal metne dayanmaz.

Müslümanlar “kul hakkı” konusunu dünya çapında yeteri kadar ifade edememişlerdir. Halbuki ellerinde “tarih boyunca insan hakları mücadelesini tevhid mücadelesine içkin bir biçimde sürdüren peygamberlerin yaşamları ve ilahi vahiy, Müslümanların, insan haklarına ilişkin tutarlı bir kavramsal model oluşturabilmelerine ve bunu pratize edebilmelerine yetecek kadar bol miktarda örnek ve malzemeyi barındırmaktadır. (Kuran ve İnsan Hakları, Mustafa Yıldız, s.30 Ekol y.)  Yüce Allah;

يَا اَيُّهَا النَّاسُ اِنَّا خَلَقْنَاكُمْ مِنْ ذَكَرٍ وَاُنْثى وَجَعَلْنَاكُمْ شُعُوبًا وَقَبَائِلَ لِتَعَارَفُوا اِنَّ اَكْرَمَكُمْ عِنْدَ اللّهِ اَتْقيكُمْ اِنَّ اللّهَ عَليمٌ خَبيرٌ

‘’Ey insanlar! Biz sizi bir erkek ile bir dişiden yarattık. Birbirinizi tanıyabilmeniz için sizi milletlere ve kabilelere ayırdık. Allah katında en değerliniz en müttaki olanınızdır.’’ (Hucurat, 49/13) buyurmaktadır.

Bu ayette insanların aynı kökten geldiğini, Hz. Adem ile Hz. Havva’nın çocukları olduğunu, dolayısı ile doğuştan gelen bir üstünlüğün ve imtiyazın hiç kimse için söz konusu olamayacağını; insanların doğuştan eşit haklara sahip olduklarını Allah’a yakın olmak için nesebinin, içinde yaşadığı yer ve cemiyetin değil, Allah’ın koyduğu esasların hakkını verebilme şartının herkes için geçerli olduğunu açıkça görmekteyiz. Buna göre ırk, renk, vücut yapısı gibi ferdin iradesine bağlı olmayan hususlar üstünlük ölçüsü ve övünç vesilesi olamaz.

 Veda Hutbesi’nde bu gerçek şöyle dile getiriliyor:

 ‘’Ey insanlar! Rabbiniz birdir. Dikkat edin, hiçbir Arap’ın Arap olmayana, Arap olmayanın Arap’a, hiçbir beyazın zenciye, zencinin de beyaza takvadan başka bir şeyle üstünlüğü yoktur. Şüphesiz Allah katında en değerliniz O’na karşı gelmekten en çok sakınanınızdır.’’ (Ahmed ibn Hanbel,  Müsned, Mısır 1313,  V, 411)

Peygamberimizin insanların eşitliği hususundaki hassasiyeti şu olayda açık seçik görülmektedir: Bir gün Ebu Zer, Bilal-i Habeşi’ye kızmış ve haddi aşarak  ‘’siyah kadının oğlu’’ diye hakaret etmişti. Bilal onu Rasul-ü Ekrem’e şikayet etti. Hz. Peygamber (s.a.v) Ebu Zerr’e dedi ki:

‘’Onu anasının zenci olmasıyla mı ayıpladın? Sen öyle bir adamsın ki sende hala cahiliyet kokusu var. Bak, sen takva ile daha üstün olmadığın takdirde, beyaz veya siyah derililerden daha hayırlı değilsin.’’  Ebu Zer hata ettiğini anladı ve tevbe etti. Fakat bu kuru bir tevbe değildi. Yüzünü yere koydu: ’’Vallahi ya Rasulallah, Bilal ayağı ile yanağıma basmadıkça yüzümü yerden kaldırmam’’ dedi ve ısrar etti. Nihayet Bilal Ebu Zerr’in yanağına bastı ve helalleştiler. (Ahmed ibn Hanbel, el- Müsned, Mısır 1313,  V, 158)

İslam’a göre ırk, renk, makam, zenginlik, akrabalık ve dostluk ve hatta inanç farklarına bakılmaksızın herkes kanun önünde eşittir; aynı kanun bütün Müslümanlara ve bazı istisnalarıyla birlikte gayr-ı müslimlere tatbik edilir. (H. Karaman, Muk. İsl. Huk.  I-III, İst, 1974-1987. I, 112)

عَنْ عَائِشَةَ أَنَّ قُرَيْشًا أَهَمَّهُمْ شَأْنُ الْمَرْأَةِ الْمَخْزُومِيَّةِ الَّتِي سَرَقَتْ فَقَالُوا مَنْ يُكَلِّمُ فِيهَا رَسُولَ اللَّهِ (صعم) فَقَالُوا وَمَنْ يَجْتَرِئُ عَلَيْهِ إِلَّا أُسَامَةُ حِبُّ رَسُولِ اللَّهِ (صعم) فَكَلَّمَهُ أُسَامَةُ فَقَالَ رَسُولُ اللَّهِ (صعم) أَتَشْفَعُ فِي حَدٍّ مِنْ حُدُودِ اللَّهِ ثُمَّ قَامَ فَاخْتَطَبَ فَقَالَ أَيُّهَا النَّاسُ إِنَّمَا أَهْلَكَ الَّذِينَ قَبْلَكُمْ أَنَّهُمْ كَانُوا إِذَا سَرَقَ فِيهِمْ الشَّرِيفُ تَرَكُوهُ وَإِذَا سَرَقَ فِيهِمْ الضَّعِيفُ أَقَامُوا عَلَيْهِ الْحَدَّ وَايْمُ اللَّهِ لَوْ أَنَّ فَاطِمَةَ بِنْتَ مُحَمَّدٍ سَرَقَتْ لَقَطَعْتُ يَدَهَا وَفِي حَدِيثِ ابْنِ رُمْحٍ إِنَّمَا هَلَكَ الَّذِينَ مِنْ قَبْلِكُمْ

"Mahzum kabilesinden hırsızlık eden Fatıma bintü Esved adlı itibarlı bir kadına ceza tatbiki Kureyş’in ağırına gidiyordu. Bu cezayı affetmesi için Hz. Peygamber’e çok sevdiği Üsame b. Zeyd’i şefaatçi olarak gönderdiler. Hz. Peygamber iltiması kabul etmedi. Kalktı ve şunları söyledi: ‘’Sizden öncekilerin mahvolmalarının sebebi şudur: İçlerinden şerefli bir kimse çalınca onu bırakır, zayıf birisi çalınca onu cezalandırırlardı. Allah’a yemin ederim ki Muhammed’in kızı Fatıma bile hırsızlık yapsa elini keserdim.’’ (Müslim, Hudud 2) 

يَااَيُّهَا الَّذينَ امَنُوا كُونُوا قَوَّامينَ لِلّهِ شُهَدَاءَ بِالْقِسْطِ وَلَايَجْرِمَنَّكُمْ شَنَانُ قَوْمٍ عَلى اَلَّا تَعْدِلُوا اِعْدِلُوا هُوَ اَقْرَبُ لِلتَّقْوى وَاتَّقُوا اللّهَ اِنَّ اللّهَ خَبيرٌ بِمَا تَعْمَلُونَ

‘’Ey iman edenler! Allah için adaleti ayakta tutan, doğru şahitler olun. Bir kavme düşmanlığınız sizi asla adaletten ayırmasın. Adil olun, bu, Allah’a karşı gelmekten sakınmaya daha yakındır. Allah’tan sakının, doğrusu Allah işlediklerinizden haberdardır.’’ (Maide, 5/8) ayeti konuya yeterince ışık tutmaktadır.

Kuran-ı Kerim ve sünnet insanın temel haklarını korumaya yönelik hükümler içerir:

 Bunlar,

 Adam öldürmek (Maide 5/32 Bakara, 2/84, Furkan, 25/68)

Hırsızlık yapmak (Maide 5/38-39)

Zina ve fuhuş yapmak (En’am 6/151, Araf 7/28 Nisa 4/15,25)

İftira (Nisa 44/114 Nur 24/4,23,24)

Gıybet (Hucurat 49/12, Hümeze 104/1)

İçki (Bakara 2/219 Maide 5/90-91)

     İkrah (Bakara 2/256 Yunus 10/99, Yusuf; 22/103) gibi insanın maddi ve manevi kişiliğine tecavüz niteliği taşıyan tüm eylemler yasaklanmıştır. Bununla beraber ayet ve hadislerden deAllah hakkı, Peygamber hakkı, İslam’ın hakkı, din kardeşliği hakkı, ana-baba hakkı, evlat hakkı, arkadaşlık hakkı, dostluk hakkı, müslümanın müslüman üzerindeki hakkı, akraba hakkı, komşuluk hakkı, koca hakkı, zevce hakkı, misafir hakkı, yolculuk hakkı, mal hakkı, hayvanların hakkı, v.b.” her türlü haklardan bahsedilmiş, bu haklara rivayet edilmesini yüce Allah, tüm müslümanlardan istemiştir. Ayrıca insanın kendi bedeni ve organları üzerindeki haklarından da bahsederek kendine zarar vermeyi ve de intiharı dinimiz yasaklamıştır.

Her insan bütün haklardan ve hürriyetlerden istifade eder. İslam der ki: ’’vatandaşlar, can, mal, namus himayesi, fikir, vicdan, ibadet, seyahat, toplanma ve kazanç için teşebbüs hürriyeti, sosyal kuruluş ve müesseselerden faydalanma ve yükselmede fırsat eşitliği gibi bütün haklardan -kanunun çizdiği hudud içinde- istifade ederler (Hayreddin Karaman, Muk. İsl. Huk. I, 72) ki bunların en önemlilerinden birisi de yaşama hakkıdır.  Bunlara "Zaruriyyat-ı Hamse" de denir ki, şunlardır:

1- Din Emniyeti            2- Can Emniyeti

3- Akıl Emniyeti          4- Mal Emniyeti

5- Nesil (Irz) Emniyeti

Allah’ın verdiği canı almaya kimsenin hakkı yoktur.

Bir kaç ayet ve hadis sanırım bu konuda ufkumuzun genişlemesine vesile olur.

وَمَنْ يَقْتُلْ مُؤْمِنًا مُتَعَمِّدًا فَجَزَاؤُهُ جَهَنَّمُ خَالِدًا فيهَا وَغَضِبَ اللّهُ عَلَيْهِ وَلَعَنَهُ وَاَعَدَّ لَهُ عَذَابًا عَظيمًا

‘’Kim bir mü’mini kasden öldürürse cezası, içinde temelli kalacağı cehennemdir. Allah ona gazap etmiş, lanetlemiş ve büyük bir azap hazırlamıştır.’’ (Nisa, 4/93)

مِنْ أَجْلِ ذَلِكَ كَتَبْنَا عَلَى بَنِي إِسْرَائِيلَ أَنَّهُ مَن قَتَلَ نَفْسًا بِغَيْرِ نَفْسٍ أَوْ فَسَادٍ فِي الأَرْضِ فَكَأَنَّمَا قَتَلَ النَّاسَ جَمِيعًا وَمَنْ أَحْيَاهَا فَكَأَنَّمَا أَحْيَا النَّاسَ جَمِيعًا وَلَقَدْ جَاءتْهُمْ رُسُلُنَا بِالبَيِّنَاتِ ثُمَّ إِنَّ كَثِيراً مِّنْهُم بَعْدَ ذَلِكَ فِي الأَرْضِ لَمُسْرِفُونَ

"Bundan dolayı İsrâil oğullarına şöyle yazdık: Kim, bir cana kıymamış, ya da yeryüzünde bozgunculuk yapmamış olan bir canı öldürürse, sanki bütün insanları öldürmüş gibidir. Kim de onu(n hayâtını kurtarmak sûretiyle) yaşatırsa, bütün insanları yaşatmış gibi olur. Andolsun elçilerimiz onlara açık deliller getirdiler, ama bundan sonra da onlardan çoğu, yine yeryüzünde israf etmekte(aşırı gitmekte)dirler." (Maide, 5/32)

 (4924)- Büreyde (r.a) anlatıyor: "Rasulullah (a.s) buyurdular ki:

قَالَ رَسُولُ اللَّهِ (صعم) وَالَّذِي نَفْسِي بِيَدِهِ لَقَتْلُ مُؤْمِنٍ أَعْظَمُ عِنْدَ اللَّهِ مِنْ زَوَالِ الدُّنْيَا

"Müminin öldürülmesi, Allah katında dünyanın yıkımından daha büyük (bir hâdise)dir." [Nesâî, Tahrim 2, (7, 83).]

 ‘’Kim bir zımmiyi kasten ve haksız yere öldürürse o cennetin kokusunu alamaz. Halbuki onun kokusu kırk senelik yoldan duyulur.’’ (Ahmed ibn Hanbel, Müsned, II, 186;  Nesai, Kasame, 15)

İnsan hayatına en büyük değeri veren İslam, intiharı, yani sebep ne olursa olsun kendi iradesiyle hayatına son vermeyi de kesinlikle haram kılıyor, büyük günahlardan sayıyor. İşte ayet-i kerime:

يَا اَيُّهَا الَّذينَ امَنُوا لَا تَاْكُلُوا اَمْوَالَكُمْ بَيْنَكُمْ بِالْبَاطِلِ اِلَّا اَنْ تَكُونَ تِجَارَةً عَنْ تَرَاضٍ مِنْكُمْ وَلَا تَقْتُلُوا اَنْفُسَكُمْ اِنَّ اللّهَ كَانَ بِكُمْ رَحيمًا

"Ey İman edenler! Karşılıklı rıza olmaksızın mallarınızı aranızda batıl yollarla yemeyiniz. Kendi canlarınıza kıymayınız. Muhakkak Allah size karşı çok merhametlidir." (Nisa, 4/29)

Hürriyet, varken kıymeti tam anlaşılamayan temel bir haktır. İnsan için hür olmak asıldır. Dinimiz başkalarının hak ve hürriyetlerine tecavüz etmemek kaydıyla insanlara din ve dünya işlerinde hür iradesiyle serbest hareket imkanı sağlamış, şahsi hürriyet İslam’da en geniş manasıyla tanınmıştır. Bir kimsenin hayat ve şahsiyetine tecavüz zulümdür

İnsan haklarından birisi de inanç ve ibadet hürriyetidir.

Herkes kendi iradesiyle dinini seçer ve yaşar. Kimse, din seçmeye veya değiştirmeye zorlanamaz. Bu konudaki usul şöyledir:

اُدْعُ اِلى سَبيلِ رَبِّكَ بِالْحِكْمَةِ وَالْمَوْعِظَةِ الْحَسَنَةِ وَجَادِلْهُمْ بِالَّتى هِىَ اَحْسَنُ

‘’Rabbinin yoluna hikmetle ve güzel öğütle çağır, onlara karşı en güzel metodlarla mücadele et.’’  (Nahl, 16/125)

لَااِكْرَاهَ فِى الدّينِ قَدْ تَبَيَّنَ الرُّشْدُ مِنَ الْغَىِّ

‘’Dinde zorlama yoktur; artık doğru eğriden ayrılmıştır.’’ (Bakara, 2/256)

وَلَوْ شَاءَ رَبُّكَ لَامَنَ مَنْ فِى الْاَرْضِ كُلُّهُمْ جَميعًا اَفَاَنْتَ تُكْرِهُ النَّاسَ حَتّى يَكُونُوا مُؤْمِنينَ

‘’Ey Muhammed! Eğer Rabbin dileseydi yeryüzünde bulunanların hepsi birden iman ederlerdi. O halde iman etsinler diye insanları sen mi zorlayacaksın?’’ (Yunus, 10/99)

