Sayac


Fatih Lütfü AYDIN
Hoş Geldiniz

Hayri Bilecik Tesettur

HAYRİ BİLECİK

 

30 Mart 1986

 

TESETTÜR

Son devirlerde, dinî tefekkürün kısırlaştığını ve hızla gelişen taassubun, îman

hayâtımıza hükmeder hâle geldiğini hepimiz müşâhede etmekteyiz.

Elbette bunun pek çok sebebi vardır. Ancak, mevzua açıklık getirir

düşüncesiyle, bu sebeplerden sadece bir kaçını, ana başlıklar hâlinde zikretmek

istiyoruz.

1. Dil: Türkçemizdeki kısırlaşma, Kur'an-ı Kerîm ve Hadîs-i Şeriflerin sıhhatli

bir şekilde tercüme ve tefsirine imkân vermemekte, ayrıca manâ ve mefhum (kavram)

kayıplarına da sebep olmaktadır.

2. Araştırma eksikliği: Hususiyetle dinî sahada, îman ve irfan hayâtımız kâfi

derecede tetkik edilmediği için, ilmî araştırmaların pek çoğu müsteşrik (oriyentalistdoğu

bilimleri araştırmacısı) gözüyle yapılmakta ve temel kaynaklardan, bütünüyle

istifâde edilememektedir. Meselâ Hadis'de, Hicrî I. ve II. asır kaynaklarına inebilen

araştırmacı sayısı, parmakla gösterilecek kadar azdır.

3. Hanefî Fıkhı'nın kâfî derecede tetkik edilmemiş olması: İmâm-ı Azam Ebû

Hanîfe ve diğer müçtehitlerin içtihatları üzerindeki araştırma eksikliği, tesettür

dâhil;zekât,faiz v.b. pek çok mevzuun muğlâk bir hâlde kalmasına sebep olmaktadır.

4. Hâricî-Vehhâbî zihniyet: Hususiyetle, XVIII. Asır başlarından itibaren

Suûdî-Vehhâbî işbirliği, Haçlı zihniyetin de yardımıyla, Osmanlı İmparatorluğu'ndaki

dinî bütünlüğün yıkılmasında çok mühim rol oynamıştır.Bu yıkılış, aslında Arap

milliyetçiliğine dayanan Hârici-Vehhâbî taassubun, bilhassa tekkelerin birleştirici ve

uzlaştırıcı fonksiyonlarını yitirmesinden sonra, sür'atle gelişip îman hayâtımıza

hükmeder hâle gelmesinde, başlıca âmillerden biri olmuştur.(1)

5. Siyer ve İslâm Târihi sahalarındaki araştırma yetersizliği; Hz.Peygamberin

hayatı ve yaşadıkları devir hakkında bizi, kâfi bilgiden mahrum bırakmaktadır.

6. Öğretmen ve din adamı yetiştiren müesseselerimizin kifâyetsizliği de;

maalesef, taassup ve inkârın her geçen gün biraz daha gelişmesini kolaylaştırıyor.

Son devirde, bütün bu sebeplere hâince emellerin de ilâve edildiğini düşünürsek, millî

bütünlüğümüzün nasıl bir tehlike ile karşı karşıya bulunduğunu açıkça görebiliriz.

Günümüz Türkiye'sinde bir yanda,materyalizmin tabiî netîcesi olan imansızlık,

ahlâksızlık ve hayâsızlık körüklenirken diğer yanda, çarşaf giymeyen hanımların

îmanlarına dahi dil uzatılabiliyor.

Gaye; insanlarımızı, birbirleriyle anlaşmaları mümkün olmayan iki zıt kutuba

ayırıp, seyre bakmaktan başka ne olabilir?

TESETTÜR İLE İLGİLİ HÜKÜMLER

Mevzua girmeden önce, tesettür hakkındaki umûmî hükümleri kısaca

arzetmekte fayda mülâhaza ediyoruz.

1. Erkeğin avreti, yani örtmekle mükellef olduğu mahal; Hadîs-i Şerifte

belirtildiği üzere:"Göbek ile diz kapağı arasıdır. Hanefîlere göre göbek değil ama, diz

kapağı avrettir.(2)

Bu mevzuda çeşitli içtihatlar yapılmıştır. Meselâ, bazı müçtehitler: "Uyluk

avret değildir." derken, bazıları da: "Uyluk, namazda avrettir. Fakat namaz dışında

avret değildir." tezini ileri sürmüşler. Mevzu ile ilgili hadisleri tetkik ederken bunları,

sırasıyle arz edeceğiz.

2. "Hürre olan mü'min kadının ise, cemî-i cesedi avrettir. Sadece yüzü, elleri,

ayakları müstesnadır ki, bunlar avret olmakla (beraber) namazda yüzü açık

bulunduğu gibi, eli ve ayağı dahi umum zarurete mebnî, altı ve üstü müsâvî olmak

üzere açık bulunabilir,.."(3)

Ancak, İmâm-ı Âzam kolları avret kabul etmemiştir. Ayrıca bazı müçtehitler,

örgülü saç sarkıklarının da avret olmadığını ve gusülde sadece, saç diplerinin

yıkanmasının kâfi olduğunu söylemişlerdir.(4)

3. Cariyeler için hüküm farklıdır. Cariyenin tesettüründe, erkekler için yukarıda

zikr olunan mahall-i avrete zahr ile batın ziyâde edilir."(5) Yâni cariyenin tesettürü;

göğüs üzerinden diz kapağı altına kadardır. Câriye ister müslim, ister gayr-i müslim

veya çocuklu, çocuksuz olsun fark etmez. Ayrıca cariyeler "başlarını örtmeyerek ve

hattâ göğüsleri dahi açık olarak namaz kılabilirler."(6)

Tesettür mevzuunda bilinen hükümler, ana hatlarıyla bunlardır.

Mevzuumuza temel teşkil eden Edille-i Şer'iyye'ye geçmeden önce, bir âyet-i

kerîmeyi hatırlatmak istiyoruz. Cenâb-ı Hak, Nur Sûresi'nin 4. âyetinde: "Namuslu ve

hür kadınlara (zina isnâdıyla) iftira atan, sonra da (bu babda) dört şahit getirmeyen

kimselerin her birine de seksen değnek vurun. Onların ebedî şahitliklerini kabul

etmeyin. Onlar fâsıkların ta kendileridir." buyurmaktadır.

EDİLLE-İ ŞER’İYYE

Dinimizde bütün hükümlerin temel kaynağı, şu dört esasta toplanır: KİTAP

(Kur'an-ı Kerîm), SÜNNET (Hz.Peygamberin sözleri, işleri, tasvip ve takrirleri), İCMA'

(Bir asırda yaşayan müçtehitlerin bir mes'ele üzerinde ittifak etmeleri) ve KIYAS (Yine

müçtehitlerin bir mes'eleyi, Kitap ve Sünnettekilere benzeterek, karşılaştırarak

halletmeleridir.) Fakat daha sonra bunlara örf-âdet, millî hars (kültür) v.b. unsurlar da

ilâve edilmiş ve sayıları ona kadar çıkarılmıştır.(7)

1. Kur’an-ı Kerîm

Mukaddes kitabımızın en mühim hususiyetlerinden biri de üslûbudur. Usûl

âlimleri buna çok dikkat etmişler ve meselâ, emir sîgasının hüküm bakımından

yirmiden fazla mânâya geldiğini tesbit etmişlerdir.

Bunlardan sübut ve delâlet itibariyle kat'î olanlara, FARZ diyoruz."Namazı

kılın", "Zekâtı verin" gibi.. Böylesine kat'î olan emirlerin terki de HARAMdır.

Bu mânâda farz olan emirler içinde tesettürün, müstakılen yer almadığını

biliyoruz. Sadece, namaza ait 12 farz arasında "Setr-i Avret" zikredilir. Bu sebeple de

namazda, bu hükme uymamak haramdır.

Bu durumda, namaz haricindeki tesettürün, farklı bir değerlendirmeye tâbi

tutulması gerekir.

Bu değerlendirmeyi yapmadan önce, Arapların giyim-kuşamları hakkında, çok

kısa da olsa, bilgi edinmenin faydalı olacağı kanâatindeyiz.

Araplarda Kıyafet(8)

Örtünme ile ilgili âyetler, Hicrî 5. yılda nâzil olmuştur. O günkü Arap

cemiyetinde iki tip kadın bir arada yaşıyordu. Hürreler ve cariyeler. Örtünme âyetleri

gelmeden önce, Müslüman veya Müslüman olmayan kadınların kıyafetleri arasında

mühim bir fark yoktu. Kadın-erkek, hemen hepsinde müşterek olan o günkü kıyafeti,

şöylece hülâsa edebiliriz.

1.    Erkekler de kadınlar da iç çamaşırı giymezlerdi.

2. İzar: Kadın ve erkeklerin giydiği, tek parça uzun bir elbise. Şayet elbise iki

parçalı olursa, belden yukarı giyilene "Ridâ", belden aşağı giyilen uzun eteğe de, yine

"İzar" denirdi.

Hz. Peygamber, kibir alâmeti olarak yerde sürünen izarın boyunu tâyin etmiş

ve "..Allah kibirinden dolayı, elbisesinin eteğini yerde sürüyen kimsenin yüzüne

bakmaz"(9) buyurmuştur.

Hz.Ebû Bekir, endîşe ile: "Yâ Resûlallah! Dikkat etmediğim takdirde, eteklerim

yerde sürünüyor." deyince, Peygamberimiz: "Sen bunu çalım satmak için

yapmıyorsun" veya "Sen onlardan değilsin"(10) buyurmuşlardır.

Burada "Ameller niyetlere göredir." hadîs-i şerîfini hatırlatmak istiyoruz. Zîra,

zikredilen hadislerde açıkça görülüyor ki mes'ele eteğin uzunluğu kısalığı değil, gurur

ve kibrin yasaklanmasıdır.

3.Cilbâb: O devir kıyafetlerinden biridir. Bu kelime; gömlek, kadınlar için geniş

elbise,yine kadınların büründükleri câr veya baş örtüsü mânâlarına gelmektedir.

Hımar: Baş örtüsüdür. Ancak Arap kadınları, baş örtülerini enselerine bağlar

ve arkaya sarkıtırlardı. Elbiselerinin yakaları çok geniş olduğu için de, göğüs ve

gerdanları açıkta kalıyordu. Bu tarz giyim, hürre ve mü'min kadınlar için de hicretin

beşinci yılına kadar cârî (geçerli) idi.

Arap cemiyetinde cariyelere, Müslüman olsun olmasın her türlü sarkıntılık

yapılabiliyordu. Bilhassa, Medine devrinde hür kadınlar da, kıyafetlerinin cariyelerden

farklı olmaması sebebiyle, münafık ve yahudiler tarafından sık sık rahatsız

ediliyorlardı.

İşte, aşağıda zikredeceğimiz örtünme âyetlerinin sebeb-i nüzulü, bu ve

benzeri hâdiselerdir. Ve gaye; kadını örtmekten ziyâde, hürre ile cariyenin kıyafetini

ayırıp, edepsizlik edenlerin: "Ne yapalım câriye zannettik" şeklindeki mazeretlerine

son vermektir.(11)

Âyet-i Kerimeler

Mevzû ile ilgili üç âyet vardır. Dördüncüsü erkeklerle ilgilidir. Ahzab Sûresi'nin

53. âyeti ise, Hicab Âyeti olarak bilinir ve sadece, Hz. Peygamberin zevceleri ile

alâkalı olduğu için, burada zikredilmeyecektir.

1. Nur Sûresi, 30. Ayet:

"Mü'min erkeklere söyle: Gozlerini (harama bakmaktan) sakınsınlar ve

ırzlarını korusunlar. Bu, kendileri için çok temiz (bir hareket)dir. Şüphesiz ki Allah

(kullarının ne) yapacaklarından hakkıyle haberdârdır.

2. Nur Sûresi, 31. Ayet:

"Mü'min kadınlara da söyle: Gözlerini (harama bakmaktan) sakınsınlar,

ırzlarını korusunlar. Zînetlerini açmasınlar. Bunlardan görünen kısmı müstesnâ. Baş

örtülerini, yakalarının üstünü (kapayacak sûrette) koysunlar. Zînet (mahal)lerini kendi

kocalarından, yahut kendi babalarından, yahut kocalarının babalarından, yahut kendi

oğullarından, yahut kocalarının oğullarından yahut kendi biraderlerinden, yahut kendi

biraderlerinin oğullarından, yâhut kız kardeşlerinin oğullarından, yahut kendi

kadınlarından, yahut kendi ellerindeki memlûkelerden, yahut erkeklerden yana

ihtiyâcı olmayan (yâni erkeklikten kalmış bulunan) hizmetçilerden, yahut henüz

kadınların gizli yerlerine muttalî olmayan çocuklardan başkasına göstermesinler.

Gizleyecekleri zînetleri bilinsin diye ayaklarını da vurmasınlar. Hepiniz Allah'a tevbe

edin ey mü'minler. Tâ ki korktuğunuzdan emîn, umduğunuza nail olasınız."

 Şimdi bu âyetler üzerinde birlikte düşünelim:

-Âyetlerin ilk bölümlerinde Allah, mü'min erkek ve kadınları doğrudan

muhatap almayıp: "(Habibim) mü'min erkeklere söyle.." veya " (Habibim) mü'min

kadınlara da söyle.." buyurarak onlara, dolaylı bir surette hitap etmektedir. Ayetten

hüküm çıkarırken, bu üslup hususiyetinin dikkate alınması gerekir.

Zira, âyetlerin devamında yine erkek ve kadınlara: "Gözlerini (harama

bakmaktan) sakınsınlar.." buyuruluyor. Şayet, her iki âyette müşterek olan bu emir,

"Namazı kılın" şeklinde kat'iyet ifâde etseydi, harama bakma vebalinden kurtulmak

isteyen herkesin, gözleri kapalı yaşaması gerekirdi. Âyetlerde geçen "..sakınsınlar"

fiilinin kökü GAZZ'dır. Bu kelime lügatte: "Gözü yumru gibi aşağı bakmak

mânâsınadır ki, kibar muvacehesinde ehl-i edep şivesidir.(12)

Açıkça anlaşılıyor ki, kadın ve erkeğin sakınacağı husus: birbirine mücerret

bakmak değil, kötü gözle bakmaktır.

Eğer, emr-i ilâhide bu müsamaha varit olmasaydı, meselâ doktorlar

hastalarını, haram işlemeden muayene edemez, anadan doğma körler de bu âyetin

hükmünden muaf olurlardı.

-Her iki âyette müşterek olan üçüncü cümle: ''..Irzlarını korusunlar"

şeklindedir. Irz; hem cismânî hem de rûhânî bir mefhum olduğuna göre, onu

koruyacak olan kadın veya erkeğin îman ve ahlâk seviyesi, bu noktada büyük

ehemmiyet kazanır. Üstelik bu emir, hem kadına hem erkeğedir. Yâni karşı cinsin

tahriki, tahrik edileni vebalden kurtaramaz.

* * *

Erkek ve kadın için müşterek olan bu hususları belirttikten sonra, Nur

Suresi'nin 31. âyetindeki kadınlarla ilgili bölümlere geçebiliriz.

"(Habîbim) mü'min kadınlara da söyle: ... ZÎNETLERİNİ AÇMASINLAR.

BUNLARDAN GÖRÜNEN KISMI MÜSTESNÂ."

Âyetteki zînet: Taç, küpe, gerdanlık, bilezik, sürme, kına v.b. süs eşyası kabul

edilmiş ve "...O hâlde bu zînetleri açmak bile yasaklanınca, bunların mahalli olan

bedeni açmak, evleviyetle nehyedilmiş olur."(13) diye tefsir edilmiştir.

Buna göre kadın; saçından tırnağına kadar mahrem, başka bir ifâdeyle

AVRET hükmünde olur. Yâni, şer'an gizlenmesi ve örtünmesi gereken ayıplı bir

varlık.

Âyette istisnâ edilen kısım ise, zarurete binâen eller ve yüz, diye tefsir

edilegelmiştir. İşte tesettür mes'elesindeki en mühim delillerden biri, âyetin bu bölümü

ve bu bölümle ilgili görünen hadislerdir.

a- İlk olarak âyette açılması yasaklanan (zînetler) kelimesi, tefsir edildiğine

göre delâletin kat'î olmadığını belirtelim. Ayrıca, âyetin bu bölümünde açık ve net bir

tesettür hududu çizilmemiştir. İlgili hadisleri de ilerde arz edeceğiz.

b- İkinci olarak, bir temel kaideyi hatırlatmak istiyoruz: Kur'-an-ı Kerîm, önce

Kur'an-ı Kerîm'le tefsir edilir.

Şimdi, Kelâm-ı İlâhî'de zînetin, hangi mânâlarda kullanıldığını birlikte görelim:

1. Süs. Ahzab: 28

2. Gök cisimleri, yıldızlar.. Saffât: 6

3. Yer yüzündeki hayvanlar; at, merkep v.b. Nahl: 8

4. Debdebe ve ihtişam. Kasas: 79

5. Elbise. Araf Sûresi'nin 31. âyetinde: "Ey Âdem oğulları, her mescid

huzurunda zînetinizi alın (giyin).." yâni, mescitlere güzel elbiselerinizi giyinerek gidin.

Zira Câhiliye devrinde Araplar, Kâbe'yi çıplak tavaf ederlerdi. (14)

İşte bu mânâ "..Zînetlerini açmasınlar" âyetinde, ikinci bir tefsir olarak

zikredilmiştir. Ancak, bu durumda elbiselerin dış yüzleri de zînet olacağı için, âyetin

"Zâhir olan kısmı müstesnâ" cümlesi ile, elbisenin dışı kastedilir, diye izah edilmiş.

(15) Fakat, üzerinde fazla durulmamıştır. Zira, zînete elbise mânâsı verilirse,

tesettüre tam bir hudut çizilemez. Arapların nasıl giyindiklerini daha önce arz etmiştik.

6. Dünyâ hayâtı. Hadîd: 20

7. Mallar ve oğullar. Kehf: 4-6

8. Bir de, yine Kehf Sûresi'nin 7. âyeti, zînet mevzuunda bize çok değerli ip

uçları vermektedir, kanâatindeyiz. Elmalılı Tefsiri ve Meallerden bazılarına göre, bu

âyette Cenâb-ı Hak: "Biz yer yüzündeki şeyleri, ona (yâni arza) bir zînet yaptık ki,

onları (insanları) imtihan edelim: Hangisi daha güzel amel yapacak?" (16) buyuruyor.

Bu mealde, arza zînet yapılan yer yüzündeki şeylere, insan dâhil edilmemiş

gibi gözüküyor. Şayet "Göklerde ve yerde ne varsa hepsi O'nundur." (17) âyet-i

kerîmesinin şumûlü esas alınıp, bu mânâya insanlar da dâhil edilirse o zaman, bütün

beşeriyet arzın zînetlerinden biri oluyor.

Görülüyor ki, her iki şekilde de mânâ pek vazıh değildir.

Merhum H. Basri Çantay, üç ciltlik mealin 1953 baskısında aynı âyeti, diğer

meallerden farklı tercüme etmiş: "Biz yer yüzünde ne varsa ona bir zînet verdik ki

insanları hangisi daha güzel amel yapacak diye imtihan edelim."

Bu tercümeden, insanlarda yer yüzünde yaşadıklarına göre, onlara da zînet

verildiğini anlayabiliriz. Kaldı ki Cenâb-ı Hak, Âl-i İmran sûresinin 14. âyetinde;

insanların altına, gümüşe, oğullara ve kadınlara ihtiraskârâne bir sevgi ile

zînetlendirildiklerini açıkça beyân buyurmuşlardır.

Nitekim Çantay Meali’nin 1965 baskısında, bu mânâ daha da

kuvvetlendirilerek âyet, şöyle tercüme edilmiş: "Biz yer yüzünde olan şeylere, onlara

mahsus birer zînet verdik, (İnsanların) hangisinin ameli daha güzel, onları imtihan

edelim diye."

Doğrusunu Allah bilir. Ancak, âyetin bu mânâsına insanlar da dâhil edilirse --

ki edilebilir-- o zaman açılmaması emredilen kadının zîneti; sadece kadına ait olandır.

Başka bir deyişle, erkekte bulunmayandır, denilebilir.

Bu da kanâatimizce, İslâm Fıkhı'nda cariyenin setr ile mükellef olduğu

bölgedir. Yâni, en geniş hudutlarıyla; göğüs üzerinden diz kapağı altına kadar olan

kısım.

Nitekim, Hac'da ihram giyen kadınların başlarını örtmeleri hususunda da çok

net hükümler vaz' edilmemiştir.(18)

Yine bir kavle göre, kadında saç sarkıklarının ve İmâm-ı Âzam'a göre kol ve

ayakların avret olmaması da şâyan-ı dikkattir.(19)

Ayrıca, mezkur âyetin (Nur: 31) sonunda "Zînetlerini kendi kadınlarından

başkasına göstermesinler." buyuruluyor. İşte bu bölüm, âyetin başındaki "Zînetlerini

açmasınlar" cümlesinin açık bir tefsîri gibidir. Zîra bir mü'min kadının çok yakınları

hâriç, hemcinslerine dahi gösteremeyeceği zînetler; kadınlık zînetlerinden başka ne

olabilir? Şu da dikkate şâyan bir husustur ki, İslâm Fıkhı'nda kadının kadına avreti;

göbeğinden diz kapağının altına kadardır. Buna da avret-i galîza denir. Onun içindir

ki, müslüman cariyeler başları ve göğüsleri açık olarak namaz kılabilirler,

denilmiştir.(20) Ayette de hürre ve câriye kaydı olmadığına göre,sadece başı açık

gezen bir kadına dahi, İslâm dâiresinden çıktı gözüyle nasıl bakılabilir?

Aynı âyetin devamında "Gizleyecekleri zînetleri bilinsin diye, ayaklarını da

vurmasınlar." buyuruluyor.

Âyetin sebeb-i nüzûlünü daha önce arz etmiştim. Gaye; süs eşyalarına

tamâhı önlemek değil, afife kadınların çirkin sataşmalardan korunmalarıdır. Ayaklar

yere sertçe vurularak yürünürse, hangi zînetlerin ortaya çıkacağı da îzahtan

varestedir.

Ayrıca, yine Nur Sûresi'nin 60. âyeti de zînetin; sadece kadına mahsus mahal

olduğuna, bir başka delil olacak mâhiyette gözükmektedir. Şöyle buyuruluyor:

"Kadınlardan hayızdan ve evlâttan kesilmiş, artık nikâha ümitleri kalmamış (olan

ihtiyarlara gelince gizli) zînet (mahalleri)ni erkeklere göstermemeleri şartıyla, (dış)

rubalarını bırakmalarında onlar için bir günah yoktur. (Bununla beraber) sakınmaları,

kendileri için daha hayırlıdır."

İhtiyar bir hanımın, Araplar'daki kadın kıyafeti dikkate alınırsa, dış elbisesini

çıkardıktan sonra gizliyeceği zînet, yukarıda îzâh ettiğimizden başka ne olabilir?

Yine, Arap kadınının kıyafeti göz önünde bulundurulursa, âyetteki emrin;

(örtsünler) değil de (açmasınlar) şeklinde olması, bizce büyük ehemmiyeti hâizdir.

Ayrıca, Peygamberimiz de bir hadîs-i şeriflerinde: "Edepsizlik hangi şeye

girerse onu mutlaka ayıplı kılar. Hayâ nerede bulunursa ona muhakkak zînet verir."

buyurarak zînet hakkında çok mühim bir ipucu vermektedirler.(21)

* * *

Örtünme ile ilgili olan Nur Suresi'nin 31. âyetini okumağa devam edelim:

"(Habîbim) mü'min kadınlara da söyle:.. BAŞ ÖRTÜLERİNİ YAKALARININ ÜSTÜNÜ

(kapayacak surette) KOYSUNLAR."

Tesettürde, baş mutlaka örtülecektir. "Çünkü Allah'ın emridir." diyenlerin ikinci

ana delili, âyetin bu bölümüdür.

Âyette, baş örtüleri mânâsına gelen HUMUR kelimesinin müfredi, HIMARdır.

Hımâr lügatte; hem baş örtüsü hem de herhangi bir şeyi örten nesneye denir.(22) Biz

de baş örtüsü diyelim. Daha önce de arz edildiği vechile Arap kadınları,baş örtülerini

enselerine bağlar, arkalarına sarkıtırlar ve CÜYÛB; yâni elbiselerinin yakaları çok

geniş olduğu için de göğüsleri ve gerdanları açık gezerlerdi.(23)

Âyet o kadar vazıh ki; maksadın başı örtmek değil, göğüs ve gerdanı

kapamak olduğunu ilk anda anlamamak imkânsızdır. Söz buraya gelmişken, hemen

bir hususa daha işaret etmek istiyoruz: "Hz. Âişe'den nakledilen bir rivâyette: Mü'min

hanımların camie giderken başlarının örtülü olup olmadığında ihtilâf edilmiştir."(24)

Ayrıca saç sarkıklarının, bedenden sayılmaması sebebiyle, avret olmadığı ve

gusülde sâdece saç diplerini yıkamanın kâfi olduğu hakkındaki içtihat ve rivâyetleri

de tekrar hatırlatmakta fayda mülâhaza ediyoruz.

* * *

3. Ahzab Sûresi, 3. Ayet:

Örtünme ile ilgili olan 3. âyeti de (Ahzab:59) burada zikredelim:"Ey

Peygamber! Zevcelerine, kızlarına ve mü'minlerin kadınlarına dış elbiselerinden

(CİLBÂBLARINDAN) üstlerine giymelerini söyle. Bu, onların tanınıp eza

edilmemelerine daha uygundur. Allah çok yarlığayıcıdır. Çok esirgeyicidir."

Bu âyet-i kerîmedeki emir de dolaylıdır. Âyetteki "yüdnîne aley hinne min

celâbîbihinne" kısmı "...(Hacetleri için dışarı çıkacakları zaman) dış elbiselerinden

üstlerine giysinler..." diye tercüme edilmiş.

Âyette geçen CELÂBÎB, CİLBÂB'ın çokluk şeklidir. Daha önce de belirttiğimiz

gibi bu kelime; elbise, car, baş örtüsü gibi mânâlara gelir. Taberî, "Câriye zannıyla

hür kadınlara sarkıntılık edilmesini bu âyetin sebeb-i nüzûlü olarak gösteriyor."(25)

Ayrıca Tecrîd-i Sarih Tercümesi'nde Hz. Âişe'den bu mevzu ile alâkalı bir

rivâyet vardır: (Zevcât-ı tâhirât geceleyin Menası denilen bir yere kazâ-yi hacete

çıkarlarmış . Burası açık arazi imiş. Bir gece Hz. Ömer, Şevde Validemizi tanır ve "Ey

Şevde bilmiş ol ki, biz seni tanıdık." der.)(26)

İşte bu hâdise de mezkûr âyetin bir başka nüzûl sebebi olarak gösterilir.

Âyetteki YÜDNÎNE; İDNÂ' mastarındandır. ALÂ harf-i cerri ile bu kelime,

salıvermek-sarkıtmak demektir.(27)

Sebeb-i nüzulleri ve cilbâbın mânâlarını göz önünde tutarak, bu âyetteki

emrin: "Başa veya sırta alınan örtünün salıverilmek veya sarkıtılmak suretiyle; göğüs

ve gerdanların örtülmesi veya hanımların haricî elbise giymeden dışarı çıkmamaları"

olduğunu düşünebiliriz.

Görülüyor ki, bu âyette de belirli bir tesettür sınırı gösterilmemiştir.

Ayrıca âyetin devamında: (Ahzab:59) "...Bu onların tanınıp ezâ

edilmemelerine daha uygundur." buyuruluyor. Sebeb-i nüzuller dikkate alınırsa

emredilen; mü'min hanımların kimsenin tanıyamıyacağı bir biçimde örtünmeleri değil,

Taberî ve diğer kaynaklarda da belirtildiği gibi, hür olduklarının kolayca bilinir hâle

gelmesidir. Zira ancak o zaman, mü'min hanımlar, kıyafetlerinde yapılan değişiklikten

dolayı, ilk nazarda cariyelerden ayırt edilecek ve rahatsız edilmeyeceklerdir.

Ancak buradaki giyimin yine de belli ve kesin sınırları yoktur. Sebeb-i nüzuller

ve cilbâbın mânâları dikkate alındığında esas olan; hârici bir kıyafetin edep dâhilinde

giyilmesi, göğüs ve gerdanların örtülmesidir.

Gaye; kadını örtmekten ziyâde, iki içtimaî sınıfın birbirinden kolayca ayırt

edilmesini sağlamaktır. Nitekim Hz. Ömer, hür kadınlar gibi giyinmeye özenen

cariyeleri; "Hür kadınlara mı benzemek istiyorsunuz?" diyerek defalarca îkaz

etmiştir.(28)

Gâye; kadını örtmek olsaydı, cariyelerin bu davranışlarına en çok sevinen Hz.

Ömer olurdu. Zîrâ HİCAP âyetinin inmesine, O'nun itirazlarının sebep olduğu

bilinmektedir.(29)

2. Sünnet ve Hadîs-i Şerîfler

Sünnet: Hz. Peygamberin hayâtı boyunca söylediği sözler, yaptığı işler,

beğenip tasvip ettiği hareket ve davranışlardır. Hadis ise; Resulullah Efendimizin

sünnetinin sözle ifadesidir.

Ancak, sünnet ve hadisler de ikiye ayrılır. Hüküm vaz'edenleri ve etmeyenleri

vardır. Merhum Diyanet İşleri Başkanı Ahmet Hamdi Akseki, bu mevzua açıklık

getirmiştir. Riyâzü's-sâlihîn isimli hadis kitabına yazdığı mukaddimenin, "Hüküm

vaz'eden ve etmeyen sünnetler" başlığı altında kaleme aldığı üç maddenin ikinci

bölümünde: "Elbisenin biçimi, uzunluğu ve kısalığı, zirâat ve tıbba dâir rivayet edilen

sünnetler gibi tecrübeye, şahsî ve içtimaî âdetlere dayanan şeyler" dedikten sonra bu

bölümü şöyle tamamlar: "Bu üç kısma dâir naklolunan hadislerin ve sünnetlerin hiç

biri, mutlaka yapılması veyahut yapılmaması istenilen şeriat ahkâmından değildir.

Bunlar ancak beşerî olup, Hz. Peygamberin bu hususta tuttuğu yol, ne teşriîdir ne de

teşrî için mutlak bir senettir. Bunlardan biz, kendi ahvâl ve şeraitimize göre istifâde

etmenin yollarını araştırırız. Bunlar, Peygamberin bir insan olması bakımından

tecrübeye, âdetlere, ahvâl ve şerâitin hususiyetine göre söylediği veya işlediği

işlerdir. Meğer ki sarîh bir emir olsun."(30)

Bu ifâdeler, şimdiye kadar tekzip edilmediğine ve eserin son senelerde

yapılan baskılarında da aynen muhafaza edildiğine göre, eseri neşreden Diyanet

İşleri Başkanlığı'nın resmî görüşü oluyor.

Bizim kanaatimiz de budur. Peygamberimizin giyim-kuşamla ilgili sünnet ve

hadisleri "haramdır" veya "helâldir" şeklinde hüküm vaz'etmezler. Kaldı ki, zâten

hadîs-i şeriflerde de, Kur'ân-ı Kerîm'de olduğu gibi bir tesettür hududu çizilmemiştir.

Birazdan arzedeceğiz.

3. İçtihat ve Kıyas

Bu mevzu, müçtehitlerin icmâ ve kıyasları ile sabittir, diye bir görüş ileri

sürülebilir. Ancak hem Hanefî Fıkhı'nın kâfi derecede günümüze aktarılamaması,

hem de içtihatların esaslı bir incelemeye tâbi tutulmaması sebebiyle,bu mütevazı

çalışmamızı destekler mahiyette olan pek çok içtihat ve kıyasın efkâr-ı umûmiyyeye

aksetmediği kanaatindeyiz.

Nitekim, daha önce saç sarkıkları, kollar ve ayaklarla ilgili olan içtihatları

arzettik. Ayrıca hadisler bölümünde de bu mânâdaki içtihatlardan bulabildiğimizi arz

edeceğiz.

Kaldı ki, İslâm'da içtihat ve kıyas kapısı ardına kadar açıktır. Yeter ki

müçtehitler yetişsin.

Avret

Mevzu ile ilgili hadîs-i şeriflere geçmeden önce, AVRET kelimesinin

bilinmesinde fayda vardır kanaatindeyiz.

1. Hacı Zihni Efendi, Kitâbü's-salât'ında avreti şöyle tarif ediyor: "Ayıp ve naks

mânâsına gelen AVR'dan türediği için zuhuru müstakbeh olan her şeydir... İnsanın

istinkâf yahut istihyâ cihetiyle her setrettiği şey dahî avrettir."(31)

Bu mânâdan hareketle avret; Kamus tercümesine göre "İnsanda setri vacip

olan âzâya ıtlak olunur."

Nitekim, Nur Suresi'nin 58.âyetinde"...Sizin için üç vakit avrettir."

buyurulmuştur. Bunlar: Halvet zamanı olan sabah (namazdan önce), öğle (kaylûle

zamanı) ve yatsıdan sonradır. Kamus'da bu ayetin ayrıca sebeb-i nüzulü de

zikredilmiştir.

2. Avret: Serhat ve derbendlerde... gediğe ıtlak olunur. Nitekim Kur'an-ı

Kerîm'de avret, bu mânada da kullanılmıştır: "Evlerimiz avrettir."(Ahzap: 13) Bu âyeti

İbn-i Abbas: "Evlerimizde ricalden hâlî olmakla sâriklardan havf olunacak mahaller ve

gedikler vardır." Diye tefsir etmiş.(32)

Buna göre avret: "Muhafaza edilecek nesne veya mahaldir." denilebilir.

3. Son devir lügat ve ilmihallerinde kadın, bütünüyle avret olarak gösteriliyor.

Evet ama kadın; kelimenin kökünden türetilen ilk mânâda olduğu gibi "zuhuru

müstakbeh" bir varlık olmadığına göre, burada ikinci mânânın esas alınması gerekir.

Kadın avrettir. Yani, muhafaza edilmesi gereken bir varlıktır.

HADÎS-İ ŞERÎFLER

İlk olarak, kıyafet ve giyimle alâkalı olan sünnet ve hadislerin, örfî olması

sebebiyle hüküm vaz'etmediğini hatırlatalım,

1. Hadis: "Erkeğin avreti, göbeği ile diz kapağı arasıdır."(33)

2. Hadis: "Fahz (uyluk) avrettir."(34) veya başka bir rivâyetle: "Erkeğin fahzi

(uyluğu) avrettir."

Kat'î görünen bu hadislere rağmen,aynı mevzuda farklı içtihatlar yapılmıştır.

İbn-i Hazm, Abdurrahman b. Ebî Zi'b, Taberî, Dâvud-ı Zahirî, Şafiî' den Istırâhî... gibi

imamlar: "Uyluk avret değildir." diye hüküm vermişlerdir.(35)

Ancak, dört mezhep İmâmı da uyluğun, avret olduğuna kāildirler.

Etbau't-tâbiîn'den olup fakih, muhaddis ve müçtehit bir zât olan EVZAİ (Ö:

360/971) ise: "Uyluk, mescidde avrettir. Fakat hamamda avret değildir."(36) diyerek

bu mevzuda orta yolu göstermiştir. Bu zât îmâm-Azam'ın muasırıdır ve İmâmü Ehli'şŞâm

diye bilinir.

Bu ihtilâfa sebep; uyluk avrettir,hadîs-i şerifinin camide uyluğu açılan bir

sahabeye söylenmesinden dolayıdır.

Şu halde, ihticâc edilecek her hadîsin, önce sebeb-i vürûdu araştırılmalı,

sonra da varsa, içtihatlar gözden geçirilmelidir. Aksi halde, Peygamberimiz ve İslâm

adına fahiş hatâlar yapılabilir.

Evzaî, tesettür mes'elesine çok farklı bir bakış açısı getirmiştir, kanaatindeyiz.

Zira bu içtihada göre kıyas yürütülürse, namazda avret olan, namaz dışında avret

olmayabilir.

Meselâ, Rûhü'l-beyân Tefsîri'nde (Nur:3l) hülâsaten: "Bir kimse uyluğunu

örtmezse ayıplanır.Fakat ceza verilmez. Çünkü, mevzu ihtilaflıdır." deniyor.

* * *

Aşağıdaki hadîs-i şerifler, tesettürle alâkalı bütün araştırmalara kaynak teşkil

etmişlerdir.

3. Hadis: Hz. Âişe'den rivayet edildiğine göre: "Bir gün Hz. Ebu Bekir'in kızı

Esmâ (Peygamberimiz'in baldızı) Resulullah Efendimizi üzerinde ince (şeffaf) bir

entari olduğu halde ziyarete gelmişti. Hz.Peygamber, ondan yüzünü çevirerek şöyle

buyurdular: "Yâ Esma! Kadın, hayız görme çağına ulaşınca, onun, şuradan ve

şuradan başka yerinin görünmesi yakışık almaz uygun olmaz." dediler ve kendi eline,

yüzüne işaret ettiler."(37)

İlk olarak,hadîsin: "...şuradan ve şuradan başka yerinin görünmesi (yakışık

almaz- uygun olmaz)" kısmına esas olan "lem-tasluh" fiilinin, pek çok tercümede

"caiz değildir" diye ifâde edildiğini, hattâ biraz daha ileri gidenlerin "haramdır"

deyiverdiklerini belirtelim.

Hâlbuki, kaynak lügatlerin hiç birinde "SALAHA" fiiline,"CEVAZ" mânâsı

verilmemiştir.(38)

Dolayısıyle "lem-tasluh" fiili, Türkçemize ancak "Yakışık almaz,

yaraşmaz,uygun düşmez" şeklinde tercüme edilebilir. Yâni hüküm değil, edeple ilgili

bir ikazdır.

Üstelik Hz. Peygamber, kendi ellerini ve mübarek yüzlerini işaret

buyurmuşlardır. Gösterdikleri kısma, saçlarının dâhil olup olmadığını belirten vazıh

bir işaret de yoktur.

Ayrıca, Esmâ'ya ihtar, bütün vücûdunu gösteren şeffaf elbisesinden dolayıdır.

O hâlde, bu hadîs-i şerifte de kat'î bir tesettür hududu vardır, diyemeyiz.

Buna ilâveten, bir de, hadîs-i şerifin kıyafetle alâkalı olması sebebiyle, hüküm

vaz'etmeyen örfî sünnete dâhil bulunduğunu hatırlamamızda fayda vardır.

4. Hadis: "Kadın avrettir. Çıkınca şeytan onu daha câzip gösterir."(39)

İlk nazarda görülüyor ki, bu hadîs-i şerifde, avrete verilecek mânâ çok

mühimdir. (Avretle ilgili mânâlar daha önce arzedilmişti.)

Hadîsi, tesettüre esas gösterebilmek için avrete: "Zuhuru müstakbeh olması

sebebiyle, örtülmesi farz veya vacip olan nesne" mânâsının verilebilmesi

gerekmektedir ki, bu İslâmın ruhuna aykırı olur.

Ayrıca hadisteki avrete, yukardaki mânâ verilirse, hür veya câriye tasrih

edilmediği için, önce fuhşa daha müsait olması sebebiyle, cariyenin avret olması

gerekmez mi ?

Bizce bu hadîs-i şerifteki avret; Ahzab Sûresi'nin 13. âyetinde, İbn-i Abbas'ın

tefsiri ile belirtilen mânâdadır. Yani, muhafaza edilmesi gereken varlıktır.

Hadîs-i şerîf dikkatle okunursa, bu mânânın ne kadar isabetli olduğu da

açıkça görülecektir.

Bu izahtan sonra, tesettür ve hududu, hadîs-i şerîflerde de açıkça

belirtilmemiştir demek, yanlış olmaz kanâatindeyiz.

* * *

Netice olarak şöyle diyebiliriz:

1. Kılık-kıyâfet için Kur'an-ı Kerîm de, farz veya haram hükümlerine esas

olacak, delâleti kat'î emirler bulunmamaktadır. Hz. Peygamber'in sünnet ve hadîs-i

şerîflerinde de durum böyledir. Ayrıca, hadislerden mevzu ile alâkalı olanlar da,

hüküm vaz'etmeyen örfî sünnete dâhildirler.

Ancak bu mes'elede içtihat, kıyas ve fetvalar vardır, denirse o zaman, aksi

yöndekileri de nazar-ı dikkate almamızın, âyet ve hadisle sabit olmadığına göre, ne

mahzuru olabilir ?

2. İslâm kıyafet üzerinde değil, kıyafetin ahlâkîliği üzerinde durmuştur.

Zamana ve örfe göre kıyâfet tâyini; namuslu ve iffetli hanım efendilere düşer. Bu

mevzuda erkek önce, kendi ırz ve namusundan mesûldür.

A’raf Sûresinin 26. âyetinde şöyle buyuruluyor: "Ey Âdem oğulları, size çirkin

yerlerinizi örtecek bir libas, bir de giyip süsleneceğiniz bir libas indirdik. Takva libası

ise o, daha hayırlıdır."

Âyetteki TAKVA LİBÂSI; iman, ahlâk, iffet ve hayâdan başka ne olabilir?(40)

3. Bizim dinimizde örtünme, sadece namazda farzdır. (SETRÜ'L-AV-RET)

Ancak, âyette zikredilen baş örtüsüne, "Allah bulûğa ermiş kadının namazını baş

örtüsüz kabul etmez."(41) hadîs-i şerifine ve bunca asırlık tatbikata hürmeten her

mü'min hanım; namaz kılmak, Kur'an okumak ve dinlemek.. gibi ibâdetler esnasında

baş ve kollarını, diğer azâlarla birlikte örtmelidir. Fakat, saçlarının bir kısmı görülebilir.

Ayrıca, ayaklarının çıplak olmasında ve kollarının, dirsekten aşağı kısmının,

görünmesinde mahzur yoktur.

Erkekler de namazda göbekten diz kapağı altına kadar örtünmekle

mükelleftirler. Namaz dışında ise, erkeğin uylukları avret değildir.

Yine namaz dışında kadının tesettürü; galîza ve hafîfesi dâhil, göğüs üzerinden diz

kapağının altına kadardır.

Kadının çarşafı, baş örtüsü, sesi gibi mes'elelerin, îman ve İslâm’ın şart ve

esasları ile, doğrudan alâkalı imiş gibi değerlendirilmesi yanlıştır. Bunlar mü'mine ve

afîfe hanım efendilerin, örfe göre tâyin edecekleri mes'elelerdir.

Ancak erkek ve kadında esas olan; ahlâk, hayâ ve iffettir.

Bir hadîs-i kudsîde:"Allah güzeldir, güzelliği sever."buyurulur. Öyleyse kadını

çirkinleştirmek, kendisi dâhil kimsenin hakkı olamaz.

Şu da şâyan-ı dikkat bir husustur ki TESETTÜR, Kur'an-ı Kerim ve Hadîs-i

Şeriflere ait bir tâbir değildir. Kamus'a göre Arapçada SİTR; perde, korku, utanma,

hayâ ve akıl mânâlarında kullanılır. Akla, sitr denmesinin sebebi de, insana etvâr-ı

nâşâyesteden perde olmasından dolayıdır.

SETÎR ve MESTUR, müennesleri olan SETÎRE ve MESTÛRE kelimeleri ile

birlikte: "Afîf ve perhîzkâr erkek ve kadına ıtlâk olunur.

TESETTÜR ise; bir nesnenin içinde veya arkasında gizlenmek, diye tarif

edilmiştir.

Ayrıca SİTR veya SETR ve aynı kökten türeyen diğer kelimeler, daha çok

"MEN SETERE AVRETE EHÎHİ" (kim kardeşinin ayıbını perdelerse) misâlinde

görüldüğü gibi kullanılmıştır. En bariz örneği de, Cenâb-ı Hakk'ın "SETTÂRÜ'L-UYÛB

sıfatıdır.

* * *

Bizim dînimiz, kolaylık dînidir.Cenâb-ı Hak:"Dinde zorlama yoktur."(42),"Allah

sizin için kolaylık ister, güçlük istemez"(43) buyurmuşlardır. Hz. Peygamber de:

"Kolaylaştırın, zorlaştırmayın. Müjdeleyin, nefret ettirmeyin." diyor.

Biz çıplaklığı müdâfaa etmiyoruz. Sâdece tesettürün; kafayı sımsıkı sarmak

değil, iffet; ve edep dâhilinde giyinmek olduğunu belirtmek istiyoruz.

Baş örtüsünü, bir îman ve İslâm esâsı hâline getirmeden örtünen mü'min

hanımlara da, ancak hürmet duyarız.

Hülâsa, bizce bugün yapılması gereken; zâten sokağa çıkmış olan kadını,

başını örtmeye zorlayarak, daha da menfî bir tavır içine sokmadan onu, kaybettiği

dînî, millî, ve târihî değerlerle bezeyip, iffet ve hayâsından fedâkârlık etmeyecek bir

seviyeye eriştirmektir.

Hayri Bilecik

Dipnotlar

1-A. Vehbi Ecer,Üç Tebliğ:Vehhâbîler, Kayseri ,1985.

2-H. Zihnî Ef. Kitâbü's-salât, s.118,1322,İ.Ü.Küt.Nu,73990

3-a.g.e., s.119

4-a.g.e., s. 120, Dipnot 2-3. Ö. N. Bilmen, İslâm İlmihali, s.122

5-H. Zihnî Ef., Kitâbü's-salât, s. 119

6-a.g. e., s. 119

7-Hamîdullah, İslâm'ın Hukuk İlmine Yardımları, s.54, İst. 1962

8-Mevlâna Şiblî, Asr-ı Saadet, Trc.:Ömer Rıza, 1/4I8-4I9, İst. 1928 Ayrıca Bkz:İbn

Kesîr, Nisâbûrî, Ebü'l-leys Semerkandî, Ebussûd, İbn Kemâl, Tefsîrü'l-Vâzıh, Elmalılı

v.b., ilgili âyetler.

9-Ebû Dâvud, Sünen, IV/85, Mısır 1950; İbn Mace, Sünen, II/1184, Mısır 1952;

Hadisin son cümlesi için bkz: Müslim, Sahih, VI/146, İst.1329-1333; Tirmizî, Sünen,

VII/236, Mısır I931-I934

10-Buhârî, Sahih, VII/34, İst. 1315, Ebû Dâvud, IV/81; İbn Mace, II/1183

11-H.Basri Çantay, Meâl-i Kerîm, Ahzâb:59, Dipnot 106-167

12-Kamus Trc., İlgili madde.

13-Elmalılı Tefsiri, V/3504, Nur: 31.

14-H.Basri Çantay, Meâl-i Kerîm, Araf:31, Dipnot 17.

15-Elmalılı Tefsiri, V/3504-3505; Nur: 31.

16-a.g.e., V/3204; Kehf: 7.

17-Bakara: 255

18-Sâim Yeprem, Hac ve Kurban, s. 24, İst. 1965

19-H.Zihnî Ef., Kitâbü's-salât, s.120, Dipnot 2-3

20-a.g.e., s. 119

21-H. Basri Çantay, Meâl-i Kerîm, Nur:30, Dipnot, SI

22-Kamus Trc, ilgili madde.

23-Mevlânâ Şiblî, Asr-ı Saadet, Trc.:Ömer Rıza, I/418-419

24-Tecrîd-i Sarih Trc., II/313, bkz: Dipnot. Hadis Nu: 242.

25-Taberî, Nur: 60

26-Tecrîd-i Sarih Trc, I/139, Hadis nu: 120

27-Elmalılı. Vl/3928, Ahzab: 59

28-Nasbü'r-râye, s.300

29-Tecrîd-i.. Sarîh Trc., I/139, Hadis nu: 120

30-Nevevî, Riyâzü's-sâlihîn, Trc.:Hasan Hüsnü Erdem, Kıvâmüddîn Burslan,

C:I,s.XIX, Ankara 1949

31-H.Zihnî Ef., Kitâbü's-salât, s.118, Dipnot 3

32-Kamus Trc, ilgili madde.

33-Nasbü'r-râye, 1/296

34-Tecrîd-i Sarîh Trc., II/303, bkz: Dipnot. Hadis Nu: 241.

35-a.g.e., aynı c., aynı s, aynı dipnot.

36-a.g.e., aynı c., aynı s, aynı dipnot; Taberânî, El-Mu'cemü'l-Kebîr, II/273, nu: 2150,

Musul 1984

37-Ebû Dâvud, Sünen, IV/87, nü:4104

38-Kamus Trc, Lisânü'l-arap, Tâcü'l-arus, E'n-nihâye fî garîbi'l hadîs v.b.

39-Nasbü'r-râye, I/298

40-Elmalılı Tef., III/2415; Araf: 26.

41-Nasbü'r-râye, I/295

42-Bakara: 256

43-Bakara: 185

Sayfa Başına Dönün 

Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol