KUR'AN FiHRiSTi A
Alak Suresi
http://fatihltfaydin.tr.gg/Oku-Prof-.-Dr-.-Suleyman-Ates.htm
ALLAH’a İFTİRA
Hud, 18,
Yaşar Nuri Öztürk: Yalan düzerek Allah'a iftira edenden daha zalim kim var? Onlar Rablerine arz edilecekler. Tanıklar diyecekler ki: "İşte bunlardır Rableri hakkında yalan uyduranlar." Herkes duysun ki, Allah'ın laneti zalimler üstünedir.
Yunus, 17,
AHİRET TİCARETİ
Ayrıca Antoloji.com Ahiret Ticaret.
Hidayeti bırakıp, delaleti satın alanlar.
Bakara, 16. ve 175. ayetde anılırlar.
BAKARA
16. Yaşar Nuri Öztürk: İşte bunlar, doğruluk ve aydınlığı verip karanlık ve sapıklığı satın
aldılar da ticaretleri hiç bir kazanç sağlamadı. Bir yol yordama girebilmiş de değillerdir.
175. Yaşar Nuri Öztürk: İşte bunlar hidayeti satıp şaşkınlığı, affedilmeyi satıp azabı
almışlardır. Ne kadar da dayanıklıdırlar ateşe!...
DALÂLET
Gizlemek, kaybolmak, sapmak, unutmak ve doğru yolu bulamamak gibi anlamlara gelir. Dînî
literatürde ise hidâyet kavramının zıddı olup, bilerek veya bilmeyerek doğru yoldan sapmak
demektir. Kur'ân'da dalâlet kavramı türevleriyle birlikte yüz doksan bir yerde geçmektedir.
"İşte onlar hidâyete karşılık dalâlet satın alanlardır...." (Bakara, 2/16); "Bize doğru
yolu göster, kendilerine lütuf ve ikramda bulunduğun kimselerin yoluna; gazaba uğramışların
ve sapmışların yoluna değil." (Fâtiha, 1/6-7). Dalâlet kavramının içeriğinde biri sapma
diğeri saptırma olmak üzere iki anlam bulunmaktadır. Kur'ân'da, Allah'a, meleklere,
kitaplara, peygamberlere ve ahiret gününe inanmamak (Nisâ, 4/136), Allah'a şirk koşmak
(Nisâ, 4/116), zulüm yapmak (Lokmân, 31/11) gibi davranışlar sapma olarak ifâde edilmiştir.
Saptırma terimine gelince, Kur'ân bunu da kişinin kendi kendisini saptırması (Bakara,
2/108) ve Allah'ın kullarını saptırması olmak üzere iki şekilde vasıflandırmıştır.
"...Verdiği misallerle Allah ancak fasıkları saptırır..." (Bakara, 2/26); "Allah kimi
hidâyete erdirmek isterse onun göğsünü İslâm'a açar ve her kimi de saptırmayı dilerse onun
göğsünü daraltır." (En'âm, 6/125). Allâh'ın insanları saptırması, insanların fiillerini
onları iradeleri doğrultusunda yaratması olarak anlaşılmalıdır. Dolayısıyla insanların
dalâletinde Allah'ın herhangi bir zorlama ve baskısı yoktur. Çünkü Allâh, olmuş ve olacak
her şeyi bilir. Hidâyet ve dalâletten her biri kulların seçimiyle takdir edilip kazanılmış,
ilâhî kazâ ve kaderle de yaratılmıştır. (F.K.)
ALLAH'ın KORUMASI
KİM GALİP ÇIKTI ! ( İHLAS )
Odunculukla hayatını kazanan bir zat vardı. Allah'a karşı kulluk vazifesini yapar, kimsenin ekşisine tatlısına karışmazdı. Bu kişinin bulunduğu köyün yakınında bir köy daha vardı. Onlar da dağda kutsal diye kabul ettikleri bir ağaca taparlar, ondan medet beklerlerdi. Oduncu birgün "Şunların Allah diye taptıkları ağacı kesip odun edeyim. Hem pazarda satarak ekmek parası kazanırım hem de bir kavmi Allah'a isyandan kurtarmış olurum." diye düşünerek Allah Rızası için ağacı kesmeye karar verdi.
Dağa doğru giderken karşısına acayip suratlı pis bir adam çıkarak nereye gittiğini sordu. Oduncu:
- Halkın Allah diye taparak Allah'a isyan ettikleri ağacı kesmeye gidiyorum, dedi.
Adam oduncuya:
- Ben şeytanım. O ağacı kesmene müsade etmiyorum, deyince zahit oduncu, şeytana çok kızdı. Öldürmek için hücum ederek yere yatırdı ve üzerine oturup hançerini boğazına dayadı. Şeytan zahid'e:
- Ey zahit, sen beni öldüremezsin. Allah bana kıyamete kadar müsaade etmiştir. Fakat gel o ağacı kesme, seninle anlaşalım. Ben sana hergün 1 Altın vereyim, sen de ağacı kesmekten vazgeç. Hem el ağaca tapıyormuş, günah işliyormuş senin neyine gerek, altınını al işine bak, dedi.
- Adam şeytanı bırakmıştı. Şeytan adama, akşam yatıp sabahleyin yastığının altına bakmasını söyledi ve anlaşarak ayrıldılar. Adam ağacı kesmekten vazgeçip evine dönmüştü. Akşam yatıp sabahleyin yastığının altına baktığında altın gördü. Memnun olmuştu. İkinci gün oldu. Fakat bu sefer şeytan altını koymamıştı. Adam kızıp baltasını aldığı gibi dağa ağacı kesmeye gitti. Yolda yine şeytanla karşılaştı. Adam şeytana iyice kızmıştı. Görünce:
- Seni sahtekar seni, kandırdın değil mi beni, diyerek üzerine hücum etti. Fakat evvelkinin tam tersine bu sefer şeytan adamı tuttuğu gibi altına aldı. Adam şaşırmıştı. Bu nasıl hâl der gibi şeytanın yüzüne bakıyordu. Şeytan:
- Hayret ettin değil mi? Niçin bana yenildiğinin sebebini söyleyeyim: Dün sen ALLAH RIZASI İÇİN ağacı kesmeye gidiyordun. Seni değil ben, dünyadaki bütün şeytanlar bir araya gelsek yine yenemezdik. Lakin şimdi ALLAH RIZASI İÇİN değil de, SANA ALTIN VERMEDİĞİM İÇİN kızdığından gidiyorsun. İşte o yüzden bana mağlup oldun ve sana ağacı kesmene müsaade etmeyeceğim, dedi.
Demek ki Hakk rızasına aykırı davranınca üzerinde ki koruma rahmeti kalkmış.
ALLAH'IN AYETLERİYLE DALGA GEÇENLERE KARŞI YAPILACAK ŞEY.
EN'ÂM-68
Yaşar Nuri Öztürk: Ayetlerimiz hakkında lakırdıya dalanları gördüğünde, onlar başka bir söze dalıncaya değin onlardan yüz çevir. Eğer şeytan sana unutturursa, hatırladıktan sonra o zalimler topluluğu ile oturma.
HİCR-95
Yaşar Nuri Öztürk: Alay edip eğlenenlere karşı biz sana yeteriz.
AZABIN BİR KISMINI DÜNYADA...
RÛM-41 : Zaharel fesâdu fîl berri vel bahri bimâ kesebet eydin nâsi, li yuzîkahum ba’dallezî amilû leallehum yerciûn(yerciûne).
1. zahare : zahir oldu, ortaya çıktı
2. el fesâdu : fesat
3. fî el berri : karada
4. ve el bahri : ve deniz
5. bimâ : şey sebebiyle
6. kesebet : kazandı
7. eydi : eller
8. en nâsi : insanlar
9. li yuzîka-hum : onlara tattırmak için
10. ba'dallezî (ba'de ellezi) : bir kısmı ki o
11. amilû : yaptılar
12. lealle-hum : umulur ki böylece onlar
13. yerciûne : dönerler
Yaşar Nuri Öztürk:İnsanların ellerinin kazanmış oldukları yüzünden denizde ve karada bozgun
çıktı. Allah onlara, yaptıklarının bir kısmını tattırıyor ki geri dönebilsinler.
Tefhim-ül Kur'an Yorumu.
Rum 41, Bu, yine, bütün Ortadoğu'da konuşulan Bizans ile İran arasındaki savaşa bir kinayedir. "İnsanların elleriyle kazandıkları"; Şirk ve ateizmi kabul etmenin ve ahireti görmezden gelmenin kaçınılmaz sonucu olarak insan davranışlarında ve karakterinde ortaya çıkan baskı, zulüm ve istibdat anlamına gelir. "Belki dönerler" ifadesi, Allah'ın, insanların kötü hareketlerinin sonuçlarının bazılarını ahirette cezalandırmadan önce göstermesi anlamına gelir. Böylece onlar gerçeği anlayıp tahminlerinde ne kadar hatalı olduklarını hissedebilirler ve ilk zamanlardan beri Allah'ın Peygamberlerinin tebliğ ettiği ve insan davranışlarını sağlam temellere oturtabilecek tek yol olan hak dine döndürabilirler. Bu konu Kur'an'da birçok yerde ele alınmıştır. Tevbe: 126, Rad: 231, Secde: 21, Tur: 47.
96-el-ALAK
Alak, insanın yaratılış safhalarından olan aşılanmış yumurtayı ifade eder. Bu sûreye "İkra' sûresi" de denir. Mekke'de inmiştir; 19 âyettir. İlk 5 âyeti, Kur'an'ın ilk inen âyetleridir. Bu sûrede okumanın, öğrenmenin üstünlüğü, insanın yaratılışı, kalemin özelliği, bunların insana Allah'ın ihsanı olduğu, insanın bunları düşünmesi, Rabbine itaat etmesi gerektiği, aksi halde azaba dûçar olacağı anlatılır.
ELMALILI TEFSİRİ' NDEN ALINMIŞTIR.
TÜM SURE MEAL ( ANLAM ) LERİ PROF.DR.YAŞAR NURİ ÖZTÜRK' E AİTTİR.
96 - ALAK
Bismillahirrahmanirrahim
1. Ikre' bismi rabbikelleziy halak
2. Halekal'insane min 'alak
3. Ikre' ve rabbükel'ekrem
4. Elleziy 'alleme bilkalem
5. Allemel'insane ma lem ya'lem
6. Kella innel'insane leyatğa
7. Erra a hustağna
8. İnne ila rabbikerrü'
9. Eraeytelleziy yenha
10. Abden iza salla
11. Eraeyte in kane 'alelhüda
12. Ev emara bittakva
13. Eraeyte in kezzebe ve tevella
14. Elem ya'lem biennallahe yera
15. Kella lein lem yentehi lenesfe'an binnasıyeh
16. Nasıyetin kezibetin hatıeh
17. Felyed'u nadiyehu.
18. Sened'uzzebaniyete.
19. Kella la tütı'hü vescüd vakterib
Kuran.gen.tr Bir
İnternet Holding A.Ş.
İştirakidir.
ALAK SURESİ
(1/96. sure)
Rahman ve Rahim Allah'ın adıyla...
1. Yaratan Rabbinin adıyla oku/çağır!
2. İnsanı, embriyodan/ilişip yapışan bir sudan/sevgi ve ilgiden/husûmetten yarattı.
3. Oku! Rabbin Ekrem'dir/en büyük cömertliğin sahibidir.
4. O'dur kalemle öğreten!
5. İnsana bilmediğini öğretti.
6. İş, sanıldığı gibi değil! İnsan gerçekten azar:
7. Kendisini her türlü ihtiyacın üstünde görmüştür.
8. Oysaki, dönüş yalnız Rabbinedir!
9. Gördün mü o yasaklayanı,
10. Bir kulu namaz kılarken.
11. Gördün mü! Ya o iyilik ve doğruluk üzere ise?!
12. Ya o, takvayı emrediyorsa!
13. Gördün mü! Ya şu yalanlamış, sırt dönmüşse!
14. Bilmedi mi ki Allah gerçekten görür!
15. İş, sandığı gibi değil! Eğer vazgeçmezse yemin olsun, o alnı mutlaka tutup sürteceğiz!
16. O yalancı, o günahkâr alnı.
17. Hadi çağırsın derneğini/kurultayını!
18. Biz de çağıracağız zebanileri!
19. Sakın, sakın! Ona boyun eğme; secde et ve yaklaş!
ADEM HAVVA KISSASI
7/A'RÂF-19
Ve yâ âdemuskun ente ve zevcukel cennete fe kulâ min haysu şi'tumâ ve lâ takrebâ hâzihiş şecerete fe tekûnâ minez zâlimîn(zâlimîne).
1. |
yâ âdemu |
: ey Âdem |
2. |
uskun |
: yerleşin, ikamet edin |
3. |
ente |
: sen |
4. |
zevcu-ke |
: senin zevcen |
5. |
el cennete |
: cennet |
6. |
fe |
: böylece, o zaman |
7. |
kulâ |
: yeyin (ikiniz) |
8. |
min haysu |
: yerden, yerde, nereden |
9. |
şi'tumâ |
: dilediğiniz (siz ikiniz) |
10. |
lâ takrebâ |
: yaklaşmayın (ikiniz) |
11. |
hâzihi |
: bu |
12. |
eş şecerete |
: ağaç |
13. |
fe tekûnâ |
: o zaman olursunuz (siz ikiniz) |
14. |
min ez zâlimîne |
: zalimlerden |
AÇIKLAMA
Bismillâhirrahmânirrahîm
Allahû Tealâ, Âdem Aleyhisselâm'la eşi Havva Anamız'ı, Kendi katında (İndi İlâhi) vücuda getirmiştir. Onların cennette yerleşmelerini istemektedir.
"Ey Adem! Sen ve eşin cennette oturun, dilediğiniz yerden yiyin ama şu ağaca yaklaşmayın. Yoksa ikiniz de zalimlerden olursunuz."
7/A'RÂF-22
Fedellâhumâ bi gurûr(gurûrin), fe lemmâ zâkâş şecerete bedet lehumâ sev'âtuhumâ ve tafikâ yahsıfâni aleyhimâ min varakıl cenneh(cenneti), ve nâdâhumâ rabbuhumâ e lem enhekumâ an tilkumeş şecereti ve ekul lekumâ inneş şeytâne lekumâ aduvvun mubîn(mubînun).
1. |
fe |
: böylece |
2. |
dellâ |
: o ikisine delillik (önderlik) yaptı |
3. |
humâ |
: ikisi |
4. |
bi gurûrin |
: aldatarak |
5. |
fe lemmâ |
: öyle olunca |
6. |
zâkâ |
: tattılar (ikisi) |
7. |
eş şecerete |
: ağacı tattıklarında |
8. |
bedet |
: göründü, açığa çıktı |
9. |
lehumâ |
: kendilerine (ikisine) |
10. |
sev'âtu-humâ |
: ayıp yerleri (ikisinin) |
11. |
ve tafikâ |
: ve başladılar (ikisi) |
12. |
yahsıfâni |
: yapıştırıyorlar (ikisi) |
13. |
aleyhimâ |
: üzerlerine (ikisinin) |
14. |
min |
: ...den |
15. |
varaki |
: yaprak |
16. |
el cenneti |
: cennet |
17. |
ve nâdâ-huma |
: ve ikisine seslendi |
18. |
rabbu-humâ |
: ikisinin Rabbi |
19. |
e lem enhe-kumâ |
: ikinize menetmemiş miydim yasaklamamış mıydım |
20. |
an tilkum eş şecereti |
: bu ağaçtan |
21. |
ve ekul |
: ve söyledim |
22. |
lekumâ |
: ikinize |
23. |
inne eş şeytâne |
: muhakkak ki şeytan |
24. |
aduvvun |
: düşmandır |
25. |
mubînun |
: apaçık |
AÇIKLAMA
Bismillâhirrahmânirrahîm
Hayatınızın en büyük düşmanı şeytandır. Allah'ın yoluna girdiğiniz zaman, her yaptığınızın; kendi düşündüğünün, yaptırmak istediğinin aksine olduğunu bildiği için sizinle bir saniye bile ayrılmadan beraber olur. Sizin kurtuluşunuz onu büyük üzüntüye sokar. Hepinizden istediği şey:
1- Herkese düşman olmak. 2- Herkesle kavgalı olmak. 3- Kendinizle kavgalı olmaktır.
Böylece hem herkesle, hem de Allah ile olan ilişkilerinizde huzursuz olmanızdır.
İblis, hiçbir zaman sizi boş bırakmaz. Her zaman sizi tuzağa düşürmek için hazırdır. Devamlı sizi o tuzakta tutmak üzere büyük gayretlerin sahibidir. Âdem (A.S)'la Havva Anamız'ın cennetten kovulmalarının; dünya adı verilen bu gezegene gelmelerinin sebebi, Allah'ın emrini açık bir şekilde dinlememeleri ve şeytanın söylediklerine inanmalarıdır.
Nihayet onları kandırarak aşağı çekti. O ikisi ağaçtan tadınca çirkin yerleri kendilerine açıldı. Bahçenin yapraklarından yamalar yapıp üzerlerine örtmeye başladılar. Rableri onlara seslendi: "Ben size bu ağacı yasaklamadım mı? Ben size, şeytan sizin için açık bir düşmandır demedim mi?"
7/A'RÂF-23
Bismillâhirrahmânirrahîm
قَالاَ رَبَّنَا ظَلَمْنَا أَنفُسَنَا وَإِن لَّمْ تَغْفِرْ لَنَا وَتَرْحَمْنَا لَنَكُونَنَّ مِنَ الْخَاسِرِينَ
Kâlâ rabbenâ zalemnâ enfusenâ ve in lem tagfirlenâ ve terhamnâ le nekûnenne minel hâsirîn(hâsirîne).
1. |
kâlâ |
: dediler (o ikisi) |
2. |
rabbe-nâ |
: Rabbimiz |
3. |
zalem-nâ |
: zulmettik |
4. |
enfuse-nâ |
: nefslerimiz |
5. |
ve in |
: ve eğer |
6. |
lem tagfir-lenâ |
: bize mağfiret etmezsin |
7. |
ve terham-nâ |
: ve bize rahmet et |
8. |
le nekûne enne |
: mutlaka biz oluruz |
9. |
min el hâsirîne |
: hüsrana uğrayanlardan |
AÇIKLAMA
Bismillâhirrahmânirrahîm
Hz. Âdem ve Havva Anamız, hatalarını idrak etmişlerdir. Bütün insanlık tarihi boyunca önemli olacak olan faktörler, burada Allah'ın rahmet göndermesi ve hüsrana uğramaktır. Allahû Tealâ, Havva Anamız'a ve Âdem (A.S)'a, hayatlarının her saniyesinin filme alındığını, kaybedilen derecelerin, kazanılan derecelerden fazla olduğunda cehenneme gidileceğini, ateşlerde yanmalarının söz konusu olacağını öğretmişti. Ve onlar hüsrana düşmeyi de, Allah'ın rahmet göndermesini de, Allah'ın kendilerine mağfiret etmesinin de anlamını biliyorlardı.
"Ey Rabbimiz, dediler, öz benliklerimize zulmettik. Eğer bizi affetmez, bize acımazsan elbette ki hüsrana uğrayanlardan olacağız."
ALLAH'A HAVALE ETMEK.
ALLAH'IN SABRI ( Allah’ ın baş Sıbgatullahı, karekteri, boyası ).
İBRÂHÎM-42
Yaşar Nuri Öztürk : Sakın, Allah'ı, zalimlerin yapmakta olduğundan habersiz sanma. O, onları, gözlerin korkudan donup kalacağı bir güne erteliyor, hepsi bu...
NAHL-61
Yaşar Nuri Öztürk : Eğer Allah, insanları zulümlerine karşı cezalandırsaydı, yeryüzünde debelenen bir şey bırakmazdı. Ama öyle yapmıyor, onları belirli bir süreye kadar erteliyor. Süreleri geldiğinde ise ne bir saat geri kalırlar ne de öne geçebilirler.
YÛNUS-99
Yaşar Nuri Öztürk : Eğer Rabbin dileseydi, yeryüzündeki insanların hepsi toptan iman ederdi. Hal böyle iken, mümin olmaları için insanları sen mi zorlayacaksın!
Allah’ ı Aldatmaya Kalkmak
.Allah’a Din Öğretmeye Kalkmak
Allah ve Peygamberin Önüne Geçmekhttp://www.haberturk.com/yazarlar/prof-dr-bayraktar-bayrakli/861055-dini-kulturu-dinin-yerine-koymayin
HUCURÂT-16
Yaşar Nuri Öztürk : De ki: "Siz Allah'a dininizi mi öğretiyorsunuz? Oysaki Allah, gökte ne var, yerde ne var hepsini bilir. Allah her şeyi çok iyi bilmektedir."
ŞÛRÂ-21
Yaşar Nuri Öztürk : Yoksa onların, dinden, Allah'ın izin vermediği şeyi kendileri için yasalaştıran ortakları mı var? Kesin ayrıma ilişkin söz olmasaydı, aralarında hüküm mutlaka verilirdi. O zalimler var ya, onlar için acıklı bir azap öngörülmüştür.
1.
|
fe
|
: o zaman, böylece, sonra
|
2.
|
enceynâ-hu
|
: biz onu kurtardık
|
3.
|
ve
|
: ve
|
4.
|
ashâbe
|
: sahip, halk
|
5.
|
es sefîneti
|
: gemi
|
6.
|
ve cealnâ-hâ
|
: ve onu kıldık
|
7.
|
âyeten
|
: âyet, ibret
|
8.
|
li el âlemîne
|
: âlemler için, âlemlere
|
AHLÂK
KALEM-4
Yaşar Nuri Öztürk : Ve gerçekten sen, çok büyük bir ahlak üzerindesin.
Ve inneke le alâ hulukın azîm(azîmin).
1. |
ve inne-ke |
: ve muhakkak ki sen |
2. |
le |
: gerçekten, elbette, mutlaka |
3. |
alâ |
: üzerinde |
4. |
hulukın |
: yaratılış (ahlâk) |
5. |
azîmin |
: azîm, çok büyük |
Diyalektik yani zıtların çatışması kuramı gereği her şey zıttıyla yaratılmıştır. Güzelin yanında çirkin, iyinin yanında kötü vs. gibi. Haksızlık içeren şeylerin hepsi negativite yani olumsuzluk, hakkaniyet içeren şeylerin hepsi de pozitivite yani olumluluk olarak adlandırılmaktadır. Ahlâk yani yaratılış bütün olarak güzeldir.Ahlâkın olumsuzluk içeren tarafının, olumlunun değerini ortaya koyması ve yaratılanların canını yakarak olumluya yöneltmesi bütün olarak bakıldığında ahlâkın güzelliğini ortaya koyar.
Ahlâkın olumluluk yanına güzel ahlâk, olumsuzluk yanına ahlaksızlık denir. Güzel ahlâk ve çirkin ahlâk şeklinde bir sınıflandırma da yapılabilir.
Yukarıda ki ayette büyük, yüce bir ahlâk üzerindesin deniyor. Yani Allah’ın gözünde yüce bir değere sahip ahlâk üzerindesin deniyor. Böyle bir ahlâk da elbette ki güzeldir.
Mutluluğun 3 şartı
1. Helal Kazanç
2. Güzel Ahlâk ( salih ameli yani Allah'ın rızasına uygun işleri içerir. Ayrıca Allah'ın rızasına aykırı şeylerden kaçınmak da Allah'ın rızasına uygun olduğu için olumsuzlukları işlememek için mücadele etmek de salih ameldir).
3.Ruhsal, Bedensel ve Düşünsel Sağlık
ARTIK DEĞER
http://www.yurtgazetesi.com.tr/emek-ve-artik-degeri-belirleyici-ilan-eden-kitap-makale,4244.html
A) Allah’ ın Zati ( yalnızca zatına, kendine özgü ) Sıfatları ya da Selbi ( zıttını reddeden ) Sıfatları ile ilgili Kur’an Ayetleri.
1. Varlığı ( Vücud, Vâcibu’l vücûd : varlığı icab eden, zorunlu, gerekli olan, yokluğu düşünülemeyen )
BAKARA
62. Şu bir gerçek ki, iman edenlerden, Yahudilerden, Hıristiyanlardan, Sabîlerden Allah'a ve âhıret gününe inanıp barışa ve hayra yönelik iş yapanların, Rableri katında kendilerine has ödülleri olacaktır. Korku yoktur onlar için, tasalanmayacaklardır onlar.
285. Resul, Rabb'inden kendisine indirilene inanmıştır; müminler de. Hepsi; Allah'a, onun meleklerine, kitaplarına, resullerine inanmışlardır.
Allah'ın resullerinden hiç birini ötekinden ayırmayız. Şöyle demişlerdir: "Dinledik, boyun eğdik. Affet bizi, ey Rabb'imiz. Dönüş yalnız sanadır."
NİSA
136. Ey iman edenler! Allah'a, onun resulüne, resulüne indirmiş olduğu Kitap'a, daha önce indirmiş olduğu Kitap'a inanın. Kim Allah'ı, O'nun meleklerini, kitaplarını, resullerini ve âhiret gününü inkâr ederse geri dönüşü olmayan bir sapıklığa gömülmüş olur.
MÂİDE
69. Şu bir gerçek ki, iman edenler, Yahudiler, Sâbiîler ve Hıristiyanlardan Allah'a ve âhiret gününe inanıp hayra ve barışa yönelik iş yapanlar için korku yoktur. Tasalanmayacaklardır onlar.
EN'ÂM
75. Böylece biz İbrahim'e göklerin ve yerin melekûtunu gösteriyorduk ki, gerçeği görüp bilerek inananlardan olsun.
76. Gece onun üstünü örtünce bir yıldız gördü de "İşte Rabbim bu!" dedi. Yıldız battığında ise "Batıp gidenleri sevmem!" diye konuştu.
77. Ay'ı doğar halde görünce, "Rabbim bu!" dedi. O batınca da şöyle konuştu: "Eğer Rabbim bana kılavuzluk etmeseydi sapıtan topluluktan olurdum."
78. Nihayet Güneş'in doğmakta olduğunu gördüğünde, "Benim Rabbim bu, bu daha büyük!" dedi. O da batıp gidince şöyle seslendi: "Ortak koştuğunu
şeylerden uzağım ben."
79. "Ben bir hanîf olarak yüzümü gökleri ve yeri yaratana döndürdüm. Müşriklerden değilim ben."
2. Birliği ( Vahdaniyet : yalnızca bir tane olması, ondan başka yaratanın olmaması, Lailâhe İllallah: İlahe; ilahlar demek olup, İlahlar yok yalnızca bir tek Allah var anlamındadır. )
BAKARA
163. Sizin İlâh'ınız Vâhid'dir, bir tek İlâh'tır. İlâh yoktur O'ndan başka. Rahman'dır O, Rahîm'dir.
255. ( Ayet - el Kürsi ) Allah'tan başka ilâh yok. Hayy'dır O, sürekli diridir; Kayyûm'dur O, kudretin kaynağıdır. Ne gaflet yaklaşır O'na ne kendinden geçme ne de uyku. Göklerde ne var, yerde ne varsa yalnız O'nun dur. O'nun huzurunda, bizzat O'nun izni olmadıkça, kim şefaat edebilir! O, insanların önden gönderdiklerini de bilir, arkada bıraktıklarını da!... İnsanlar O'nun bilgisinden, bizzat kendisinin dilediği dışında, hiç bir şeyi kavrayıp kuşatamazlar. O'nun kürsüsü, gökleri ve yeri çepeçevre kuşatmıştır. Göklerin ve yerin korunması O'na hiç de zor gelmez. Aliy'dir O, yüceliği sınırsızdır; Azîm'dir O, büyüklüğü sınırsızdır.
ÂLİ İMRÂN
3. Allah... İlâh yok O'ndan başka... Hayy'dır O, Kayyûm'dur.
6. Rahimlerde sizi dilediğince şekillendiren O'dur. İlâh yok O'ndan başka. Azîz'dir O, Hakîm'dir.
18. Allah, kendisinden başka tanrı olmadığına tanıktır. Meleklerle ilim sahipleri de adalet ölçüsüne sarılarak tanıklık etmişlerdir ki, o Azîz ve Hakîm olandan başka hiçbir ilah yoktur.
NİSÂ
87. Allah'tır O, ilah yoktur O'ndan başka. Hakkında hiçbir kuşku bulunmayan kıyamet gününde, hepinizi muhakkak bir araya toplayacaktır. Hadis/söz bakımından, Allah'tan daha sadık kim olabilir?
171. Ey Ehlikitap! Dininizde aşırılığa gidip doymazlık etmeyin! Allah hakkında gerçek dışı bir şey söylemeyin! Meryem oğlu İsa Mesih, Allah'ın resulü ve kelimesidir. Onu, kendisinden bir ruhla beraber Meryem'e atmıştır. Artık Allah'a ve resullerine inanın. "Üçtür!" demeyin. Son verin, sizin için daha iyi olur. Allah Vâhid'dir, tek ve biricik ilahtır. Kendisi için bir çocuk olmasından arınmıştır O. Yalnız O'nundur göklerdekiler ve yerdekiler. Vekil olarak Allah yeter.
EN'ÂM
19. Sor: "Tanıklık bakımından hangi şey daha büyüktür?" De ki: "Benimle sizin aranızda Allah tanıktır. Bu Kur'an bana vahyolundu ki, onunla sizi ve ulaştığı herkesi uyarayım. Siz gerçekten Allah'ın yanında başka ilahların bulunduğuna tanıklık ediyor musunuz?" De ki: "Ben buna tanıklık etmiyorum." De ki: "O, sadece tek bir tanrıdır! Ve ben, sizin ortak tuttuğunuz şeylerden uzağım!"
102. Rabbiniz Allah işte budur! İlah yok O'ndan başka. Her şeyin yaratıcısıdır, Haalik'tir O. O'na kulluk/ibadet edin! O her şeye Vekîl'dir.
TEVBE
31. Allah'ın yanında hahamlarını ve ruhbanlarını da rabler edindiler. Meryem oğlu Mesih'i de öyle. Oysa kendilerine, tek olan Allah'tan başkasına ibadet/kulluk etmemeleri emredilmişti. İlah yok o tek Allah'tan başka. Onların ortak koştuklarından arınmıştır O.
HÛD
14. Eğer size cevap veremedilerse artık bilin ki o, ancak Allah'ın ilmiyle indirilmiştir. Ve O'ndan başka da ilah yoktur. Artık müslüman oluyor/Allah'a teslim oluyor musunuz?
RA'D
16. De ki: "Göklerin ve yerin Rabbi kim?" De ki: "Allah." De ki: "O'nun yanında başka evliya mı/destekçiler mi edindiniz? Bunlar kendilerine bile yarar sağlayıp zarar verme gücünde değiller." De ki: "Körle gören yahut karanlıklarla ışık bir olur mu? Yoksa Allah'a, tıpkı O'nun yarattığı gibi yaratan ortaklar buldular da yaratış/yaratılanlar kendileri için benzeşir hale mi geldi?" De ki: "Allah'tır her şeyi yaratan, O'dur Vâhid ve Kahhâr olan."
30. İşte seni böylece, kendilerinden önce nice ümmetlerin gelip geçtiği bir ümmet içinde resul kıldık ki, onlar Rahman'a küfrederlerken sen kendilerine, sana vahyettiğimizi okuyasın. De ki: "O'dur benim Rabbim, ilah yok O'ndan başka, O'na dayanmışım ben! Yalnız O'nadır tövbem!"
NAHL
22. Tanrınız bir tek tanrıdır. Böyle iken, âhirete inanmayanlar, kibre saplandıkları için kalpleri inkârcı olmuştur.
51. Allah buyurdu ki: "İki ilah edinmeyin; O sadece bir tek ilahtır. Yalnız benden korkun."
İSRÂ
42. De ki: "Eğer onların dediği gibi Allah'la beraber ilahlar olsaydı, o zaman onlar arşın sahibine varmak için elbette bir yol ararlardı."
43. O hep tespih edilen, onların söylediklerinden çok uzak ve çok yüksek; hem de ölçüye sığmayacak kadar yüksek...
TÂHÂ
8. Allah'tır O. İlah yok O'ndan başka. Esmaül Hüsna, en güzel isimler O'nundur.
98. Gerçek olan şu ki, sizin ilahınız kendisinden başka hiçbir tanrı olmayan Allah'tır. O, ilim bakımından herşeyi çepeçevre kuşatmıştır.
ENBİYÂ
22. Eğer, yerde gökte Allah'tan başka tanrılar olsaydı, o ikisi de mutlaka fesada uğrardı. Arşın Rabbi o Allah, onların nitelendirmelerinden yücedir, uzaktır.
25. Senden önce hiçbir resul göndermedik ki ona şöyle vahyetmiş olmayalım: "Gerçek şu: İlah yok benden başka, artık bana kulluk/ibadet edin."
MU'MİNÛN
91. Allah, çocuk filan edinmemiştir. O'nunla beraber herhangi bir ilah da yoktur. Eğer böyle olsaydı, her ilah kendi yarattığını yok ederdi ve mutlaka biri ötekine üstün gelmeye çalışırdı. Allah'ın şanı onların nitelendirmelerinden yücedir, arınmıştır.
116. Yücelerden yücedir, o hak padişah olan Allah! İlah yok O'ndan başka. O şanlı arşın Rabbidir O!
KASAS
70. O, Allah'tır! Tanrı yoktur O'ndan başka. İlkte de sonda da hamt yalnız O'nadır. Hüküm de yalnız O'nundur/O'nun içindir. Ve siz yalnız O'na döndürüleceksiniz.
88. Allah'ın yanında diğer bir tanrıya daha kulluk etme. İlah yok O'ndan başka. O'nun yüzü dışında herşey helâk olacaktır. Hüküm yalnız O'nundur ve O'na döndürüleceksiniz.
FÂTIR
3. Ey insanlar, Allah'ın, üzerinizdeki nimetini anın! Allah'tan başka yaratıcı mı var? Sizi gökten ve yerden rızıklandırır. O'ndan başka ilah yoktur. Hal böyle iken nasıl oluyor da yüz geri çevriliyorsunuz?
SÂFFÂT
1. Yemin olsun o saf bağlayıp dizilenlere/o saflar tutturup sıraya dizilenlere/o kanatlarını açıp toplayarak uçanlara,
2. O haykırarak sevk edenlere/o göğüs gererek durduranlara,
3. O Zikir okuyanlara,
4. Ki sizin ilahınız hiç kuşkusuz bir ve tektir.
5. Göklerin, yerin ve bu ikisi arasındakilerin Rabbidir O; doğuların da Rabbidir O.
SÂD
65. De ki: "Ben, sadece bir uyarıcıyım. O Vâhid ve Kahhâr Allah'tan başka hiçbir ilah yoktur."
66. "Göklerin, yerin ve bunlar arasındakilerin Rabbi'dir O. Azîz ve Gaffâr..."
ZUMER
4. Eğer Allah bir çocuk edinmek isteseydi, yaratmakta olduklarından dilediğini seçerdi. Böyle birşeyden arınmıştır O. Allah'tır, Vahid'dir, Kahhar'dır O.
6. Sizi bir tek canlıdan yarattı; sonra o canlıdan onun eşini vücuda getirdi. Ve sizin için davarlardan sekiz çift indirmiştir. Sizi annelerinizin karınlarında üç karanlık içinde, bir yaratıştan öbürüne geçirerek oluşturuyor. İşte Allah! Budur sizin Rabbiniz! Yalnız O'nundur mülk ve saltanat! İlah yoktur O'ndan başka! Hal böyle iken nasıl oluyor da gerçeğin tersine döndürülüyorsunuz?!
MU'MİN
3. Ğafir'dir, günahı affedendir. Tövbeyi kabul eden, azabı çetin, lütfu bol olandır O. İlah yoktur O'ndan gayrı. Yalnız O'nadır varış ve dönüş.
16. İşte o Allah'tır sizin Rabbiniz! Her şeyin yaratıcısıdır O. Tanrı yok O'ndan başka. Durum bu iken, nasıl oluyor da çevriliyorsunuz?
62. İşte o Allah'tır sizin Rabbiniz! Her şeyin yaratıcısıdır O. Tanrı yok O'ndan başka. Durum bu iken, nasıl oluyor da çevriliyorsunuz?
65. Hayy O'dur! Tanrı yoktur O'ndan başka. Dini kendisine özgüleyerek dua edin O'na. Hamt olsun âlemlerin Rabbi'ne!
FUSSİLET
6. De ki: "Ben sadece sizin gibi bir insanım. İlahınızın bir tek ilah olduğu bana vahyediliyor. O halde şaşıp sendelemeden O'na yönelin ve O'ndan af dileyin. Vay haline ortak koşanların!
ZUHRÛF
84. Göklerde ilah olan da O, yerde ilah olan da O. O'dur Hakîm, O'dur Alîm.
DUHÂN
7. Tanrı yoktur O'ndan başka! Diriltir ve öldürür. Sizin de Rabbinizdir O, önceki atalarınızın da Rabbidir,
HAŞR
22. Öyle Allah ki O, tanrı yok O'ndan başka. Gaybı da görünen âlemi de bilen O! Rahman O, Rahîm O.
23. Öyle Allah ki O, ilah yok O'ndan gayrı! Melik, Kuddûs, Selâm, Mümin, Müheymin, Azîz, Cebbâr, Mütekebbir. Allah, onların ortak koşmalarından yücedir, arınmıştır.
TEGÂBUN
13. Allah! İlah yok O'ndan başka! Yalnız Allah'a güvenip dayanır iman sahipleri.
MUZZEMMİL
9. Doğunun ve batının Rabbidir O. Tanrı yoktur O'ndan başka. O'nu vekil et!
İHLÂS
1. De ki: O, Allah'tır; Ahad'dır, tektir!
3. Kıdem ( ezeli olan, öncesi başlangıcı olmayan, varlığı her şeyin varlığından önce olan, hep var olan )
BAKARA
255. ( Ayet-el Kürsi ) Allah'tan başka ilâh yok. Hayy'dır O, sürekli diridir; Kayyûm'dur O, kudretin kaynağıdır. Ne gaflet yaklaşır O'na ne kendinden geçme ne de uyku. Göklerde ne var, yerde ne varsa yalnız O'nun dur. O'nun huzurunda, bizzat O'nun izni olmadıkça, kim şefaat edebilir! O, insanların önden gönderdiklerini de bilir, arkada bıraktıklarını da!... İnsanlar O'nun bilgisinden, bizzat kendisinin dilediği dışında, hiç bir şeyi kavrayıp kuşatamazlar. O'nun kürsüsü, gökleri ve yeri çepeçevre kuşatmıştır. Göklerin ve yerin korunması O'na hiç de zor gelmez. Aliy'dir O, yüceliği sınırsızdır; Azîm'dir O, büyüklüğü sınırsızdır.
Allâhu lâ ilâhe illâ huvel hayyul kayyûm(kayyûmu), lâ te’huzuhu sinetun ve lâ nevm(nevmun), lehu mâ fîs semâvâti ve mâ fil ard(ardı), menzellezî yeşfeu indehû illâ bi iznih(iznihî) ya’lemu mâ beyne eydîhim ve mâ halfehum, ve lâ yuhîtûne bi şey’in min ilmihî illâ bi mâ şâe, vesia kursiyyuhus semâvâti vel ard(arda), ve lâ yeûduhu hıfzuhumâ ve huvel aliyyul azîm(azîmu).
1. |
allâhu |
: Allah |
2. |
lâ ilâhe |
: ilâh yoktur |
3. |
illâ |
: ancak, sadece, den başka |
4. |
huve |
: o |
5. |
el hayyu |
: hayy olan, diri olan, canlı olan |
6. |
el kayyûmu |
: kayyum olan, zatı ile daimî, bâki olan, herşeyi (kâinatı) idare eden |
7. |
lâ te'huzu-hu |
: onu almaz (ona olmaz) |
8. |
sinetun |
: uyuklama hali |
9. |
ve lâ nevmun |
: ve uyku yoktur, olmaz |
10. |
lehu |
: onun |
11. |
mâ fî es semâvâti |
: göklerde olan şeyler |
12. |
ve mâ fi el ardı |
: ve yeryüzünde olan şeyler |
13. |
men zâ |
: kim sahiptir (yetkiye sahiptir) |
14. |
ellezî |
: o kimse ki, o ki |
15. |
yeşfeu |
: şefaat eder |
16. |
inde-hu |
: onun katında, yanında |
17. |
illâ |
: ancak, sadece, den başka |
18. |
bi izni-hi |
: onun izni ile |
19. |
ya'lemu |
: bilir |
20. |
mâ beyne eydî-him |
: onların elleri arasında olan şeyler, onların önlerindeki |
21. |
ve mâ halfe-hum |
: ve onların arkalarında olan şeyler |
22. |
ve lâ yuhîtûne |
: ve ihata edemez, kavrayamaz, |
23. |
bi şey |
: bir şey |
24. |
min ilmi-hi |
: onun ilminden |
25. |
illâ |
: ancak, hariç, den başka |
26. |
bi mâ şâe |
: dilediği şey, dilediği |
27. |
vesia |
: (geniştir) kapladı, kuşattı, kapsadı |
28. |
kursiyyu-hu |
: onun kürsüsü |
29. |
es semâvâti |
: semalar, gökler |
30. |
ve el arda |
: ve arz, yeryüzü |
31. |
ve lâ yeûdu-hu |
: ve ona ağır, zor gelmez |
32. |
hıfzu-humâ |
: onları (o ikisini) koruma, muhafaza etme 33 - ve huve |
33. |
el aliyyu |
: âlâ, çok ulu, çok yüce |
34. |
el azîmu |
: azîm, büyük |
HADÎD-3 Evvel'dir O, başlangıcı yoktur; Âhir'dir O, sonu yoktur; Zâhir'dir O, her şeyde belirir; Bâtın'dır O, gözlerden gizlenmiştir. Her şeyi en güzel biçimde bilendir o.
Huvel evvelu vel âhiru vez zâhiru vel bâtın(bâtınu), ve huve bi kulli şey’in alîm(alîmun).
1. |
huve |
: o |
2. |
el evvelu |
: evvel, ilk, tüm varlıklardan önce var olan |
3. |
ve el âhiru |
: ve ahir, son, tüm varlıklardan sonra bâki olan |
4. |
ve ez zâhiru |
: ve zahir, varlığı alâmetleri tüm varlıklarda görünen |
5. |
ve el bâtinu |
: ve bâtın, görülemeyen, gizli olan |
6. |
ve |
: ve |
7. |
huve |
: o |
8. |
bi kulli şey'in |
: herşeyi |
9. |
alîmun |
: en iyi bilen |
4. Baka ( ebedi olan, sonrası olmayan, hep var olacak olan, sonu olmayan, hep baki kalıcı olacak olan )
BAKARA- 255. ( Ayet-el Kürsi ) Allah'tan başka ilâh yok. Hayy'dır O, sürekli diridir; Kayyûm'dur O, kudretin kaynağıdır. Ne gaflet yaklaşır O'na ne kendinden geçme ne de uyku. Göklerde ne var, yerde ne varsa yalnız O'nun dur. O'nun huzurunda, bizzat O'nun izni olmadıkça, kim şefaat edebilir! O, insanların önden gönderdiklerini de bilir, arkada bıraktıklarını da!... İnsanlar O'nun bilgisinden, bizzat kendisinin dilediği dışında, hiç bir şeyi kavrayıp kuşatamazlar. O'nun kürsüsü, gökleri ve yeri çepeçevre kuşatmıştır. Göklerin ve yerin korunması O'na hiç de zor gelmez. Aliy'dir O, yüceliği sınırsızdır; Azîm'dir O, büyüklüğü sınırsızdır.
HADÎD-3 Evvel'dir O, başlangıcı yoktur; Âhir'dir O, sonu yoktur; Zâhir'dir O, her şeyde belirir; Bâtın'dır O, gözlerden gizlenmiştir. Her şeyi en güzel biçimde bilendir o.
Huvel evvelu vel âhiru vez zâhiru vel bâtın(bâtınu), ve huve bi kulli şey’in alîm(alîmun).
1. |
huve |
: o |
2. |
el evvelu |
: evvel, ilk, tüm varlıklardan önce var olan |
3. |
ve el âhiru |
: ve ahir, son, tüm varlıklardan sonra bâki olan |
4. |
ve ez zâhiru |
: ve zahir, varlığı alâmetleri tüm varlıklarda görünen |
5. |
ve el bâtinu |
: ve bâtın, görülemeyen, gizli olan |
6. |
ve |
: ve |
7. |
huve |
: o |
8. |
bi kulli şey'in |
: herşeyi |
9. |
alîmun |
: en iyi bilen |
FURKÂN-58 O hiç ölmeyecek diriye, o Hayy olana dayanıp güven, O'nu överek tespih et. Kullarının günahlarından O'nun haberdar olması yeter.
KASAS-88 Allah'ın yanında diğer bir tanrıya daha kulluk etme. İlah yok O'ndan başka. O'nun yüzü dışında herşey helâk olacaktır. Hüküm yalnız O'nundur ve O'na döndürüleceksiniz.
RAHMÂN
26. Yer üzerinde bulunan herkes yok olacaktır.
27. Sadece o bağış ve celal sahibi Rabbinin yüzü kalacaktır.
5. Kıyam bi nefsihi ( var olmak için başka varlıkara ihtiyaç duymayan, kendiliğinden var olan )
İHLÂS-2 Allah'tır; Samed'dir/tüm ihtiyaçların, niyetlerin, övgülerin, yakarışların yöneldiği tek kuvvettir!
Allâhus samed(samedu).
1. |
allâhu |
: Allah |
2. |
es samedu |
: samed, herşeyin ona muhtaç olması, onun hiçbir şeye muhtaç olmaması |
BAKARA. 255. ( Ayet-el Kürsi ) Allah'tan başka ilâh yok. Hayy'dır O, sürekli diridir; Kayyûm'dur O, kudretin kaynağıdır. Ne gaflet yaklaşır O'na ne kendinden geçme ne de uyku. Göklerde ne var, yerde ne varsa yalnız O'nun dur. O'nun huzurunda, bizzat O'nun izni olmadıkça, kim şefaat edebilir! O, insanların önden gönderdiklerini de bilir, arkada bıraktıklarını da!... İnsanlar O'nun bilgisinden, bizzat kendisinin dilediği dışında, hiç bir şeyi kavrayıp kuşatamazlar. O'nun kürsüsü, gökleri ve yeri çepeçevre kuşatmıştır. Göklerin ve yerin korunması O'na hiç de zor gelmez. Aliy'dir O, yüceliği sınırsızdır; Azîm'dir O, büyüklüğü sınırsızdır.
6. Muhâlefet Li’l-havadis ( yarattıklarına benzemeyen, münezzeh olan )
BAKARA-22 O Rab ki, yeri sizin için bir döşek, göğü de bir bina yaptı. Ve gökten bir su indirdi de onunla sizin için meyvelerden / ürünlerden bir rızk çıkardı. Artık bilip durduğunuz halde Allah'a ortaklar koşmayın.
EN'ÂM-101 Gökleri ve yeri yaratıp donatan Bedî' O'dur! Nasıl çocuğu olur O'nun, kendisinin bir eşi olmadı ki! Her şeyi O yarattı ve her şeyi en iyi şekilde bilen de O'dur!
MERYEM-65 Göklerin, yerin ve bunlar arasındaki şeylerin Rabbidir o. O'na kulluk/ibadet et ve O'na ibadette sabırlı ol. O'na adaş olacak birini biliyor musun?
ŞÛRÂ-11 Gökleri ve yeri ortaya çıkarandır, Fâtır'dır O. Size, benliklerinizden eşler yapmıştır; davarlardan da çiftler. Bu tarz içinde üretiyor sizi. O'nun benzeri gibi bir şey yoktur. Gereğince işiten, gereğince görendir O.
İHLÂS-4 Hiç kimse onun dengi ve benzeri olmamıştır, olamaz!
B) Allah’ ın Kısmen ya da Yüzeysel olarak Yarattıklarında da Görülen Sıfatları ( Subuti sıfatları) ile ilgili Kur’an Ayetleri.
1.Hayat ( diri olma )
2.İlim ( bilme )
3. İrade
4. Kudret ( güç, kuvvet )
5. Semi ( işitme)
6. Basar ( görme )
7.
8. Tekvin ( yaratma )
AB-I HAYAT
KEHF-60-82
Yaşar Nuri Öztürk : Bir zaman Mûsa, genç dostuna şöyle demişti: "İki denizin birleştiği yere kadar
hiç durmadan yürüyeceğim yahut da seneler ve seneler harcayacağım."
Yaşar Nuri Öztürk : Bu ikisi, iki denizin birleştiği yere vardıklarında, balıklarını unuttular. Bunun
üzerine balık da denizde bir deliğe doğru yola koyuldu.
Yaşar Nuri Öztürk : Orayı geçtiklerinde Mûsa, genç arkadaşına dedi ki: "Hadi, getir şu sabah
yemeğimizi. Vallahi bu yolculuğumuz yüzünden epey çektik."
Yaşar Nuri Öztürk : Genç adam dedi: "Bak sen şu işe, hani kayaya sığınmıştık ya, işte o sırada balığı
unuttum. Onu hatırlamamı bana unutturan, şeytandan başkası değildi. Balık, denizin içinde acaip bir
biçimde yolunu tuttu."
Yaşar Nuri Öztürk : Mûsa: "Arayıp durduğumuz işte o idi." dedi. Bunun üzerine kendi izlerini sürerek
gerisingeri döndüler.
Yaşar Nuri Öztürk : Orada, kullarımızdan öyle bir kul buldular ki, biz ona katımızdan bir rahmet
vermiş, lütfumuzdan bir ilim öğretmiştik.
Yaşar Nuri Öztürk : Mûsa ona dedi ki: "Sana öğretilenden bana da bir olgunluk/bir bilgi öğretmen
şartıyla sana tâbi olayım mı?"
Yaşar Nuri Öztürk : Dedi: "Doğrusu sen benimle beraberliğe dayanamazsın."
Yaşar Nuri Öztürk : "Havsalanın almadığı bir şeye nasıl dayanacaksın?"
Yaşar Nuri Öztürk : Mûsa dedi ki: "Allah dilerse beni sabırlı bulacaksın; hiçbir işte sana karşı
gelmeyeceğim."
Yaşar Nuri Öztürk : Dedi: "Bak, eğer bana uyarsan, ben sana kendisinden bahis açıncaya değin hiçbir
şey hakkında bana soru sorma!"
Yaşar Nuri Öztürk : İkisi birlikte yola koyudular. Bir süre sonra gemiye bindiklerinde, tuttu gemiyi
deliverdi. Mûsa dedi: "İçindekileri boğmak için mi deldin onu? Vallahi korkunç bir iş yaptın!"
Yaşar Nuri Öztürk : Dedi: "Ben söylemedim mi, sen benimle beraberliğe asla dayanamazsın!"
Yaşar Nuri Öztürk : Mûsa dedi: "Unuttuğum için beni azarlama; bu yaptığımdan dolayı da bana zorluk
çıkarma."
Yaşar Nuri Öztürk : Yine yola koyuldular. Bir süre sonra bir oğlana rastgeldiler; tuttu onu öldürdü.
Mûsa dedi: "Tertemiz bir insanı, bir cana karşılık olmaksızın öldürdün ha!? Vallahi çok kötü bir iş
yaptın!"
Yaşar Nuri Öztürk : Dedi: "Ben sana söylemedim mi, sen benimle beraberliğe asla dayanamazsın."
Yaşar Nuri Öztürk : Mûsa dedi ki: "Eğer bundan sonra sana bir şey sorarsam artık bana arkadaşlık
etme. Vallahi, öyle bir durumda benden ayrılmakta mazur sayılacaksın."
Yaşar Nuri Öztürk : Yine yola koyuldular. Biraz sonra bir kente geldiler. Kent halkından yemek
istediler, ama onlar bu ikisini konuk etmekten çekindiler. Orada, yıkılmayı bekleyen bir duvara
rastladılar; genç adam tuttu onu onardı. Mûsa "İsteseydin buna karşılık bir ücret elbette alırdın."
dedi.
Yaşar Nuri Öztürk : Dedi ki: "İşte bu, seninle benim aramın ayrılmasıdır. Şimdi sana tahammül
edemediğin şeylerin içyüzünü haber vereceğim."
Yaşar Nuri Öztürk : "Gemiden başlayayım: O gemi, denizde işçilik yapan bir grup yoksulundu. Ben onu
kusurlu hale getirmek istedim. Çünkü biraz ötelerinde bir kral vardı; tüm gemilere zorla el
koyuyordu."
Yaşar Nuri Öztürk : "Oğlan çocuğa gelince: Onun anası babası inanmış kişilerdi. Çocuğun onları
azgınlık ve inkâra sürüklemesinden korktuk."
Yaşar Nuri Öztürk : "Diledik ki, Rableri onlara o çocuktan temizlikçe daha üstün, merhametçe daha
gelişmişini versin."
Yaşar Nuri Öztürk : "Ve duvar. Duvar, o kentte yaşayan iki yetim oğlanındı. Altında, oğlanlara ait
bir define vardı. Oğlanların babası da hayır ve barış seven bir kimse olarak yaşamıştı. Rabbin istedi
ki, o çocuklar ergenliklerine ulaşsınlar da Rabbinden bir rahmet olarak definelerini çıkarsınlar. Ben
bunları kendi buyruğumun sonucu olarak yapmadım. İşte senin sabretmeye güç yetiremediğin şeylerin
içyüzü budur."
cilt: 01; sayfa: 1
[ÂB-I HAYÂT - Ahmet Yaşar Ocak]
ÂB-I HAYÂT
آب حيات
İçeni ölümsüzlüğe kavuşturduğuna inanılan efsanevî su.
TASAVVUF. İslâm-Türk kaynaklarında ve edebî mahsullerinde aynü’l-hayât, nehrü’l-hayât, âb-ı câvidânî,
âb-ı zindegî, hayat kaynağı, hayat çeşmesi, bengi su, dirilik suyu, bazan da Hızır ve İskender’e
atfen âb-ı Hızır veya âb-ı İskender vb. çeşitli isimlerle anılan bu efsanevî su, aslında bütün dünya
mitolojilerinde mevcut bir kavramdır. İnsanın yeryüzünde görünmesinden itibaren hemen her toplumda
hayatın kısalığı, buna karşılık yaşama arzusunun çok kuvvetli oluşu, ona daima sonsuz bir hayat fikri
ilham etmiştir. Bu eğilimin çeşitli toplumlarda bazı mitolojik mahsuller doğurduğu ve insanların
ebedî bir hayat aramak için verdikleri mücadeleleri anlatan Gılgamış destanı ve İskender efsanesi
gibi gerçekten şaheser örnekler verdiği görülmektedir. Bu örneklerde suyun önemi hemen farkedilir.
Çünkü böyle bir ebedî hayat sağlayan suyun (âb-ı hayât) varlığına olan inancın doğuşunda, gerçek
hayattaki suyun bütün canlılar için taşıdığı önemin rolü çok büyüktür. Onun hayat verici, diriltici,
yapıcı ve canlılık kazandırıcı özelliği çeşitli inanç sistemlerinde kendini göstermiş ve ölümsüzlük
kazandıran âb-ı hayât efsanesinin doğmasına uygun zemin hazırlamıştır.
Efsanelerin dışında, âb-ı hayâta Kur’ân-ı Kerîm’de Hz. Mûsâ ve Hızır kıssası anlatılırken (bk. el-
Kehf 18/60-82), dolaylı olarak temas edilmiştir. Âyet metinlerinde anlatılanlar özetlenecek olursa
karşımıza şöyle bir tablo çıkmaktadır: İsrâiloğulları’nın peygamberi Hz. Mûsâ bir gün genç
arkadaşıyla birlikte, kendisiyle buluşması emredilen şahsiyetle görüşmek üzere yola çıkar. Buluşma
mevkii “iki denizin birleştiği yer” (mecmau’l-bahreyn)dir. Hz. Mûsâ burasını tanıyabilmek için yanına
azık olarak aldığı balıktan faydalanacaktır. Çünkü balığın canlanıp denize atlaması, buluşma yerini
belirleyen bir işarettir. Ancak Hz. Mûsâ’nın genç arkadaşı, deniz sahilinde uğradıkları kayanın
yanında balığın canlanarak denize atladığını ona haber vermeyi unutmuştur. Yolda yemek için
konakladıklarında ise durumu kendisine anlatır. Bunun üzerine Hz. Mûsâ tekrar o yere döner ve
gerçekten aradığı kişinin orada bulunduğunu görür. Kendisine Allah tarafından “rahmet” ve “gizli
ilim” verilen bu kulun Hızır adını taşıdığı, başta Buhârî ve Müslim olmak üzere, Ebû Dâvûd, Tirmizî
ve el-Müstedrek’te yer alan bazı hadislerde bildirilmiştir. Kur’ân-ı Kerîm’de ve Buhârî dışındaki
hadis kaynaklarında Hz. Mûsâ ile arkadaşının yanlarına azık olarak aldıkları tuzlu balığın nasıl
dirildiğine dair herhangi bir açıklama yoktur. Sadece Buhârî’de mevcut değişik bir rivayette bu
sebebin açıklandığı görülmektedir. Bu hadise göre, “Hızır’la buluşacakları kayanın dibinde bir kaynak
(ayn) vardı ki buna ‘hayat kaynağı’ (aynü’l-hayât, âb-ı hayât) deniyordu. O suyun temas edip de
diriltmediği hiçbir şey yoktu. İşte balığa bu sudan sıçramıştı” (Buhârî, “Tefsir, Sûretü’l-Kehf”, 4).
Âb-ı hayât kavramına İslâm ilâhiyatı literatüründe rastlanılan ilk yer burası olmalıdır. Ancak,
Buhârî bu hadisi öteki rivayetlerin ardından, isnad zincirini vermeksizin ve şüpheli bir rivayet
tarzında zikrederek söz konusu rivayete güvenmediğini ortaya koymak istemiştir. Bununla birlikte bu
hadis Hızır meselesinde çok önemli yeri olan mitolojik âb-ı hayât kavramının o devir Arap toplumunda
gayet iyi bilindiğini belgelemiş olmaktadır.
Balığın canlanması konusunda Kur’ân-ı Kerîm’de bilgi olmadığı için Buhârî’deki rivayet önem kazanmış,
diğer hadislerde de bu konuda açıklama bulunmadığından balığın âb-ı hayâttan sıçrayan sularla
canlandığı yolundaki izah tarzı hemen bütün kaynaklarda birinci derecede itibar görmüştür. Bunun bir
sebebi de herhalde halk arasında âb-ı hayât ile ilgili inançların çok yayılmış bulunması olsa
gerektir. Nitekim bu kavram Hızır’dan bahseden bütün klasik kaynaklarda yer bulmuş ve pek çok folklor
malzemesi ile giderek zenginleştirilmiştir.
Hz. Mûsâ ve Hızır kıssası, Kitâb-ı Mukaddes’teki benzer rivayetler dolayısıyla Kur’ân-ı Kerîm’deki
peygamber kıssalarıyla ilgilenen ve bunların kaynaklarını tesbit etmeye çalışan müsteşriklerin daha
ilk planda dikkatlerini çekmiştir. Wensinck’e göre bu kıssa “suyun içindeki ebedî ot” imajının yer
aldığı Gılgamış destanı ile İskender ve yahudi efsanelerinin sağladığı malzemelerin oluşturduğu bir
hikâyedir. I. Friendlaender bu kıssanın İskender hikâyesi ve yahudi efsanesinin isim değişikliği
suretiyle adaptasyonundan ibaret olduğunu söyler. Bütün müsteşriklerin birleştikleri, ama en çok
Friendlaender’in üstünde durduğu İskender hikâyesi birçok araştırma ve metin neşrinin konusu
olmuştur. Onun bütün versiyonlarını en iyi inceleyen ve tahlilini yapan Friendlaender, İskender
efsanesini kıssanın kaynağı olarak kabul etmek gerektiği sonucuna varmıştır. L. Massignon da ağırlığı
İskender hikâyesine verir ve Kur’ân-ı Kerîm’deki Zülkarneyn kıssasını (bk. el-Kehf 18/83-98) buna
delil gösterir. Gerek Friendlaender, gerekse Wensinck ve Massignon’a kıssanın İskender efsanesiyle
alâkasını takviye eden ipuçlarını müfessir, muhaddis ve tarihçilerin bu efsaneden yaptıkları
aktarmalarla Kur’ân-ı Kerîm’deki Zülkarneyn kıssasının sağladığı görülmektedir. Ancak Kur’an’da bu
kıssanın Hızır kıssasıyla bağlantısını ima eden her hangi bir işaret yoktur. Üstelik Zülkarneyn
kıssası tamamen bağımsız bir kıssadır.
Büyük İskender’in adı etrafında teşekkül eden İskender efsanesi, yazıldığı yerlerde pek çok mahallî
unsuru da alarak zenginleşmiştir. Milâttan önce teşekküle başlayan bu Grekçe efsane, milâttan sonra
300 yılları civarında tamamlanmıştır. İskender efsanesi Süryânice’ye de aktarılmış, Süryânice metinde
İskender’e “iki boynuzlu” lakabı da eklenmiştir. Arapça’daki Zülkarneyn’in bunun tercümesi olduğu öne
sürülmektedir. Bu efsanenin Grekçe ve Süryânice metinlerinin muhtevası şöyle özetlenebilir: İskender,
insana ebedî
cilt: 01; sayfa: 4
[ÂB-I HAYÂT - Âmil Çelebioğlu]
Bir başka açıdan Hızır akıldır, kılıç İskender’e benzetilir. Bazan da kılıç ile âb-ı hayât arasında
ilgi kurulur. Kâfirin gönlü imansızlıktan kararmıştır. İskender’in zulmette âb-ı hayâtı araması gibi
kılıç da kâfirin kalbinde iman arar, bulamaz. İskender cihan fâtihidir; şarkı ve garbı fethetmiş,
gücü ve şöhreti bütün dünyaya yayılmıştır. Bu bakımdan şair (veya yazar), şiirinin üstünlüğünü,
şöhretini, meşhurluğunu belirtmek için kendisini, şairliğini veya ilhamını (şiirini) İskender’e,
kalemini Hızır’a, sözünü veya mürekkebini âb-ı hayâta benzetir.
Destan ve masallarda bazı hayvanların âb-ı hayât içerek ölümsüzleşmesi motifleri vardır. Bunlardan en
meşhuru Köroğlu’nun atıdır. O, hayat pınarından içmekle ebedî hayata kavuşmuştur. At ve âb-ı hayât
ilişkisine divan şiirinde de rastlanılmaktadır.
BİBLİYOGRAFYA:
Yazıcıoğlu Mehmed, Muhammediye (haz. Âmil Çelebioğlu), İstanbul 1975, (I-IV); Alâeddin Ali Çelebi,
Hümâyunnâme, Süleymaniye Ktp., Halet Efendi, nr. 374, vr. 290a-292a; İsmâil Hakkı Bursevî, Ferahu’r-
rûh, Bulak 1252, I, 57, 87; II, 114, 213; Standart Dictionary of Folklore, New York 1950, I, 2, 1167;
G. Jobes, Dictionary of Mythology Folklore and Symbols, New York 1961, s. 1168; A. Nihat Tarlan,
Şeyhî Divanını Tedkik, İstanbul 1964; a.mlf., Fuzulî Divanı Şerhi, Ankara 1985, (I-III); Abdülbâki
Gölpınarlı, Mesnevî Şerhi, İstanbul 1973, I, 92-95, 190-191; Saim Sakaoğlu, 101 Anadolu Efsanesi,
İstanbul 1976, s. 165-166, 235-238; A. Sırrı Levend, Divan Edebiyatı, İstanbul 1980, s. 176-177.
(Âb-ı hayâtla ilgili bazı örnekler için, Ahmed Paşa, Âşık Ömer, Bâkı, Emrah, Esrar Dede, Erzurumlu
İbrâhim Hakkı, Fuzûlî, Nedim, Nef‘î, Nev‘î, Pir Sultan Abdal, Seyrânî, Şeyhülislâm Yahyâ, Yunus Emre
ve Zâtî divanları gibi muhtelif eserler taranmışsa da burada hepsi için yer gösterilmeye gerek
görülmemiştir.)
Âmil Çelebioğlu
ABÂ
العباء
Müslüman kavimlerin çoğu tarafından giyilen önü açık bir üstlük ve bu üstlüğün yapıldığı kaba kumaş.
Abâe (العبائة) veya abâye (العباية) kelimesinin çoğul şekli olan ve genellikle tekil mânasında kullanılan abâ,
hadislerde “yoksulların giydiği kaba bir elbise” olarak tarif edilmektedir. Hz. Peygamber’i ziyarete
gelen Mudar’dan bir cemaatin üzerlerinde abâdan başka bir şeyleri olmadığı (Müslim, “Zekât”, 69),
Medine dışında oturanların cuma namazı kılmak için şehre geldikleri zaman üzerlerinde abâ bulunduğu,
abânın etrafa yaydığı kötü koku cemaati rahatsız ettiğinden Hz. Peygamber’in onlara yıkanarak
gelmelerini tavsiye ettiği bilinmektedir (Müslim, “Cum‘a”, 6). Huzeyfe, peygamberin, üzerinde namaz
kıldığı bir abâyı kendisine hediye ettiğini söyler (Müslim, “Cihâd”, 99). Bununla beraber Hz.
Peygamber zamanında abânın fakirlik alâmeti olmadığı ve özellikle bir dinî mâna ifade etmediği
muhakkaktır.
Zühd hareketi döneminde dünya nimetlerinden yüz çeviren zâhidlerin kılık kıyafete değer vermedikleri
bilinmektedir. Veysel Karanî’nin mezbelelikten topladığı eski elbiseleri birbirine yamayarak örtünme
ihtiyacını karşılaması, zâhid ve sûfîler için örnek bir hareket olmuştur. Bu dönemde murakka‘, hırka,
sûf, kisâ ve mirt gibi elbise çeşitleri de zâhidler tarafından kullanılmakta ve bunlarla abâ arasında
fazla bir fark bulunmamaktaydı. Abâ giymenin ilk zâhidler ve sûfîler zamanında yaygınlık kazandığını,
bu kıyafetin bir zühd ve fakr alâmeti sayıldığını gösteren rivayetler de vardır. Meselâ, Asamm’a göre
abâ, zühd alâmetlerindendir. Bu yüzden, “Kalbinde beş akçe değerinde abâ giyme arzusu bulunan bir
kimsenin üç buçuk akçelik abâ giymesi doğru olmaz. Böyle bir kimsenin abâ yerine yeni bir elbise
giyerek zühdünü saklaması kendisi için daha iyi olur.” Hâtem el-Asamm’a isnat edilen yukarıdaki sözü
Ebû Süleyman ed-Dârânî’ye atfeden Kuşeyrî’nin abâ yerine sûf kelimesini kullanması, abâ ile sûf
arasında bir ayırım yapılmadığını gösterir. Bu sebeple abâ daha sonraları “hırka-i sûfiyye” ve
“cübbe-i peşmîne” şeklinde tarif edilmiştir.
Sûfîler, muhtemelen Şiîlik’teki Ehl-i abâ anlayışının tesiriyle, abâya mânevî bir değer verip onu bir
zühd ve fakr sembolü haline getirmişlerdir. Bazı rivayetlere göre Hz. Peygamber abâsını Fâtıma, Ali,
Hasan ve Hüseyin’in üzerlerine örterek bunların Ehl-i beyt* olduklarını söylemiş, bundan dolayı bu
abânın altında toplananlara Ehl-i abâ denilmiştir. Diğer bazı rivayetlerde ise abâ yerine nimre, mirt
ve kisâ gibi değişik kelimeler kullanılmıştır. Bu sebeple Hz. Peygamber’in gerçekten Ehl-i beyt’ini
bir örtünün altında topladığı kabul edilse bile, bu örtüye o zaman abâ denildiğini kabul etmek
oldukça zordur.
Dervişlerin giydikleri kaba ve değersiz elbiseye abâ denildiği gibi, değerli üstlüğe de kabâ (kaftan)
denilir. Ebû Hafs el-Haddâd, üzerinde kabâ bulunan Şah Şücâ‘-ı Kirmânî’yi görünce kendisine büyük
saygı göstermiş ve “Abâda aradığımı kabâda buldum” demişti. Bu sözüyle o, iyi bir sûfî olmak için
mutlaka eski püskü abâ giymenin şart olmadığını, Allah’ın velî kullarının kıymetli ve pahalı
elbiseler de giyebileceklerini ifade etmek istemişti. Hz. Ali de değerli elbise giymekten vazgeçip
abâ giymeye başlayan Âsım b. Ziyâd’a, “Allah sana dünya nimetlerini helâl kıldığı halde onlardan
faydalanmana rıza göstermeyeceğini mi sanıyorsun? Verdiği nimetleri sayıp dökmektense onlardan
faydalanmaya bak!” demiştir.
Son devirlere kadar abâ giymeye devam eden mutasavvıflar, bu suretle abâyı bir zühd ve fakr sembolü
olarak gören tasavvufî geleneğe sadakatlerini göstermek istemişlerdir. Başlangıçtan beri velîlerin ve
ermişlerin (etkıyâ, ahfiyâ) böyle gösterişsiz elbiseler içinde kendilerini halktan gizlediklerine
inanılmıştır. Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî abâ giyenleri “çul içindeki sultanlar” olarak nitelemektedir.
Fakat halkın itimat ve teveccühünü kazanmaktan âciz kalan bazı riyakârlar, abâ giyerek maksatlarına
kolayca ulaşmaya çalıştıkları için, abâ giymek aynı zamanda kurnazlığın ve çıkarcılığın bir alâmeti
sayılmıştır. Nitekim, “Abâ içinde nice zındık, kabâ içinde nice sıddîk vardır” sözü buradan
gelmektedir. Bu mesele üzerinde önemle duran İbn Teymiyye’ye göre gerçekte velî olan, kılık
kıyafetiyle kendisini halktan ayırmak istemez, zaten yapılması mubah olan bir konuda halktan farklı
bir tavır takınmanın anlamı da yoktur. Çünkü abâ, hırka ve taç gibi şeyler tasavvufun özüyle ilgisi
olmayan şekilcilikten başka bir şey değildir.
Çeşitli İslâm ülkelerinde giyilen abâlar birbirinden farklıdır. Suriye ve Arabistan’da giyilen abâ
yelek şeklinde olup dizlere kadar, Mısır’da giyilen abâ ise topuklara kadar iner; fakat yelek
şeklinde değil, cübbe biçimindedir. Kuzey Afrika’da giyilen abâ kısa kollu, kalın bir üstlüktür ve
cellâbe*ye benzer. Batı Cezayir’de genellikle pamuklu, nâdir olarak da yünlü veya ipekli beyaz
gömleğe abâ denir. İç gömleğin üzerine ve cellâbenin altına giyilir. Osmanlılar döneminde alt
tabakadaki ilim mensupları ve medrese talebesi de abâ giyerdi. Ancak bu abâların zühd ve fakr
cilt: 01; sayfa: 5
[ABÂ - Süleyman Uludağ]
alâmeti olan abâlardan farklı olduğu muhakkaktır. İlmiye sınıfının ve medrese talebesinin giydiği palto şeklindeki abâ, devetüyü renginde, bazan da kurşunî olurdu. Çeşitli İslâm ülkelerinde farklılıklar göstermekle birlikte abâ denilen kumaş, hemen her yerde kalın yünden dokunurdu. Eskiden cübbe, potur, çakşır, hırka, kalçın ve terlik gibi çeşitli giyim eşyaları yapılan abâ, bazı bölgelerimizde bugün de kullanılmaktadır. Siyah renkli abâya kebe denir. İnce abâdan heybe ve hurç yapılır. Kalını eyer örtüsü olarak kullanılır. Türkiye’de asıl abâ bütün vücudu örtecek kadar geniş, yakasız ve kolsuz, ayaklara kadar uzanan, önü açık, üste giyilen bir elbisedir. Örme yünden yapılan ve ince olanına abâ, dövme yünden olanlarına kepenek denir. Bunu çobanlar giyer. İstanbul Kapalıçarşı esnafı arasında önemli bir yeri bulunan abâcılar, XIX. yüzyılın sonlarına doğru Zindankapısı ile Odunkapısı arasındaki bölgede toplanmışlardı. Buradaki Abacılar caddesi de adını bu esnaftan almıştır.
Abâ kelimesi dilimize bazı deyimler kazandırmıştır. Meselâ abacı (hazıra konan), abalı (yoksul), abası kırk yerinden yamalı (derviş, fakir kimse), alaca abalı (fakir kişi, derviş), abası yanık (âşık), abayı yakmak (âşık olmak), aba altından değnek göstermek (derviş geçindiği halde dervişliğe yakışmayan işlerde bulunmak). Abâ dolayısıyla tasavvuftan Türkçe’ye girmiş bazı atasözleri de vardır: Aba vakti yaba, yaba vakti aba olmaz (her şeyin bir vakti olduğunu anlatmak için söylenir); abanın kadri yağmurda bilinir (abanın insanı korumasından kinayedir); bir abam var atarım, nerde olsa yatarım (genellikle gezici dervişler için kullanılır).
BİBLİYOGRAFYA:
Müslim, “Zekât”, 69, “Cum‘a”, 6, “Cihâd”, 99; Taberî, Câmiu’l-beyân, Bulak 1323-29 → Beyrut 1398/1978, XXII, 6; Sülemî, Tabakatü’s-sûfiyye, Kahire 1389/1969, s. 97; Kuşeyrî, er-Risâle, Kahire 1966, s. 294; Hucvirî, Keşfü’l-mahcûb, Hakikat Bilgisi (trc. Süleyman Uludağ), İstanbul 1982, s. 235; Gazzâlî, İhyâǿ, Kahire 1939, III, 217; Attâr, Tezkiretü’l-evliyâǿ, Tahran 1345, s. 337; Mevlânâ, Mesnevî (trc. Veled İzbudak), İstanbul 1942, I, 8; İbn Teymiyye, el-Furkan, Kahire 1387, s. 25; İbnü’l-Cevzî, Telbîsü İblîs, Kahire 1368, s. 161; Kâmil Mustafa eş-Şeybî, es-Sıla beyne’t-tasavvuf ve’t-teşeyyuǾ, Bağdad 1964, I, 115; Pakalın, I, 1; W. Marçais, “Aba”, İA, I, 1-2; Y. K. Stillman-T. Majda, “Libas”, EI² (İng.), V, 740, 752; H. Algar, “ǾAbāǿ”, Elr., I, 50-51.
Süleyman Uludağ