Bunlardan başka; düşünce ve söz hürriyeti, iş ve meslek hürriyeti, seyahat hürriyeti, mülkiyet hakkı, can, mal, mesken ve özel hayatın dokunulmazlığı, evlenme hakkı, kadın hakları, sosyal güvenlik hakkı gibi akla gelebilecek pek çok konuda islamın söyleyecek sözü, verilecek hakkı vardır. İslami terbiye ile yetişmiş, islamı özümsemiş bir toplumda insan hak ve hürriyetleri ihlal edilemez; çünkü din gününün sahibi’nden korkulur. Her hakkın kıyamet gününde sahibine teslim edileceği, hatta boynuzlu koyundan boynuzsuz koyunun öcünün alınacağı   bilinir. (Müslim, Birr, 15)

عَنْ أَبِي هُرَيْرَةَ أَنَّ رَسُولَ اللَّهِ (صعم) قَالَ لَتُؤَدُّنَّ الْحُقُوقَ إِلَى أَهْلِهَا يَوْمَ الْقِيَامَةِ حَتَّى يُقَادَ لِلشَّاةِ الْجَلْحَاءِ مِنْ الشَّاةِ الْقَرْنَاءِ

Kulluk da böyle yapılır, devlet adamlığı da bu şuurla icra edilir.           

 ‘’ Kenar-ı Dicle’de bir kurt aşırsa bir koyunu,

     Gelir de adl-i İlahi  sorar Ömer’den onu!’’  (M. Akif ERSOY )

Kul Hakkı Helalleşmedikçe Bağışlanmaz:

حَدَّثَنَا عُبَيْدُ بْنُ أَسْبَاطِ بْنِ مُحَمَّدٍ الْقُرَشِيُّ حَدَّثَنِي أَبِي عَنْ هِشَامِ بْنِ سَعْدٍ عَنْ زَيْدِ بْنِ أَسْلَمَ عَنْ أَبِي صَالِحٍ عَنْ أَبِي هُرَيْرَةَ قَالَ قَالَ رَسُولُ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ الْمُسْلِمُ أَخُو الْمُسْلِمِ لَا يَخُونُهُ وَلَا يَكْذِبُهُ وَلَا يَخْذُلُهُ كُلُّ الْمُسْلِمِ عَلَى الْمُسْلِمِ حَرَامٌ عِرْضُهُ وَمَالُهُ وَدَمُهُ التَّقْوَى هَا هُنَا بِحَسْبِ امْرِئٍ مِنْ الشَّرِّ أَنْ يَحْتَقِرَ أَخَاهُ الْمُسْلِمَ قَالَ أَبُو عِيسَى هَذَا حَدِيثٌ حَسَنٌ غَرِيبٌ وَفِي الْبَاب عَنْ عَلِيٍّ وَأَبِي أَيُّوبَ

Ebu Hureyre (r.a) den Rasulullah (s.a.v) efendimiz şöyle buyurmuştur: "Müslüman, müslümanın kardeşidir. Ona hıyanet etmez, onu yalanlamaz, onu utandırmaz. Her müslümanın diğer müslümana, ırzı, mal, kanı haramdır. Takva işte buradadır. Bir kimseye, şer olarak, müslüman kardeşini hor görmesi kafidir." (Tirmizi, Birr, 1850)

Kul hakkının helalleşmedikçe bağışlanmayacağı konusunda Hz. Peygamber efendimiz de şöyle buyuruyor:

عَنْ أَبِي هُرَيْرَةَ أَنَّ رَسُولَ اللَّهِ (صعم) قَالَ مَنْ كَانَتْ عِنْدَهُ مَظْلِمَةٌ لِأَخِيهِ فَلْيَتَحَلَّلْهُ مِنْهَا فَإِنَّهُ لَيْسَ ثَمَّ دِينَارٌ وَلا دِرْهَمٌ مِنْ قَبْلِ أَنْ يُؤْخَذَ لِأَخِيهِ مِنْ حَسَنَاتِهِ فَإِنْ لَمْ يَكُنْ لَهُ حَسَنَاتٌ أُخِذَ مِنْ سَيِّئَاتِ أَخِيهِ فَطُرِحَتْ عَلَيْهِ

“Kim bir kimsenin haysiyetine koruması altındaki bir şeye haksızlık etmiş ise ne dinar ne de dirhemin olduğu bir günden önce, onunla helalleşsin (Değilse o gün) sahil ameli varsa yaptığı haksızlık kadar ondan alınır, eğer sevapları yoksa hak sahibinin günahlarından alınıp ona yüklenilir” (Buhari, Rikak, 6053)

Rasulullah (sav) bir başka hadislerinde şöyle buyuruyor:

“Müflis kimdir bilir misiniz? Sahabiler: “Bize göre müflis, parası ve malı olmayandır” dediler. Rasulullah şöyle buyurdu: “Ümmetimden müflis o kimsedir ki, kıyamet günü; namaz, oruç ve zekatı ile ve fakat ( bununla beraber) falana hakaret etmiş falana iftira etmiş, falancanın malını yemiş falancanın kanını dökmüş falancayı dövmüş olarak gelir. Dolayısıyla falana onun sevaplarından falancaya yine sonun sevaplarından alınıp verilir. Eğer üzerindeki borç ödenmeden önce sevapları tükenirse zulmetliği o kimselerin günahlarından alınarak ona yüklenir. Sonrada cehenneme atılır.” (Riyaz’üs Sahilin Tercüme ve şerhi 2.cilt s.48)

İnsan Hakları Konusunda İlahi bir Terbiye:                                                 

İbni Abbas’tan rivayet edilmiştir: Rasulullah (s.a.v) Efendimiz Kureyş’in ileri gelenlerinden Utbe b. Rebia. Ebu Cehil b. Hişam, Ümeyye b. Halef ve Abbas b. Abdulmuttalib ile özel olarak konuştuğu bir sırada ki, Rasulullah bunların imana gelmelerine çok özeniyordu. Abdullah b. Ümmi Mektum adlı sahabe geldi. Rasulullah (s.a.v) Ümeyye b. Halef ile  konuşurken Abdullah b. Ümmi Mektum (ama bir kişi olduğundan vaziyeti görmüyordu), Hz. Peygamber’in Kur’an’dan bir şeyler okumasını istedi. ‘’Ey Allah’ın Rasulü! Allah’ın sana öğrettiğinden bana öğret.’’ dedi ve bunu tekrar etti. Rasulullah (s.a.v) ona aldırmadı ama ısrarı sürünce yüzünü buruşturarak döndü. Sözünün kesilmesinden hoşlanmayıp diğerlerine yüzünü çevirdi. Rasulullah konuşmasını bitirip kalkacağı sırada vahiy hali geldi. Gözlerini kapayıp daldı. Şu ayetler indi:

عَبَسَ وَتَوَلّى () اَنْ جَاءَهُ الْاَعْمى () وَمَا يُدْريكَ لَعَلَّهُ يَزَّكّى () اَوْ يَذَّكَّرُ فَتَنْفَعَهُ الذِّكْرى () اَمَّا مَنِ اسْتَغْنى () فَاَنْتَ لَهُ تَصَدّى

 ‘’Yüzünü ekşitti ve döndü. Kendisine ama geldi, diye. Ne bilirsin, belki o temizlenecek? Veya öğüt belleyecek de öğüt ona fayda verecek. Ama buna ihtiyaç hissetmeyene gelince; Sen ona yöneliyorsun.’’  (Abese, 80/1-6) bu ayetlerden sonra Rasulullah (a.s) Abdullah b. Ümmü Mektum’a ikram eder ve ‘’merhaba, hakkında Rabb’ımın bana sitem ettiği kişi!’’ der ve ihtiyacını sorardı. (M. Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’an Dili, Azim D., C. 8, s. 525)

Şimdi insaf ile düşünürsek, böyle terbiye edilmiş bir ümmet insan hak ve hürriyetlerini tecavüz eder mi? Asla!

Dinimiz, insan hakları ihlalini içeren yasakları sadece ahlaki olarak yasaklamakla kalmamış, bunların ihlali insanın yer yüzündeki güvenlik alanını ortadan kaldırdığı için, aynı zamanda hukuki/cezai müeyyidelerle de koruma altına almıştır. Bu nedenledir ki dinimizin insan haklarını  korumaya yönelik iki tür yaptırımından söz edilebilir; birincisi, ahlaki öğütlerle, uyarılarla, uhrevi vaad ve vaidlerle insan haklarının korunmasına ilişkin ahlaki bir bilinç oluşturmaya çalıştırmaları; ikincisi ise, her şeye rağmen insanların haklarını ihlal edecek olanlara yönelik dünyevi cezai müeyyideler koymaları. Halbuki modern insan hakları öğretisi içeriği bir yana, ne hukuki bir mekanizmaya sahiptir, ne de ahlaki bir temele yaslanmaktadır. Bir temenniler metni olmaktan öte gitmiyor. Bu nedenledir ki insan hakları ihlallerinin önüne geçilememektedir. Bu bağlam da İslami bir insan hakları kuramının belki de en önemli yanı ciddi bir ahlaki temele yaslanması olacaktır. (Mustafa Yıldız, Kuran ve İnsan Hakları, s.78 Ekol y.)

İnsan haklarının tek kaynağı ve güvencesi yüce Allah’tır. Bunun için kaynağını vahiyden almayan bir insan hakları kuramı tutarlı ve sağlam olmayacaktır.

İnsan Hakları Açısından Veda Hutbesinin Önemi ve Değeri

İslâm inancına göre insan; aklî, bedenî, ahlâkî ve ruhânî en mükemmel meleke ve yeteneklerle donatılmış bir varlıktır. İnsan, maddî ve manevî her çeşit yükselmeye müsâit bir şekilde, günâhsız, tertemiz olarak doğar. Gerek dış görünüşü gerekse iç âlemi itibariyle varlıkların en güzelidir. Kur’an-ı Kerim’de:

لَقَدْ خَلَقْنَا الْإِنسَانَ فِي أَحْسَنِ تَقْوِيمٍ

“Biz, insanı en güzel biçimde yarattık” (Tin, 95 /4) buyurulmaktadır.

Bu sebeple insana saygı ve bireylere hizmet, temel felsefe ve irâde olarak kabul edilmelidir. Çünkü insan yeryüzünde Allah’ın bir memuru ve halifesidir.

İnsan hakları açısından Veda Hutbesi, İslâm’ın önemli kaynaklarından birisi sayılır. Bilindiği gibi Veda Hutbesi, Hicret’in 10. yılında Hz. Peygamber’in hac farizasını ifâ için Mekke’ye gelip, Vedâ Haccı esnasında irâd ettiği hutbelere verilen bir isimdir. Şu kadar var ki, Vedâ Hutbesi yalnız Arafat’ta irâd edilen hutbe olmayıp, Arafat’ta arefe günü (Zilhicce’nin 10. günü) ile yine Mina’da bayramın ikinci günü irâd edilen hutbelerin bütünüdür. (Kâmil Miras, Tecrid-i Sarih Terc. ve Şerhi,  D.İ.B.Yayını, c.10, s. 396) Bunlardan meşhur olana Arafat’ta, sayıları kadın-erkek 140.000’i aşan bir topluluğa irâd edilen hutbedir. Bu hutbe temel bir kanun olarak insanın hak ve vazifelerini özetlemektedir. Hz. Peygamber bu hutbeyi irâd ettikten üç ay sonra vefat ettiğine göre, bu O’nun hakîkî vasiyetidir. (Prof. Dr. Muhammed Hamîdullah; İslâm Peygamberi, (Terc. M. Said Mutlu) İst., 1966, c. 1. s. 175.)

7 Mart 632 tarihinde irad edilen Veda Hutbesi, Hz. Peygamberin 23 yıldan beri yaptığı ilahi duyurunun ana noktalarını bir kez daha vurgulayan, hatta denilebilir ki ilahi mesajın özünü dile getiren tarihi konuşmanın adıdır. Fazlurrahman'ın değerlendirimesi ile Veda Hutbesi "Hz. Peygamberin başarılmış temel hedefleri ifade eden 23 yıllık çabasının ana noktalarını özetleyen bir konuşma"dır.

Hz. Peygamber, bu mahşerî kalabalıkta hutbesine başlamadan önce Cerir b. Abdillah vasıtasıyla sükûneti temin etmiş ve sahabilerinden Rebia b.Ümeyye gibi gür sesli münâdîler görevlendirerek konuşmasının cümle cümle tekrar edilip, uzaklara kadar duyulmasını temin etmiştir ki, bu teknik anlamda bir bakıma hoparlör teşkilatından yararlanmak demektir. (Miras,Kamil, Tecrid-i Sarih Ter., c.10, s. 396)

Şimdi İslâm tarihinde “Vedâ Hutbesi” olarak tescil edilen bu önemli ve evrensel tebliğin bazı bölümlerini verip, onun içerdiği konuları açıklamaya çalışalım.

“Hamd ve şükür Allah’a mahsustur; biz O’na hamd eder, O’ndan yardım talep eder, affımızı O’ndan diler ve O’na yöneliriz. Nefislerimizin şerlerinden, hareket ve fiillerimizin kötülüklerinden Allah’a sığınırız. Allah kimi sapıklığa sevk ederse (artık) o kimse için doğru yola sevk edecek yoktur. Allah’tan başka ilah olmadığına göre O’nun tekliğine ve eşinin bulunmadığına şehadet ederim. Yine şehadet ederim ki, Muhammed, O’nun kulu ve elçisidir.

 

 

 

 

 

 

VEDA HUTBESİ

 

Ey Allah’ın kulları! Sizlere Allah’tan korkup çekinmenizi tavsiye ve sizi O’na itaatte bulunmaya teşvik ederim. Bu suretle en iyi ve en hayırlı olan bir şey ile (sözlerime) başlamak istiyorum:

Ey insanlar! Sizlere açıkladığım (şeyleri) dinleyiniz. Zira bilmiyorum, bu yıldan sonra bulunduğum bu yerde belki de sizlerle tekrar buluşamayacağım.

Ey insanlar! Kanlarınız (hayatınız), mallarınız, haysiyet ve şerefleriniz, Rabbinizle buluşacağınız (güne) kadar, bu mahalde (Mekke), bu ay da (Zilhicce) bu günün kutsallığı gibi kutsal ve saygındır. Dikkat ediniz! Tebliğ ettim mi? Ey Allah’ım, sen şahit ol!

Emânet olarak eli altında bir şey bulunduran kişi, onu kendisine emanet etmiş olan kimseye iâde etmelidir.

Bundan böyle cahiliyyet  döneminde ödünçler üzerinden alınan fâiz kaldırılmıştır; şu kadar var ki, (ödünç olarak verdiğiniz) sermayeleriniz sizindir; (bu suretle) ne zulmedecek ve ne de zulme uğrayacaksınız. Allah (bundan böyle) fâizin kaldırılmasını hükmetmiştir. (Kaldıracağım) ilk fâiz, amcam Abbas İbn Abdulmuttalib’in ribâsıdır.

Yine cahiliyyet devrinin kan davaları kaldırılmıştır: (Kaldıracağım) ilk kan davası yeğenim Âmir İbn Rebia İbn el-Hâris İbn Abdulmuttalib’in kan davâsıdır.

Câhiliyyet devrinin (Mekke şehri ile ilgili) âdetleri kaldırılmıştır. Kâbe muhafızlığı (sidâne) ve hacılara su işleri (sikaye) vazifesi bundan müstesnâdır.

Ey insanlar! Gerçekten şeytan, sizin bu ülkeniz üzerinde kendisine tapılmaktan ümidini kesmiş bulunuyor. Fakat o bunun dışındaki iş ve hareketlerinizden ehemmiyetsiz saydıklarınızda, kendisine tâbi olmaktan hoşnut olacaktır.

Ey insanlar! Kadınlarınızın haklarına riayet etmenizi ve bu hususta Allah’tan korkmanızı tavsiye ederim. Sizin kadınlar üzerinde haklarınız, onların da sizin üzerinizde hakları vardır. Kadınlara en iyi şekilde davranıp muâmele ediniz. Çünkü onlar, sizin himaye ve muhafazanız altına girmiş kimselerdir. Kadınlar hususunda Allah’tan korkup çekinin.

Ey insanlar! Mü’minler kardeştirler. Bu kimse için kardeşinin malını yemek, onun tam rızasını almadıkça helal olmaz. Allah,  her hak sahibine hakkını (Kur’an’da) vermiştir.

Benden sonra küfre sapıp birbirinizi boğazlar hale gelmeyin. Gerçekte ben size öyle bir şey bırakıyorum ki; siz ona sarıldıkça dalâlet ve sapıklığa düşmezsiniz; Bu Allah’ın kitabı ve O’nun Nebisi’nin sünnetidir.

Ey insanlar! Rabbiniz bir, ceddiniz birdir. Hepiniz, Âdem’den türemiş bulunuyorsunuz.

Âdem ise topraktan yaratılmıştır. Allah katında en makbûl olanınız, O’ndan en çok korkup çekineninizdir. Bir Arab’ın Arap olmayana, -takva hariç- üstünlüğü yoktur.

Hutbenin sona ermesinden sonra Peygamberimiz’in, huzurundaki o muazzam topluluğa:

“Ey insanlar! Yarın beni sizden soracaklar, ne dersiniz? diye sordu. Ashab-ı Kirâm:

“Allah’ın risaletini tebliğ ettin, risâlet vazifesini yerine getirdin, bize vasiyet ve nasihatte bulundun! diye şahâdet ederiz” dediler. Hz. Peygamber, mübârek şehâdet parmağını göğe kaldırarak, sonra da cemaat üzerine çevirip indirerek üç kere:

“Şahid ol yâ Rab! Şâhid ol yâ Râb! Burada bulunanlar bulunmayanlara (bu sözlerimi) tebliğ etsinler.” (Vedâ Hutbesinin tam metni için Bkz. Kâmil  Miras, a.g.e., c. 10, s. 397-399; Prof. Dr. Muhammed Hamîdullah, a.g.e, c. 1, s. 175- 177; Diyanet İlmî Dergi, c. 28, sayı, 1, s. 3-6) buyurdu.

Hz. Peygamber -görüldüğü gibi- hutbesine Allah’a hamd ve senâdan sonra: “Eyyühennas: Ey insanlar!” nidâsıyla başlamış ve önce dinleyenlerin dikkatini çekerek, oradan bütün dünyaya hitap etmiştir.

Bu hutbe, İslâm’ın temel konularına temas etmesi cahiliyyet âdetlerinin ortadan kaldırılması, eşitlik, hürriyet, kan davâları, fâiz, emânet, özellikle insan hakları, âile hukuku içinde yer alan karı-koca hakları, vasiyet, nesep, zina, borç ve kefâlet gibi hukukî meselelere yer vermesi açısından oldukça önem taşır.

Hz. Peygamber’in bu hutbesi, yalnız müslümanlara okunmuş sıradan bir hutbe olmayıp, bütün insanları kapsayan tarihî bir hutbe ve bir insan hakları evrensel beyannâmesidir.

Hutbede 7-8 yerde geçen ve paragraf başlarını oluşturan “Ey nâs: Ey insanlar!”  kelimesi bu hutbenin veya bu beyannamenin evrensellik yönünü, yani bütün insanlara şâmil olma özelliğini ortaya koyar. Çünkü bu kelime ile Hz. Peygamber, sadece huzurundaki müslümanları değil, orada bulunmayan gayr-i müslim; hatta inançsız, Allah’ı tanımayan bütün insanlara seslenmeyi hedeflemiştir. Zira “nas” kelimesi mutlak bir sözcük olup, inananı, inanmayanı; müslimi, gayr-i müslimi, erkeği, kadını, orada bulunanı, bulunmayanı; hâsılı akıl sahibi bütün mükellefleri içine almaktadır. Dolayısıyla bu mesaj, o gün orada hazır bulunan insan kitlelerine mahsus değildi; bilakis bütün dünyaya duyurulacak açık bir davetti. Hz. Peygamber, orada bulunanlardan, ilân ettiği prensipleri kabul ve tebliğ edeceklerine dair söz aldı. Ve üç ay sonra da irtihal buyurdu. (Hayrettin Karaman, Mukayeseli İslâm Hukuku, İst., 1978, c. 1, s. 46)

Hz. Peygamber, bu hitabesinde birtakım sosyal reformlar telkin etmiştir. Fakirin zengin tarafından her türlü istismârı yasaklanmış, borç alınan paraya eklenen fâiz kaldırılmıştır. Erkeklere, hayat arkadaşları ve yardımcıları olduğu için hanımlarına iyi muâmele etmeleri emredilmiş, ırk ve memleket farkları tamamen ortadan kaldırılmıştır. “Arab’ın Arap olmayana hiçbir üstünlüğü yoktur”, çünkü bütün insanlık aslında tek bir ırka mensuptur. Ayrıca, canların, malların, namus ve şereflerin, mukaddes olduğu ilân edilmiştir. Hz. Peygamber Veda Hutbesi’nde İslâm Dîni’nin âdetâ bir özetini vermiş gibiydi. Her konu, Allah, insan ve diğer varlıklar üçgeninde cereyan ediyordu. İnsanlar tarağın dişleri gibi eşit telâkkî edilmişlerdir. İnsanın kendi özüne, canına, malına, düşüncesine ve her şeyine dokunulmazlık getirilmiştir. Özetle bu hutbe, insanların kaybetmiş oldukları haklarını yeniden ortaya koymuştur.

Vedâ Hutbesi’nde diğer konular yanında, özellikle fert ve toplum hayatında son derece önemi olan şu hususlara dikkat çekilmiştir:

1- Herkesin can, mal ve namusu tecâvüzden korunmuştur.

2- Kimsenin, kimseye zarar vermeye hakkı yoktur.

3- Bütün müslümanlar kardeştir.

4- Bütün  borçlar iâde edilecek ve borç olarak alınanın dışında bir fazlalık (fâiz) ödenmeyecektir.

5- Kan dâvâları ve âdâleti şahsen yerine getirmek yasaklanmıştır.

6- Kadınlar, erkeklerin hayat arkadaşlarıdır, buna göre onlara iyi muâmele edilmesi emredilmiş, onların da tıpkı erkekler gibi mal ve mülke şahsî tasarruf  hakları olduğu öngörülmüştür.

7- İnsanların ırk ve renk farkı gözetilmeksizin birbirine eşit oldukları  belirtilmiştir.

8- Aile ve toplum hayatına zarar veren zina vb. davranışlar yasaklanmıştır.

9- Kur’an-ı Kerim’in, insanlara bir emânet olarak bırakıldığı ve sımsıkı sarılınması tavsiye edilmiştir.

10- Cahiliyyet döneminde Araplar arasında ihtilâf konusu olan gün, ay ve yıl hesaplamasına açıklık getirilmiş, çıkar için bazı ayların helâl, bazı ayların haram sayılması ve bunların yerlerinin değiştirilmesi yasaklanmış, bir yıl on iki ay olarak tespit edilmiştir. Ayrıca Mekke ve çevresinin kutsallığına işâret edilmiştir.

11- Emânetlerin, sâhiplerine mutlaka iâdesi vurgulanmıştır.

Vedâ Hutbesinin hukuk açısından insan haklarına getirdiği değerler açıktır. Dînî , ilmî, sosyal, idârî, siyâsî ve ailevî birtakım hak ve vazifeler getirmiştir. Bu hutbenin sosyolojik tarih açısından da önemi inkâr edilemez. Hz. Peygamber bu hitâbesinde cahiliyyet döneminin bütün âdet ve geleneklerini yıkmış, her biri bir devrim niteliğinde olan hak ve vazifelerle ilgili hükmünü bildirmiştir.

Bu hitabenin irad olunduğu gün, İslâmiyet, bütün kudret ve ihtişâmıyla, dünyaya hitap ediyor, cahiliyyet döneminin bütün karanlıklarıyla ve sapıklıklarıyla geçmiş ve kapanmış  olduğunu bildiriyordu.

Vedâ Hutbesi, insan haklarını 632 yılında tüm dünyaya böylece ilân etmişken, bugün batılılar, insan haklarını, 19 Haziran 1215 tarihinde İngilizlerin kendileri (soyluları) için kabul ettiği Magna Charta Libertatum (Büyük Hürriyet Akitnâmesi) na kadar götürmektedir. Ancak bu sözleşme, doğrudan kral ile vatandaşlar arasında değil, kral ile vatandaşı temsilen Lordlar arasındaki birtakım hak ve yükümlülükleri ihtiva etmektedir. Daha sonra 1789 tarihli Fransız İhtilali ile birlikte insan hakları gündeme gelmiş ve insan hakları beyannamesi neşredilmiştir. Nihayet Birleşmiş Milletler 1948 yılında hazırladığı İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi ile nihaî şeklini almıştır. İnsan Hakları 1215 yılına kadar götürülse bile, Vedâ Hutbesi bundan 583 yıl önce, konuyu gündeme getirmiştir.  Bu açıdan Veda Hutbesinin tarihi bir değeri de vardır. (Osman Eskicioğlu, İslâm Hukuku Açısından Hukuk ve İnsan Hakları, İzmir 1996, s. 255, 256, 262, 263, 265, 269, 271)

Yine Vedâ Hutbesi, geleceğin, hukuk, siyâset ve idâre dünyasının çok yönlü etki yapmış olan bir vesikadır. Bilhassa müslümanlar, hayatlarında Hz. Peygamberi kendilerine örnek kabul ettiklerinden her alanda O’nun izleri görülür. Hukukî, iktisâdî ve siyâsî alanlarda bunun örneklerini görmek mümkündür. Eğer dikkatle incelenirse; Hz. Ali’nin halife iken Mısır Valisi Mâlik b. el-Harîs el-Eşter’e yazıp gönderdiği siyâsî protokol-emirnâme Hz. Peygamber’in Vedâ Hutbesi’nden ilham alınarak hazırlanmış olduğu anlaşılır. (Ahmet Gürkan, İslâm Kültürünün Garbı Medenîleştirmesi, Ankara 1975, s. 333)  (Şükrü ÖZBUĞDAY   D. A. Dergi Şubat 2

 

 

KAYNAK
                                                                                                        www.islamdahayat.com

Sayfa Başına Dönün 

Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol