Sayac


Fatih Lütfü AYDIN
Hoş Geldiniz

KUR'AN FiHRiSTi R

Rabbena Hep Bana

 
Haksızlık içeren hırs ( maddiyata olan aşırı arzu ) sahibi ve Rabbena hep banacı olanları anlatan bir ayet.
Sad, 23,
Yaşar Nuri Öztürk
"Şu benim kardeşimdir. Kendisinin doksan dokuz koyunu var. Benimse bir tek koyunum var. Buna rağmen, onu da bana ver dedi ve tartışmada bana galip geldi."

24. Yaşar Nuri Öztürk
Davûd dedi ki: "Vallahi, senin bir tek koyununu kendi koyunlarına katmak istemekle sana zulmetmiş. Zaten ortaklardan birçoğu birbiri aleyhine haksızlık ve zulme sapar. İman edip hakka ve barışa yönelik işler yapanlar böyle değildir. Ama onlar da pek azdır." Davûd, kendisini imtihan ettiğimizi düşündü; hemen Rabbinden af diledi; rükû ederek yerlere eğildi ve Allah´a yöneldi. 

http://www.ihsaneliacik.com/.../kuranda-99-koyun-1-koyun.../


RAHMAN ve RAHİM

Bu dosyada ki tüm ayetlerin Türkçe anlamları Prof.Dr.Yaşar Nuri Öztürk'e aittir. 
 
Yorumculara göre Hz.Allah rahmetini* yani bağışlamasını, lütfunu ve nimetlerini tüm kullarına, 
 
özel rahmetini ise takva sahibi kullarına ahirette verecektir. F.L.A.
 
RAHMAN
 
TÂHÂ-5
 
Er rahmânu alel arşistevâ.
 
1. er rahmânu : Rahmân 
2. alâ : üzerine, üzerinde 
3. el arşı : arşa, arşın 
4. istevâ : istiva etti, karar kıldı, hükmetti 
 
O Rahman, arş üzerine egemenlik kurmuştur.
 
FURKÂN-59
 
Ellezî halakas semâvâti vel arda ve mâ beynehumâ fî sitteti eyyâmin summestevâ alel arşir 
 
rahmânu fes’el bihî habîrâ(habîren). 
 
1. ellezî : ki o 
2. halaka : yarattı 
3. es semâvâti : semalar, gökler 
4. vel arda : ve arz, yeryüzü 
5. ve mâ beynehumâ : ve ikisi arasındaki şeyler 
6. fî : içinde, de 
7. sitteti : altı (6) 
8. eyyâmin : günler 
9. summe istevâ : sonra istiva etti 
10. alâ el arşi : arşa 
11. er rahmânu : Rahmân 
12. fe : o zaman, öyleyse 
13. es'el : sor 
14. bi-hî : onu 
15. habîren : haberdar olan 
 
 
Gökleri, yeri ve bunlar arasındakileri altı günde yaratıp sonra arş üzerinde egemenlik kuran 
 
O'dur.
 
 
RAHİM
 
YÛSUF-56
 
Ve kezâlike mekkennâ li yûsufe fîl ard(ardı), yetebevveu minhâ haysu yeşâ’(yeşâu), nusîbu bi 
 
rahmetinâ men neşâu ve lâ nudîu ecrel muhsinîn(muhsinîne).
 
1. ve kezâlike : ve böylece 
2. mekkennâ : yerleştirdik, mevki sahibi yaptık 
3. li yûsufe : Yusuf'u 
4. fî el ardı : yeryüzünde 
5. yetebevveu : konaklar, yerleşir 
6. min-hâ : oradan, orada 
7. haysu : yer, yerde 
8. yeşâu : diler 
9. nusîbu : isabet ettiririz, göndeririz 
10. bi rahmeti-nâ : rahmetimizi 
11. men neşâu : dilediğimiz kimseye 
12. ve lâ nudîu : ve zayi etmeyiz, kayba uğratmayız 
13. ecre el muhsinîne : muhsinlerin ücretini, ecrini, karşılığını, mükâfatını 
 
İşte böylece biz Yûsuf'a yeryüzünde imkân ve mevki verdik. Ülkede, istediği yerde 
 
konaklayabiliyordu. Biz dilediğimiz kimseye rahmetimizi ulaştırırız; güzel düşünüp güzel 
 
davrananların ödülünü yitirmeyiz.
 
 
A'RÂF-156
 
Vektub lenâ fî hâzihid dunyâ haseneten ve fîl âhıreti innâ hudnâ ileyk(ileyke), kâle azâbî 
 
usîbu bihî men eşâu ve rahmetî vesiat kulle şey’(şey’in), fe se ektubuhâ lillezîne yettekûne 
 
ve yu’tûnez zekâte vellezîne hum bi âyâtinâ yu’minûn(yu’minûne).
 
1. vektub (ve uktub) : ve yaz 
2. lenâ : bize 
3. fî hâzihi ed dunyâ : bu dünyada 
4. haseneten : iyilik (zait dereceler), hasene 
5. ve fî el âhıreti : ve ahirette 
6. innâ : şüphesiz biz 
7. hud-nâ : yöneldik, tövbe ettik, döndük 
8. ileyke : sana 
9. kâle : dedi 
10. azâbî : azabım 
11. usîbu : isabet ettiririm 
12. bihî : ona, onunla 
13. men eşâu : dilediğime, dilerim 
14. ve rahmetî : ve rahmetim 
15. vesiat : kapsadı, kuşattı, (geniştir) içine aldı 
16. kulle şey'in : herşeyi 
17. fe se ektubu-hâ : böylece onu yazacağım 
18. li ellezîne : o kimselere ki 
19. yettekûne : takva sahibi olurlar 
20. ve yu'tûne ez zekâte : ve zekâtı verirler 
21. vellezîne (ve ellezîne) : ve o kimseler ki 
22. hum : onlar 
23. bi âyâti-nâ : âyetlerimize 
24. yu'minûne : mü'min olurlar, mü'minlerdir 
 
"Bize hem bu dünyada güzellik yaz hem de ahirette. Dönüp dolaşıp sana geldik." Buyurdu ki: 
 
"Azabıma dilediğimi çarptırırım. Rahmetime gelince, o herşeyi çepeçevre kuşatmıştır. Ben onu; 
 
sakınıp korunanlara, zekatı verenlere, ayetlerimize inananlara yazacağım."



*Rahmet İslâm Ansiklopedisi alıntısı.

cilt: 34; sayfa: 419
[RAHMET - Abdülhamit Birışık]


  


RAHMET

(الرحمة)

Şefkat gösterip lutufta bulunma anlamında bir Kur’an terimi.

Sözlükte masdar olarak “merhamet etmek, severek ve acıyarak korumak”, isim olarak “şefkat, merhamet” anlamına gelir. Râgıb el-İsfahânî, rahmet kavramının temel mânasının “acınacak durumda bulunan kimseye yönelik yufka yüreklilik ve şefkat” olduğunu, Allah’a nisbet edildiğinde merhametin ürünü olan “lutufta bulunma” mânasına alınması gerektiğini söyler (el-Müfredât, “rĥm” md.; ayrıca bk. MERHAMET).

Kur’ân-ı Kerîm’de 114 yerde geçen rahmet kelimesi doksan iki yerde zât-ı ilâhiyyeye nisbet edilmiştir. Ayrıca 119 yerde fiil kalıbında, elli yedi yerde rahmân ve 114 yerde rahîm ismi şeklinde yine Allah’a izâfe edilmiştir. Cenâb-ı Hak dört âyette “erhamü’r-râhimîn”, iki âyette “hayrü’r-râhimîn” olarak nitelendirilmiştir. Kur’an’da rahmet Tevrat’a, Kur’an’a, Hz. Peygamber’e ve insanlara da nisbet edilmiştir (M. F. Abdülbâkī, el-MuǾcem, “rĥm” md.). Ebü’l-Ferec İbnü’l-Cevzî, Kur’an’da Allah’a izâfe edilen rahmet kavramının ifade ettiği mânaları şöyle sıralamıştır: İman, İslâm, nübüvvet, Kur’an, mağfiret ve cennet türünden olmak üzere mânevî; yağmur, rızık vb. maddî nimetler. Kur’an’da sayılamayacak kadar çok olduğu ifade edilen (İbrâhîm 14/ 34; en-Nahl 16/18) ilâhî nimetlerin hepsi ilâhî rahmetin kapsamı içinde yer alır.

Kur’ân-ı Kerîm’de ilâhî rahmetin her şeyi kuşattığı, Cenâb-ı Hakk’ın rahmeti kendisine “farz kıldığı” (merhameti ilke edindiği) belirtilmiştir (el-A‘râf 7/156; el-Mü’min 40/ 7; el-En‘âm 6/12, 54). Bir kutsî hadiste, “Benim rahmetim gazabımı aşmıştır” buyrulduğu gibi (Buhârî, “Bedǿü’l-ħalķ”, 1, “Tevĥîd”, 55; Müslim, “Tevbe”, 14-16) Buhârî ile Müslim’in rivayet ettiği bir hadiste (“Edeb”, 19; “Tevbe”, 17-19) Resûl-i Ekrem, Cenâb-ı Hakk’ın, rahmeti 100 parçaya ayırıp birini yeryüzüne yönelttiği, bu sayede bütün canlıların merhamet duygusu ve içgüdüsüyle davranışlar sergilediği, geride kalan doksan dokuz merhametini ise âhiret hayatına bıraktığı bildirilmiştir. Rahmetle ilgili olarak A. J. Wensinck’in el-MuǾcem’inde (“rĥm” md.) on bir sütunluk bir yer işgal eden hadis kaynaklarında birçok rivayet ilâhî rahmetin enginliğini, insanların birbirine ve diğer canlılara karşı merhametinin yüceliğini dile getirir. Allah’ın kullarına olan merhametinin kaybettiği çocuğunu aramaya koyulan annenin merhametinden çok daha fazla olduğu (Buhârî, “Edeb”, 18; Müslim, “Tevbe”, 22), Medine’de Resûlullah’ın biat aldığı kadınlara gösterdiği şefkat ve nezaket karşısında onlardan birinin, “Allah ve resulünün bize karşı olan merhameti, her birimizin bizzat kendisine olan acımasından daha fazladır” dediği nakledilmiştir (Tirmizî, “Siyer”, 37). Resûl-i Ekrem, “Ben rahmet peygamberiyim” derken (Müslim, “Feżâǿil”, 126; Tirmizî, “DaǾavât”, 118) herhalde, “Seni âlemlere rahmet olmak üzere gönderdik” meâlindeki âyete (el-Enbiyâ 21/107) atıf yapıyordu. Esasen onun müminlere kendi canlarından daha yakın olduğu da ifade edilmiştir (el-Ahzâb 33/6).

İnanmayanlar dahil olmak üzere Kur’an’da herhangi bir kimsenin ilâhî rahmetten uzak tutulduğuna dair bir beyan yoktur, ancak bunun dünya hayatı için söz konusu olduğu şüphesizdir. Ayrıca bu, dünyada herkese eşit imkânların verildiği mânasına gelmez. Çünkü dünya bir imtihan ve yükümlülük âlemi olup kişiler çeşitli sınavlardan geçirildiği gibi hak ettikleri ceza veya mükâfatları ebedî âleme de ertelenebilir. Âhiret âlemiyle ilgili mükâfat ve nimetlere gelince, ilâhî rahmetin her şeyi kuşattığını ifade eden âyetin devamında bu rahmete hak kazanacakların nitelikleri ümmî olan o resul ve nebîye ve onunla indirilen Kur’an’a (nûr), Allah’ın âyetlerine iman edenler, resule tâbi olup saygı gösterenler, onu destekleyenler, kötülüklerden sakınanlar, zekât verenler şeklinde sıralanır (el-A‘râf 7/156-157). Bunlara diğer bazı âyetlerde namaz kılma, Allah’a ve resulüne itaat etme (Âl-i İmrân 3/132), Allah’tan günahlarının bağışlanmasını dileme (en-Neml 27/46), hicret edip Allah yolunda elinden gelen gayreti sarfetme (el-Bakara 2/ 218) unsurları da eklenmiştir.

İlâhî rahmetle ilâhî muhabbet arasında özellikle uhrevî hayat açısından anlam yakınlığının bulunduğu şüphesizdir. Kur’ân-ı Kerîm’de Allah’ın sevdiği kulların nitelikleri arasında iyilikte bulunma, günahlardan dönüş yapma, maddî ve mânevî temizliğe riayet etme, kötülüklerden sakınma, sabretme, tevekkül etme ve adaletli olma sayılırken sevmediklerinin nitelikleri de şöyle belirtilmiştir: Meşrû sınırları aşma, bozgunculuk yapma, alabildiğine nankör ve günahkâr olma, inançsızlık, zulüm, kibir, böbürlenme, israf ve şımarıklık (M. F. Abdülbâkī, el-MuǾcem, “yuĥibbü”, “lâ yuĥibbü” md.leri). Her şeye rağmen kendisini Allah’ın kulu bilen kimsenin O’nun rahmetinden ümit kesmemesi gerekir. Kur’an’da Allah’ın rahmetinden ümit kesmenin kâfirlere has bir özellik olduğu ifade edilmiştir (a.g.e., “ķnŧ”, “yǿs” md.leri; ayrıca bk. RAHMÂN).

BİBLİYOGRAFYA:

Tehânevî, Keşşâf, I, 588; Mâtürîdî, Teǿvîlâtü’l-Ķurǿân (nşr. Ahmet Vanlıoğlu), İstanbul 2005, I, 15-17; Ebû Abdullah Hüseyin b. Muhammed ed-Dâmegānî, el-Vücûh ve’n-nežâǿir (nşr. Fâtıma Yûsuf el-Hıyemî), Dımaşk 1419/1998, s. 340-345; Ebü’l-Bekā, el-Külliyyât, s. 471-472; Elmalılı, Hak Dini, I, 31-37, 74-81; Suat Yıldırım, Kur’ân’da Ulûhiyyet, İstanbul 1987, s. 111-127; Kadir Polater, Kur’ân’da Rahmet Kavramı (doktora tezi, 1997), UÜ Sosyal Bilimler Enstitüsü, s. 17-20, 95-100, 102-106.

Abdülhamit Birışık

...................................................................................................

cilt: 34; sayfa: 416

[RAHMÂN - Bekir Topaloğlu]

RAHMÂN

(الرحمن)

Allah’ın isimlerinden (esmâ-i hüsnâ) biri.

Sözlükte “merhamet etmek, severek ve acıyarak korumak” anlamındaki rahmet (ruhm, merhamet) kökünden türeyen rahmân kelimesi “şefkat ve merhamet eden, acıyan” demektir. Kelimenin kök mânasında “yufka yürekli olmak, acımak, birinin üzüntüsüne ortak olmak” gibi beşerî-duygusal unsurlar bulunduğundan Allah’a nisbet edildiğinde “sonsuz merhametiyle lutuf ve ihsanda bulunan” şeklinde anlam verilmiştir (Râgıb el-İsfahânî, el-Müfredât, “rĥm” md.; İbnü’l-Esîr, en-Nihâye, “rĥm” md.; Lisânü’l-ǾArab, “rĥm” md.). Bazı lugat âlimleri rahmân kelimesinin İbrânîce olduğunu ileri sürmüş, ayrıca Câhiliye döneminde tevhid inancı çerçevesinde kullanılmasının Yahudiliğin etkisini gösterdiği iddia edilmiştir (Cevâd Ali, VI, 31, 37-41; Yıldırım, sy. 4 [1980], s. 25-29, 33-40). Fakat âlimlerin büyük çoğunluğu birinci iddiayı reddetmiş, rahîm gibi rahmânın da “rahmet” kökünden türediğini belirtmiştir (meselâ bk. Fahreddin er-Râzî, s. 164-166). Arapça ile İbrânîce arasındaki yakınlık ise bilinen bir husustur. Kelimenin Câhiliye döneminde tevhid inancı çerçevesinde kullanılmasını ise tabii görmelidir, çünkü bütün ilâhî dinler tevhid ilkesinde birleşmiştir.

Kur’ân-ı Kerîm’de rahmet kavramı Tevrat’a, Kur’an’a, Hz. Peygamber’e ve insanlara nisbet edilmiştir. Allah’a izâfe edilen rahmet kavramı 119 yerde fiil kalıbında, doksan iki yerde rahmet şeklinde geçmektedir. Rahmân ismi elli yedi, rahîm ismi -Hz. Peygamber’e nisbet edildiği (et-Tevbe 9/128) bir yer hariç- 114 yerde tekrarlanmıştır. Dört âyette “erhamü’r-râhimîn” (merhamet edenlerin en merhametlisi), iki âyette “hayrü’r-râhimîn” (merhamet edenlerin en hayırlısı) terkipleri geçmektedir. Rahmân ismi altı âyette rahîm ile birlikte, diğer yerlerde tek başına kullanılmıştır. Rahîm ise yine esmâ-i hüsnâdan olan gafûr, azîz, raûf, tevvâb, ber, vedûd isimleri ve bir yerde rab ismiyle birlikte, üç âyette de müminlerle ilişkili olarak zikredilmiştir (M. F. Abdülbâkī, el-MuǾcem, “rĥm” md.). Bu iki ismin Kur’an’daki kullanılışlarından hareketle rahmânın Allah lafzı gibi zâtî isim yerinde, rahîmin ise sıfat konumunda olduğunu söylemek mümkündür. Rahîmin birlikte geçtiği diğer ilâhî isimler daha çok onun muhtevasını pekiştirmektedir. Ebü’l-Ferec İbnü’l-Cevzî, Kur’an’da Allah’a nisbet edilen rahmet kavramının, yer aldığı metin bağlamında iman, İslâm, nübüvvet, Kur’an, mağfiret, cennet gibi mânevî; yağmur, rızık, çeşitli nimetler gibi maddî lutuf ve ihsan karşılığında kullanıldığını belirtir (Nüzhetü’l-aǾyün, s. 331-334).

Rahmân ve rahîm isimleri İbn Mâce ile Tirmizî’nin rivayet ettikleri esmâ-i hüsnâ listelerinde yer almış (“DuǾâǿ”, 10; “DaǾavât”, 82), ayrıca muhtelif hadislerde Allah’a nisbet edilmiştir (Wensinck, el-MuǾcem, “rĥm” md.). Bir kutsî hadiste Cenâb-ı Hakk’ın, “Ben rahmânım, hısım ve akrabalık da adımdan ayırdığım rahîm kelimesiyle anılmıştır. Akrabalık ilgisini sürdürenle ben de ilgimi devam ettiririm, bu ilgiyi kesenlerden ben de ilgimi keserim” buyurduğu rivayet edilmiştir (Müsned, I, 191, 194; Ebû Dâvûd, “Zekât”, 45; Tirmizî, “Birr”, 9). Abdullah b. Ömer’den nakledildiğine göre Hz. Peygamber’in sohbet meclislerinden kalktığı sırada ashabı için yaptığı duanın son kısmı şöyledir: “Allahım! Dünya hayatını varlık amacımızın ve ilmî gücümüzün 


nihaî hedefi kılma, bize merhamet etmeyeni başımıza musallat etme!” (Tirmizî, “DaǾavât”, 79).

Müslümanların çokça tekrar ettiği besmele üç isim içermektedir: Allah, rahmân, rahîm. Burada rahmân ve rahîm kelimeleri Allah isminin sıfatı olup besmele ile Fâtiha sûresi hariç Kur’an’da ve hadislerde rahmân kelimesi başka bir isme sıfat olarak kullanılmamıştır (el-Bakara 2/163 âyeti için bk. Beyzâvî, I, 157). Bir âyette dua ve ibadetlerin Allah adına olabileceği gibi rahmân adına da yapılabileceği, zira Allah’ın, zâtına delâlet eden isimlerinin bulunduğu ifade edilmiştir (el-İsrâ 17/110). Ayrıca naslarda rahmânın izâfet veya cer harfleri aracılığıyla başka kelimelerle ilişkili olmaması, dolayısıyla değişiklik kabul eden fiil özelliği taşımaması kendisine ilâhî isimle sıfat arasında bir konum sağlamıştır. Kur’an’da Zekeriyyâ, Yahyâ, Meryem, Îsâ, İbrâhim ve Mûsâ’dan, son âyetlerinde de Hz. Peygamber’den bahseden Meryem sûresinde Allah lafzının sadece iki yerde geçmesine karşılık rahmânın on altı yerde geçmesi dikkat çekicidir. Bunun sebebi, muhtemelen kelimenin ortak bir kavram konumunda bulunması ve insan gönlünü Allah’a yaklaştıran bir içeriğe sahip olmasıdır. İbn Cerîr et-Taberî, rahmân kelimesinin yaratıcıya ait bir isim olarak Câhiliye devrinde kullanılmadığını söyleyenlerin yanıldığını belirtmiş ve bu kelimenin yer aldığı bazı şiir örnekleri zikretmiştir (CâmiǾu’l-beyân, I, 87-88). Yine Taberî, rahmân kelimesinin mahlûka nisbet edilemeyeceği noktasında âlimler arasında ittifak bulunduğunu kaydetmiştir (a.g.e., I, 89). İstisnaî kullanımlar ya yersiz veya mecazi sayılmıştır (Kādî Abdülcebbâr, XX/ 2, s. 206). Rahmân ve rahîm isimlerinin ikisinin birden Allah’tan başkasına nisbet edilmesi mümkün değildir; çünkü bunlar, Kur’an’da 114 defa tekrarlanan besmelede Allah lafzı ile beraber O’nun zâtına izâfe edilmiştir. Ayrıca, “İlâhınız tek bir ilâhtır, O’ndan başka tanrı yoktur. O rahmân ve rahîmdir” meâlindeki âyetle (el-Bakara 2/163) benzeri diğer âyetler bu iki ismi zât-ı ilâhiyyeye has kılmaktadır (el-Fâtiha 1/2-3; en-Neml 27/30; Fussılet 41/2; el-Haşr 59/22).

Rahmân ve rahîmin ilâhî isimler olarak anlam farkları üzerinde durulmuştur. Yaygın kanaate göre rahmân dünya hayatında herkesi, rahîm ise âhirette sadece müminleri kapsayan ilâhî rahmeti ifade eder. Nitekim Kur’an’da Allah, rahmetinin her şeyi kuşattığını beyan ettikten sonra onu son peygambere iman edip belli niteliklere sahip olan kimselere ileride ayrıca lutfedeceğini belirtmiştir (el-A‘râf 7/156-157; Râgıb el-İsfahânî, el-Müfredât, “rĥm” md.). Hattâbî iki isim arasındaki farkı, “Rahmân mevsufuna nisbet edilişinde hususilik, mânasında umumilik ifade ederken rahîm nisbetinde umumilik, mânasında hususilik taşır” cümlesiyle dile getirmiştir (Şeǿnü’d-duǾâǿ, s. 39). Aslında her iki ismin tecellileri hem dünya hem âhiret hayatı için geçerli olup belirgin etkileri açısından bir hususiliğin atfedilebileceği söylenebilir. Çünkü Allah’ın isim ve sıfatlarını zamanın öncesi ve sonrası açısından sınırlandırmak mümkün değildir. Bu anlayış, birçok âlim tarafından benimsenen rahmân ile rahîm arasında mâna farkının bulunmadığı görüşüne de uyar. Esmâ-i hüsnâ eserlerinin hemen hepsinde Abdullah b. Abbas’a nisbet edilen, “Rahmân ve rahîm şefkat ve merhamet (rikkat) ifade eden Allah’ın iki ismi olup her biri ötekinden daha rakiktir” sözü de bunu anlatır.

İnsana nisbet edildiğinde rahmet veya merhamet kavramına verilen “birinin üzüntüsüne ortak olmak, ona acıyarak yardım etmek” şeklindeki duygusal mânanın Allah’a izâfe edilmesi câiz değildir. Bununla birlikte O’nun merhameti diğer bütün varlıkların merhametiyle kıyaslanamayacak derecede çoktur; zira nicelik açısından sonsuz, nitelik açısından beklenenden üstündür. İnsanların merhametleri duygusal bir içerik taşıdığından bunun gereğini yerine getirmek onlar için psikolojik bir ihtiyaçtır. Halbuki Allah için böyle bir şey söz konusu değildir. Allah, dünya hayatında dostlarının yanı sıra düşmanlarını da lutuf ve nimetlerine mazhar kılmaktadır. Bazıları, âhirette kâfirler hakkında adaletle hükmedilmesinin bir rahmet vesilesi olacağını söylemişse de rahmet adaletin de ötesinde bir muhteva taşıdığından başkalarına zulmetmeyen kâfirlerin Allah’ın rahmetiyle bir gün cehennem azabından kurtulmasının mümkün olduğunu ileri sürmek mümkündür (bk. AZAP; CEHENNEM).

Rahmân, rahîm, raûf, vedûd, velî gibi kavramlar vasıtasıyla Allah’a nisbet edilen nihayetsiz merhamet sıfatı ile tabiatta görülen zararlı nesne ve olayların, hastalık, zulüm ve fakirlik gibi sıkıntıların nasıl bağdaştırılacağı hususu üzerinde durulmuştur. Gazzâlî bu hususta Mâtürîdî’nin şer problemine bakışına (Kitâbü’t-Tevĥîd, s. 141, 169-170) paralel bir yöntem benimseyerek insan açısından şer diye nitelendirilen her şeyin içinde bir hayrın bulunduğunu, sözü edilen nesne veya olaydan şerrin yok edilmesi halinde hayrının da ortadan kalkacağını belirtir ve bunun için kangren olan bir organın kesilmesiyle bedenin ölümden kurtulmasını örnek verir. Gazzâlî hayrın (bedenin selâmeti) doğrudan, şerrin ise (organın kesilmesi) dolaylı biçimde ilâhî iradeye dahil olduğunu söyler. Allah’ın erhamü’r-râhimîn olduğundan şüphe edilmemesi gerektiğini, fakat ilâhî tasarrufun bütün sırlarına vâkıf olmanın da mümkün olmadığını vurgular (el-Maķśadü’l-esnâ, s. 67-70; bk. ŞER).

Rahmân ve rahîm isimlerinden kulun alabileceği nasip konusunda en güzel yorumu yine Gazzâlî’nin yaptığı söylenebilir. Ona göre rahmân isminden elde edilecek feyiz kalp gözü perdeli olan kulları şefkat ve nezaketle uyarmak, günahkârlara hakaret nazarıyla değil merhamet nazarıyla bakmak, dünyada işlenen her günahı bir musibet kabul edip onu ortadan kaldırmaya çalışmaktır. Çünkü her mâsiyet onu işleyeni Allah’tan uzaklaştırır, böylesi en çok acınmaya lâyık olan kimsedir. Rahîm isminden alınabilecek nasip ise fakirlerin ihtiyacını gidermeye gayret etmektir. Serveti ve nüfuzuyla bunu gerçekleştiremeyen kimse sıkıntıya düşenlere dua etmeli ve üzüntülerine ortak olmalıdır (a.g.e., s. 67). Bazı âlimler rahmân ve rahîm isimlerini “lutuf ve ikram” mânasına alarak fiilî sıfatlar içinde mütalaa etmişse de çoğunluk bu isimleri irade sıfatına bağlamak suretiyle zâtî isim ve sıfat grubuna dahil etmiştir. Rahmân ve rahîm latîf, raûf, vedûd, velî isimleriyle anlam yakınlığı içinde bulunur.

BİBLİYOGRAFYA:

Ma‘mer b. Müsennâ, Mecâzü’l-Ķurǿân (nşr. Fuat Sezgin), Kahire 1374/1954, I, 21-22; Taberî, CâmiǾu’l-beyân (nşr. Sıdkī Cemîl el-Attâr), Beyrut 1415/1995, I, 84-89; Zeccâc, Tefsîru esmâǿillâhi’l-ĥüsnâ (nşr. Ahmed Yûsuf ed-Dekkāk), Beyrut 1395/1975, s. 28-29; Mâtürîdî, Âyât ve süver min Teǿvîlâti’l-Ķurǿân (nşr. Ahmet Vanlıoğlu - Bekir Topaloğlu), İstanbul 2003, s. 15-17; a.mlf., Kitâbü’t-Tevĥîd (nşr. Bekir Topaloğlu - Muhammed Aruçi), Ankara 1423/2003, s. 141, 169-170; Ebü’l-Kāsım ez-Zeccâcî, İştiķāķu esmâǿillâh (nşr. Abdülhüseyin el-Mübârek), Beyrut 1406/1986, s. 38-43; Hattâbî, Şeǿnü’d-duǾâǿ (nşr. Ahmed Yûsuf ed-Dekkāk), Dımaşk 1404/1984, s. 35-39; Ebû Abdullah el-Halîmî, el-Minhâc fî şuǾabi’l-îmân (nşr. Hilmî M. Fûde), Beyrut 1399/1979, I, 200; İbn Fûrek, Mücerredü’l-Maķālât, s. 47; Kādî Abdülcebbâr, el-Muġnî, XX/2, s. 206-207; Abdülkāhir el-Bağdâdî, el-Esmâǿ ve’ś-śıfât, Kayseri Râşid Efendi Ktp., nr. 497, vr. 117a-118b; Gazzâlî, el-Maķśadü’l-esnâ (Fazluh), s. 65-70, 170; Ebû Bekir İbnü’l-Arabî, el-Emedü’l-aķśâ, Hacı Selim Ağa Ktp., nr. 499, vr. 74b-78b; İbnü’l-Cevzî, Nüzhetü’l-aǾyün, s. 331-334; Fahreddin er-Râzî, LevâmiǾu’l-beyyinât (nşr. Tâhâ Abdürraûf Sa‘d), Beyrut 1404/ 1984, s. 164-182; Beyzâvî, Envârü’t-tenzîl, Beyrut 1410/1990, I, 157; Elmalılı, Hak Dini, I, 31-33


Bekir Topaloğlu

................................................................................................................................................

Rahmeti Paylaşıp Paylaşmama Serbestliği.


SÂD-39


Yaşar Nuri Öztürk : Bu, bizim lütfumuzdur; ister ver, ister elinde tut. Hesap yok... 

 


Rehin

Bakara Suresi

Yaşar Nuri ÖZTÜRK

283. Eger yolculuk halinde olur da yazacak birini bulamazsaniz, o takdirde, alinan rehinler yeter. Birbirinize güvenmisseniz, kendisine güvenilen kisi, emaneti ödesin; Rabbi olan Allah'tan korksun. Tanikligi gizlemeyin. Onu gizleyen, kalbi günaha batmis/kendi kalbine kötülük etmis biridir. Allah, yapmakta olduklarinizi çok iyi bilmektedir.



 

REENKARNASYON

Müminun Suresi

99. Sonunda onlardan birine ölüm geldiğinde şöyle der: "Rabbim, beni geri döndürün;

100. Döndürün ki, o arkada bıraktığım yerde iyi bir iş yapayım." Hayır, bir kelime ki bu, o söyler onu. Ötelerinde, dirilecekleri güne kadar bir berzah vardır.

105. "Ayetlerim size okunmadı mı?" Ve siz onları yalanlamıyor muydunuz?"

106. Derler ki: "Rabbimiz, bahtsızlığımız bize baskın çıktı. Sapıp gitmiş bir topluluk olduk biz."

107. "Rabbimiz, çıkar bizi oradan. Eğer bir daha aynısını yaparsak, gerçekten zalimler olacağız."

108. Buyurur: "Yıkılıp gidin oraya, konuşmayın benimle!"

     

       R E E N K A R N A S Y O N

Sibak u siyak; sözün öncesini ve sonrasını dikkate alarak,

Anlama, değerlendirme.

Bir ayette ne demek istemiş Hak.

Yapabilmek için doğru değerlendirme.

Ayetin öncesine ve sonrasına bak.

 

Zamanımızda üst üste sınıfta kalana,

Verilirdi tasdikname.

Okul hayatı ererdi sona,

Ererdi hitame.

 

Müminun Suresi ayet 62 den başlayarak,

İnkârcılardan bahseder Hak.

Bir kısım insan tekrar tekrar dünyaya gelip,

Ümit vadeder, tamlık yolunda ilerler.

Kimisine de denir ki,

Sende ümit yok artık dünyaya gelme yeter.

 

 

 

Müminun 99-100 de sözü edilen onlar.

Olabilir, kendisinden ümit kesilen insanlar.1

 

Reenkarnasyon, yeniden doğuş.

Yüzyıl sonra kıyamet kopacak olsa.

Var mı ki insanın 100 kere,

Dünyaya gelmesine engel bir yasa?

 

Sonsuza kadar değil,

Kıyamete kadar,

İnsan tekrar dünyaya gelemez diye,

Bir yasa mı var?

 

Yaşayan bir insan bedeninde değil de,

Can buluyorsa tekrar ruh anne rahminde.

Yaşayan kişi mi, yoksa onun bedenine giren ruh mu,

Sorumlu olacak?

İddiası da çürümüş olacak.

 

Nasıl olsa dünyaya yine gelecekmişiz deyip,

Yan gelip yatarsak, Hint fakirleri gibi,

Bizden de ümiti keser Hak,

Yollar berzaha, boylarız dibi.

 

 

 

 

 

Berzah, ölüm ahiret arası alem.

Tasdikname alanlar,

Orda kıyamette, haşrolmayı beklerler.

Almayanlar da belki de kıyamete kadar,

Dünyaya gelip gelip giderler.

 

Esas olan bedeni doğuş değil,

Manevi doğuştur.

Allah’ım tamlığa erdirip,

Beni sana kavuştur.

                                Saygılar ve sevgiler                                     

                                      23.12.2010

                                Fatih Lütfü AYDIN

 

1 S- 99-100 ve 105-108. Ayetlerde reenkarnasyonun mümkün olamıyacağına ilişkin deliller mi vardır?

C- Bu ayetlerde dünyaya tekrar geri dönmek isteyenlere ret cevabı verildiği söyleniyor. Ancak bu, reenkarnasyonun  hiç olmadığına değil, sürekli dünyaya geri gidip açığını kapatmak isteyenlerin bu isteklerinin reddedildiğine delildir. Elbetteki dünyaya tekrar dönmemesine karar verilenlerin bu yoldaki istekleri reddedilecektir. Ama bu onların daha önce reenkarne olmadıklarını veya başkalarının dünyaya tekrar gönderilmediğini ifade etmez; geri gelmenin herkes için kural olmadığını belgeler.

 

         Reenkarnasyona delil veren ayetlerden Nahl 70, Hac 5, Mümin 11. ayetler, ait oldukları yerde değerlendirilmiştir.Burada üzerinde duracağımız ayet Bakara  suresi 28. ayettir. Şöyle deniyor: ”Allah’a nasıl nankörlük ediyorsunuz? Siz ölülerdiniz o sizi diriltti.Sonra sizi öldürüyor. Sonra yine diriltiyor. Sonra ona döndürülüyorsunuz.” Görüldüğü gibi burada birbiri ardınca iki ölüm, iki dirilmeden ve nihayet Allah’ a döndürülmekten bahsediliyor.İşin esasını Allah bilir;2 müteşâbihatta  hüküm O’nundur.

( Kur’an’daki İslam – Prof. Dr. Yaşar Nuri ÖZTÜRK sh. 312-313 )  

 

2Taha Suresi

51. Dedi: "Peki, ilk nesillerin hali ne olacak?"

52. "Onlara ilişkin bilgi, Rabbim katında bir Kitap'tadır. Rabbim ne şaşırır ne de unutur."

R  U  H  S  A  T

ÂLİ İMRÂN-178

Yaşar Nuri Öztürk : Küfre sapanlar, onlara süre tanımamızın kendileri için hayırlı olduğunu asla düşünmesinler. Onlara, biraz daha günah işlesinler diye süre veriyoruz. Yere geçirecek bir azap var onlar için.

 

YÛNUS-99

Yaşar Nuri Öztürk : Eğer Rabbin dileseydi, yeryüzündeki insanların hepsi toptan iman ederdi. Hal böyle iken, mümin olmaları için insanları sen mi zorlayacaksın!

 

Allah’ ın sabrı. ( Allah’ ın baş karekteri, boyası )

NAHL-61

Eğer Allah, insanları zulümlerine karşı cezalandırsaydı, yeryüzünde debelenen bir şey bırakmazdı. Ama öyle yapmıyor, onları belirli bir süreye kadar erteliyor. Süreleri geldiğinde ise ne bir saat geri kalırlar ne de öne geçebilirler.

 

 


 

 

 RASLANTI

Tevafuk : uygun gelme.
http://fatihltfaydin.tr.gg/-----osmanli-.-~-.-turkcesi...


TDK'dan,
tevafuk 
isim (teva:fuk) eskimiş Arapça tev¥fu®
isim Birbirine uyma, uygun gelme

http://tr.wikipedia.org/wiki/Tevafuk

MULK-3

Yaşar Nuri Öztürk : Birbiriyle uyum ve ahenk içinde yedi gökleri yaratan da O'dur. O Rahman'ın yaratışında/yarattıklarında herhangi bir uyuşmazlık, aykırılık, çelişme göremezsin. Bir kez daha bak! Bir çatlaklık, bir uyuşmazlık görüyor musun?

Not: Bu ayet evrende rastlantının olmadığını, her şeyde bir uyum, uygunluk olduğunu anlatıyor. Rastlantı olsaydı, bir karışıklık, uygunsuzluk, uyuşmama olurdu.

 Madem ki, tevafuk ( her şeyin birbirine uygun olması ) diye bir şey var. O zaman diyalektik ( zıtlıkların çatışması kuramı )' da tevafuk ( uyumluluk )' a uygundur. Yani iyi varsa kötü de olacak, güzel varsa çirkin de olacak, güzel insan varsa zalim de olacaktır.

 

İnsana düşen bu gerçeği bilip kendi olumsuzluğundan geçmek için uğraş verirken, olumsuzluklarla haksızlık etmeden çarpışmaktır. F.LA.


Sayfa Başına Dönün 

Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol