Sayac


Fatih Lütfü AYDIN
Hoş Geldiniz

ASIM 9a


Ne dedin fıkrama? 
        – A’lâ! Beni habtettin , İmam! 
– Yola gel şöyle biraz, neydi o sözler? 
        – Be Hocam, 
Sana biz medresenin hizmeti hiç yok demedik; 
Bir bedâhet bu ki inkâra çalışmak delilik. 
Halkı irşâd edecek var mı ya sizden başka? 
Onu insan bile saymaz, mütefekkir tabaka! 
Köylüden milletin evlâdı kaçarken yan yan, 
Sizdiniz köydeki unsurla berâber yaşayan. 
Rûhunuz halkımızın, köylümüzün rûhuna denk; 
Sözünüz bir, özünüz bir, o ne mes’ûd âhenk! 
Biz bu âhengi harâb etmeyecektik, ettik; 
Kapanır türlü değil açtığımız kanlı gedik. 
Ne kadar benziyoruz şimdi sakat bir duvara... 
Vahdetin tertemiz alnında ne çirkin bu yara! 
Hadi iş gör bakalım, var mı ki imkân? Nerde! 
İkilik, azmine hâil kesilir her yerde. 
Ne desek, dinlemiyor, nafile, bir kimse bizi. 
– Uydurun siz de, beyim, halka biraz kendinizi. 
– Haklısın. 
        – Aykırı gitmekle bu yol hiç çıkmaz.

– Konya’daydım... 
        – Haberim yok, ne zaman? 
                – Bıldır yaz. 
Şehri az çok bilir, etrâfını pek bilmezdim; 
Bâri bir köyleri görsem, diye çıktım, gezdim. 
Yolda duydum ki: Filân nâhiyenin a’yânı, 
Üç gün evvel kovuvermiş hoca bilmem filânı; 
Herkes evlâdını almış, kapatılmış mektep. 
Çok fena şey! Hele bir anlayalım, neydi sebep. 
Hiç işim yok, bu da oldukça mühim doğrusu ya, 
Gidecek yolcu da var, akşama indik oraya. 
Yatsıdan sonra ahâlî “Bize va’z et...” dediler; 
Çektiler altıma bir cıllığı çıkmış minder. 
Tahta sordum, silinip çevre kadar yenlerle, 
Geldi, tâ göğsüme yaslandı sakat bir rahle. 
Evvelâ Hamdele’den , Salvele’den başlayarak, 
Girmeden maksada dîbâceyi serdim çabucak. 
İlme kıymet veren âyâtı, ehâdîsi bütün, 
Okudum, hâsılı bülbül gibi öttüm ben o gün. 
Sonra, te’yîd-i İlâhî olacak besbelli, 
Öyle bir maskara ettim ki o hâin cehli, 
Hani kendim de beğendim. 
        – Adam, anlat, ne dedin? 
– Biri aklımda değil. 
        – Öyle mi? 
                – Baktım, sadedin 
Tam zâmanıydı, ahâlîye çevirdim yüzümü; 
Açtım artık bu sefer ağzımı, yumdum gözümü: 
Hiç muallim kovulur muymuş, ayol, söyleyiniz! 
O sizin devletiniz, ni’metiniz, her şeyiniz. 
Hoca hakkıyle berâber gelecek hak var mı? 
Sizi mîzâna çekerken bunu sormazlar mı? 
Müslüman, elde asâ, belde divit, başta sarık; 
Sonra, sırtında, yedek, şaplı beş on deste çarık; 
Altı aylık yolu, dağ taş demeyip, çiğneyerek, 
Çin-i Mâçin’deki bir ilmi gidip öğrenecek. 
Hiç düşünmek de mi yoktur be adamlar, bu ne iş? 
En büyük tâli’i Mevlâ size ihsân etmiş, 
Hem de tâ olduğunuz mevkie göndermişken; 
Teptiniz kendi gelen ni’meti sersemlikten! 
Çok zaman geçmeyecektir ki bu nankörlüğünüz 
Ne felâketlere meydan verecektir görünüz! 
Köylerin yüzde bugün sekseni, hattâ, hocasız; 
Siz de onlar gibi câhil kalarak anlayınız! 
Bir hatâ oldu, deyip şimdi peşîmansınız a... 
Ne çıkar? Gitti giden, kıydınız evlâdınıza...

Buna benzer daha bir hayli savurdum estim; 
Ses, nefes hepsi tükenmişti, nihâyet kestim. 
Sanıyordum ki, duâdan koca mescid inler... 
Umduğum çıkmadı hiç: Pek yavaş âmin dediler. 
Çekiverdim o zaman ben de hemen Fâtiha’yı. 
Yatacağmız odanın sâhibi Mestanlı Dayı, 
Getirirken beni, sağ elde fener, mescidden; 
“Gürül gürül okuyor hep, gürül gürül okuyor; 
Yanıl da bir, deli oğlan, baban mezarda mı, sor!” 
Deyivermez mi, ne dersin? 
        – Ama pek hoş cidden 
– Bunu duydum zehir içmiş gibi sersemleştim... 
Eve geldik, herifin kalbini artık deştim. 
Ne de çok biliyormuş, be Hocam, köylü meğer! 
– Öyledir. 
        – Sen de şaşarsın, hâni, söylersem eğer. 
Anladım: Bilmeyecek tilki onun bildiğini. 
– Hadi naklet bakalım şimdi şu bilgiçliğini. 
– Dedi: 
        “Fetvâyı veren mahkeme, yanlış, gerçek, 
İki da’vâcı ne söylerse bütün dinleyecek. 
O zaman kestiği parmak acımaz, âmennâ... 
Ama hep bir tarafın ağzına bakmak, o fenâ. 
Benim arkamdaki düşman bana mevlid mi okur? 
Dur ki ben söyleyeyim bir de, kuzum, sen hele dur! 
Köylü câhilse de hayvan mı demektir? Ne demek! 
Kim teper ni’meti? İnsan meğer olsun eşşek. 
Koca bir nâhiye titrettik, odunsuz yattık; 
O büyük mektebi gördün ya, kışın biz çattık. 
Kimse evlâdını câhil komak ister mi, ayol? 
Bize lâzım iki şey var: Biri mektep, biri yol. 
Neye Türk’ün canı yangın; neye millet geridir; 
Anladık biz bunu, az çok, senelerden beridir. 
Sonra baktık ki hükûmetten umup durdukça, 
Ne mühendis verecekler bize, artık, ne hoca. 
Para bizden, hoca sizden deyiverdik... O zaman, 
Çıkagelmez mi bu soysuz, aman Allah’ım aman! 
Sen, oğul, ezbere çaldın bize akşam, karayı... 
Görmeliydin o muallim denilen maskarayı, 
Geberir, câmie girmez, ne oruç var, ne namaz; 
Gusül abdestini Allah bilir amma tanımaz. 
Yelde izler bırakır gezdi mi bir çiş kokusu; 
Ebenin teknesi, ömründe pisin gördüğü su! 
Kaynayıp çifte kazan, aksa da çamçak çamçak, 
Bunu bilmem ki yarın hangi imam paklayacak? 
Huyu dersen, bir adamcıl ki sokulmaz adama.,. 
Bâri bir parça alışsaydı ya son son, arama! 
Yola gelmez şehirin soysuzu, yoktur kolayı. 
Yanılıp hoşbeş eden oldu mu, tınmaz da ayı, 
Bir bakar insana yan yan ki, yuz olmuş manda, 
Canı yandıkça, döner öyle bakar nalbanda. 
Bir selâm ver be herif. Ağzın aşınmaz ya... Hayır, 
Ne bilir vermeyi hayvan, ne de sen versen alır. 
Yağlı yer, çeşmeye gitmez; su döker, el yıkamaz; 
Hele tırnakları bir kazma ki insan bakamaz. 
Kafa orman gibi, lâkin, o bıyık hep budanır; 
Ne ayıptır desen anlar, ne tükürsen utanır. 
Tertemiz yerlere kipkirli fotinlerle dalar; 
Kaldırımdan daha berbâd olur artık odalar; 
Örtü, minder bulanır hepsi, bakarsın, çamura.

Su mühendisleri gelmişti... Herifler gâvur a, 
Neme lâzım bizi incitmediler zerre kadar; 
İnan oğlum, daha insaflı imiş çorbacılar! 
Tatlı yüz, bal gibi söz... Başka ne ister köylü? 
Adam aldatmayı a’lâ biliyor kahbe dölü! 
Ne içen vardı, ne seccâdeye çizmeyle basan; 
Ne deyim dinleri bâtılsa, herifler insan. 
Hiç ayık gezdiği olmaz ya bizim farmasonun... 
İçki yüzler suyu, ahlâkını bir bilsen onun! 
Şimdi ister beni sen haklı gör, ister haksız, 
Öyle devlet gibi, ni’met gibi lâflar bana vız! 
İlmi yuttursa hayır yok bu musîbetlerden... 
Bırakın oğlumu, câhilliğe râzıyım ben.”

– Hakkı var. 
        – Pek güzel amma, bu işin yok ki sonu. 
Kapadık mektebi, kovduk diyelim farmasonu, 
Başı boş köylünün evlâdını kimler yedecek? 
Adam ister ona insanlığı telkîn edecek. 
Bunu nerden bulalım? Kimlere ısmarlayalım? 
Önce kaç tezgâhımız var, bakalım, bir sayalım... 
– Pek uzun boylu hesâb etme, nedir mes’ele ki? 
Herkesin bildiği şey: Medrese bir, mektep iki. 
– İşte arz eyliyorum zât-ı fazîlânenize ; 
İkisinden de hayır yok bu şerâitle bize. 
– Gâlibâ sen yeniden kızdıracaksın Köse’yi: 
Söyle, mîrasyedi bey, kimdi yıkan medreseyi? 
Biz miyiz, siz misiniz? Sizsiniz elbet... 
        – Elbet! 
– Yıktınız kazmaya kuvvet, ne de sür’atle! 
        – Evet. 
– Bir hünermiş gibi ikrâr ediyor ağzıyle... 
– Çünkü mektep yapacaktık onun enkâzıyle. 
– Çünkü mektep yapacakmış!.. Ne kolay söylemesi! 
Bir kümes yaptığınız var mı ki, bir kaz kümesi? 
– İnkılâb ümmetinin şânı yakıp yıkmaktır. 
– Size çılgın demeyen varsa, kuzum, ahmaktır. 
Yıkmak, insanlara yapmak gibi kıymet mi verir? 
Onu en çolpa herifler de, emîn ol, becerir. 
Sâde sen gösteriver “İşte budur kubbe!” diye; 
İki ırgadla iner şimdi Süleymâniyye. 
Ama gel kaldıralım dendi mi, heyhat, o zaman, 
Bir Süleyman daha lâzım yeniden, bir de Sinan. 
Bunların var mı sizin listede hiç benzeri, yok! 
Ya ne var? Bir kuru dil, siz buyurun, karnım tok! 
Ötmeyin, nâfile baykuş gibi karşımda, susun! 
– Mürteci’sin be İmam? 
        – Mürteci’im, hamdolsun. 
– Hele bak, hamd ediyor! 
        – Hamd ediyorsam, yeridir: 
Şâfi’î’nin mi, kimindir o şiir? 
        – Hangi şiir? 
– Hani “Peygamber’in evlâdını candan sevmek, 
Râfızîlikse ...” 
        – Evet, 
                – “Yerde beşer, gökte melek, 
Râfizîdir bu, desin hepsi de hakkımda benim, 
Ben oyum, işte...” diyor... 
        – Bildim, evet. 
                – Kâili kim? 
– Şâfi’î zannederim, neyse, fakat maksadınız? 
Şunu lûtfen bana teşrîh ediniz, anlatınız. 
– Yıkılan yurduma cennet diyemem, ma’zûrum 
Hani ma’mûre ? Harâbeyle benim neydi zorum? 
Heybe srtında “adâlet” dilenirken millet, 
Müsterîh olmanın imkânı mı var, insâf et? 
“Yaşasın!” ma’cunu a’lâ idi, yut, keyfine bak! 
Tutmuyor şimdi, fakat, bin yala parmak parmak. 
– Niye tiryâkisi oldun bu kadar sen de ayol? 
Tutmuyor, çünkü alıştın... Yemeyeydin bol bol. 
Hem bizim ma’cunu pek hırpalamak doğru mu ya? 
– Dur canım! Ben kızarım böyle vakitsiz şakaya... 
Sözü tekmîl edeyim...

Asım 9A Kelime Açıklamaları.
Alıntı kısa yollarına ulaşmak için adres Google' a yapıştırılabilir.

Habt etme: Bir bahis veya münazarada karşısındakinin hatasını isbat ile onu ilzam edip susturma.
http://www.sozluksu.com/osmanlica_turkce_sozluk-203/HABT-anlami-1-2.html
ilzam etmek: susturmak.

MÜNAKAŞA: Mücadele. Münazaa. Karşılıklı sözle çekişmek. Bir mes'eleyi sormayı çok ileri götürerek çekişmek. 
http://osmanlica.ihya.org/dt-35857.html

MÜNAZARA: Karşılıklı konuşmak. İlmî ve kaideye uygun olarak yapılan münakaşa. 
http://osmanlica.ihya.org/munazara-nedir-ne-demek.html

Açıklama: Bildiğime göre, münakaşa ve münazara dilimizde tartışma olarak yanlış kullanılmakta.Münakaşada çekişme ve 

hırs ile karşıdakinin yanlışını çıkarıp onu mat etme ( yenme ) arzusu vardır. Münazarada ise karşıdakinin görüşü 

eleştirilirken tarafların kendi görüşlerini açıklaması söz konusudur. F.L.A.

Bedahet: Açıklık. Zâhir delil. Belli, açık, aşikâr.
http://osmanlica.ihya.org/bedahet-nedir-ne-demek.html

İrşat, -dı    Ar. irş¥d 
a. (irşa:dı) esk. Doğru yolu gösterme, uyarma.

 Güncel Türkçe Sözlük TDK

mütefekkir tabaka!: düşünürler kesimi. F.L.A.

mes’ûd âhenk! : mutluluk veren uyum. F.L.A.

Gedik: delik. Bence değişmeceli olarak bir şeye önemli bir darbe vurma olmalı çünkü kale duvarında gedik açmak kale 

savunmasına önemli bir darbedir. F.L.A.

Hail: Korku ve dehşet veren.
http://osmanlica.ihya.org/dt-15239.html

Bıldır:[1] (halk ağzı)(Erzurum, Adana, Tokat) Geçen yıl, bir yıl önce
https://tr.wiktionary.org/wiki/b%C4%B1ld%C4%B1r

Filan:Söylenmesi istenmeyen veya gerekli görülmeyen bir özel adın yerini tutan kelime.
http://www.nedirnedemek.com/filan-nedir-filan-ne-demek
Not: Falan olarak da kullanılır.

Nahiye: İlçeden küçük köyden büyük yerleşim birimi.Eskiden; kasaba, bucak olarak da söylenirdi, günümüzde ise belde 

adı verildi.F.L.A.

Ek bilgi olarak,

Yerleşim Birimi     Mülki Amiri

İl                  Vali
İlçe                Kaymakam
Belde               Belde Müdürü
Köy                 Muhtar
Osmanlı zamanında il ile ilçe arasında liva denen yerleşim birimi vardı ve mülki amiri mutasarrıf ( baş kaymakam ) 

idi.F.L.A.

A'yan (Ayn. C.) Gözler. * Bir yerin ileri gelenleri. * Meclis âzaları. Senato âzaları. 
http://osmanlica.ihya.org/a-yan-nedir-ne-demek.html
Not: Âza üye demektir.

Mühim: önemli.

Ahali (A.) [ اهالی ] halk, ahali, insan topluluğu.

va’z (A.) [ وعظ ] vaaz, dinî öğüt.


Cıllığı Çıkmak: Deyim olarak bulamadım. Cıllık olarak aradığım da klitoris ( kadının cinsel organı üzerinde ki 

kullanılmaya kullanılmaya küçülmüş erkeklik organı, çıkıntı ) karşıma çıktı. Sonra aklıma cülük ( civciv tavuğa göre 

çok küçüktür, klitoris de erkeklik organına göre çok küçüktür ) geldi. O zaman cıllığı çıkmış minder çok kullana 

kullana iyice yassılaşmış küçülmüş minder olabilir.F.L.A.

Çevre:  Sırma işlemeli, büyük mendil TDK

Yen:  Giysi kolu TDK

Çevre kadar yenlerle silinmiş : Anladığım kadarıyla, Çevre denen işlemeli büyük mendil büyüklüğünde ki eski bir giysi 

koluyla silip getirmişler rahleyi.

Rahle: Üzerinde kitap okunan, yazı yazılan, bazıları açılıp kapanabilen alçak, küçük masa TDK

Hamdele, salvale: Vaaz duasında geçen sözlerdir, bk.  http://www.imamhatib.com/haber/sayfa.asp?sayfaID=36  F.L.A.

Maksat: amaç, vaazda esas anlatılacak olan. F.L.A.

Dîbâce (F.) [ دیباجه ] giriş, önsöz.

âyâtı, ehâdîsi: ayetleri, hadisleri F.L.A.

Hâsılı: kısacası, sonuç olarak.

Sonra, te’yîd-i İlâhî olacak besbelli, 
Öyle bir maskara ettim ki o hâin cehli, 

te’yîd-i İlâhî: İlâhî onay.
maskara ettim ki o hâin cehli: rezi ettim o hain cahilleri. F.L.A.

Saded (A.) [ صدد ] konu, asıl mesele.

Muallim : öğretmen

mîzan (A.) [ 1 [ ميزان .terazi. 2.ölçü. 3.terazi burcu. 4.mahşer günü, kıyamet günü.

Çin-i Mâçin’deki bir ilmi gidip öğrenecek: Peygamberimizin ilim Çin'de de olsa gidip öğreniniz sözünden ortaya çıkmış 

bir cümle. 
Mâçin: Belki de müşterinin garsona nerede bu masanın tuzu muzu sözünde ki, muzu ile ilgilidir. Muzu burada tuzun 

yanında olması gereken diğer şeyler anlamına geliyor. O zaman Çin Maçin, Çin ve onun gibi ulaşılması uzak çileli 

yerler anlamına geliyor olabilir.F.L.A.

Sonradan öğrendiğime göre Kaşgarlı Mahmut ünlü eseri Dîvânu Lugâti't-Türk'de Maçin'den bahsetmiş. F.L.A.
Oğuzlara böylesine büyük önem veren Kâşgarlı Mahmud, her Türk boyunun yaşadığı bölgeleri en batıdan başlayarak doğuya doğru sıralamıştır:
   Rum (Bizans) ülkesine en yakın olandan başlayarak hem gayrimüslimleri hem de Müslümanları belirli bir düzen içerisinde doğuya doğru sıraladım. Rum ülkesine en yakın boy Beçenek ‘Peçenek’tir. Sonra Kıfçak ‘Kıpçak’, Oğuz, Yemek, Başgırt, Basmıl, Kay, Yabagu, Tatar, Kırgız gelir. Kırgızlar Çin ülkesine yakındırlar. Daha sonra Çigil, Tohsı, Yagma, Ograk, Çaruk, Çomul, Uygur, Tangut ve Çin’de olan Hıtay gelir. Bundan sonra Tavgaç gelir, bunların ülkesi de Maçin’dir. 
Alıntı..http://www.tdk.gov.tr/?option=com_dlt&kategori1=divan


Çarık ve şap sürülmesi.
Alıntı.. 
Çarık, daha çok sığır derisinden yapılan ve eskiden ucuz ve kolay elde edildiği için köylülerce giyilen ilkel ayakkabıdır. Anadolu, Orta Asya, Balkanlar ve Kafkasya’da yay¬gınlık kazanmıştır.
Deri sağlamlaştırıp yu¬muşatmak amacıyla tuz, ayran, bezir ve şap gibi maddelerle terbiye edildikten sonra gölgede kurutularak hazırlanır.
http://sinopkoyleri.com/haber-91-carik-nasil-yapilir.html

tâli’ (A.) [ 1 [ طالع .doğan. 2.talih.
En büyük tâli’i Mevlâ size ihsân etmiş: Allah size şansın en büyüğünü bahşetmiş, bağışlamış, sunmuş.

Mevkie: mevkiye
mevki (A.) [ 1 [ موقع .durum, konum. 2.yer.

peşîmansınız a..Ne çıkar? .: pişmansınız ya.. ne fayda ? F.L.A.

Yanıl da bir, deli oğlan, baban mezarda mı, sor!
Açıklama: bizdeki dini inanışa göre ölüler mezarlarında dirilmek için kıyamet gününü beklerler. Oysaki Kur'an 

ölülerin arasat ( dünya ahiret arası bir yer ) denen yerde beklediklerini söyler. Bence Akif bunu demek 

istiyor.F.L.A.


Sen, oğul, ezbere çaldın bize akşam, karayı...: Köse İmamı evinde misafir edecek olan Mestan Dayı, Köse İmamın 

ahaliye ( millete ) attığı fırçadan, onları karalayıp, kötülemesinden söz ediyor. F.L.A.


   “Fetvâyı veren mahkeme, yanlış, gerçek, 
İki da’vâcı ne söylerse bütün dinleyecek. 
O zaman kestiği parmak acımaz, âmennâ... 
Ama hep bir tarafın ağzına bakmak, o fenâ. 

Açıklama: yukarıdaki paragrafda ki sözler Mestan Dayıya ait.
fetvâ (A.) [ فتوی ] kadının verdiği şer’î karar.
Açıklama: Osmanlı hakiminin şeriat yasalarına uygun verdiği karar. Mahkeme, hüküm veren yani yargılayan yer.Yani 

Mestan Dayı Köse İmama sen bizi yargıladın ama yanlış yaptın, işin gerçeği, doğrusu 2 tarafı ( kovulan öğretmen ve 

ahali ) dinlemendi, yargılayan her iki tarafı da dinlemeli  demek istiyor. F.L.A.

"Şeriatın yani yasaların kestiği parmak acımaz", ata sözüyle ilgili. Yasalar cezalandırsa da onlar devletin varlığı 

içindir. Devletin varlığı için verdiği cezaya katlanmalı anlamına geliyor.F.L.A.

Âmenna: inandık, kabul ettik. F.L.A.

Kim teper ni’meti? İnsan meğer olsun eşşek.: insan eğer eşşek ise nimeti teper ya da biz eşşek miyiz, akılsız mıyız 

ki nimeti tepelim. F.L.A.

Bize lâzım iki şey var: Biri mektep, biri yol.
Yol: sülûk (A.) [ 1 [ سلوک .yola girme. 2.tarikata girme.

çamçak, -ğı(1. anlamı)

a. 1. Ağaçtan oyularak yapılmış kulplu su kabı, çapçak. 2. Köpüklenerek akma.

Güncel Türkçe Sözlük
çamçak(2. anlamı)

Ağaçtan oyularak yapılmış büyük kaşık, kepçe.

Türkiye Türkçesi Ağızları Sözlüğü

Alıntı..http://ne-demek.net/anlam%C4%B1/%C3%A7am%C3%A7ak-ne-demek.html


tınmak, -ar(1. anlamı)
(nsz) tkz. 1. Ses çıkarmak. 2. Önemsemek, önem vermek, dikkate almak, takmak: “Adam hiç tınmadı, cıgarasından derin 

bir soluk aldı.” -A. İlhan.
Güncel Türkçe Sözlük
Alıntı...http://ne-demek.net/anlam%C4%B1/t%C4%B1nmak-ne-demek.html

gâvur a,
Açıklama: gâvur ama,

çorbacılar!
Açıklama: Bir filimde 1. Dünya Savaşı'nda Anadolu'yu işgal eden Yunan askerleri için az çorbamızı içmedi gâvurlar 

deniyordu.Aslında yanlış olan "Ekmemiğimizi yiyen, ekmeklerini bizim verdiğimiz" gibi anlamlara geliyor. F.L.A.


musîbet (A.) [ 1 [ مصيبت .bela. 2.şirret, uğursuz.

farmason için alıntı...http://blog.milliyet.com.tr/masonluk-ve-farmasonluk-arasindaki-fark-nedir---/Blog/?

BlogNo=186675

Başı boş köylünün evlâdını kimler yedecek?
Açılama: yed el olduğuna göre yed etmek, el vermek, elinden tutmak, destek olmak anlamına gelebilir. F.L.A.

telkîn (A.) [ تلقين ] öğretme, kulağına anlatma.

şerâit (A.) [ شرائط ] koşullar.

zât-ı fazîlânenize



fâzıl (A.) [ فاضل ] erdemli.
fazîha (A.) [ فضيحه ] rezillik, skandal.
fazîlet (A.) [ فضيلت ] erdem.
faziletkâr (A.-F.) [ فضيلتکار ] erdemli.
faziletperest (A.-F.) [ فضيلت پرست ] erdem yanlısı.
fazl (A.) [ 1 [ فضل .erdem. 2.üstünlük.
fazla (A.) [ 1 [ فضله .çok. 2.artık.

Açıklama: zat-ı şahane ( şahane, harika kişi ) 'den uyarlanmış olabilir. Bu durumda faziletli ( erdemli, yüce ahlaklı 

) kişi anlamına gelebilir.O zaman zât-ı fazîlânenize, erdemli kişiliğinize olur.F.L.A.

ikrâr etmek: kabul etmek.

inkılâb (A.) [ 1 [ انقلاب .devrim. 2.değişim, dönüşüm.

inkılâb etmek dönüşmek.

çolpa
Ayağı sakat olan.
Beceriksiz, eli işe yakışmayan, acemi 
Örnek: Hareketleri çolpa, dikkati dağınık, tepkileri geç ve kesikti. A. H. Tanpınar

mürteci (A.) [ مرتجع ] gerici.
irticâ (A.) [ 1 [ ارتجاع .geriye dönüş. 2.gericilik.
irticakâr (A.-F.) [ ارتجاعکار ] gerici.
Açıklama: Gerici, çağdaş ( çağın gereklerine uygun, gelişmiş ) olan düzene karşı olup, çağın gerisinde kalmış düzeni 

savunan demektir. F.L.A.

Hamd: a) Hz.Allah'ı övmek, yüceltmek 
      b) O'na şükretmektir.

1.Dille hamd: a) Senden daha yücesi yok, seni tesbih ederim yani ulularım, yüceltirim demek.
              b) Şükürler olsun Allah'ım demek.

2.Halle ( davranışla ) hamd: a) Mademki Hz.Allah'dan yücesi yok, sığınılacak tek yer O diyerek, ortak koşmamak yani   

                              hem Hz.Allah'a hem de başkalarına kulluk etmemek.
                             b) Değer üretmek, Salih Amel ( Hz. Allah'ın rızasına uygun davranışlar) de bulunmak. 

F.L.A.

kâil (A.) [ 1 [ قائل .söyleyen. 2.razı olan.
kâil olmak razı olmak.

teşrîh: şerh, açıklama.

mazur (A.) [ معذور ] özürlü.
Açıklama: özürü yani hoş görülebilecek kusuru olan. F.L.A.

mamûr (A.) [ معمور ] bayındır, imar edilmiş.
mamûr edilmek bayındırlaştırılmak, imar edilmek.
mamûr etmek bayındırlaştırmak.
mamûr olmak bayındır olmak.
mamûre (A.) [ معموره ] bayındır yer.
mamûriyet (A.) [ معموریت ] bayındırlık.

harâb (A.) [ 1 [ خراب .yıkık, harap. 2.fitil gibi sarhoş.
harâb etmek yıkmak, bozmak, tahrip etmek.
harâb olmak yıkılmak, bozulmak, kırılmak.
harâbat (A.) [ خرابات ] meyhane.
harâbe (A.) [ خرابه ] yıkıntı, harabe.

müsterih (A.) [ مستریح ] gönlü rahat.

tekmîl  etmek: sözü tamamlamak, bitirmek.
 


Sayfa Başına Dönün 

Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol