mintan
isim Farsça
1. isim Yakasız, uzun kollu erkek gömleği
"Cepkenini, damalı mintanını çıkarmış, kolalı gömleğine kravatını bağlıyordu." - T. Buğra
2. Gömlek üzerine giyilen kollu yelek TDK'den
arsa rehin, bahçeyi “icrâ” ister;
Açıklama: yoksul köylü para bulmak için arsayı ipotek göstererek bankadan borç almış ödeyemediği için banka
köylüyü icra ( zorla alım ) ya vererek bahçeye el koymak istemiş, gibi bir anlam çıkıyor. F.L.A.
tiftik -ği
isim Arapça teft³k
1. isim Tiftik keçisinin ince, yumuşak, parlak yünü, moher
"Otuz senedir tiftik ticaretiyle iştigal ederim." - H. Taner
2. sıfat Bu yünden yapılan TDK'den
Açıklama: tiftik tiftik derken parasızlıktan yenisi alınamadığı için yıkana yıkana yünleri ortaya çıkmış demek
istiyor, bence F.L.A.
Bir kalem borca bedel fâizi defter defter!
Açıklama: Ticarethanelerde her mal türüne kalem denir. Örneğin bir bakliyatçıya satıcı tarafından; mercimek,nohut
ve fasulye gelmiş olsun. Stok defterine tarih atılarak 3 kalem mal geldi, şu kadar kilo mercimek vs. vs. diyerek
not tutulur.
Demek ki köylü bir kalem mal örneğin tarım ilacı aldığında, borca aldığı için gecikme faizi olarak normal fiyatının
çok üstünde ödeme yapıyordu.Defter defter derken çok çok fazla demek istiyor olmalı.Bu yüksek düzeyde vicdansızca
alınan faiz dinimizde Riba olarak geçer.F.L.A.
“Riba” kelimesi; “artma, çoğalma, şişme” demektir. (Lisan; 4/ 54-56, rbv mad.)
Arapçada “riba”, Türkçedeki “faiz” anlamına geldiği gibi, bir hukuk terimi olarak ise, değiş-tokuş sözleşmelerinde
taraflardan birinin hakkı kabul edilen ve sözleşme esnasında şart koşulan “karşılıksız fazlalık” anlamında
kullanılmaktadır. Yani riba, sadece parasal işlemlerdeki artmaları, çoğalmaları, şişmeleri değil, mal takası
işlemlerindeki artmaları, çoğalmaları, şişmeleri de kapsamaktadır.
Alıntı.. http://istekuran.net/2013/06/riba-faiz-ferdleri-kolelestiren-ulkeleri-somurgelestiren-illet/
Ayrıca http://fatihltfaydin.tr.gg/Riba.htm
Bire dört aldığı yıl
Açıklama: yüksek verim aldığı yıl. F.L.A.
Uğramaz, gün kavuşur, çiftine yâhud evine;
Açıklama:gün kavuşuru atlayarak okursak "Uğramaz çiftliğine yahut evine" olur ki gün kavuşana kadar yani sabaha
kadar evine veya çiftliğine uğramazmış. Yani parayı bulunca sabaha kadar eğlence yerlerinde eğlenirmiş gibi bir
anlam çıkardım. F.L.A.
muhtasar (A.) [ مختصر ] kısa, özlü.
muhtasaran (A.) [ مختصرا ] kısaca.
1. Muhtasar Beyanname: Muhtasar beyanname gelir vegisi beyanlarından biridir. Muhtasar beyanname, işverenler veya
vergi tevkifatı yapan diğer kimseler tarafından kesilen vergilerin matrahları ile birlikte, toplu olarak vergi
dairesine bildirilmesine mahsustur (GVK mdadde 84). Muhtasar beyannamede stopaj usulü vergilendirme söz konusudur.
Stopaj usulünde vergi asıl borçludan değil, vergi sorumlusundan talep edilir.
Bu tür vergiler kaynakta kesilen vergilerdir. Bu yolla gelir daha sahibinin eline geçmeden önce vergilendirilmiş
olmaktadır. Yani, işçiye veya memura ücret veya maaş ödeyen işveren, daha bu ödemeyi yapmadan önce, işçi veya
memurun aldığı ücret veya maaştan kanunen ödemesi gerekli olan gelir ve damga vergisini kesecek ve yasal süre
içinde kestiği bu vergileri bir muhtasar beyanname düzenleyerek vergi dairesine ödeyecektir.Anlaşılacağı üzere
burada işçi veya memur kanuni mükelleftir, fakat onların adına ve hesabına vergilerini ödeyen ve muhtasar beyanname
veren işveren, vergi sorumlusudur.
Alıntı.. http://fatihltfaydin.tr.gg/MUHTASAR.htm
Muhtasar gelirin kaynağından alınan vergi olduğuna göre muhtasar kısa yoldan işi uzatmadan yapılan kısa özlü iş
anlamına gelir.F.L.A.
müfid (A.) [ مفيد ] yararlı. Demek olduğuna göre gayrı müfid yararsız olan, boş, faydasız olan anlamına gelir. F.L.A.
Muhtasar gayr-ı müfîd ilmi kadardır dîni;
Açıklama: Bu durumda işin özü, yani demem o ki ( muhtasar ), dinden anladığı faydasız ilimden ibarettir
(oluşmaktadır)
Bu faydasız ilim bir hadisdir. Akla hemen ilmin faydasızı olur mu gibi bir soru gelmektedir.Bakar 102*'de:"Onlar
kendilerine zarar vereni, yarar vermeyeni öğreniyorlardı." bölümünden büyünün yarar vermeyen faydasız bir şey
olduğu yazılı. Belki de Pegamberimiz büyünün faydasız ilim olduğunu söylemek istedi.
Peki büyü ilim midir? diye sorulacak olursa ilimin madde alemi ilmi ( zahiri, dış ilim ) soyut alem ilimi ( batını,
iç ilim ) olarak 2 ye ayrıldığını bilmekte yarar var bence. Ayrıca her işin sahtekârı olduğu gibi büyücülerin de
sahtekârları vardır. Firavun'un büyücüleri bağırsak içine civa doldururlarmış. Taş zeminin altında görülmeyecek
şekilde ateş yakarlarmış. Civa dolu bağırsağı taş zemine attıklarında ateşin etkisiyle civa harekete geçerek
bağırsağın yılan gibi kıvrılmasını sağlarlarmış.
Kehf 65'de İlm-ü Ledün'den söz edilir bu dünya daha açıkcası madde alemine, evrene ait olmayan onun dışında ki ilim
demektir. Belki de büyü soyut alem ilmi olarak vardır, ama nasıl ki bilimsel, teknik bir ürün olan bıçak hem
birisini kesmede hem de yemek hazırlamada kullanılıyorsa, büyü de faydasız boş, insana günah getirecek şekilde de
kullanılabiliyordur,yarar sağlayacak şekilde de.
Büyü günah mıdır? sorusuna verilecek en mantıklı yanıt. Eğer haksızlık içeriyorsa günahtır olmalı.
En doğrusu İSRÂ-36 ayeti gereği büyü işine hiç bulaşmamalı, ruhumuzun bedenlenmiş hali olan nefisden ruhumuzu
sıyırmak için nefis terbiyesi ile uğraşmalıyız.Özgür bir ruh olup da soyut aleme gittiğimiz de varsa öğreniriz
büyünün olup olmadığını.
İSRÂ-36 Yaşar Nuri Öztürk: Hakkında bilgin olmayan şeyin ardına düşme! Çünkü kulak, göz ve gönlün hepsi bundan
sorumlu tutulacaktır. F.L.A.
*BAKARA-102
Yaşar Nuri Öztürk: Süleyman'ın mülk ve saltanatı konusunda onlar, şeytanların okuyup durduklarına uydular. Halbuki
Süleyman küfre sapmamıştı. Ancak şeytanlar küfre sapmıştı; insanlara büyüyü öğretiyorlardı. Ve Babil'de Hârût ve
Mârût adlı iki melek üzerine indirileni öğretiyorlardı. Oysa ki o iki melek, "Biz bir imtihan aracıyız, sakın küfre
sapma!" demedikçe hiç kimseye bir şey öğretmiyorlardı. İnsanlar onlardan erkekle eşinin arasını açacakları şeyi
öğreniyorlardı. Ne var ki, onlar onunla Allah'ın izni olmadıkça hiç kimseye zarar veremezler. Onlar kendilerine
zarar vereni, yarar vermeyeni öğreniyorlardı. Yemin olsun ki, onu satın alanın âhırette hiç bir nasibi olmayacağını
açıkça bilmişlerdir. Öz benliklerini sattıkları şey ne kötüdür! Bir bilebilselerdi...
Evâmir (A.) [ اوامر ] emirler, buyruklar.
Nevahi: (Nahiye. C.) Taraflar, yanlar, nahiyeler.
Çoğulu Nahiye; eskiden ilçeden küçük köyden büyük yerleşim yerlerine kasab, nahiye ya da bucak denirdi, Büyükşehir
Kanunundan sonra belde denimeye şlandı. Köşe bucak deyiminden de bucağın kıyı olduğu anlamı çıkıyor.
Ne evâmir, ne nevâhî , seçemez hiçbirini.
Açıklama: yukarıda ki bilgilerden yola çıkarsak, dinin ne emirlerinden ( emirleri özüdür, merkezidir ) ne
kıyısından köşesinden habersiz demek istiyor olmalı. Emirler ve yasaklar için tıklayın...
http://fatihltfaydin.tr.gg/iSLAM-h-%26%23305%3Bn-OZU.htm
Hiç su görmez yüzünün düşmanıdır seccâde.
Açıklama: abdestten namazdan uzak demek istiyor. F.L.A.
Musalli: namaz kılan.
debboy
isim, askerlik eskimiş Fransızca dépôt
isim, askerlik Depo TDK'den
Asker malzemelerinin bulunduğu depo. Akif'in Asım'ı yazdığı yıl 1915 ve 1. Dünya Savaşı başlamış, bu durumda
mescitlerin ve mekteplerin askeri amaçlı kullanımı dinsizlik olarak düşünülmemelidir. Vatan olmazsa insanlar okumak
ve dinlerini yaşamak için mektepleri, mescitleri belki de bulamayabilir de. F.L.A.
redif zâbiti: yedek Subay. Redif yedek demektir. Şiirlerde şair uyak ( kafiye ) uyduramadığında yedek uyağı redifi
kullanır. Bu anlamda redif dize sonlarında ki eş anlamlı eklerdir.
Ör.Şimşek gibi bir semte atıldık yedi koldan
Şimşek gibi, Türk atlarının geçtiği yoldan
Yahya Kemal Beyatlı ya ait olan yukarıdaki beytin ilk dizesindeki “koldan” sözcüğünün kökü “kol” ismidir. Bu isme
“-dan” ayrılma hâli eki gelmiştir. İkinci dizedeki “yoldan” sözcüğünün kökü “yol” ismidir. Bu isme de “-dan”
ayrılma hâli eki gelmiştir. Dolayısıyla aynı görev ve anlamda olan “-dan” ekleri rediftir. Sözcüklerin köklerinde
yer alan benzer sesler “ol” sesleri ise tam kafiye oluşturmaktadır.
Alıntı.. http://www.edebiyatogretmeni.org/redif/
Ek bilgi olarak redife devam edelim. Şiirde uyak ya da redif mi önemlidir ileti ( mesaj ) mi?
İleti: kaynağından hedefe kodlanarak gönderilen bilgidir. Bu kod hayır anlamında ki el işareti olabileceği gibi
herhangi bir dil de olabilir.
İleti de asıl önemli olan hedefin kaynak ne demek istemişse eksiksiz ve yanlışsız olarak iletiyi almasıdır.
O zaman uyaklı yazacağım diye iletinin bütünlüğünü bozmamak gerekiyorsa uyakdan ve redifden vazgeçmek gerekir.
Sonuçda uyak şiirin zevkle dinlenmesini, akılda kalıcılığını sağlar. İleti yemeğin kendisi iken uyak sosu, süsüdür
olmazsa olmazı iletidir. Uyak olursa da yemeğin ( şirin ) tadı bir başka olur. Eğer uyak ya da redif
uydurulamıyorsa bir süre beklemeli, devrik cümle kullanmalı, en sonunda olmuyorsa uyakdan vazgeçip iletiyi eksiksiz
ve düzgün iletmelidir.F.L.A.
Fecai TDK'de ve Osmanlı sözlüğünde yok o zaman Akif fecî'a demek istemiştir.F.L.A.
fecî’ (A.) [ فجيع ] çok kötü, korkunç.
fecî’a (A.) [ فجيعه ] facia, felaket.
Sonra söylenmeyecek şekli de var hastalığın.
Bir taraftan bulanır levse hesapsız nâmûs
Levs (A.) [ لوث ] pislik. O zaman levse, pisliğe demek oluyor. F.L.A.
Açıklama: Hastalıkların ağıza alınmayacak şekli de varmış.O zamanlar verem öldürücü hastalıktı ve insanlar ağıza
almakdan bile çekiniyordu.
Hesapsız namus pisliğe bulanırmış. O zaman bu hesapsız namus ne demek onu düşünmeli. Eğer bu hesapsız namus, Hakk
rızasına uygun olan, insanın tüm yaratılmışı aldatmama, haksızlık etmeme şeklinde ki namus olsaydı pisliğe
bulaşılmazdı.
Demek ki yanlış namus anlayışıyla insanlar dünya pisliğine bulaşmış. Kadının her türlü hakkını elinden alıp eve
hapsetmeye hesapsız ( yanlış, haksızlık içeren ) namus diyor olabilir Akif. F.L.A.
vefeyât (A.) [ وفيات ] ölümler.
Nerde noksânı telâfî edecek tâze hayât?
Açıklama: Nerde ölümle insanların eksilmesini giderecek, ölenlerin yerine yenilerini getirecek evlenip çoğalma
durumu. F.L.A.
âile teşkîli: aile kurmak.F.L.A.