Sayac


Fatih Lütfü AYDIN
Hoş Geldiniz

KUR'AN FiHRiSTi A

Alak Suresi


http://fatihltfaydin.tr.gg/Oku-Prof-.-Dr-.-Suleyman-Ates.htm


ALLAH’a İFTİRA

Hud, 18,

Yaşar Nuri Öztürk: Yalan düzerek Allah'a iftira edenden daha zalim kim var? Onlar Rablerine arz edilecekler. Tanıklar diyecekler ki: "İşte bunlardır Rableri hakkında yalan uyduranlar." Herkes duysun ki, Allah'ın laneti zalimler üstünedir.

Yunus, 17,

Yaşar Nuri Öztürk: Yalan düzerek Allah'a iftira eden yahut onun ayetlerini yalanlayan kişiden daha zalim kim var? Şu bir gerçek ki, suçlular iflah etmezler. 



AHİRET TİCARETİ
 Ayrıca Antoloji.com Ahiret Ticaret.

 

Hidayeti bırakıp, delaleti satın alanlar.

 

Bakara, 16. ve 175. ayetde anılırlar.

 


 

BAKARA

 

16. Yaşar Nuri Öztürk: İşte bunlar, doğruluk ve aydınlığı verip karanlık ve sapıklığı satın 

 

 

 

aldılar da ticaretleri hiç bir kazanç sağlamadı. Bir yol yordama girebilmiş de değillerdir.

 

 

175. Yaşar Nuri Öztürk: İşte bunlar hidayeti satıp şaşkınlığı, affedilmeyi satıp azabı 

 

 

almışlardır. Ne kadar da dayanıklıdırlar ateşe!...

 


 

DALÂLET

 

Gizlemek, kaybolmak, sapmak, unutmak ve doğru yolu bulamamak gibi anlamlara gelir. Dînî 

literatürde ise hidâyet kavramının zıddı olup, bilerek veya bilmeyerek doğru yoldan sapmak 


demektir. Kur'ân'da dalâlet kavramı türevleriyle birlikte yüz doksan bir yerde geçmektedir. 

 

 

"İşte onlar hidâyete karşılık dalâlet satın alanlardır...." (Bakara, 2/16); "Bize doğru 

 

 

yolu göster, kendilerine lütuf ve ikramda bulunduğun kimselerin yoluna; gazaba uğramışların 

 

 

ve sapmışların yoluna değil." (Fâtiha, 1/6-7). Dalâlet kavramının içeriğinde biri sapma 

 

 

diğeri saptırma olmak üzere iki anlam bulunmaktadır. Kur'ân'da, Allah'a, meleklere, 

 

 

kitaplara, peygamberlere ve ahiret gününe inanmamak (Nisâ, 4/136), Allah'a şirk koşmak 

 

 

 

(Nisâ, 4/116), zulüm yapmak (Lokmân, 31/11) gibi davranışlar sapma olarak ifâde edilmiştir. 

 

 

 

Saptırma terimine gelince, Kur'ân bunu da kişinin kendi kendisini saptırması (Bakara, 

 

 

 

2/108) ve Allah'ın kullarını saptırması olmak üzere iki şekilde vasıflandırmıştır. 

 

 

 

"...Verdiği misallerle Allah ancak fasıkları saptırır..." (Bakara, 2/26); "Allah kimi 

 

 

 

hidâyete erdirmek isterse onun göğsünü İslâm'a açar ve her kimi de saptırmayı dilerse onun 

 

 

 

göğsünü daraltır." (En'âm, 6/125). Allâh'ın insanları saptırması, insanların fiillerini 

 

 

 

onları iradeleri doğrultusunda yaratması olarak anlaşılmalıdır. Dolayısıyla insanların 

 

 

 

dalâletinde Allah'ın herhangi bir zorlama ve baskısı yoktur. Çünkü Allâh, olmuş ve olacak 

 

 

 

her şeyi bilir. Hidâyet ve dalâletten her biri kulların seçimiyle takdir edilip kazanılmış, 

 

 

 

ilâhî kazâ ve kaderle de yaratılmıştır. (F.K.)

 


ALLAH'ın KORUMASI

KİM GALİP ÇIKTI ! ( İHLAS )

Odunculukla hayatını kazanan bir zat vardı. Allah'a karşı kulluk vazifesini yapar, kimsenin ekşisine tatlısına karışmazdı. Bu kişinin bulunduğu köyün yakınında bir köy daha vardı. Onlar da dağda kutsal diye kabul ettikleri bir ağaca taparlar, ondan medet beklerlerdi. Oduncu birgün "Şunların Allah diye taptıkları ağacı kesip odun edeyim. Hem pazarda satarak ekmek parası kazanırım hem de bir kavmi Allah'a isyandan kurtarmış olurum." diye düşünerek Allah Rızası için ağacı kesmeye karar verdi.

Dağa doğru giderken karşısına acayip suratlı pis bir adam çıkarak nereye gittiğini sordu. Oduncu:
- Halkın Allah diye taparak Allah'a isyan ettikleri ağacı kesmeye gidiyorum, dedi.
Adam oduncuya:
- Ben şeytanım. O ağacı kesmene müsade etmiyorum, deyince zahit oduncu, şeytana çok kızdı. Öldürmek için hücum ederek yere yatırdı ve üzerine oturup hançerini boğazına dayadı. Şeytan zahid'e: 
- Ey zahit, sen beni öldüremezsin. Allah bana kıyamete kadar müsaade etmiştir. Fakat gel o ağacı kesme, seninle anlaşalım. Ben sana hergün 1 Altın vereyim, sen de ağacı kesmekten vazgeç. Hem el ağaca tapıyormuş, günah işliyormuş senin neyine gerek, altınını al işine bak, dedi.

- Adam şeytanı bırakmıştı. Şeytan adama, akşam yatıp sabahleyin yastığının altına bakmasını söyledi ve anlaşarak ayrıldılar. Adam ağacı kesmekten vazgeçip evine dönmüştü. Akşam yatıp sabahleyin yastığının altına baktığında altın gördü. Memnun olmuştu. İkinci gün oldu. Fakat bu sefer şeytan altını koymamıştı. Adam kızıp baltasını aldığı gibi dağa ağacı kesmeye gitti. Yolda yine şeytanla karşılaştı. Adam şeytana iyice kızmıştı. Görünce:
- Seni sahtekar seni, kandırdın değil mi beni, diyerek üzerine hücum etti. Fakat evvelkinin tam tersine bu sefer şeytan adamı tuttuğu gibi altına aldı. Adam şaşırmıştı. Bu nasıl hâl der gibi şeytanın yüzüne bakıyordu. Şeytan:
- Hayret ettin değil mi? Niçin bana yenildiğinin sebebini söyleyeyim: Dün sen ALLAH RIZASI İÇİN ağacı kesmeye gidiyordun. Seni değil ben, dünyadaki bütün şeytanlar bir araya gelsek yine yenemezdik. Lakin şimdi ALLAH RIZASI İÇİN değil de, SANA ALTIN VERMEDİĞİM İÇİN kızdığından gidiyorsun. İşte o yüzden bana mağlup oldun ve sana ağacı kesmene müsaade etmeyeceğim, dedi.

- Hayırlı Akşamlar.

Demek ki Hakk rızasına aykırı davranınca üzerinde ki koruma rahmeti kalkmış. 
 
RA'D-11 Yaşar Nuri Öztürk:Her biri için onu önünden ve arkasından izleyen gözcüler vardır ki, kendisini Allah'ın emrine bağlı olarak koruyup denetlerler. Gerçek şu ki Allah, bir toplumun mâruz kaldığı şeyleri, onlar, birey olarak içlerindekini/birey olarak kendilerine ilişkin olanı değiştirmedikçe, değiştirmez. Allah bir topluma bir perişanlık dileyince de artık onu geri çevirecek bir güç yoktur. Ve onlar için Allah'ın berisinden koruyucu bir dost da olamaz.


ALLAH'IN AYETLERİYLE DALGA GEÇENLERE KARŞI YAPILACAK ŞEY.

 


 


 

EN'ÂM-68 

 


 

Yaşar Nuri Öztürk: Ayetlerimiz hakkında lakırdıya dalanları gördüğünde, onlar başka bir söze dalıncaya değin onlardan yüz çevir. Eğer şeytan sana unutturursa, hatırladıktan sonra o zalimler topluluğu ile oturma.

 


 HİCR-95 

Yaşar Nuri Öztürk: Alay edip eğlenenlere karşı biz sana yeteriz.

 


AZABIN BİR KISMINI DÜNYADA...




RÛM-41 : Zaharel fesâdu fîl berri vel bahri bimâ kesebet eydin nâsi, li yuzîkahum ba’dallezî amilû leallehum yerciûn(yerciûne).




 


1. zahare : zahir oldu, ortaya çıktı




2. el fesâdu : fesat




3. fî el berri : karada




4. ve el bahri : ve deniz




5. bimâ : şey sebebiyle




6. kesebet : kazandı




7. eydi : eller




8. en nâsi : insanlar




9. li yuzîka-hum : onlara tattırmak için




10. ba'dallezî (ba'de ellezi) : bir kısmı ki o




11. amilû : yaptılar




12. lealle-hum : umulur ki böylece onlar




13. yerciûne : dönerler






Yaşar Nuri Öztürk:İnsanların ellerinin kazanmış oldukları yüzünden denizde ve karada bozgun 


çıktı. Allah onlara, yaptıklarının bir kısmını tattırıyor ki geri dönebilsinler.




Tefhim-ül Kur'an Yorumu.


Rum 41, Bu, yine, bütün Ortadoğu'da konuşulan Bizans ile İran arasındaki savaşa bir kinayedir. "İnsanların elleriyle kazandıkları"; Şirk ve ateizmi kabul etmenin ve ahireti görmezden gelmenin kaçınılmaz sonucu olarak insan davranışlarında ve karakterinde ortaya çıkan baskı, zulüm ve istibdat anlamına gelir. "Belki dönerler" ifadesi, Allah'ın, insanların kötü hareketlerinin sonuçlarının bazılarını ahirette cezalandırmadan önce göstermesi anlamına gelir. Böylece onlar gerçeği anlayıp tahminlerinde ne kadar hatalı olduklarını hissedebilirler ve ilk zamanlardan beri Allah'ın Peygamberlerinin tebliğ ettiği ve insan davranışlarını sağlam temellere oturtabilecek tek yol olan hak dine döndürabilirler. Bu konu Kur'an'da birçok yerde ele alınmıştır. Tevbe: 126, Rad: 231, Secde: 21, Tur: 47.



 

 


96-el-ALAK

Alak, insanın yaratılış safhalarından olan aşılanmış yumurtayı ifade eder. Bu sûreye "İkra' sûresi" de denir. Mekke'de inmiştir; 19 âyettir. İlk 5 âyeti, Kur'an'ın ilk inen âyetleridir. Bu sûrede okumanın, öğrenmenin üstünlüğü, insanın yaratılışı, kalemin özelliği, bunların insana Allah'ın ihsanı olduğu, insanın bunları düşünmesi, Rabbine itaat etmesi gerektiği, aksi halde azaba dûçar olacağı anlatılır.

ELMALILI TEFSİRİ' NDEN ALINMIŞTIR.

TÜM SURE MEAL ( ANLAM ) LERİ PROF.DR.YAŞAR NURİ ÖZTÜRK' E AİTTİR.

96 - ALAK

 

Bismillahirrahmanirrahim 

 

1. Ikre' bismi rabbikelleziy halak     

 2. Halekal'insane min 'alak     

 3. Ikre' ve rabbükel'ekrem     

 4. Elleziy 'alleme bilkalem     

 5. Allemel'insane ma lem ya'lem     

 6. Kella innel'insane leyatğa     

 7. Erra a hustağna    

 8. İnne ila rabbikerrü'     

 9. Eraeytelleziy yenha     

 10. Abden iza salla     

 11. Eraeyte in kane 'alelhüda     

 12. Ev emara bittakva     

 13. Eraeyte in kezzebe ve tevella     

 14. Elem ya'lem biennallahe yera     

 15. Kella lein lem yentehi lenesfe'an binnasıyeh     

 16. Nasıyetin kezibetin hatıeh     

 17. Felyed'u nadiyehu.     

 18. Sened'uzzebaniyete.     

 19. Kella la tütı'hü vescüd vakterib     

 Kuran.gen.tr Bir

İnternet Holding A.Ş.

İştirakidir.

 

 

 

 

 

 

 

 

ALAK SURESİ

 

(1/96. sure)

 

Rahman ve Rahim Allah'ın adıyla...

 

1. Yaratan Rabbinin adıyla oku/çağır!

 

2. İnsanı, embriyodan/ilişip yapışan bir sudan/sevgi ve ilgiden/husûmetten yarattı.

 

3. Oku! Rabbin Ekrem'dir/en büyük cömertliğin sahibidir.

 

4. O'dur kalemle öğreten!

 

5. İnsana bilmediğini öğretti.

 

6. İş, sanıldığı gibi değil! İnsan gerçekten azar:

 

7. Kendisini her türlü ihtiyacın üstünde görmüştür.

 

8. Oysaki, dönüş yalnız Rabbinedir!

 

9. Gördün mü o yasaklayanı,

 

10. Bir kulu namaz kılarken.

 

11. Gördün mü! Ya o iyilik ve doğruluk üzere ise?!

 

12. Ya o, takvayı emrediyorsa!

 

13. Gördün mü! Ya şu yalanlamış, sırt dönmüşse!

 

14. Bilmedi mi ki Allah gerçekten görür!

 

15. İş, sandığı gibi değil! Eğer vazgeçmezse yemin olsun, o alnı mutlaka tutup sürteceğiz!

 

16. O yalancı, o günahkâr alnı.

 

17. Hadi çağırsın derneğini/kurultayını!

 

18. Biz de çağıracağız zebanileri!

 

19. Sakın, sakın! Ona boyun eğme; secde et ve yaklaş!


ADEM HAVVA KISSASI

7/A'RÂF-19 

 

Ve yâ âdemuskun ente ve zevcukel cennete fe kulâ min haysu şi'tumâ ve lâ takrebâ hâzihiş şecerete fe tekûnâ minez zâlimîn(zâlimîne).

1.

yâ âdemu

: ey Âdem

2.

uskun

: yerleşin, ikamet edin

3.

ente

: sen

4.

zevcu-ke

: senin zevcen

5.

el cennete

: cennet

6.

fe

: böylece, o zaman

7.

kulâ

: yeyin (ikiniz)

8.

min haysu

: yerden, yerde, nereden

9.

şi'tumâ

: dilediğiniz (siz ikiniz)

10.

lâ takrebâ

: yaklaşmayın (ikiniz)

11.

hâzihi

: bu

12.

eş şecerete

: ağaç

13.

fe tekûnâ

: o zaman olursunuz (siz ikiniz)

14.

min ez zâlimîne

: zalimlerden

AÇIKLAMA

Bismillâhirrahmânirrahîm

Allahû Tealâ, Âdem Aleyhisselâm'la eşi Havva Anamız'ı, Kendi katında (İndi İlâhi) vücuda getirmiştir. Onların cennette yerleşmelerini istemektedir.

"Ey Adem! Sen ve eşin cennette oturun, dilediğiniz yerden yiyin ama şu ağaca yaklaşmayın. Yoksa ikiniz de zalimlerden olursunuz."

7/A'RÂF-22

Fedellâhumâ bi gurûr(gurûrin), fe lemmâ zâkâş şecerete bedet lehumâ sev'âtuhumâ ve tafikâ yahsıfâni aleyhimâ min varakıl cenneh(cenneti), ve nâdâhumâ rabbuhumâ e lem enhekumâ an tilkumeş şecereti ve ekul lekumâ inneş şeytâne lekumâ aduvvun mubîn(mubînun).

1.

fe

: böylece

2.

dellâ

: o ikisine delillik (önderlik) yaptı

3.

humâ

: ikisi

4.

bi gurûrin

: aldatarak

5.

fe lemmâ

: öyle olunca

6.

zâkâ

: tattılar (ikisi)

7.

eş şecerete

: ağacı tattıklarında

8.

bedet

: göründü, açığa çıktı

9.

lehumâ

: kendilerine (ikisine)

10.

sev'âtu-humâ

: ayıp yerleri (ikisinin)

11.

ve tafikâ

: ve başladılar (ikisi)

12.

yahsıfâni

: yapıştırıyorlar (ikisi)

13.

aleyhimâ

: üzerlerine (ikisinin)

14.

min

: ...den

15.

varaki

: yaprak

16.

el cenneti

: cennet

17.

ve nâdâ-huma

: ve ikisine seslendi

18.

rabbu-humâ

: ikisinin Rabbi

19.

e lem enhe-kumâ

: ikinize menetmemiş miydim yasaklamamış mıydım

20.

an tilkum eş şecereti

: bu ağaçtan

21.

ve ekul

: ve söyledim

22.

lekumâ

: ikinize

23.

inne eş şeytâne

: muhakkak ki şeytan

24.

aduvvun

: düşmandır

25.

mubînun

: apaçık

AÇIKLAMA

Bismillâhirrahmânirrahîm

Hayatınızın en büyük düşmanı şeytandır. Allah'ın yoluna girdiğiniz zaman, her yaptığınızın; kendi düşündüğünün, yaptırmak istediğinin aksine olduğunu bildiği için sizinle bir saniye bile ayrılmadan beraber olur. Sizin kurtuluşunuz onu büyük üzüntüye sokar. Hepinizden istediği şey:

1- Herkese düşman olmak. 2- Herkesle kavgalı olmak. 3- Kendinizle kavgalı olmaktır.

Böylece hem herkesle, hem de Allah ile olan ilişkilerinizde huzursuz olmanızdır.

İblis, hiçbir zaman sizi boş bırakmaz. Her zaman sizi tuzağa düşürmek için hazırdır. Devamlı sizi o tuzakta tutmak üzere büyük gayretlerin sahibidir. Âdem (A.S)'la Havva Anamız'ın cennetten kovulmalarının; dünya adı verilen bu gezegene gelmelerinin sebebi, Allah'ın emrini açık bir şekilde dinlememeleri ve şeytanın söylediklerine inanmalarıdır.

Nihayet onları kandırarak aşağı çekti. O ikisi ağaçtan tadınca çirkin yerleri kendilerine açıldı. Bahçenin yapraklarından yamalar yapıp üzerlerine örtmeye başladılar. Rableri onlara seslendi: "Ben size bu ağacı yasaklamadım mı? Ben size, şeytan sizin için açık bir düşmandır demedim mi?"

 

7/A'RÂF-23

Bismillâhirrahmânirrahîm

قَالاَ رَبَّنَا ظَلَمْنَا أَنفُسَنَا وَإِن لَّمْ تَغْفِرْ لَنَا وَتَرْحَمْنَا لَنَكُونَنَّ مِنَ الْخَاسِرِينَ

Kâlâ rabbenâ zalemnâ enfusenâ ve in lem tagfirlenâ ve terhamnâ le nekûnenne minel hâsirîn(hâsirîne).

1.

kâlâ

: dediler (o ikisi)

2.

rabbe-nâ

: Rabbimiz

3.

zalem-nâ

: zulmettik

4.

enfuse-nâ

: nefslerimiz

5.

ve in

: ve eğer

6.

lem tagfir-lenâ

: bize mağfiret etmezsin

7.

ve terham-nâ

: ve bize rahmet et

8.

le nekûne enne

: mutlaka biz oluruz

9.

min el hâsirîne

: hüsrana uğrayanlardan

AÇIKLAMA

Bismillâhirrahmânirrahîm

Hz. Âdem ve Havva Anamız, hatalarını idrak etmişlerdir. Bütün insanlık tarihi boyunca önemli olacak olan faktörler, burada Allah'ın rahmet göndermesi ve hüsrana uğramaktır. Allahû Tealâ, Havva Anamız'a ve Âdem (A.S)'a, hayatlarının her saniyesinin filme alındığını, kaybedilen derecelerin, kazanılan derecelerden fazla olduğunda cehenneme gidileceğini, ateşlerde yanmalarının söz konusu olacağını öğretmişti. Ve onlar hüsrana düşmeyi de, Allah'ın rahmet göndermesini de, Allah'ın kendilerine mağfiret etmesinin de anlamını biliyorlardı.

"Ey Rabbimiz, dediler, öz benliklerimize zulmettik. Eğer bizi affetmez, bize acımazsan elbette ki hüsrana uğrayanlardan olacağız."


 
ALLAH'A ULAŞTIRAN YOL
 
FÂTİHA
 
1.Yaşar Nuri Öztürk : Rahman ve Rahîm Allah'ın adıyla... 
2.Yaşar Nuri Öztürk : Hamt, âlemlerin Rabbi Allah'adır. 
3.Yaşar Nuri Öztürk : Rahman'dır, Rahîm'dir O. 
4.Yaşar Nuri Öztürk : Din gününün Mâlik'i, sultanıdır O... 
5.Yaşar Nuri Öztürk : Yalnız sana ibadet ederiz ve yalnız senden yardım dileriz. 
6.Yaşar Nuri Öztürk : Dosdoğru giden yola ilet bizi... 
7.Yaşar Nuri Öztürk : Kendilerine nimet verdiklerinin, üzerlerine gazap dökülmemişlerin,   karanlık ve şaşkınlığa saplanmamışların yoluna... 
 
FÂTİHA 6  İhdinas sırâtel mustakîm(mustakîme). 
 
          1. ihdi-nâ : bizi hidayet et, ulaştır 
          2. es sırâte el mustakîme : Sıratı Mustakîm, Allah'a ulaştıran yol 
 
 
FÂTİHA 6.Yaşar Nuri Öztürk : Dosdoğru giden yola ilet bizi... 
 
 
Hz. Allah Fâtiha Suresi'nde bize İhdinas sırâte el Mustakîme ( doğru yoluna ilet ) dedirttikden sonra, EN'ÂM-151-153 ayetlerinde doğru yolunun ne olduğunu göstermiştir. F.L.A.
 
EN'ÂM
 
151.
 
Yaşar Nuri Öztürk : De ki onlara: "Hadi gelin, Rabbinizin size neleri haram kıldığını yüzünüze karşı okuyayım: Hiçbir şeyi O'na ortak koşmayın. Ana-babaya çok iyi davranın. Yoksulluk endişesiyle çocuklarınızı öldürmeyin; biz sizi de onları da rızıklandırırız. Kötülüklerin görünenine de gizli kalanına da yaklaşmayın. Allah'ın saygın ve aziz kıldığı cana, bir hakkı savunmak dışında kıymayın. Allah size bunları önerdi ki, aklınızı işletebilesiniz." 
 
152.
 
Yaşar Nuri Öztürk : "Yetimin malına yaklaşmayın! Ancak rüştüne erişinceye kadar en güzel yolla ilgilenme hali müstesna. Ölçme ve tartmayı tam bir dürüstlükle yerine getirin. Hiç kimseye yaratılış kapasitesinin üstünde yükümlülük getirmiyoruz. Konuştuğunuz zaman, yakınlarınız/aleyhine de olsa, adaleti gözetin. Ve Allah'a verdiğiniz söze sadık kalın. Düşünüp öğüt alasınız diye O size bunları önerdi. 
 
153.
 
Yaşar Nuri Öztürk : Bu benim dosdoğru yolumdur, onu izleyin, başka yolları izlemeyin! Yoksa bu hal sizi O'nun yolundan uzaklaştırıp parçalara böler. Sakınıp korunasınız diye O bunu önermiştir size. 
 

ALLAH'A HAVALE ETMEK.
 
AHZÂB-3
 
Yaşar Nuri Öztürk : Allah'a dayanıp güven! Vekil olarak Allah yeter. 
 
NİSÂ-81
 
Yaşar Nuri Öztürk : "Baş üstüne" diyorlar ama senin yanından ayrıldıklarında, içlerinden bir grup senin söylediğinin tam tersini planlıyor. Allah, onların sabahlara kadar kurup durduklarını yazıyor. Onlardan yüz çevir, Allah'ı vekil et. Vekil olarak Allah yeter. 
 
 
 
KISAS
 
MÂİDE
 
132. Yaşar Nuri Öztürk : İşte bu yüzden biz, İsrailoğulları üzerine şunu yazdık: Kim bir kişiyi, bir kişiye karşılık yahut yeryüzünde bir fesat sebebiyle olmaksızın öldürürse, insanları toptan öldürmüş gibidir. Ve kim bir kişiye hayat verirse insanlara toptan hayat vermiş gibidir. Andolsun, resullerimiz onlara açık-seçik kanıtlar getirmişlerdir. Ama onlardan birçoğu bunun ardından da yeryüzünde zulüm ve azgınlığa sapmaktadır.
 
145. Yaşar Nuri Öztürk : O Kitap'ta onlar üzerine şöyle yazmıştık: Cana can, göze göz, buruna burun, kulağa kulak, dişe diş... Yaralamalar karşılığında da kısas. Kim kısası bağışlarsa, bu bağışlaması kendisi için günahlara bir perde olur. Allah'ın indirdiğiyle hükmetmeyenler zalimlerin ta kendileridir.
 
ŞÛRÂ-40
 
Yaşar Nuri Öztürk : Bir kötülüğün cezası, tıpkısı bir kötülüktür. Fakat affedip barışmayı esas alanın ücretini bizzat Allah verir. O, zalimleri hiç sevmez.
 
Not: Bir kötülüğün cezası dendiğine göre kısas hakkı yalnızca öldürme ve yaralanmalarda değil uğranılan her türlü haksızlık için kullanılabilir.
 
27.02.2013 Fatih Lütfü AYDIN
 
NAHL-126
 
Yaşar Nuri Öztürk : Eğer ceza ile karşılık verecekseniz, ancak size yapılan kötülüğün türü ve miktarı ile karşılık verin. Eğer sabrederseniz, elbette ki bu, sabredenler için daha hayırlıdır.
 
Not: O zaman kendisine küfür edilen kişi kendisine küfür eden kişiye küfürün türü ve miktarınca küfür etme hakkına sahiptir. 
Yani kaç kere küfür edildiyse o kadar, nasıl küfür edilmişse aynısıyla küfür edilmelidir. Türü ve miktarınca bu anlama gelmektedir.
 
Yalnız mahkeme dinin bu kısas hakkına olumlu bakacak mıdır? Onu bilemem. F.L.A.
 
KISAS
 
Hakkı yenen kula Hakk’ı,
 
Vermiş hak arama hakkı.*1
 
Kimin hakkı yendi ise,
 
Helal edip etmemeyi,
 
Ona bırakmalı karışmamalı kimse.
 
 
 
Helal etsin demek de yanlış,
 
Helal etmesin demek de.
 
Acıyı kimse yaşayan,
 
Seçimi ona bırakmış Rahman.
 
 
 
Hakkı yenen kula saygı duyuyor.
 
Affet ya da affetme demiyor.
 
Emir yok. Önüne seçenek koyuyor.
 
Affedenin ücretini bizzat kendi veriyor.
 
 
 
Adilane olmalı kısas.
 
Kısasda adalet esas.
 
Karşılık verilmeli,
 
Haksızlığın türü ve miktarınca,
 
Türü değişince, miktarı aşınca,
 
Kısas dönüşür zalimane bir hınca.
 
İslâm’ da yanağına vurana,
 
Öbür yanağı uzatmak yoktur.
 
Hakkını helal edip de bağışlayana,
 
Ücretini öder Hz. Allah ona.
 
Borçlandığı için hakkı yenen kuluna.
 
                                  Saygılar  ve Sevgiler
                                   15.04.2012
                                   Fatih Lütfü AYDIN  
 
 
KISÂS 
 
Sözlükte "ödeşme, ikap, ceza" gibi anlamlara gelen kısâs, bir fıkıh terimi olarak, yaralama, sakatlama ve öldürme suçlarında uygulanan ve genellikle misilleme esasına dayanan cezâ manasına gelmektedir. Kur'an-ı Kerim'de "Ey inananlar! Öldürülenler hakkında size kısas farz kılındı: Hür ile hür, köle ile köle, kadın ile kadın. (...) Ey akıl sahipleri! Kısasta sizin için hayat vardır. Artık Allah'a karşı gelmekten sakınırsınız." (Bakara, 2/178-179); "Tevrat'ta onlara, cana can, göze göz, buruna burun, kulağa kulak, dişe diş ve yaralara karşılık kısas yazdık. Kim bunu (kısası) bağışlarsa, bu onun günahlarına keffâret olur." (Mâide, 5/45) buyurulmaktadır. Kısâsta kul hakkının hakim olması sebebiyle, mağdur veya yakınlarının affetmesiyle ceza düşer veya mahiyeti değişir. Kur'ân-ı Kerim'de, "Öldüren, ölenin kardeşi tarafından bağışlanmışsa, artık kendisine örfe uymak ve bağışlayana güzellikle diyeti ödemek gerekir." denilmektedir (Bakara, 2/178). (bk. Diyet) (İ.P.)
 
KISAS ADLI YUKARIDA Kİ YAZI DİYANET İŞLERİ BAŞKANLIĞI SİTESİ’NİN KAVRAMLAR SÖZLÜĞÜNDEN ALINMIŞTIR.
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
*1,2ŞÛRÂ-40
 
Yaşar Nuri Öztürk : Bir kötülüğün cezası, tıpkısı bir kötülüktür. Fakat affedip barışmayı esas alanın ücretini bizzat Allah verir. O, zalimleri hiç sevmez.
 
Not: Bir kötülüğün cezası dendiğine göre kısas hakkı yalnızca öldürme ve yaralanmalarda değil uğranılan her türlü haksızlık için kullanılabilir.
 
                                                                              27.02.2013 Fatih Lütfü AYDIN
 
 
 
*1,2NAHL-126
 
Yaşar Nuri Öztürk : Eğer ceza ile karşılık verecekseniz, ancak size yapılan kötülüğün türü ve miktarı ile karşılık verin. Eğer sabrederseniz, elbette ki bu, sabredenler için daha hayırlıdır.
 
 
 
MÂİDE
 
*132. Yaşar Nuri Öztürk : İşte bu yüzden biz, İsrailoğulları üzerine şunu yazdık: Kim bir kişiyi, bir kişiye karşılık yahut yeryüzünde bir fesat sebebiyle olmaksızın öldürürse, insanları toptan öldürmüş gibidir. Ve kim bir kişiye hayat verirse insanlara toptan hayat vermiş gibidir. Andolsun, resullerimiz onlara açık-seçik kanıtlar getirmişlerdir. Ama onlardan birçoğu bunun ardından da yeryüzünde zulüm ve azgınlığa sapmaktadır.
 
 
 
*145. Yaşar Nuri Öztürk : O Kitap'ta onlar üzerine şöyle yazmıştık: Cana can, göze göz, buruna burun, kulağa kulak, dişe diş... Yaralamalar karşılığında da kısas. Kim kısası bağışlarsa, bu bağışlaması kendisi için günahlara bir perde olur. Allah'ın indirdiğiyle hükmetmeyenler zalimlerin ta kendileridir.
 
 
 
*4HADÎD-11
 
Yaşar Nuri Öztürk : Allah'a kim güzel bir borç verecek ki, O onun verdiğini kat kat artırsın. Böyle birisi için onur verici bir ödül de vardır.
 
 
 
*4BAKARA-245
 
Yaşar Nuri Öztürk : Kim var Allah'a güzel bir şekilde borç verecek? Ve Allah böyle birinin verdiğini birçok kez katlayarak artıracaktır. Allah, kabz haliyle kısar, bast haliyle açıp genişletir. Ve yalnız O'na döndürülürsünüz.
 
 
 
DİĞER BAZI KISAS VE AFFETME AYETLERİ
 
İSRÂ-33
 
Yaşar Nuri Öztürk : Allah'ın saygıya layık kıldığı cana haklı bir sebep yokken kıymayın. Kim haksızlıkla öldürülürse, onun velisine yetki/söz hakkı vermişizdir. Ama o da öldürmede sınır tanımazlık etmesin. Çünkü kendisine yardım edilmiştir.
 
 
 
NİSÂ-91 ( nefs-i müdafaa ayeti )
 
Yaşar Nuri Öztürk : Diğer bazılarını da bulacaksınız ki, hem sizden emin olmak hem de kendi toplumlarından emin olmak isterler. Ama fitneyle yüz yüze getirildiklerinde başaşağı içine dalarlar. Bunlar sizden uzak durmazlar, sizinle barışa gitmezler ve ellerini sizden çekmezlerse onları yakalayın, tuttuğunuz yerde öldürün. İşte böylelerinin üstüne gitmeniz için size açık bir izin ve kuvvet verilmiştir.
 
Not: Maide 32’ ye göre haksız yere adam öldürmek günah ama “Bunlar sizden uzak durmazlar, sizinle barışa gitmezler ve ellerini sizden çekmezlerse onları yakalayın, tuttuğunuz yerde öldürün. İşte böylelerinin üstüne gitmeniz için size açık bir izin ve kuvvet verilmiştir.” Cümlesine göre karşı taraf sizi yok etmekten vazgeçmez ise öldürme hakkınız doğuyor çükü siz onları öldürmezseniz onlar sizi öldürecek. 27.02.2013 Fatih Lütfü AYDIN
 
 
 
 
 
 
 
 
 
BAKARA
 
178. Yaşar Nuri Öztürk : Ey iman edenler! Öldürülenler hakkında üzerinize kısas yazılmıştır. Hür kişiye karşılık hür, köleye karşılık köle, dişiye karşılık dişi... Kim kardeşi tarafından herhangi bir şekilde affa uğrarsa, bu durumda örfü izlemek ve affedene en güzel biçimde bir ödeme yapmak gerekir. İşte bu, Rabb'inizden size bir hafifletme ve bir rahmettir. Kim bundan sonra azgınlık ve düşmanlık ederse onun için korkunç bir azap vardır.
 
 
 
179. Yaşar Nuri Öztürk : Ey aklı ve gönlü işleyenler, kısasta sizin için hayat vardır. Bu sayede korunmanız umulmaktadır.
 
 
 
193. Yaşar Nuri Öztürk : Fitne kalmayıncaya ve din yalnız Allah'ın oluncaya kadar onlarla çarpışın. Eğer çarpışmaktan vazgeçerlerse artık zulme sapanlardan başkasına düşmanlık edilmez.
 
 
 
194. Yaşar Nuri Öztürk : Haram ay, haram aya karşılıktır. Hürmetler ve yasaklar karşılıklıdır. O halde, azgınlık edip size saldırana, size saldırdığı şekilde ve ölçüde saldırın. Allah'tan korkun ve bilin ki Allah, kendisinden korkup sakınanlarla beraberdir.
 
 
 
NÛR-22
 
Yaşar Nuri Öztürk : Sizin lütuf ve imkân sahibi olanlarınız; akrabaya, çaresizlere, Allah yolunda hicret edenlere birşey vermemeye yemin etmesinler, affetsinler, hoş görsünler. Allah'ın sizi affetmesini istemez misiniz? Allah Gafûr'dur, Rahîm'dir.
 
 
 
 
 
ÂLİ İMRÂN-134
 
Yaşar Nuri Öztürk : Onlar bollukta ve darlıkta infak ederler. Öfkelerini yutanlardır onlar, insanları affedenlerdir. Allah, güzel düşünüp güzel davrananları sever.
 
 
 
A'RÂF-199
 
Yaşar Nuri Öztürk : Affetmeyi esas al. İyiyi ve güzeli emret, cahillerden yüz çevir.

ALLAH'IN SABRI ( Allah’ ın baş Sıbgatullahı, karekteri, boyası ).

İBRÂHÎM-42

Yaşar Nuri Öztürk : Sakın, Allah'ı, zalimlerin yapmakta olduğundan habersiz sanma. O, onları, gözlerin korkudan donup kalacağı bir güne erteliyor, hepsi bu...


NAHL-61

Yaşar Nuri Öztürk : Eğer Allah, insanları zulümlerine karşı cezalandırsaydı, yeryüzünde debelenen bir şey bırakmazdı. Ama öyle yapmıyor, onları belirli bir süreye kadar erteliyor. Süreleri geldiğinde ise ne bir saat geri kalırlar ne de öne geçebilirler.

YÛNUS-99

Yaşar Nuri Öztürk : Eğer Rabbin dileseydi, yeryüzündeki insanların hepsi toptan iman ederdi. Hal böyle iken, mümin olmaları için insanları sen mi zorlayacaksın!



Allah’ ı Aldatmaya Kalkmak

.
Nisa - 142
Yaşar Nuri ÖZTÜRK   Şu bir gerçek ki, ikiyüzlüler hileler düzerek Allah'ı aldatmaya uğraşıyorlar. Ama Allah da onları aldatıyor. Onlar namaza kalktıklarında tembel-miskin bir halde kalkarlar, insanlara gösteriş yaparlar. Onlar Allah'ı çok az hatırlarlar.
 
Bakara - 9
Yaşar Nuri ÖZTÜRK .Allah'ı ve inanmış olanları aldatma yoluna giderler. Gerçekte ise onlar öz benliklerinden başkasını aldatmıyorlar. Ne var ki, bunun farkında olamıyorlar.
 
Allah ile Aldatmak.
FÂTIR-5
Yaşar Nuri Öztürk : Ey insanlar, Allah'ın vaadi haktır! O halde iğreti dünya hayatı sizi sakın aldatmasın! O yaman aldatıcı, o çok gururlu, sizi sakın Allah ile aldatmasın.
 
LOKMÂN-33
Yaşar Nuri Öztürk : Ey insanlar! Rabbinizden korkun! Herhangi bir şeyde babanın, evladı; evladın da babası yerine karşılık ödemeyeceği günden ürperin! Allah'ın vaadi haktır; dünya hayatı sizi sakın aldatmasın. O yaman aldatıcı, sakın sizi Allah ile aldatmasın!

HADÎD-14
Yaşar Nuri Öztürk : Onlara seslenirler: "Biz sizinle değil miydik?" Derler ki: "Evet, bizimleydiniz. Ancak siz kendinizi yaktınız, bekleyip durdunuz, şüphe ettiniz, hayal ve kuruntular/hurafeler/anlamını bilmeden okuyuşlar sizi aldattı; nihayet Allah'ın emri geldi. O yaman aldatıcı, sizi Allah ile aldattı." 
 

Allah’a Din Öğretmeye Kalkmak

Allah  ve Peygamberin Önüne Geçmek

http://www.haberturk.com/yazarlar/prof-dr-bayraktar-bayrakli/861055-dini-kulturu-dinin-yerine-koymayin


HUCURÂT-16


Yaşar Nuri Öztürk : De ki: "Siz Allah'a dininizi mi öğretiyorsunuz? Oysaki Allah, gökte ne var, yerde ne var hepsini bilir. Allah her şeyi çok iyi bilmektedir."


ŞÛRÂ-21


Yaşar Nuri Öztürk : Yoksa onların, dinden, Allah'ın izin vermediği şeyi kendileri için yasalaştıran ortakları mı var? Kesin ayrıma ilişkin söz olmasaydı, aralarında hüküm mutlaka verilirdi. O zalimler var ya, onlar için acıklı bir azap öngörülmüştür.
 

Ashab-ı Sefine (Gemi Halkı)
ANKEBÛT-15
Fe enceynâhu ve ashâbes sefîneti ve cealnâ hââyeten lil âlemîn(âlemîne).
1.
fe
: o zaman, böylece, sonra
2.
enceynâ-hu
: biz onu kurtardık
3.
ve
: ve
4.
ashâbe
: sahip, halk
5.
es sefîneti
: gemi
6.
ve cealnâ-hâ
: ve onu kıldık
7.
âyeten
: âyet, ibret
8.
li el âlemîne
: âlemler için, âlemlere
Yaşar Nuri Öztürk : Biz, Nûh'u ve gemi halkını kurtardık ve o gemiyi âlemlere ibret yaptık.


AHLÂK

KALEM-4

Yaşar Nuri Öztürk : Ve gerçekten sen, çok büyük bir ahlak üzerindesin.

Ve inneke le alâ hulukın azîm(azîmin).

1.

ve inne-ke

: ve muhakkak ki sen

2.

le

: gerçekten, elbette, mutlaka

3.

alâ

: üzerinde

4.

hulukın

: yaratılış (ahlâk)

5.

azîmin

: azîm, çok büyük

 

Diyalektik yani zıtların çatışması kuramı gereği her şey zıttıyla yaratılmıştır. Güzelin yanında çirkin, iyinin yanında kötü vs. gibi. Haksızlık içeren şeylerin hepsi negativite yani olumsuzluk, hakkaniyet içeren şeylerin hepsi de pozitivite yani olumluluk olarak adlandırılmaktadır. Ahlâk yani yaratılış bütün olarak güzeldir.Ahlâkın olumsuzluk içeren tarafının, olumlunun değerini ortaya koyması ve yaratılanların canını yakarak olumluya yöneltmesi bütün olarak bakıldığında ahlâkın güzelliğini ortaya koyar.

Ahlâkın olumluluk yanına güzel ahlâk, olumsuzluk yanına ahlaksızlık denir. Güzel ahlâk ve çirkin ahlâk şeklinde bir sınıflandırma da yapılabilir.

 

Yukarıda ki ayette büyük, yüce bir ahlâk üzerindesin deniyor. Yani Allah’ın gözünde yüce bir değere sahip ahlâk üzerindesin deniyor. Böyle bir ahlâk da elbette ki güzeldir.

 

Mutluluğun 3 şartı
1. Helal Kazanç
2. Güzel Ahlâk ( salih ameli yani Allah'ın rızasına uygun işleri içerir. Ayrıca Allah'ın rızasına aykırı şeylerden kaçınmak da Allah'ın rızasına uygun olduğu için olumsuzlukları işlememek için mücadele etmek de salih ameldir). 
3.Ruhsal, Bedensel ve Düşünsel Sağlık

 

 ARTIK DEĞER
http://www.yurtgazetesi.com.tr/emek-ve-artik-degeri-belirleyici-ilan-eden-kitap-makale,4244.html

ALLAH YETER
 
 
TALÂK
2. Yaşar Nuri Öztürk : Sürelerini doldurma noktasına geldiklerinde o kadınları ya örfün gerektirdiği biçimde tutun yahut da yine örfün gerektirdiği şartlarla onlardan ayrılın. İçinizden adalet sahibi iki kişiyi de tanık tutun. Tanıklığı Allah için tam bir biçimde yapın. Allah'a ve âhiret gününe inanan kişiye işte bu şekilde öğüt verilmektedir. Kim Allah'tan korkarsa, Allah ona bir çıkış yolu nasip eder.
 
3. Yaşar Nuri Öztürk : Ve onu hiç beklemediği yönden rızıklandırır. Kim Allah'a dayanıp güvenirse O, ona yeter. Hiç kuşkusuz, Allah, emrini yerine getirecektir. Allah her şey için bir ölçü/bir kader belirlemiştir. 



 

 

A)     Allah’ ın Zati ( yalnızca zatına, kendine özgü ) Sıfatları ya da Selbi ( zıttını reddeden ) Sıfatları ile ilgili Kur’an Ayetleri.

1.      Varlığı ( Vücud, Vâcibu’l vücûd : varlığı icab eden, zorunlu, gerekli olan, yokluğu düşünülemeyen )

BAKARA

62. Şu bir gerçek ki, iman edenlerden, Yahudilerden, Hıristiyanlardan, Sabîlerden Allah'a ve âhıret gününe inanıp barışa ve hayra yönelik iş yapanların, Rableri katında kendilerine has ödülleri olacaktır. Korku yoktur onlar için, tasalanmayacaklardır onlar.

285. Resul, Rabb'inden kendisine indirilene inanmıştır; müminler de. Hepsi; Allah'a, onun meleklerine, kitaplarına, resullerine inanmışlardır.             

 Allah'ın resullerinden hiç birini ötekinden ayırmayız. Şöyle demişlerdir: "Dinledik, boyun eğdik. Affet bizi, ey Rabb'imiz. Dönüş yalnız sanadır."                                                                          

      NİSA

136. Ey iman edenler! Allah'a, onun resulüne, resulüne indirmiş olduğu Kitap'a, daha önce indirmiş olduğu Kitap'a inanın. Kim Allah'ı, O'nun meleklerini, kitaplarını, resullerini ve âhiret gününü inkâr ederse geri dönüşü olmayan bir sapıklığa gömülmüş olur.

 

MÂİDE

69. Şu bir gerçek ki, iman edenler, Yahudiler, Sâbiîler ve Hıristiyanlardan Allah'a ve âhiret gününe inanıp hayra ve barışa yönelik iş yapanlar için korku yoktur. Tasalanmayacaklardır onlar.

 

EN'ÂM

75. Böylece biz İbrahim'e göklerin ve yerin melekûtunu gösteriyorduk ki, gerçeği görüp bilerek inananlardan olsun.

76. Gece onun üstünü örtünce bir yıldız gördü de "İşte Rabbim bu!" dedi. Yıldız battığında ise "Batıp gidenleri sevmem!" diye konuştu.

77. Ay'ı doğar halde görünce, "Rabbim bu!" dedi. O batınca da şöyle konuştu: "Eğer Rabbim bana kılavuzluk etmeseydi sapıtan topluluktan olurdum."

78. Nihayet Güneş'in doğmakta olduğunu gördüğünde, "Benim Rabbim bu, bu daha büyük!" dedi. O da batıp gidince şöyle seslendi: "Ortak koştuğunu

      şeylerden uzağım ben."

79. "Ben bir hanîf olarak yüzümü gökleri ve yeri yaratana döndürdüm. Müşriklerden değilim ben."

 

2.     Birliği ( Vahdaniyet : yalnızca bir tane olması, ondan başka yaratanın olmaması, Lailâhe İllallah: İlahe; ilahlar demek olup, İlahlar yok yalnızca bir tek Allah var anlamındadır. )

BAKARA

163. Sizin İlâh'ınız Vâhid'dir, bir tek İlâh'tır. İlâh yoktur O'ndan başka. Rahman'dır O, Rahîm'dir.

255. ( Ayet - el Kürsi ) Allah'tan başka ilâh yok. Hayy'dır O, sürekli diridir; Kayyûm'dur O, kudretin kaynağıdır. Ne gaflet yaklaşır O'na ne kendinden geçme ne de uyku. Göklerde ne var, yerde ne varsa yalnız O'nun dur. O'nun huzurunda, bizzat O'nun izni olmadıkça, kim şefaat edebilir! O, insanların önden gönderdiklerini de bilir, arkada bıraktıklarını da!... İnsanlar O'nun bilgisinden, bizzat kendisinin dilediği dışında, hiç bir şeyi kavrayıp kuşatamazlar. O'nun kürsüsü, gökleri ve yeri çepeçevre kuşatmıştır. Göklerin ve yerin korunması O'na hiç de zor gelmez. Aliy'dir O, yüceliği sınırsızdır; Azîm'dir O, büyüklüğü sınırsızdır.

ÂLİ İMRÂN

3.     Allah... İlâh yok O'ndan başka... Hayy'dır O, Kayyûm'dur.

6.     Rahimlerde sizi dilediğince şekillendiren O'dur. İlâh yok O'ndan başka. Azîz'dir O, Hakîm'dir.

18. Allah, kendisinden başka tanrı olmadığına tanıktır. Meleklerle ilim sahipleri de adalet ölçüsüne sarılarak tanıklık etmişlerdir ki, o Azîz ve Hakîm olandan başka hiçbir ilah yoktur.

NİSÂ

87.  Allah'tır O, ilah yoktur O'ndan başka. Hakkında hiçbir kuşku bulunmayan kıyamet gününde, hepinizi muhakkak bir araya toplayacaktır. Hadis/söz bakımından, Allah'tan daha sadık kim olabilir?

171. Ey Ehlikitap! Dininizde aşırılığa gidip doymazlık etmeyin! Allah hakkında gerçek dışı bir şey söylemeyin! Meryem oğlu İsa Mesih, Allah'ın resulü ve kelimesidir. Onu, kendisinden bir ruhla beraber Meryem'e atmıştır. Artık Allah'a ve resullerine inanın. "Üçtür!" demeyin. Son verin, sizin için daha iyi olur. Allah Vâhid'dir, tek ve biricik ilahtır. Kendisi için bir çocuk olmasından arınmıştır O. Yalnız O'nundur göklerdekiler ve yerdekiler. Vekil olarak Allah yeter.

EN'ÂM

19. Sor: "Tanıklık bakımından hangi şey daha büyüktür?" De ki: "Benimle sizin aranızda Allah tanıktır. Bu Kur'an bana vahyolundu ki, onunla sizi ve ulaştığı herkesi uyarayım. Siz gerçekten Allah'ın yanında başka ilahların bulunduğuna tanıklık ediyor musunuz?" De ki: "Ben buna tanıklık etmiyorum." De ki: "O, sadece tek bir tanrıdır! Ve ben, sizin ortak tuttuğunuz şeylerden uzağım!"

102. Rabbiniz Allah işte budur! İlah yok O'ndan başka. Her şeyin yaratıcısıdır, Haalik'tir O. O'na kulluk/ibadet edin! O her şeye Vekîl'dir.

TEVBE

31. Allah'ın yanında hahamlarını ve ruhbanlarını da rabler edindiler. Meryem oğlu Mesih'i de öyle. Oysa kendilerine, tek olan Allah'tan başkasına ibadet/kulluk etmemeleri emredilmişti. İlah yok o tek Allah'tan başka. Onların ortak koştuklarından arınmıştır O.

HÛD

14. Eğer size cevap veremedilerse artık bilin ki o, ancak Allah'ın ilmiyle indirilmiştir. Ve O'ndan başka da ilah yoktur. Artık müslüman oluyor/Allah'a teslim oluyor musunuz?

RA'D

16. De ki: "Göklerin ve yerin Rabbi kim?" De ki: "Allah." De ki: "O'nun yanında başka evliya mı/destekçiler mi edindiniz? Bunlar kendilerine bile yarar sağlayıp zarar verme gücünde değiller." De ki: "Körle gören yahut karanlıklarla ışık bir olur mu? Yoksa Allah'a, tıpkı O'nun yarattığı gibi yaratan ortaklar buldular da yaratış/yaratılanlar kendileri için benzeşir hale mi geldi?" De ki: "Allah'tır her şeyi yaratan, O'dur Vâhid ve Kahhâr olan."

30. İşte seni böylece, kendilerinden önce nice ümmetlerin gelip geçtiği bir ümmet içinde resul kıldık ki, onlar Rahman'a küfrederlerken sen kendilerine, sana vahyettiğimizi okuyasın. De ki: "O'dur benim Rabbim, ilah yok O'ndan başka, O'na dayanmışım ben! Yalnız O'nadır tövbem!"

NAHL

22. Tanrınız bir tek tanrıdır. Böyle iken, âhirete inanmayanlar, kibre saplandıkları için kalpleri inkârcı olmuştur.

51. Allah buyurdu ki: "İki ilah edinmeyin; O sadece bir tek ilahtır. Yalnız benden korkun."

İSRÂ

42. De ki: "Eğer onların dediği gibi Allah'la beraber ilahlar olsaydı, o zaman onlar arşın sahibine varmak için elbette bir yol ararlardı."

43. O hep tespih edilen, onların söylediklerinden çok uzak ve çok yüksek; hem de ölçüye sığmayacak kadar yüksek...

TÂHÂ

8. Allah'tır O. İlah yok O'ndan başka. Esmaül Hüsna, en güzel isimler O'nundur.

98. Gerçek olan şu ki, sizin ilahınız kendisinden başka hiçbir tanrı olmayan Allah'tır. O, ilim bakımından herşeyi çepeçevre kuşatmıştır.

ENBİYÂ

22. Eğer, yerde gökte Allah'tan başka tanrılar olsaydı, o ikisi de mutlaka fesada uğrardı. Arşın Rabbi o Allah, onların nitelendirmelerinden yücedir, uzaktır.

25. Senden önce hiçbir resul göndermedik ki ona şöyle vahyetmiş olmayalım: "Gerçek şu: İlah yok benden başka, artık bana kulluk/ibadet edin."

MU'MİNÛN

91. Allah, çocuk filan edinmemiştir. O'nunla beraber herhangi bir ilah da yoktur. Eğer böyle olsaydı, her ilah kendi yarattığını yok ederdi ve mutlaka biri ötekine üstün gelmeye çalışırdı. Allah'ın şanı onların nitelendirmelerinden yücedir, arınmıştır.

116. Yücelerden yücedir, o hak padişah olan Allah! İlah yok O'ndan başka. O şanlı arşın Rabbidir O!

 KASAS

70. O, Allah'tır! Tanrı yoktur O'ndan başka. İlkte de sonda da hamt yalnız O'nadır. Hüküm de yalnız O'nundur/O'nun içindir. Ve siz yalnız O'na döndürüleceksiniz.

88. Allah'ın yanında diğer bir tanrıya daha kulluk etme. İlah yok O'ndan başka. O'nun yüzü dışında herşey helâk olacaktır. Hüküm yalnız O'nundur ve O'na döndürüleceksiniz.

FÂTIR

3. Ey insanlar, Allah'ın, üzerinizdeki nimetini anın! Allah'tan başka yaratıcı mı var? Sizi gökten ve yerden rızıklandırır. O'ndan başka ilah yoktur. Hal böyle iken nasıl oluyor da yüz geri çevriliyorsunuz?  

SÂFFÂT

1.       Yemin olsun o saf bağlayıp dizilenlere/o saflar tutturup sıraya dizilenlere/o kanatlarını açıp toplayarak uçanlara,

2.       O haykırarak sevk edenlere/o göğüs gererek durduranlara,

3.       O Zikir okuyanlara,

4.       Ki sizin ilahınız hiç kuşkusuz bir ve tektir.

5.       Göklerin, yerin ve bu ikisi arasındakilerin Rabbidir O; doğuların da Rabbidir O.

SÂD

65. De ki: "Ben, sadece bir uyarıcıyım. O Vâhid ve Kahhâr Allah'tan başka hiçbir ilah yoktur."

66. "Göklerin, yerin ve bunlar arasındakilerin Rabbi'dir O. Azîz ve Gaffâr..."

ZUMER

4.       Eğer Allah bir çocuk edinmek isteseydi, yaratmakta olduklarından dilediğini seçerdi. Böyle birşeyden arınmıştır O. Allah'tır, Vahid'dir, Kahhar'dır O.

6.   Sizi bir tek canlıdan yarattı; sonra o canlıdan onun eşini vücuda getirdi. Ve sizin için davarlardan sekiz çift indirmiştir. Sizi annelerinizin karınlarında üç karanlık içinde, bir yaratıştan öbürüne geçirerek oluşturuyor. İşte Allah! Budur sizin Rabbiniz! Yalnız O'nundur mülk ve saltanat! İlah yoktur O'ndan başka! Hal böyle iken nasıl oluyor da gerçeğin tersine döndürülüyorsunuz?!

MU'MİN

3. Ğafir'dir, günahı affedendir. Tövbeyi kabul eden, azabı çetin, lütfu bol olandır O. İlah yoktur O'ndan gayrı. Yalnız O'nadır varış ve dönüş.

16. İşte o Allah'tır sizin Rabbiniz! Her şeyin yaratıcısıdır O. Tanrı yok O'ndan başka. Durum bu iken, nasıl oluyor da çevriliyorsunuz?

62. İşte o Allah'tır sizin Rabbiniz! Her şeyin yaratıcısıdır O. Tanrı yok O'ndan başka. Durum bu iken, nasıl oluyor da çevriliyorsunuz?

65. Hayy O'dur! Tanrı yoktur O'ndan başka. Dini kendisine özgüleyerek dua edin O'na. Hamt olsun âlemlerin Rabbi'ne!

FUSSİLET

6.       De ki: "Ben sadece sizin gibi bir insanım. İlahınızın bir tek ilah olduğu bana vahyediliyor. O halde şaşıp sendelemeden O'na yönelin ve O'ndan af dileyin. Vay haline ortak koşanların!

ZUHRÛF

84. Göklerde ilah olan da O, yerde ilah olan da O. O'dur Hakîm, O'dur Alîm.

DUHÂN

7.       Tanrı yoktur O'ndan başka! Diriltir ve öldürür. Sizin de Rabbinizdir O, önceki atalarınızın da Rabbidir,

HAŞR

22. Öyle Allah ki O, tanrı yok O'ndan başka. Gaybı da görünen âlemi de bilen O! Rahman O, Rahîm O.

23. Öyle Allah ki O, ilah yok O'ndan gayrı! Melik, Kuddûs, Selâm, Mümin, Müheymin, Azîz, Cebbâr, Mütekebbir. Allah, onların ortak koşmalarından yücedir, arınmıştır.

TEGÂBUN

13. Allah! İlah yok O'ndan başka! Yalnız Allah'a güvenip dayanır iman sahipleri.

MUZZEMMİL

        9. Doğunun ve batının Rabbidir O. Tanrı yoktur O'ndan başka. O'nu vekil et!

        İHLÂS

1.       De ki: O, Allah'tır; Ahad'dır, tektir!

 

3.     Kıdem ( ezeli olan, öncesi başlangıcı olmayan, varlığı her şeyin varlığından önce olan, hep var olan )

BAKARA

255. ( Ayet-el Kürsi ) Allah'tan başka ilâh yok. Hayy'dır O, sürekli diridir; Kayyûm'dur O, kudretin kaynağıdır. Ne gaflet yaklaşır O'na ne kendinden geçme ne de uyku. Göklerde ne var, yerde ne varsa yalnız O'nun dur. O'nun huzurunda, bizzat O'nun izni olmadıkça, kim şefaat edebilir! O, insanların önden gönderdiklerini de bilir, arkada bıraktıklarını da!... İnsanlar O'nun bilgisinden, bizzat kendisinin dilediği dışında, hiç bir şeyi kavrayıp kuşatamazlar. O'nun kürsüsü, gökleri ve yeri çepeçevre kuşatmıştır. Göklerin ve yerin korunması O'na hiç de zor gelmez. Aliy'dir O, yüceliği sınırsızdır; Azîm'dir O, büyüklüğü sınırsızdır.

Allâhu lâ ilâhe illâ huvel hayyul kayyûm(kayyûmu), lâ te’huzuhu sinetun ve lâ nevm(nevmun), lehu mâ fîs semâvâti ve mâ fil ard(ardı), menzellezî yeşfeu indehû illâ bi iznih(iznihî) ya’lemu mâ beyne eydîhim ve mâ halfehum, ve lâ yuhîtûne bi şey’in min ilmihî illâ bi mâ şâe, vesia kursiyyuhus semâvâti vel ard(arda), ve lâ yeûduhu hıfzuhumâ ve huvel aliyyul azîm(azîmu).

1.

allâhu

: Allah

2.

lâ ilâhe

: ilâh yoktur

3.

illâ

: ancak, sadece, den başka

4.

huve

: o

5.

el hayyu

: hayy olan, diri olan, canlı olan

6.

el kayyûmu

: kayyum olan, zatı ile daimî, bâki olan, herşeyi (kâinatı) idare eden

7.

lâ te'huzu-hu

: onu almaz (ona olmaz)

8.

sinetun

: uyuklama hali

9.

ve lâ nevmun

: ve uyku yoktur, olmaz

10.

lehu

: onun

11.

mâ fî es semâvâti

: göklerde olan şeyler

12.

ve mâ fi el ardı

: ve yeryüzünde olan şeyler

13.

men zâ

: kim sahiptir (yetkiye sahiptir)

14.

ellezî

: o kimse ki, o ki

15.

yeşfeu

: şefaat eder

16.

inde-hu

: onun katında, yanında

17.

illâ

: ancak, sadece, den başka

18.

bi izni-hi

: onun izni ile

19.

ya'lemu

: bilir

20.

mâ beyne eydî-him

: onların elleri arasında olan şeyler, onların önlerindeki

21.

ve mâ halfe-hum

: ve onların arkalarında olan şeyler

22.

ve lâ yuhîtûne

: ve ihata edemez, kavrayamaz,

23.

bi şey

: bir şey

24.

min ilmi-hi

: onun ilminden

25.

illâ

: ancak, hariç, den başka

26.

bi mâ şâe

: dilediği şey, dilediği

27.

vesia

: (geniştir) kapladı, kuşattı, kapsadı

28.

kursiyyu-hu

: onun kürsüsü

29.

es semâvâti

: semalar, gökler

30.

ve el arda

: ve arz, yeryüzü

31.

ve lâ yeûdu-hu

: ve ona ağır, zor gelmez

32.

hıfzu-humâ

: onları (o ikisini) koruma, muhafaza etme 33 - ve huve

33.

el aliyyu

: âlâ, çok ulu, çok yüce

34.

el azîmu

: azîm, büyük

 

HADÎD-3 Evvel'dir O, başlangıcı yoktur; Âhir'dir O, sonu yoktur; Zâhir'dir O, her şeyde belirir; Bâtın'dır O, gözlerden gizlenmiştir. Her şeyi en güzel biçimde bilendir o.

Huvel evvelu vel âhiru vez zâhiru vel bâtın(bâtınu), ve huve bi kulli şey’in alîm(alîmun).

1.

huve

: o

2.

el evvelu

: evvel, ilk, tüm varlıklardan önce var olan

3.

ve el âhiru

: ve ahir, son, tüm varlıklardan sonra bâki olan

4.

ve ez zâhiru

: ve zahir, varlığı alâmetleri tüm varlıklarda görünen

5.

ve el bâtinu

: ve bâtın, görülemeyen, gizli olan

6.

ve

: ve

7.

huve

: o

8.

bi kulli şey'in

: herşeyi

9.

alîmun

: en iyi bilen

 

4.     Baka ( ebedi olan, sonrası olmayan, hep var olacak olan, sonu olmayan, hep baki kalıcı olacak olan )

BAKARA- 255. ( Ayet-el Kürsi ) Allah'tan başka ilâh yok. Hayy'dır O, sürekli diridir; Kayyûm'dur O, kudretin kaynağıdır. Ne gaflet yaklaşır O'na ne kendinden geçme ne de uyku. Göklerde ne var, yerde ne varsa yalnız O'nun dur. O'nun huzurunda, bizzat O'nun izni olmadıkça, kim şefaat edebilir! O, insanların önden gönderdiklerini de bilir, arkada bıraktıklarını da!... İnsanlar O'nun bilgisinden, bizzat kendisinin dilediği dışında, hiç bir şeyi kavrayıp kuşatamazlar. O'nun kürsüsü, gökleri ve yeri çepeçevre kuşatmıştır. Göklerin ve yerin korunması O'na hiç de zor gelmez. Aliy'dir O, yüceliği sınırsızdır; Azîm'dir O, büyüklüğü sınırsızdır.

HADÎD-3 Evvel'dir O, başlangıcı yoktur; Âhir'dir O, sonu yoktur; Zâhir'dir O, her şeyde belirir; Bâtın'dır O, gözlerden gizlenmiştir. Her şeyi en güzel biçimde bilendir o.

Huvel evvelu vel âhiru vez zâhiru vel bâtın(bâtınu), ve huve bi kulli şey’in alîm(alîmun).

1.

huve

: o

2.

el evvelu

: evvel, ilk, tüm varlıklardan önce var olan

3.

ve el âhiru

: ve ahir, son, tüm varlıklardan sonra bâki olan

4.

ve ez zâhiru

: ve zahir, varlığı alâmetleri tüm varlıklarda görünen

5.

ve el bâtinu

: ve bâtın, görülemeyen, gizli olan

6.

ve

: ve

7.

huve

: o

8.

bi kulli şey'in

: herşeyi

9.

alîmun

: en iyi bilen

 

FURKÂN-58 O hiç ölmeyecek diriye, o Hayy olana dayanıp güven, O'nu överek tespih et. Kullarının günahlarından O'nun haberdar olması yeter.

KASAS-88  Allah'ın yanında diğer bir tanrıya daha kulluk etme. İlah yok O'ndan başka. O'nun yüzü dışında herşey helâk olacaktır. Hüküm yalnız O'nundur ve O'na döndürüleceksiniz.

RAHMÂN

26. Yer üzerinde bulunan herkes yok olacaktır.

27. Sadece o bağış ve celal sahibi Rabbinin yüzü kalacaktır.

5.     Kıyam bi nefsihi ( var olmak için başka varlıkara ihtiyaç duymayan, kendiliğinden var olan )

İHLÂS-2 Allah'tır; Samed'dir/tüm ihtiyaçların, niyetlerin, övgülerin, yakarışların yöneldiği tek kuvvettir!

Allâhus samed(samedu).

1.

allâhu

: Allah

2.

es samedu

: samed, herşeyin ona muhtaç olması, onun hiçbir şeye muhtaç olmaması

 

BAKARA. 255. ( Ayet-el Kürsi ) Allah'tan başka ilâh yok. Hayy'dır O, sürekli diridir; Kayyûm'dur O, kudretin kaynağıdır. Ne gaflet yaklaşır O'na ne kendinden geçme ne de uyku. Göklerde ne var, yerde ne varsa yalnız O'nun dur. O'nun huzurunda, bizzat O'nun izni olmadıkça, kim şefaat edebilir! O, insanların önden gönderdiklerini de bilir, arkada bıraktıklarını da!... İnsanlar O'nun bilgisinden, bizzat kendisinin dilediği dışında, hiç bir şeyi kavrayıp kuşatamazlar. O'nun kürsüsü, gökleri ve yeri çepeçevre kuşatmıştır. Göklerin ve yerin korunması O'na hiç de zor gelmez. Aliy'dir O, yüceliği sınırsızdır; Azîm'dir O, büyüklüğü sınırsızdır.

 

 

6.     Muhâlefet Li’l-havadis ( yarattıklarına benzemeyen, münezzeh olan )

BAKARA-22 O Rab ki, yeri sizin için bir döşek, göğü de bir bina yaptı. Ve gökten bir su indirdi de onunla sizin için meyvelerden / ürünlerden bir rızk çıkardı. Artık bilip durduğunuz halde Allah'a ortaklar koşmayın.

EN'ÂM-101 Gökleri ve yeri yaratıp donatan Bedî' O'dur! Nasıl çocuğu olur O'nun, kendisinin bir eşi olmadı ki! Her şeyi O yarattı ve her şeyi en iyi şekilde bilen de O'dur!

MERYEM-65 Göklerin, yerin ve bunlar arasındaki şeylerin Rabbidir o. O'na kulluk/ibadet et ve O'na ibadette sabırlı ol. O'na adaş olacak birini biliyor musun?

ŞÛRÂ-11  Gökleri ve yeri ortaya çıkarandır, Fâtır'dır O. Size, benliklerinizden eşler yapmıştır; davarlardan da çiftler. Bu tarz içinde üretiyor sizi. O'nun benzeri gibi bir şey yoktur. Gereğince işiten, gereğince görendir O.

İHLÂS-4 Hiç kimse onun dengi ve benzeri olmamıştır, olamaz! 

B)    Allah’ ın  Kısmen ya da Yüzeysel olarak Yarattıklarında da Görülen Sıfatları ( Subuti sıfatları) ile ilgili Kur’an Ayetleri.

1.Hayat ( diri olma )

      2.İlim ( bilme )

      3. İrade

      4. 
Kudret ( güç, kuvvet ) 

      5. Semi ( işitme)

      6. Basar ( görme )

      7. Kelâm ( konuşma, söz söyleme )

      8. Tekvin ( yaratma )


http://www.sorularlaislamiyet.com/soru/202697/allah-zati-ve-subuti-sifatlari-arasindaki-fark-nedir.html

AB-I HAYAT


KEHF-60-82


Yaşar Nuri Öztürk : Bir zaman Mûsa, genç dostuna şöyle demişti: "İki denizin birleştiği yere kadar 


hiç durmadan yürüyeceğim yahut da seneler ve seneler harcayacağım." 



Yaşar Nuri Öztürk : Bu ikisi, iki denizin birleştiği yere vardıklarında, balıklarını unuttular. Bunun 


üzerine balık da denizde bir deliğe doğru yola koyuldu. 



Yaşar Nuri Öztürk : Orayı geçtiklerinde Mûsa, genç arkadaşına dedi ki: "Hadi, getir şu sabah 


yemeğimizi. Vallahi bu yolculuğumuz yüzünden epey çektik." 



Yaşar Nuri Öztürk : Genç adam dedi: "Bak sen şu işe, hani kayaya sığınmıştık ya, işte o sırada balığı 


unuttum. Onu hatırlamamı bana unutturan, şeytandan başkası değildi. Balık, denizin içinde acaip bir 


biçimde yolunu tuttu." 



Yaşar Nuri Öztürk : Mûsa: "Arayıp durduğumuz işte o idi." dedi. Bunun üzerine kendi izlerini sürerek 


gerisingeri döndüler. 



Yaşar Nuri Öztürk : Orada, kullarımızdan öyle bir kul buldular ki, biz ona katımızdan bir rahmet 


vermiş, lütfumuzdan bir ilim öğretmiştik. 



Yaşar Nuri Öztürk : Mûsa ona dedi ki: "Sana öğretilenden bana da bir olgunluk/bir bilgi öğretmen 


şartıyla sana tâbi olayım mı?" 



Yaşar Nuri Öztürk : Dedi: "Doğrusu sen benimle beraberliğe dayanamazsın." 



Yaşar Nuri Öztürk : "Havsalanın almadığı bir şeye nasıl dayanacaksın?" 



Yaşar Nuri Öztürk : Mûsa dedi ki: "Allah dilerse beni sabırlı bulacaksın; hiçbir işte sana karşı 


gelmeyeceğim." 



Yaşar Nuri Öztürk : Dedi: "Bak, eğer bana uyarsan, ben sana kendisinden bahis açıncaya değin hiçbir 


şey hakkında bana soru sorma!" 



Yaşar Nuri Öztürk : İkisi birlikte yola koyudular. Bir süre sonra gemiye bindiklerinde, tuttu gemiyi 


deliverdi. Mûsa dedi: "İçindekileri boğmak için mi deldin onu? Vallahi korkunç bir iş yaptın!" 



Yaşar Nuri Öztürk : Dedi: "Ben söylemedim mi, sen benimle beraberliğe asla dayanamazsın!" 



Yaşar Nuri Öztürk : Mûsa dedi: "Unuttuğum için beni azarlama; bu yaptığımdan dolayı da bana zorluk 


çıkarma." 



Yaşar Nuri Öztürk : Yine yola koyuldular. Bir süre sonra bir oğlana rastgeldiler; tuttu onu öldürdü. 


Mûsa dedi: "Tertemiz bir insanı, bir cana karşılık olmaksızın öldürdün ha!? Vallahi çok kötü bir iş 


yaptın!" 



Yaşar Nuri Öztürk : Dedi: "Ben sana söylemedim mi, sen benimle beraberliğe asla dayanamazsın." 



Yaşar Nuri Öztürk : Mûsa dedi ki: "Eğer bundan sonra sana bir şey sorarsam artık bana arkadaşlık 


etme. Vallahi, öyle bir durumda benden ayrılmakta mazur sayılacaksın." 



Yaşar Nuri Öztürk : Yine yola koyuldular. Biraz sonra bir kente geldiler. Kent halkından yemek 


istediler, ama onlar bu ikisini konuk etmekten çekindiler. Orada, yıkılmayı bekleyen bir duvara 


rastladılar; genç adam tuttu onu onardı. Mûsa "İsteseydin buna karşılık bir ücret elbette alırdın." 


dedi. 



Yaşar Nuri Öztürk : Dedi ki: "İşte bu, seninle benim aramın ayrılmasıdır. Şimdi sana tahammül 


edemediğin şeylerin içyüzünü haber vereceğim." 



Yaşar Nuri Öztürk : "Gemiden başlayayım: O gemi, denizde işçilik yapan bir grup yoksulundu. Ben onu 


kusurlu hale getirmek istedim. Çünkü biraz ötelerinde bir kral vardı; tüm gemilere zorla el 


koyuyordu." 



Yaşar Nuri Öztürk : "Oğlan çocuğa gelince: Onun anası babası inanmış kişilerdi. Çocuğun onları 


azgınlık ve inkâra sürüklemesinden korktuk." 



Yaşar Nuri Öztürk : "Diledik ki, Rableri onlara o çocuktan temizlikçe daha üstün, merhametçe daha 


gelişmişini versin." 



Yaşar Nuri Öztürk : "Ve duvar. Duvar, o kentte yaşayan iki yetim oğlanındı. Altında, oğlanlara ait 


bir define vardı. Oğlanların babası da hayır ve barış seven bir kimse olarak yaşamıştı. Rabbin istedi 


ki, o çocuklar ergenliklerine ulaşsınlar da Rabbinden bir rahmet olarak definelerini çıkarsınlar. Ben 


bunları kendi buyruğumun sonucu olarak yapmadım. İşte senin sabretmeye güç yetiremediğin şeylerin 


içyüzü budur." 














cilt: 01; sayfa: 1

[ÂB-I HAYÂT - Ahmet Yaşar Ocak]


  



ÂB-I HAYÂT


آب حيات


İçeni ölümsüzlüğe kavuşturduğuna inanılan efsanevî su.


TASAVVUF. İslâm-Türk kaynaklarında ve edebî mahsullerinde aynü’l-hayât, nehrü’l-hayât, âb-ı câvidânî, 


âb-ı zindegî, hayat kaynağı, hayat çeşmesi, bengi su, dirilik suyu, bazan da Hızır ve İskender’e 


atfen âb-ı Hızır veya âb-ı İskender vb. çeşitli isimlerle anılan bu efsanevî su, aslında bütün dünya 


mitolojilerinde mevcut bir kavramdır. İnsanın yeryüzünde görünmesinden itibaren hemen her toplumda 


hayatın kısalığı, buna karşılık yaşama arzusunun çok kuvvetli oluşu, ona daima sonsuz bir hayat fikri 


ilham etmiştir. Bu eğilimin çeşitli toplumlarda bazı mitolojik mahsuller doğurduğu ve insanların 


ebedî bir hayat aramak için verdikleri mücadeleleri anlatan Gılgamış destanı ve İskender efsanesi 


gibi gerçekten şaheser örnekler verdiği görülmektedir. Bu örneklerde suyun önemi hemen farkedilir. 


Çünkü böyle bir ebedî hayat sağlayan suyun (âb-ı hayât) varlığına olan inancın doğuşunda, gerçek 


hayattaki suyun bütün canlılar için taşıdığı önemin rolü çok büyüktür. Onun hayat verici, diriltici, 


yapıcı ve canlılık kazandırıcı özelliği çeşitli inanç sistemlerinde kendini göstermiş ve ölümsüzlük 


kazandıran âb-ı hayât efsanesinin doğmasına uygun zemin hazırlamıştır.


Efsanelerin dışında, âb-ı hayâta Kur’ân-ı Kerîm’de Hz. Mûsâ ve Hızır kıssası anlatılırken (bk. el-


Kehf 18/60-82), dolaylı olarak temas edilmiştir. Âyet metinlerinde anlatılanlar özetlenecek olursa 


karşımıza şöyle bir tablo çıkmaktadır: İsrâiloğulları’nın peygamberi Hz. Mûsâ bir gün genç 


arkadaşıyla birlikte, kendisiyle buluşması emredilen şahsiyetle görüşmek üzere yola çıkar. Buluşma 


mevkii “iki denizin birleştiği yer” (mecmau’l-bahreyn)dir. Hz. Mûsâ burasını tanıyabilmek için yanına 


azık olarak aldığı balıktan faydalanacaktır. Çünkü balığın canlanıp denize atlaması, buluşma yerini 


belirleyen bir işarettir. Ancak Hz. Mûsâ’nın genç arkadaşı, deniz sahilinde uğradıkları kayanın 


yanında balığın canlanarak denize atladığını ona haber vermeyi unutmuştur. Yolda yemek için 


konakladıklarında ise durumu kendisine anlatır. Bunun üzerine Hz. Mûsâ tekrar o yere döner ve 


gerçekten aradığı kişinin orada bulunduğunu görür. Kendisine Allah tarafından “rahmet” ve “gizli 


ilim” verilen bu kulun Hızır adını taşıdığı, başta Buhârî ve Müslim olmak üzere, Ebû Dâvûd, Tirmizî 


ve el-Müstedrek’te yer alan bazı hadislerde bildirilmiştir. Kur’ân-ı Kerîm’de ve Buhârî dışındaki 


hadis kaynaklarında Hz. Mûsâ ile arkadaşının yanlarına azık olarak aldıkları tuzlu balığın nasıl 


dirildiğine dair herhangi bir açıklama yoktur. Sadece Buhârî’de mevcut değişik bir rivayette bu 


sebebin açıklandığı görülmektedir. Bu hadise göre, “Hızır’la buluşacakları kayanın dibinde bir kaynak 


(ayn) vardı ki buna ‘hayat kaynağı’ (aynü’l-hayât, âb-ı hayât) deniyordu. O suyun temas edip de 


diriltmediği hiçbir şey yoktu. İşte balığa bu sudan sıçramıştı” (Buhârî, “Tefsir, Sûretü’l-Kehf”, 4). 


Âb-ı hayât kavramına İslâm ilâhiyatı literatüründe rastlanılan ilk yer burası olmalıdır. Ancak, 


Buhârî bu hadisi öteki rivayetlerin ardından, isnad zincirini vermeksizin ve şüpheli bir rivayet 


tarzında zikrederek söz konusu rivayete güvenmediğini ortaya koymak istemiştir. Bununla birlikte bu 


hadis Hızır meselesinde çok önemli yeri olan mitolojik âb-ı hayât kavramının o devir Arap toplumunda 


gayet iyi bilindiğini belgelemiş olmaktadır.


Balığın canlanması konusunda Kur’ân-ı Kerîm’de bilgi olmadığı için Buhârî’deki rivayet önem kazanmış, 


diğer hadislerde de bu konuda açıklama bulunmadığından balığın âb-ı hayâttan sıçrayan sularla 


canlandığı yolundaki izah tarzı hemen bütün kaynaklarda birinci derecede itibar görmüştür. Bunun bir 


sebebi de herhalde halk arasında âb-ı hayât ile ilgili inançların çok yayılmış bulunması olsa 


gerektir. Nitekim bu kavram Hızır’dan bahseden bütün klasik kaynaklarda yer bulmuş ve pek çok folklor 


malzemesi ile giderek zenginleştirilmiştir.


Hz. Mûsâ ve Hızır kıssası, Kitâb-ı Mukaddes’teki benzer rivayetler dolayısıyla Kur’ân-ı Kerîm’deki 


peygamber kıssalarıyla ilgilenen ve bunların kaynaklarını tesbit etmeye çalışan müsteşriklerin daha 


ilk planda dikkatlerini çekmiştir. Wensinck’e göre bu kıssa “suyun içindeki ebedî ot” imajının yer 


aldığı Gılgamış destanı ile İskender ve yahudi efsanelerinin sağladığı malzemelerin oluşturduğu bir 


hikâyedir. I. Friendlaender bu kıssanın İskender hikâyesi ve yahudi efsanesinin isim değişikliği 


suretiyle adaptasyonundan ibaret olduğunu söyler. Bütün müsteşriklerin birleştikleri, ama en çok 


Friendlaender’in üstünde durduğu İskender hikâyesi birçok araştırma ve metin neşrinin konusu 


olmuştur. Onun bütün versiyonlarını en iyi inceleyen ve tahlilini yapan Friendlaender, İskender 


efsanesini kıssanın kaynağı olarak kabul etmek gerektiği sonucuna varmıştır. L. Massignon da ağırlığı 


İskender hikâyesine verir ve Kur’ân-ı Kerîm’deki Zülkarneyn kıssasını (bk. el-Kehf 18/83-98) buna 


delil gösterir. Gerek Friendlaender, gerekse Wensinck ve Massignon’a kıssanın İskender efsanesiyle 


alâkasını takviye eden ipuçlarını müfessir, muhaddis ve tarihçilerin bu efsaneden yaptıkları 


aktarmalarla Kur’ân-ı Kerîm’deki Zülkarneyn kıssasının sağladığı görülmektedir. Ancak Kur’an’da bu 


kıssanın Hızır kıssasıyla bağlantısını ima eden her hangi bir işaret yoktur. Üstelik Zülkarneyn 


kıssası tamamen bağımsız bir kıssadır.


Büyük İskender’in adı etrafında teşekkül eden İskender efsanesi, yazıldığı yerlerde pek çok mahallî 


unsuru da alarak zenginleşmiştir. Milâttan önce teşekküle başlayan bu Grekçe efsane, milâttan sonra 


300 yılları civarında tamamlanmıştır. İskender efsanesi Süryânice’ye de aktarılmış, Süryânice metinde 


İskender’e “iki boynuzlu” lakabı da eklenmiştir. Arapça’daki Zülkarneyn’in bunun tercümesi olduğu öne 


sürülmektedir. Bu efsanenin Grekçe ve Süryânice metinlerinin muhtevası şöyle özetlenebilir: İskender, 


insana ebedî





cilt: 01; sayfa: 4

[ÂB-I HAYÂT - Âmil Çelebioğlu]


Bir başka açıdan Hızır akıldır, kılıç İskender’e benzetilir. Bazan da kılıç ile âb-ı hayât arasında 


ilgi kurulur. Kâfirin gönlü imansızlıktan kararmıştır. İskender’in zulmette âb-ı hayâtı araması gibi 


kılıç da kâfirin kalbinde iman arar, bulamaz. İskender cihan fâtihidir; şarkı ve garbı fethetmiş, 


gücü ve şöhreti bütün dünyaya yayılmıştır. Bu bakımdan şair (veya yazar), şiirinin üstünlüğünü, 


şöhretini, meşhurluğunu belirtmek için kendisini, şairliğini veya ilhamını (şiirini) İskender’e, 


kalemini Hızır’a, sözünü veya mürekkebini âb-ı hayâta benzetir.


Destan ve masallarda bazı hayvanların âb-ı hayât içerek ölümsüzleşmesi motifleri vardır. Bunlardan en 


meşhuru Köroğlu’nun atıdır. O, hayat pınarından içmekle ebedî hayata kavuşmuştur. At ve âb-ı hayât 


ilişkisine divan şiirinde de rastlanılmaktadır.


BİBLİYOGRAFYA:


Yazıcıoğlu Mehmed, Muhammediye (haz. Âmil Çelebioğlu), İstanbul 1975, (I-IV); Alâeddin Ali Çelebi, 


Hümâyunnâme, Süleymaniye Ktp., Halet Efendi, nr. 374, vr. 290a-292a; İsmâil Hakkı Bursevî, Ferahu’r-


rûh, Bulak 1252, I, 57, 87; II, 114, 213; Standart Dictionary of Folklore, New York 1950, I, 2, 1167; 


G. Jobes, Dictionary of Mythology Folklore and Symbols, New York 1961, s. 1168; A. Nihat Tarlan, 


Şeyhî Divanını Tedkik, İstanbul 1964; a.mlf., Fuzulî Divanı Şerhi, Ankara 1985, (I-III); Abdülbâki 


Gölpınarlı, Mesnevî Şerhi, İstanbul 1973, I, 92-95, 190-191; Saim Sakaoğlu, 101 Anadolu Efsanesi, 


İstanbul 1976, s. 165-166, 235-238; A. Sırrı Levend, Divan Edebiyatı, İstanbul 1980, s. 176-177. 


(Âb-ı hayâtla ilgili bazı örnekler için, Ahmed Paşa, Âşık Ömer, Bâkı, Emrah, Esrar Dede, Erzurumlu 


İbrâhim Hakkı, Fuzûlî, Nedim, Nef‘î, Nev‘î, Pir Sultan Abdal, Seyrânî, Şeyhülislâm Yahyâ, Yunus Emre 


ve Zâtî divanları gibi muhtelif eserler taranmışsa da burada hepsi için yer gösterilmeye gerek 


görülmemiştir.)


Âmil Çelebioğlu   



ABÂ


العباء


Müslüman kavimlerin çoğu tarafından giyilen önü açık bir üstlük ve bu üstlüğün yapıldığı kaba kumaş.


Abâe (العبائة) veya abâye (العباية) kelimesinin çoğul şekli olan ve genellikle tekil mânasında kullanılan abâ, 


hadislerde “yoksulların giydiği kaba bir elbise” olarak tarif edilmektedir. Hz. Peygamber’i ziyarete 


gelen Mudar’dan bir cemaatin üzerlerinde abâdan başka bir şeyleri olmadığı (Müslim, “Zekât”, 69), 


Medine dışında oturanların cuma namazı kılmak için şehre geldikleri zaman üzerlerinde abâ bulunduğu, 


abânın etrafa yaydığı kötü koku cemaati rahatsız ettiğinden Hz. Peygamber’in onlara yıkanarak 


gelmelerini tavsiye ettiği bilinmektedir (Müslim, “Cum‘a”, 6). Huzeyfe, peygamberin, üzerinde namaz 


kıldığı bir abâyı kendisine hediye ettiğini söyler (Müslim, “Cihâd”, 99). Bununla beraber Hz. 


Peygamber zamanında abânın fakirlik alâmeti olmadığı ve özellikle bir dinî mâna ifade etmediği 


muhakkaktır.


Zühd hareketi döneminde dünya nimetlerinden yüz çeviren zâhidlerin kılık kıyafete değer vermedikleri 


bilinmektedir. Veysel Karanî’nin mezbelelikten topladığı eski elbiseleri birbirine yamayarak örtünme 


ihtiyacını karşılaması, zâhid ve sûfîler için örnek bir hareket olmuştur. Bu dönemde murakka‘, hırka, 


sûf, kisâ ve mirt gibi elbise çeşitleri de zâhidler tarafından kullanılmakta ve bunlarla abâ arasında 


fazla bir fark bulunmamaktaydı. Abâ giymenin ilk zâhidler ve sûfîler zamanında yaygınlık kazandığını, 


bu kıyafetin bir zühd ve fakr alâmeti sayıldığını gösteren rivayetler de vardır. Meselâ, Asamm’a göre 


abâ, zühd alâmetlerindendir. Bu yüzden, “Kalbinde beş akçe değerinde abâ giyme arzusu bulunan bir 


kimsenin üç buçuk akçelik abâ giymesi doğru olmaz. Böyle bir kimsenin abâ yerine yeni bir elbise 


giyerek zühdünü saklaması kendisi için daha iyi olur.” Hâtem el-Asamm’a isnat edilen yukarıdaki sözü 


Ebû Süleyman ed-Dârânî’ye atfeden Kuşeyrî’nin abâ yerine sûf kelimesini kullanması, abâ ile sûf 


arasında bir ayırım yapılmadığını gösterir. Bu sebeple abâ daha sonraları “hırka-i sûfiyye” ve 


“cübbe-i peşmîne” şeklinde tarif edilmiştir.


Sûfîler, muhtemelen Şiîlik’teki Ehl-i abâ anlayışının tesiriyle, abâya mânevî bir değer verip onu bir 


zühd ve fakr sembolü haline getirmişlerdir. Bazı rivayetlere göre Hz. Peygamber abâsını Fâtıma, Ali, 


Hasan ve Hüseyin’in üzerlerine örterek bunların Ehl-i beyt* olduklarını söylemiş, bundan dolayı bu 


abânın altında toplananlara Ehl-i abâ denilmiştir. Diğer bazı rivayetlerde ise abâ yerine nimre, mirt 


ve kisâ gibi değişik kelimeler kullanılmıştır. Bu sebeple Hz. Peygamber’in gerçekten Ehl-i beyt’ini 


bir örtünün altında topladığı kabul edilse bile, bu örtüye o zaman abâ denildiğini kabul etmek 


oldukça zordur.


Dervişlerin giydikleri kaba ve değersiz elbiseye abâ denildiği gibi, değerli üstlüğe de kabâ (kaftan) 


denilir. Ebû Hafs el-Haddâd, üzerinde kabâ bulunan Şah Şücâ‘-ı Kirmânî’yi görünce kendisine büyük 


saygı göstermiş ve “Abâda aradığımı kabâda buldum” demişti. Bu sözüyle o, iyi bir sûfî olmak için 


mutlaka eski püskü abâ giymenin şart olmadığını, Allah’ın velî kullarının kıymetli ve pahalı 


elbiseler de giyebileceklerini ifade etmek istemişti. Hz. Ali de değerli elbise giymekten vazgeçip 


abâ giymeye başlayan Âsım b. Ziyâd’a, “Allah sana dünya nimetlerini helâl kıldığı halde onlardan 


faydalanmana rıza göstermeyeceğini mi sanıyorsun? Verdiği nimetleri sayıp dökmektense onlardan 


faydalanmaya bak!” demiştir.


Son devirlere kadar abâ giymeye devam eden mutasavvıflar, bu suretle abâyı bir zühd ve fakr sembolü 


olarak gören tasavvufî geleneğe sadakatlerini göstermek istemişlerdir. Başlangıçtan beri velîlerin ve 


ermişlerin (etkıyâ, ahfiyâ) böyle gösterişsiz elbiseler içinde kendilerini halktan gizlediklerine 


inanılmıştır. Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî abâ giyenleri “çul içindeki sultanlar” olarak nitelemektedir. 


Fakat halkın itimat ve teveccühünü kazanmaktan âciz kalan bazı riyakârlar, abâ giyerek maksatlarına 


kolayca ulaşmaya çalıştıkları için, abâ giymek aynı zamanda kurnazlığın ve çıkarcılığın bir alâmeti 


sayılmıştır. Nitekim, “Abâ içinde nice zındık, kabâ içinde nice sıddîk vardır” sözü buradan 


gelmektedir. Bu mesele üzerinde önemle duran İbn Teymiyye’ye göre gerçekte velî olan, kılık 


kıyafetiyle kendisini halktan ayırmak istemez, zaten yapılması mubah olan bir konuda halktan farklı 


bir tavır takınmanın anlamı da yoktur. Çünkü abâ, hırka ve taç gibi şeyler tasavvufun özüyle ilgisi 


olmayan şekilcilikten başka bir şey değildir.


Çeşitli İslâm ülkelerinde giyilen abâlar birbirinden farklıdır. Suriye ve Arabistan’da giyilen abâ 


yelek şeklinde olup dizlere kadar, Mısır’da giyilen abâ ise topuklara kadar iner; fakat yelek 


şeklinde değil, cübbe biçimindedir. Kuzey Afrika’da giyilen abâ kısa kollu, kalın bir üstlüktür ve 


cellâbe*ye benzer. Batı Cezayir’de genellikle pamuklu, nâdir olarak da yünlü veya ipekli beyaz 


gömleğe abâ denir. İç gömleğin üzerine ve cellâbenin altına giyilir. Osmanlılar döneminde alt 


tabakadaki ilim mensupları ve medrese talebesi de abâ giyerdi. Ancak bu abâların zühd ve fakr

cilt: 01; sayfa: 5

[ABÂ - Süleyman Uludağ]


alâmeti olan abâlardan farklı olduğu muhakkaktır. İlmiye sınıfının ve medrese talebesinin giydiği palto şeklindeki abâ, devetüyü renginde, bazan da kurşunî olurdu. Çeşitli İslâm ülkelerinde farklılıklar göstermekle birlikte abâ denilen kumaş, hemen her yerde kalın yünden dokunurdu. Eskiden cübbe, potur, çakşır, hırka, kalçın ve terlik gibi çeşitli giyim eşyaları yapılan abâ, bazı bölgelerimizde bugün de kullanılmaktadır. Siyah renkli abâya kebe denir. İnce abâdan heybe ve hurç yapılır. Kalını eyer örtüsü olarak kullanılır. Türkiye’de asıl abâ bütün vücudu örtecek kadar geniş, yakasız ve kolsuz, ayaklara kadar uzanan, önü açık, üste giyilen bir elbisedir. Örme yünden yapılan ve ince olanına abâ, dövme yünden olanlarına kepenek denir. Bunu çobanlar giyer. İstanbul Kapalıçarşı esnafı arasında önemli bir yeri bulunan abâcılar, XIX. yüzyılın sonlarına doğru Zindankapısı ile Odunkapısı arasındaki bölgede toplanmışlardı. Buradaki Abacılar caddesi de adını bu esnaftan almıştır.


Abâ kelimesi dilimize bazı deyimler kazandırmıştır. Meselâ abacı (hazıra konan), abalı (yoksul), abası kırk yerinden yamalı (derviş, fakir kimse), alaca abalı (fakir kişi, derviş), abası yanık (âşık), abayı yakmak (âşık olmak), aba altından değnek göstermek (derviş geçindiği halde dervişliğe yakışmayan işlerde bulunmak). Abâ dolayısıyla tasavvuftan Türkçe’ye girmiş bazı atasözleri de vardır: Aba vakti yaba, yaba vakti aba olmaz (her şeyin bir vakti olduğunu anlatmak için söylenir); abanın kadri yağmurda bilinir (abanın insanı korumasından kinayedir); bir abam var atarım, nerde olsa yatarım (genellikle gezici dervişler için kullanılır).


BİBLİYOGRAFYA:


Müslim, “Zekât”, 69, “Cum‘a”, 6, “Cihâd”, 99; Taberî, Câmiu’l-beyân, Bulak 1323-29 → Beyrut 1398/1978, XXII, 6; Sülemî, Tabakatü’s-sûfiyye, Kahire 1389/1969, s. 97; Kuşeyrî, er-Risâle, Kahire 1966, s. 294; Hucvirî, Keşfü’l-mahcûb, Hakikat Bilgisi (trc. Süleyman Uludağ), İstanbul 1982, s. 235; Gazzâlî, İhyâǿ, Kahire 1939, III, 217; Attâr, Tezkiretü’l-evliyâǿ, Tahran 1345, s. 337; Mevlânâ, Mesnevî (trc. Veled İzbudak), İstanbul 1942, I, 8; İbn Teymiyye, el-Furkan, Kahire 1387, s. 25; İbnü’l-Cevzî, Telbîsü İblîs, Kahire 1368, s. 161; Kâmil Mustafa eş-Şeybî, es-Sıla beyne’t-tasavvuf ve’t-teşeyyuǾ, Bağdad 1964, I, 115; Pakalın, I, 1; W. Marçais, “Aba”, İA, I, 1-2; Y. K. Stillman-T. Majda, “Libas”, EI² (İng.), V, 740, 752; H. Algar, “ǾAbāǿ”, Elr., I, 50-51.


Süleyman Uludağ       


 


 

 

 

 

 

 

 

Sayfa Başına Dönün 

Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol