Sayac


Fatih Lütfü AYDIN
Hoş Geldiniz

Mezhep

Mezhep ya da İngilizcesiyle doktrin yorum demektir. İnsanların bir konuda kafa yorup, o konuda edindiği düşüncedir.
Peygamberimizin sünneti yani bir konuda izlediği yol; hadisleri ve o konuyla ilgili bir şeyler yapmasıdır. Sonuçta
Peygamberimizin sünneti de yorumdur. Ayrıca uydurma sünnetlerden sakınmak için Peygamberimizin sünnetini de
akıl, mantık, vicdan ve Kur’an cetvelleriyle ölçmeliyiz. Ufkumuzu geliştirmesi açısından Peygamberimizin sünnetini ve
diğer yorumları okuyabilriz, ancak yukarıda ki cetvelleri mutlaka kullanmalıyız, bence.

 

Sahte paralara gösterdiğimiz büyük özeni Kur'an dışı olabileceği endişesiyle, yorumlara da göstermeliyiz. Sahte parayla uğrayacağımız, para kaybından kıyaslanamayacak kadar büyük olan, ruhumuzu kaybetme tehlikesine karşı çok uyanık olmalıyız. F.L.A.


Prof.Dr.Yaşar Nuri Öztürk'e göre mezhepler dinleştirilmemelidir.
Yani dinin dolayısıyla Allah'ın emri gibi alınmamalıdır. Bunun nedeni de Zuhruf 44'e göre bizim
Kur'an'dan sorumlu tutulmamızdır, bence.
Yukarıda değindiğim gibi biz Kur'an'dan sorumlu olacağız. Bunun için de Kur'an'ı anlayabilmemiz gerekir.
Bunun için de onu anladığımız dilde okumanın yanında muhkem ve müteşabih ayetlerle ilgili bilgi sahibi olmamız gerekir.
Muhkem çok anlamlı olmayan anlamı kesin ve anlaşılır olan demektir, Örneğin, Allah birdir dendiğinde bunun anlamı
tek ve kesindir ki o da Allah'ın bir tane olduğudur.

Aşağıda ki ayet ( Âli İmrân Suresi 7 ) muhkem ve müteşabihden söz eder. Müteşabihe en güzel örnek darp kelimesidir. FLA
Nisa Suresi
34. Yaşar Nuri Öztürk: Erkekler; kadınları gözetip kollayıcıdırlar. Şundan ki, Allah, insanların bazılarını bazılarından üstün
kılmıştır ve erkekler mallarından bol bol harcamışlardır. İyi ve temiz kadınlar saygılıdırlar; Allah'ın kendilerini koruduğu gibi,
gizliliği gereken şeyi korurlar. Sadakatsizlik ve iffetsizliklerinden korktuğunuz kadınlara önce öğüt verin, sonra onları yataklarında
yalnız bırakın ve nihayet onları evden çıkarın/bulundukları yerden başka yere gönderin! Bunun üzerine size saygılı davranırlarsa
artık onlar aleyhine başka bir yol aramayın. Allah çok yücedir, sınırsızca büyüktür.

Ayetin Latin harfli Arapçası.

Er ricâlu kavvâmûne alen nisâi bi mâ faddalallâhu ba’dahum alâ ba’dın ve bi mâ enfekû min emvâlihim fes sâlihâtu kânitâtun hâfizâtun
lil gaybi bi mâ hafizallâh(hafizallâhu) vellâtî tehâfûne nuşûzehunne fe ızûhunne vehcurûhunn(vehcurûhunne) fîl medâcıı vadrıbûhunne
fe in ata’nekum fe lâ tebgû aleyhinne sebîlâ(sebîlen) innallâhe kâne aliyyen kebîrâ(kebîren).
Fadribu emrinin kökü olan darb kelimesinin 30’a yakın anlamı içinde en önemlilerinden dördü, vurmak-dövmek, hurûc (çıkmak),
zehâb (gitmek) ve dolaşmaktır. (bk. İbn. Manzûr, Lisanül Arab, darb md.- Yaşar Nuri Öztürk Kur’an’ daki İslam sh 554)

Yukarıda ki alıntı vadrıbû kelimesinin çok anlamlı yani müteşabih olduğunu ortaya koyuyor.

Yukarıda ki ayette darp kelimesinin tevilini yani ayette hangi anlamının kullanıldığını bilmek için Âli İmrân Suresi 7 ye göre
ilimde derinleşmek gerekir. Benim acizane önerim kişinin anladığı dilde muhkemleri okurken, bir yandan da takvaya
( Allah'ın azabından sakınıp, rızasına uygun yaşamaya, yap dediğini yapıp, yapma dediğini yapmamaya ) sarılıp ilimde
derinleşmesidir. Hz. Allah Bakara, 282 de takva sahiplerine öğretmenlik yapacağını söylemektedir.
Tevilin daha iyi anlaşılması için şu söylenebilir. Hz. Allah ayette kadınları darp edin derken darbın hangi anlamını kullanmıştır,
dövmek mi, bir yerden uzaklaştırmak mı? işte ayette hangi anlam kullanılmıştır bunu bilmek tevildir.

Sonuç olarak, öyle diyorlar, sen hocadan daha mı iyi bileceksin demek yerine, takvaya sarılıp Hz. Allah'ımızın öğrencisi olmalıyız. FLA 03.02.2016

 

http://fatihltfaydin.tr.gg/Kad%26%23305%3Bn-Dovme.htm

http://www.antoloji.com/ogretmeni-allah-olan-kitap-siiri/

http://www.antoloji.com/oyle-diyorlar-7-siiri/

http://fatihltfaydin.tr.gg/Hadis.htm

Âli İmrân Suresi

7.Kitap'ı sana indiren O'dur: Onun ayetlerinden bir kısmı muhkemlerdir ki;
onlar Kitap'ın anasıdır. Diğer ayetlersemüteşâbihlerdir. Şu var ki, kalplerinde
bir eğrilik ve bozukluk bulunanlar, fitne aramak, onun yorumuna öncelik
tanımak için Kitap'ın sadece müteşâbih kısmının ardına düşerler. Onun tevilini
ise bir Allah bilir, bir de ilimde derinleşmiş olanlar. Bunlar, "Ona inandık, hepsi
Rabbimizin katındandır." derler. Gönül ve akıl sahiplerinden başkası gereğince düşünemez.

Sözlükte benzeyen anlamına gelen müteşâbih ise terim olarak; manası kolaylıkla

anlaşılmayan, bir çok manaya ihtimali olup bunlardan birini tayin edebilmek için
haricî bir delile ihtiyaç duyulan, ne anlama geldiği, ne anlatmak istediği ilk bakışta
anlaşılmayan, manası açık ve net olmayan, niteliği (seçikliği) belli olsa da içeriği
(açıklığı) belli olmayan, şaban ayında değil de ramazan ayında oruç tutulması ve
namazların sayısı gibi manası akılla kavranamayan lafızlara ve âyetlere denir

( Diyanet İşleri Başkanlığı internet sayfasından alınmadır).

 

Kur'an açısından mezhepler için aşağıda ki alıntıyı tıklayabilirsiniz.
http://www.kurandakidin.com/2012/03/kuran-mezhepler-konusunda-ne-sekilde-bir-yaklasimda-bulunmaktadir/





MEZHEP

Sözlükte "gidilecek yol, gidilecek yer, görüş, doktrin, akım, gitmek ve takip etmek" gibi anlamlara gelen mezhep, dinî bir kavram olarak, kendi içinde tutarlı bir metot ve düşünce sistemine sahip itikâdî ve amelî doktrin manasına gelir. Mezhep kurucusu imam veya müçtehit, hüküm çıkarmada kullanılan deliller ile aslî delillerden hüküm çıkarma metotlarını belirleyen kimselerdir. Bu usül farklılıkları ile bunlara dayalı olarak ortaya çıkan hükümlerdeki farklılıklar mezhepleri oluşturmuştur. İslâm literatüründe mezhepler itikadî mezhepler ve amelî (fıkhî) mezhepler olmak üzere ikiye ayrılır. Tarih sahnesine çıkışı bakımından itikâdî mezhepler daha önce olup, oluşmasının arkasında siyasî sebepler yatmaktadır. Hz. Osman'ın şehadetiyle başlayıp Hz. Ali'nin Cemel ve Sıffın savaşlarıyla devam eden siyasî olaylar sonucunda siyasî ağırlıklı olan Haricî ve Şiî mezhepleri ortaya çıkmıştır. Bir müddet sonra da; fikir yönünden Cebriyye ve Mutezile gibi akımlar doğmuştur. İtikâdî mezheplerin ihtilaf noktalarını; hilâfet, büyük günah, kader, Allah'ın sıfatları ru'yetullah, insanın fiilleri, husun-kubuh, şefaat, nübüvvet, rızık, ecel gibi konular oluşturmaktadır. İtikâdî mezhepler ehl-i sünnet mezhepleri ve ehl-i sünnet dışı olmak üzere ikiye ayrılır. Ehl-i sünnet mezhepleri; Maturîdiyye, Eş'ariyye ve Selefiyye'dir. Ehl-i sünnetin dışındaki itikâdî mezheplerden Hâriciyye, Mutezîle, Şîa, Mürcie, Müşebbihe, Cebriyye ise, bunların meşhurlarındandır. Fıkhî mezheplerin ortaya çıkışı ise, dinî sebeplere dayanmaktadır. Hz. Peygamber döneminde bir ihtilaf söz konusu değildi. Zira bir problem olduğunda Hz. Peygambere sorularak çözümleniyordu. Hz. Peygamberden sonra, sahabe ve tabiûn döneminden itibaren görüş ayrılığı başlamış, asr-ı saadetten uzaklaştıkça da bu ihtilaflar çoğalmıştır. Bu görüş ayrılıklarının sebepleri şöyle sıralanabilir; a) Kitap ve sünnette geçen bazı kelime ve cümlelerin farklı anlaşılması ve yorumlanması, b) sözün hakikat veya mecaz anlamlarına çekilebilmesi, c) hadislerin bilinmemesi, sıhhat derecesi ve ölçüsü konusundaki farklı telakkiler, d) içtihat usûl ve gücünün farklılığı, e) sosyal ve tabiî çevrenin tesiri. Bu sebeplerden kaynaklanan görüş ayrılıkları bulunmakla birlikte, müçtehit imamlar devrine kadar mezheplerden söz edilmemektedir. Her merkezde birçok âlim ve müçtehit bulunmakta, soruları cevaplandırmakta ve davaları halletmektedirler; fakat bunlara izafe edilen bir mezhep yoktur. Bu devirde, fıkhın ve fıkıh usulünün tedvin edilmesi, nazari konularda içtihat edilmeye başlanması, fıkıh mekteplerinin teşekkül ederek münazara ve münakaşaların başlaması gibi sebeplerle mezhepler oluşmuş, bir çok fıkhî mezhep ya da düşünce sistemi ortaya çıkmıştır. Bunlardan büyük bir bölümü, taraftar bulamadığı için zamanla yok olmuştur. Ancak dört büyük amelî mezheb hala devam etmektedir. Bunlar; Hanefî, Şafiî, Malikî ve Hanbelî mezhepleridir. Ehl-i sünnet akidesine mensup olanlar bu dört mezhebi benimsemişlerdir. Şiiler ise Caferîliği tercih etmişlerdir. Dördüncü asra kadar bir kimsenin, dinî-amelî hayatında bir mezhebe bağlanmasının gerekliliğini ortaya atan olmamıştır. Tatbikatta, müçtehit olmayanlar, herhangi bir müçtehitten meselesinin hükmünü sorar, aldığı fetvaya uyabilir; fakat artık bütün meselelerini aynı müçtehide sorma mecburiyetini hatırına bile getirmezdi. Âlimler de, mezhep hükümlerine, imamın görüşlerine göre değil, kitap ve sünnet delillerine göre hüküm verirlerdi. Mezheplerin teşekkülünden bir müddet sonra, içtihat terbiye ve kültürünün değişip zayıflaması, hazır hükümlerin çoğalması, siyasî baskı gibi çeşitli nedenlerle mezhep taassubu meydana gelmiştir. Bununla birlikte bir mezhebe bağlılığın lüzumu da gündeme gelmiştir. Sonra gelen âlimlerden mezhep mukallit ve mutaassıpları, her mükellefin dört mezhepten birine bağlanmasının vacip olduğunu ve mezhebini terk edene ta'zir tatbik edilmesi gerektiğini iddia etmişlerdir. Buna mukabil, diğer bazı usulcüler ise, bir mezhebe bağlanmanın gerekli olmadığını, belki caiz olabileceğini, gerektiğinde o mezhebi bırakıp başka bir mezhebe geçilebileceğini kabul etmişlerdir. Herhangi bir mezhebe bağımlı kalmanın gerekli olmadığını kabul edenler, bunun bir kolaylık, genişlik ve rahmet olduğunu ileri sürmüşler ve Hz. Peygambere atfedilen "Ümmetimin ihtilafı rahmettir." mealindeki hadisi delil olarak göstermişlerdir (Suyûtî, el-Câmi'u's-Sağîr, I/13; Aclûnî, Keşfu'l-Hafâ, I/64). Herhangi bir mezhebe bağlılığın gerekliliğini savunmak ne kadar hatalı ve yanlış ise, "içtihat edemeyen kişinin karşılaştığı bütün meselelerde belirli bir imamı taklit etmesi vacip değildir; dilediği müçtehidi taklit edebilir, zira ümmetin ihtilafı rahmettir." demek de o derece yanlıştır. Öncelikle ileri sürülen bu hadis sahih olmayıp, munkatı'dır. Ayrıca bu hadis, ittifakla ilgili pekçok âyet ve hadisle de çelişmektedir. Bu hadisin Hz. Peygamber'den varit olduğunu kabul etmiş olsak bile, bu anlamda söylenmediği, belki, değişik görüşlerin tartışılmasından, gerçeğin ortaya çıkacağına, fikir ve düşünce özgürlüğüne, farklı görüşlerin tartışıldığı bir ortamda düşünürlerin ufkunun daha geniş olacağına işaret ettiği söylenebilir. Doğru sadece bir tanedir. Bütün müçtehitler bu doğruya ulaşmak, onu bulmak için gayret sarf etmişlerdir. Eğer doğruya ulaşabilmişlerse iki sevap, hata etmişlerse bir sevap kazanmışlardır. Aynı şekilde, mukallitlerin de, doğruya ulaşmak için gayret sarf etmeleri gerekir. Dolayısıyla, delilsiz olarak, körü körüne taklit etmek yerine, delillerine bakılarak kanaat getirilmesi, yani ittiba edilmesi gerekir. "Pek çok müftü fetva verse de, kalbine danış." (Süyûtî, Câmi'u's-Sağîr, I/40) sözü buna işaret etmektedir. Vicdanen doğru olduğuna inanmadan bir fetvaya uymak caiz değildir. Sonuç olarak; herkesin, hükmü asıl kaynaklarından, Kur'ân ve sünnetten alması gerekir. Buna gücü yetmeyenler ise, bir imama veya müçtehide ittiba edebilir. İttiba ise körü körüne taklit anlamına gelmeyip, müçtehidin deliline bakarak tercihte bulunmak, onun görüşünü paylaşmak anlamını taşımaktadır. Bir mezhebe bağlılığın gerekliliğini savunmak kadar, "kişi muhayyerdir, dilediği müçtehidi taklit eder" demek de doğru değildir. Verilen fetvanın, kişinin vicdanını tatmin etmesi gerekir. (İ.P.)

 

 http://www.diyanet.gov.tr/dinikavramlar/dinikavramlar-M/MEZHEP

Sayfa Başına Dönün 

Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol