Sayac


Fatih Lütfü AYDIN
Hoş Geldiniz

Sigorta ve Din

SİGORTACILIK ve DİN

 İyi günler! Ben din a:limi değilim ama Hz.Allah’ımız bizim aklımızı işletmemizi, düşünmemizi istemiş.

Bu yüzden benim dinle ilgili tüm paylaşımlarım, bir sesli düşünmedir. 

Yeri gelmişken sesli düşünme eğitimde çok etkili bir davranıştır.Böylece öğretmen öğrencinin neleri doğru ya da yanlış bildiğini ve ayrıca onun eksikliklerini görür. Böylece öğretmen öğrencinin yanlışlarını düzeltir ve eksikliklerini tamamlar.

Sigorta ile ilgili olarak benim düşüncem, sigortanın bir dayanışma olduğudur. Elbetteki bu dayanışmanın olumlu sonuç vermesi için sigorta şirketlerinin tazminat ödemeyle ilgili olarak ağır kurallar koymaması ve ödemeyi düzgün ve adaletli bir şekilde yapması gerekir.

Ayrıca, Yaşar Nuri Hocanın Kur’an’ın Temel Kavramları kitabından İbaha ve Tevekkül maddelerini buraya kopyalıyorum.

Not: İbaha İsl’am’da serbestlik ilkesidir. Yani bir şeyin haram ( yasak ) olduğu Kur’an’da açıkca belirtilmemişse kişi onu yapıp yapmamakta serbesttir.
Tevekkül ise, kulun üstüne düşeni yaptıktan sonra Allah’a dayanması demektir. Tevekkül deyince genellikle Peygamberimizin:”Deveni bağla öyle Allah’a tevekkül et sözü edilir. 
Tevekkül, Hz.Allah'ı vekil kılmak olduğuna göre, kişinin bir hukuki işinde bir avukatı vekil kılmayı yani işlerini o işle ilgili olarak ona gördürmeyi, örnek verebiliriz.
Yalnız bu işleri gördürmede altı çizilmesi gereken önemli nokta kişinin ya da kulun üzerine düşeni yapıp, birini ya da Hz.Allah'ı vekil etmesidir. 
Saygı ve sevgilerimle. F.L.A.

YAŞAR NURİ ÖZTÜRK KUR’AN’IN TEMEL KAVRAMLARI NÜFUS MADDESİ’nden alıntıdır.

Kur'an'da temas edilmeyen her konuda işleyen temel ilke, serbestliktir.
Çünkü "Eşyada esas olan ibahadır" ilkesi İslam'ın temel
kabullerinden birini çerçeveler. Yani, bir konuda vahyin getirdiği
bir yasak yoksa, o konu doğrudan doğruya serbestlik alanına
girer. O konuda serbestliğin olup olmadığını gösteren başka bir
kanıt veya işaret aranmaz. Hiç kimse çıkıp "Bunun serbest olduğuna
ilişkin hüküm var mı?" diye soramaz. Başka bir ifadeyle, yasaklığına
ilişkin hüküm bulunmayan bütün konuların serbestliğine
dair hüküm var demektir.

YAŞAR NURİ ÖZTÜRK KUR’AN’IN TEMEL KAVRAMLARI TEVEKKÜL MADDESİ’nden alıntıdır.

TEVEKKÜL
(sadece Allah'ı vekil etmek)
Tevekkülün kökü olan vekâletten türemiş sözcükler, Kur'an'da
70 civarında yerde geçmektedir. Bunların 24 tanesi 'vekil' sözcüğüdür
ve tamamına yakını, Allah'tan başkasını vekil etmemenin
gerekliliğini ifade için kullanılmıştır. Öte yandan, tevekkülün
fiil halinde kullanımlarının tamamına yakını da müminlerin
Allah'ı, sadece Allah'ı vekil etmelerini buyuran beyyinelerdir.
Kur'an, şuna da ısrarla vurgu yapmaktadır: "Vekil olarak Allah
yeter!" (4/81, 132, 171; 33/3, 48) Kısacası, Kur'an şunu söylemektedir:
Eğer birini vekil edinecekseniz, bu sadece ve sadece
Allah olmalıdır, (bk. 12/67; 14/12; 39/38)
Tevekkül, Kur'an dilinde, Allah'ı vekil etmek demektir. Yalnız
unutmamak lazımdır ki bu vekil etme (tevkil), işin yapılması için
değil, tarafımızdan yapılan işin sonucunu Allah'ın belirlemesi içindir.
Bu anlamda vekil olma hakkı sadece Allah'ındır. Kur'an mümininin
iki dayanağı olacaktır: 1. Kendi gayreti, 2. Allah. Kur'an,
öncelikle insan tarafından yerine getirilmesi gereken gayrete
'azim' (yoğun ve kararlı gayret) demektedir. Ve ilkeyi şöyle koymaktadır:
"Bir kez azmettin mi de artık Allah'a güvenip dayan! Allah, tevekkül
edenleri sever." (Ali İmran, 159)
Bu ayet, tevekkülün hem mahiyetini göstermekte hem de dolaylı
yoldan tanımını vermektedir. O halde, Kur'an dilinde tevekkül,
kendi gayretini yerine getiren müminin, sonrasını kotarması için
Allah'ı vekil etmesinin adıdır.
İnsanlara vekil olma hak ve yetkisi, bırakın tarikatların öne çıkardığı
şeyhleri, efendileri, türbeleri, Hz. Peygamber'e bile verilmemiştir.
Şu beyyinelere bakın:

"De ki, 'Ben sizin üzerinizde vekil değilim!" (En'am, 66)
"Eğer Allah dileseydi onlar Allah'a ortak koşmazlardı. Biz seni onların
başına gözcü yapmadık. Sen onların üzerine bir vekil de değilsin."
(En'am, 107)
"De ki, 'Ey insanlar! Şu bir gerçek ki, hak size Rabbinizden gelmiştir!
Artık doğruya yönelen kendi benliği için yönelir; sapan da kendi
benliği aleyhine sapar. Ben sizin üzerinize vekil değilim." (Yunus,
108 Ayrıca bk. 25/43; 39/41; 42/6)
"Allah'ın bizim için yazdığından başkası asla bize erişemez. O, bizim
mevlâmızdır. Bunun için, müminler yalnız Allah'ı vekil edinmelidir."
(Tevbe, 51)
Türk müfessiri Elmalılı Hamdi Yazır (ölm. 1942) bu ayeti açıklarken
şöyle diyor:
"Mü'min tevekkül eder. Ancak unutmamak lazımdır ki tevekkül
tefvîz-i vazife (işi havale etme) değil tefvîz-i emir (işin sonucunu tayin
yetkisini devir)dir. Birçokları gaflet ederek tevekkülü, vazifeyi
terk sanırlar. Yani kulluk vazifesini Allah'a havale edip emri kendilerinde
görmek isterler. Bilmeli ki, tevekkülün aslı, emre güven ile
vazife sevgisidir."
Anlaşılan o ki, tevekkül, bütün kudreti nefse tanımamayı hedef
alan bir niteliktir. Kulun sırtüstü yatmasına tevekkül denmez,
îstenen, Allah'ın her şeyin üstünde hüküm ve egemenlik sahibi
olduğunu kabulü sağlamaktır. Kur'an şöyle diyor:
"Allah hem sizi hem de yapmakta olduklarınızı yaratmaktadır."
(Saffât, 96)
Allah'ın bize hizmet etmesini istercesine, tevekkülün tam tersi
bir mânâya bağlan-mak, imanı zedeler. Kur'an-ı Kerim bu tehlikeyi
önlemek için bağlılarına şu emri veriyor:
"Bir kere işe girştin mi artık Allah'ı vekil et/O'na dayanıp güven.
Çünkü Allah kendine dayanıp güvenenleri/O'nu vekil edinenleri
sever." (Âli İmran, 159)
Demek oluyor ki, tevekküle imkân doğması için işe girişmek
gerekir. Her şeyden önce işe girişmek yerine her şeyden önce
tevekküle sarılmak; Allah ile alay etmek olur. Hz. Peygamber'in
ölümsüz tespitiyle, 'devenin güvenliği için Allah'a tevekkülden
söz etmek hakkı, deveyi bağlayarak zaptu rapt altına alanlarındır."
Deveyi buşıboş bir halde çöle salanların, o devenin selameti
için Allah'a tevekkülden söz etmeleri Allah ile alay etmektir.
Kur'an'ın büyük vicdanlarından biri olan Mehmet Akif (ölm.
1936) bu gerçeğe şöyle değiniyor bir şiirinde:
"Allah'a dayandım diye sen çıkma yataktan,
Mânây-ı tevekkül bu mudur; hey gidi nâdân?
Alemde tevekkül demek olsaydı atâlet;
Mirâs-ı diyanetle yaşar mıydı bu millet?
Çoktan kürenin meş'ale-i tevhidi sönerdi,
Kur'an duramaz nezd-i ilâhîye dönerdi." (Safahat, Gölgeler)
Tevekkül bahsinde Kur'an açısından belki de en önemli nokta,
tabiat kanunlarının değişmezliğini unutmamaktır. Kader, Sünnetullah
ve Tabiat Kanunları maddelerinde gösterdik ki, Kur'an'ın
atıf yaptığı temel adreslerden biri de 'tabiat kanunlarının değişmezliği'
ilkesidir. Bunun anlamı; üretmek ve başarmak için
tabiat üstü inayetlere sığınmayı değil, değişmez varlık yasalarını
esask almak olacaktır. Akıl, ilim ve eyleme sürekli yollama
yapan zamanüstü kitap, tabiat kanunlarının değişmezliğine de
yollama yaparak mesajını tamamlamıştır:
Tabiat üstüne, harikaya, keramete kısacası beleşe ve ucuza sığınmak
yok, çalışmak ve çalışmak vardır.
Burada 'sığınılacak bir tabiat üstü' olarak Allah öne çıkarılabilirse
de Kur'an'ın cevabı açık ve nettir: Allah, sonuçta ilkelerin
kaynağıdır ve O, insana vereceğini ilkeleri göndermek ve insana,
bunlara uymasını emretmekle kendisinden bekleneni vermiştir.
O'ndan başka bir şey beklemek O'nunla alay etmek olur. Ne
yazık ki, sonraki dönem İslam dünyası, bu 'Allah ile alay' yoluna
saparak kendisini mahvet-mekle kalmamış, insanlığın Kur'an'la
tanışmasını da engelleyerek iç içe cürümler işlemiştir.
Kula düşen görev, doğal şartlarda yerine getirilmelidir. Harikalara,
rüyalara, hayalî inayetlere bel bağlayarak zaman geçirmek
felaketle sonuçlanır. Kur'an irfanının büyük isimlerinden biri
olan Seyyid Burhaneddin Tirmizî (ölm. 638/1240) bu gerçeğe
şöyle temas etmiştir:

"Allah'a tevekkül ederim demek, işe girişirsen bir işe yarar. Düşman
geliyor, bir kale var, ona kaçmak gerek, işte, sığınırım demek bu
kaleye sığınırım demektir. Kaleye girmeden "Sığınırım, sığınırım"
sözünü tekrarlamanın bir yararı yoktur." (Seyyid Burhaneddin,
Maarif, 62)
Demek oluyor ki tevekkül bir şuur hali doğuruyor, fiilin yerini tutmuyor.
Muhammed İkbal'in çok güzel ifade ettiği gibi, tevekkül
bir fiil ve amel inkârı değil, sınırsız bir kuvvetten beslendiğimize
inanmaktır ki bu, fiili terke değil, fiilde kararlı ve gayretli olmaya
iter. Böyle bir şuur haline girmek, insanı akıl almaz bir zenginliğe
ve atılım coşkusuna ulaştırır.
Dikkatinizi çekmiştir ki, böyle bir tevekkül anlayışının cebr
(kulun eylemlerinin determine-zorunlu olması) ile de ilgisi olamaz.
Gerçi, her şeyi Allah'tan bilen sûfîlerin cebre inandıkları
eskiden beri söylenegelmiştir. Ancak, bir Batılı yazarın da çok
güzel işaret ettiği gibi, "Sûfîle-rin cebri, kelâm ilmindeki cebr
değildir. Kendine özgü bir cebr anlayışıdır o, ve Allah'ı yüceltmeyi
amaçlar, kulun sorumluluğu sırtından atmasını değil. Bu
cebr, kulun kendine düşeni yapıp gerisini Allah'a bırakmasıdır
ki, Kur'an'ın istediği de zaten bundan başkası değildir." (Adam
Mez, el-Hadâretü'l-îslamiyyefi'l-Karni'r-Râbi', 2/43)
Tevekkülü daha iyi anlamak için onunla zaman zaman aynı
mânâda, bazen de onun ileri aşaması anlamında kullanılan teslim
ve tefvizi de gözden uzak tutmamak gerekir, (bk. burada,
Tefviz ve Teslim madl.)

 

Sayfa Başına Dönün 

Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol