Sayac


Fatih Lütfü AYDIN
Hoş Geldiniz

Muhasebe Haberleri 2

Koray ATEŞ
Serbest Muhasebeci Mali Müşavir
E. Öğretim Görevlisi





Personelden Fazla Çalışma İzin Yazısı Aldınız mı? 31 Ocak Son Tarih!!

Tarih: 15.01.2013

Günümüzde fazla mesai yapmayan iş yeri yok denecek kadar azdır. Zira, ülkenin genel yararları yahut işin niteliği veya üretimin artırılması gibi nedenlerle fazla çalışma yapılabilir. Çok basit bir tanımıyla, fazla çalışma, Kanunda yazılı koşullar çerçevesinde, haftalık kırkbeş saati aşan çalışmalardır. Kimi işletmeler bunu resmi kimi işletmeler ise gayri resmi bir şekilde yapmaktadırlar.

Fazla çalışmayı resmi bir şekilde yapan işletmelerin sıklıkla yapmayı unuttukları husus fazla çalışma izin yazısının personelden alınıp özlük dosyasına konulmasıdır.

Her yıl Ocak ayının Sonuna Kadar Bu Yazı Alınmalıdır

İş Kanununun 41. Maddesi hükmü gereğince, Fazla saatlerle çalışmak için işçinin onayının alınması gerekir. Söz konusu yazı onaylı bir şekilde işçinin imzasını içerek şekilde tanzim edilmelidir.

Fazla Çalışma Yazısının Alınmaması Halinde Her bir İşçi İçin İdari Para Cezası Vardır;

Kanununa göre; Fazla çalışma ücreti ödenmeyen, hak ettiği serbest zamanı altı ay içinde kullandırılmayan, onayı alınmadan fazla çalıştırılan her bir işçi için 237 TL idari para cezası vardır.

Kanuna Göre Fazla Çalışma Süreleri yıllık 270 Saati Aşamaz

4857 Sayılı İş Kanununun 41. Maddesi hükmüne göre fazla çalışmada maksimum süre her bir işçi için yıllık 270 saattir.

İşçi Fazla Çalıştığı Her bir Saati İzin Olarak Daha Sonra Kullanabilir. Bu Onun Yasal Hakkıdır

Fazla çalışma veya fazla sürelerle çalışma yapan işçi isterse, bu çalışmalar karşılığı zamlı ücret yerine, fazla çalıştığı her saat karşılığında bir saat otuz dakikayı, fazla sürelerle çalıştığı her saat karşılığında bir saat onbeş dakikayı serbest zaman olarak kullanabilir.

İşçi hak ettiği serbest zamanı altı ay zarfında, çalışma süreleri içinde ve ücretinde bir kesinti olmadan kullanır.

FAZLA MESAİ ONAY BELGESİ ÖRNEĞİ

……………………….. SSK Sicil numarası ile çalışmakta olduğum …………… Unvanlı işyerinde, İşverenin gerekli gördüğü zamanlarda (Hafta tatili, Resmi ve Dini tatil günlerinde) işlerin aksatılmadan yürütülmesi için 01/01/2013 – 31/12/2013 tarihleri arasında istenilen gün ve saatte fazla mesai yapmak için muvafakatım olduğunu ve bu çalışmam karşılığında yürürlükte olan İşkanunu çerçevesinde ücretimi almayı kabul ve beyan ederim.
 

Kaynak: www.MuhasebeTR.com 
(Bu makale yazılı veya elektronik ortamda kaynak göstermeden yayınlanamaz. Kaynak göstermeden yayınlayanlar hakkında yasal işlem yapılacaktır.)



Musa Yıldırım
Vergi Başmüfettişi 





Ödenen Franchising Bedelleri Aktifleştirilmeksizin Doğrudan Gider Yazılabilir mi?

Tarih: 16.01.2013

Günümüzde franchising, hemen hemen her sektörde uygulama alanı bulabilen ve çok yaygın olarak kullanılan bir pazarlama ve dağıtım yöntemi haline gelmiştir. Vergi kanunlarında franchising işlemlerinin vergilendirilmesiyle ilgili olarak özel düzenlemeler yer almamakta, franchise veren ve franchise alan tarafların vergilendirilmesi genel düzenlemeler çerçevesinde yapılmaktadır.

Yazımızda, franchise alan işletmenin franchise verene çeşitli adlar altında yaptığı ödemelerin, franchise alan işletme tarafından ne şekilde muhasebeleştirileceği, yapılan ödemelerin doğrudan gider yazılıp yazılamayacağı, aktifleştirilip aktifleştirilmeyeceği ve amortismana tabi olup olmayacağı konularında açıklamalarda bulunulacaktır.

Franchising’de franchise veren işletme, sahip olduğu marka, patent, faydalı model, endüstriyel tasarım, ticaret ünvanı, işletme adı, know-how vb. gayrimaddi hakları belirli şartlara bağlı ve süreyle sınırlı olarak franchise alan işletmeye kullandırmakta ve franchisor olarak da adlandırılmaktadır.

Franchise alan işletme ise franchisee olarak adlandırılmakta ve söz konusu gayrimaddi hakların kullanım hakkını alarak karşılığında giriş ücreti, royalty, katılım payı vb. adlar altında franchise verene ücret ödemektedir. Franchising sözleşmesiyle, franchise verenin sahip olduğu sözleşme kapsamına giren gayrimaddi hakların kullanım hakkı franchise alana devredilmektedir.

Franchise verene yapılan ödemelerden giriş ücreti ile bunun dışında kalan diğer ödemeleri (royalty, reklam harcamalarına katılma payı, ek hizmet ücreti, bölge tekeli ücreti vb.) birbirinden farklı değerlendirmek gerekmektedir. Nitekim söz konusu ödenen bedellerin giderleştirilme esasları vergisel açıdan farklılık arz etmektedir.

Franchise alan işletmenin ödediği sisteme giriş ücreti; işletmenin kurulması için yapılan masrafları, franchise verenin bilgi, deneyim ve tecrübelerini, üretim, işletme ve pazarlama metodlarını içeren know-how aktarımı karşılığı yapılan bir ödeme olup, bu şekilde franchise alan işletme aynı zamanda bir gayrimaddi hak satın almış olmaktadır.

Bu nedenle franchise verene sözleşmenin başlangıcında ödenen sisteme giriş ücreti, franchise alan işletme tarafından gayrimaddi hak olarak aktifleştirilmeli ve bilançoda maddi olmayan duran varlıklar içinde 260-Haklar hesabında gösterilmelidir. Dolayısıyla ödenen söz konusu sisteme giriş ücretinin aktifleştirilmeksizin doğrudan gider yazılması mümkün değildir.

Gayrimaddi hak olarak aktifleştirilen sisteme giriş ücretinin Vergi Usul Kanunu hükümlerine göre amortisman yoluyla itfa edilmesi gerekmektedir. Uygulanacak amortisman oranı ise % 6,66’dır. Nitekim, amortisman oranlarını belirleyen 365 seri no’lu Vergi Usul Kanunu Genel Tebliğinde, gayrimaddi iktisadi kıymetlerden imtiyaz hakları (Franchising) için öngörülen faydalı ömür 15 yıl olarak belirlenmiştir.

Franchise alan işletmenin yıllık ciro üzerinden belli oranda sürekli olarak ödediği royalty ödemeleri ise franchise alan açısından gayrimaddi hak bedeli olarak değil, kira gideri olarak dikkate alınmalıdır. Bunun dışında, franchise alanın ödediği reklam harcamalarına katılma payı, ek hizmet ücreti vb. ücretler ise giderin niteliğine göre, örneğin reklam gideri veya pazarlama satış dağıtım gideri olarak giderleştirilebilecektir.

Franchise alan taraf ticari işletmesi bünyesinde franchising işlemini gerçekleştiriyorsa, yapılan söz konusu ödemeler ticari kazancın tespitinde gider olarak dikkate alınabilecektir. Şayet franchise alan kurumlar vergisi mükellefi ise yapılan söz konusu ödemeler yine kurum kazancının tespitinde gider olarak dikkate alınacaktır.

KAYNAKÇA

1-Musa Yıldırım. Gayrimaddi Haklar ve Vergilendirilmesi. Ankara: Seçkin Yayıncılık, 2011. s.98-99.

2-Çağlan Ahmet Gençer. “Franchising İşlemleri ve Vergilendirilmesi”. Vergi Sorunları Dergisi. Sayı.131 (Ağustos 1999). s.81-82.

3-Yasemin Köse ve Sedat Erdoğan. “Franchising Sistemi, Türleri, Vergilendirilmesi ve Franchising İşlemlerinin Muhasebeleştirilmesi”. Mali Pusula Dergisi. Sayı.42 (Haziran 2008). s.96-97.

 

Kaynak: www.MuhasebeTR.com 
(Bu makale yazılı veya elektronik ortamda kaynak göstermeden yayınlanamaz. Kaynak göstermeden yayınlayanlar hakkında yasal işlem yapılacaktır .)
 

Franchising için bk. Ekonomi terimleri.

 

A. Murat YILDIZ Yeminli Mali Müşavir Eski Gelirler Başkontrolörü Eski Ankara Defterdar Yrd. YAZARIN TÜM MAKALELERİ KDV Açısından Dönem Sonunda Dikkat Edilmesi Gereken Hususlar (24.01.2013) Yenileme Fonu Uygulamasında Özellikli Konular (11.01.2013) KDV ve Stopaj İade Alacaklarının Geçici Vergiden, Geçici Verginin De Gelir ve Kurumlar Vergisinde Mahsubunda Özellik Gösteren Hususlar (28.03.2011) Torba Yasa İle Yatırım indiriminde Yeniden Alevlenen Tartışma (01.06.2010) Yatırım İndirimine İlişkin Anayasa Mahkemesi Kararının 2009 Yılı Kurumlar Vergisi Beyanına Etkisi (13.04.2010) KDV Açısından Dönem Sonunda Dikkat Edilmesi Gereken Hususlar Tarih: 24.01.2013 Vergilendirme sürecinde mükellefler açısından dönem sonu işlemleri büyük önem taşımaktadır. Mali yıl boyunca yapılan işlemler ve bunların muhasebe kayıtlarına alınması esnasında vergisel açıdan özellik taşıyan birçok hususla karşılaşılmaktadır. Dönem sonu işlemleri kavramı ilk olarak gelir ve kurumlar vergisi matrahının doğru tespiti açısından Vergi Usul Kanunu’nda düzenlenen değerleme hükümlerini akla getirmekle birlikte, değerleme günü itibariyle Katma Değer Vergisi yönüyle de dikkate alınması gereken birçok husus bulunmaktadır. Bu makalemde herhangi bir cezalı tarhiyata maruz kalınmaması için Katma Değer Vergisi açısından dönem sonu işlemlerinde özellik gösteren ve dikkat edilmesi gereken hususlar açıklanacaktır. 1. BİNEK OTOMOBİLLERİN ALIŞINDA ÖDENEN KDV'nin İNDİRİMİ Katma Değer Vergisi Kanunu’nun 30/b maddesi hükmü uyarınca; faaliyetleri kısmen veya tamamen binek otomobillerin kiralanması veya çeşitli şekillerde işletilmesi olanların bu amaçla kullandıkları hariç olmak üzere işletmelere ait binek otomobillerin alış vesikalarında gösterilen KDV hesaplanan KDV’den indirilemez. Ancak indirim konusu yapılamayan bu KDV’nin 23 No’lu KDV Genel Tebliği’nin (I) Bölümünde yer alan açıklamalar çerçevesinde mükelleflerin binek otomobillerin alış vesikalarında gösterilen ve indirim konusu yapamadığı KDV‘nin gider veya maliyet unsuru olarak dikkate alınması konusunda seçimlik hakları bulunmaktadır. Benzer biçimde binek otomobil alımında faturada ayrıca hesaplanan Özel Tüketim Vergisini ise VUK’nun 270. maddesinde belirtildiği üzere maliyet bedeline ithal etmek veya giderler arasında göstermek ihtiyaridir. Daha önce binek oto sınıfına dahil olmayan Doblo, Connect, Kongo, Expres, Combi, Partner, Caddy, Transpoter, Starex gibi (4+1) araçlar Gümrük Müsteşarlığı’nın 8 Seri No.lu Gümrük Genel Tebliği (Tarife-Sınıflandırma Kararları) ile 21.7.2005 tarihinden itibaren binek otomobili sınıfına dahil edilmiştir. Dolayısıyla bu araçların alımında ödenen KDV indirim konusu yapılamayacaktır. 60 no’lu KDVK Sirkülerinin 10.1. bölümüne göre; 1+1, 1+3, 1+4 veya 1+7 koltuklu, şoför ve öndeki yolcunun arkasındaki kısımda emniyet kemerleri veya emniyet kemeri montajı için tertibat, koltuk ve emniyet ekipmanı montajı için sabit tertibat, aracın iç kısmının her tarafında, araçların yolcu bölümlerinde yer alan konfor özellikleri ve iç döşemeleri (örn. yer kaplamaları, havalandırma, iç aydınlatma, küllükler), iki yan panel boyunca arka camları bulunan (en arkada yük bölümünün sağ ve sol taraflarında cam bulunsun bulunmasın); şoför ve öndeki yolcuların bölümü ile insan veya eşya taşınması için kullanılan arka bölüm arasında sabit bir panel veya bariyer bulunmayan kapalı kasa motorlu taşıtlar 87.03 pozisyonunda yer almakta olup, binek otomobiller kapsamında değerlendirilmektedir. 2. DEĞERLEME NEDENİYLE ORTAYA ÇIKAN KUR FARKLARI Katma değer vergisinin konusunu teşkil eden işlemler ve kur farklarının matraha dahil olduğu dikkate alındığında dönem sonu itibariyle yapılan değerleme işlemleri nedeniyle ortaya çıkan kur farklarının KDV’ye tabi olması mümkün değildir. Değerleme vergi matrahını hesaplamaya yönelik bir işlemdir, herhangi bir teslim veya hizmet ifasını içermemektedir. KDV’ye tabi olan kur farklarına ilişkin olarak 105 seri numaralı KDV Genel Tebliğinde şu açıklamaya yer verilmiştir: “Bedelin döviz cinsinden veya dövize endekslenerek ifade edildiği işlemlerde, bedelin kısmen veya tamamen vergiyi doğuran olayın vuku bulduğu tarihten sonra ödenmesi halinde, satıcı lehine ortaya çıkan kur farkı esas itibariyle vade farkı mahiyetinde olduğundan, matrahın bir unsuru olarak vergilendirilmesi gerekmektedir. Buna göre, teslim veya hizmetin yapıldığı tarih ile bedelin tahsil edildiği tarih arasında ortaya çıkan lehte kur farkı için satıcı tarafından fatura düzenlenmek ve faturada gösterilen kur farkına, teslim veya hizmetin yapıldığı tarihte bu işlemler için geçerli olan oran uygulanmak suretiyle KDV hesaplanacaktır. Bedelin tahsil edildiği tarihte alıcı lehine kur farkı oluşması halinde, kur farkı tutarı üzerinden alıcı tarafından satıcıya bir fatura düzenlenerek, teslim ve hizmetin yapıldığı tarihteki oran üzerinden KDV hesaplanması gerekmektedir.” Tebliğde yer alan açıklamalar ve Maliye Bakanlığı’nın konuya ilişkin özelgeleri bir arada değerlendirildiğinde, sadece yapılan değerleme işlemleri nedeniyle ortaya çıkan kur farkları KDV’ye tabi olmayıp, döviz cinsinden vadeli satışlarda bedelin tahsil edildiği tarih itibariyle hesaplanan kur farkları ise katma değer vergisine tabi bulunmaktadır. Diğer taraftan, değerleme işlemleri nedeniyle ortaya çıkan kur farklarına KDV'nin dahil mi kabul edileceği yoksa hesaplanan kur farkı tutarı üzerinden doğrudan KDV mi hesaplanacağı konusuna ilişkin olarak 60 nolu KDV Sirkülerinin 4.5. bölümünde yer alan açıklama aşağıdaki gibidir. a)- KDV dahil toplam bedelin dövize endeksli olarak belirlenmesi durumunda; vergiyi doğuran olayın meydana geldiği tarih ile ödeme tarihi arasında ortaya çıkan kur farkı bedeline iç yüzde oranı uygulanarak, b)- Dövize endeksli toplam bedele KDV'nin dahil edilmemesi durumunda ise;vergiyi doğuran olay ile ödeme tarihi arasında ortaya çıkan kur farkları üzerinden lehine kur farkı ortaya çıkan mükellef tarafından düzenlenecek faturada KDV hesaplanması ve kur farkının ortaya çıktığı dönemde her iki mükellef tarafından genel esaslar çerçevesinde işlem yapılması gerekmektedir. 3. CİRO PRİMLERİ Ciro primi yılsonlarında, belli bir dönem sonunda veya belli bir ciro aşıldığında gündeme gelen ve çeşitli adlarla yapılan ödemelerdir. Bilindiği üzere KDVK’nun 25. maddesinde iskontolar matraha dahil değildir. Ancak bu iskontolar yapılan teslim ve hizmete ilişkin olarak ortaya çıkmakta ve bu işlemlerde düzenlenen fatura ve benzeri vesikalarda gösterilmektedir. Ciro primleri ise firmaların yaptıkları ek çalışmanın, çabanın sonucu ortaya çıkmaktadır. Burada bir teslim söz konusu olmayıp, KDV’nin konusuna giren bir hizmet söz konusu olmaktadır. Konu ile ilgili açıklama 26 seri numaralı KDV genel tebliği ile yapılmıştır. Söz konusu tebliğin ilgili bölümünde; “Fatura ve benzeri belgelerde ayrıca gösterilmeyip, yıl sonralarında, belli bir dönem sonunda ya da belli bir ciro aşıldığında (satış primi, hâsılat primi, yıl sonu iskontosu gibi adlarla) yapılan ödemeler ise katma değer vergisine tabi olacaktır. Zira, bu tür bir iskonto doğrudan satılan malla ilgili değildir. Burada söz konusu olan iskonto, firmanın yaptığı ek bir çalışmanın yada çabanın sonucu olarak doğmaktadır. Dolayısıyla yapılan iş ana firmaya karşı verilen bir hizmettir. Çünkü ana firma ile satıcı firma arasında düzenlenen sözleşmeye göre (yazılı veya sözlü), satıcı firma sözleşmenin hükümlerine uygun olarak belli bir çabayı göstermiştir ki (belli bir hizmeti vermiştir ki) ek ödemeye (iskontoya) hak kazanmıştır.” açıklaması yer almaktadır. Dolayısıyla bu şekilde uygulanan ve KDVK’nun 4. maddesi çerçevesinde hizmet kapsamına giren işlemlere ait iskontolar, aynı Kanunun 1/1. maddesi uyarınca vergiye tabi tutulacaktır. Bu kapsamda, fatura ve benzeri belgelerde ayrıca gösterilmeyip, yıl sonlarında, belli bir dönem sonunda ya da belli bir ciro aşıldığında (satış primi, hasılat primi, yıl sonu iskontosu gibi adlarla) yapılan iskontolar esas itibariyle, asıl işleme ilişkin KDV matrahının değişmesi sonucunu doğurmaktadır. Dolayısıyla, KDV matrahında değişiklik vuku bulduğu bu gibi durumlarda KDV Kanununun 35 inci maddesine göre düzeltme yapılması gerekmektedir. Bu itibarla, fatura ve benzeri vesikalarda gösterilmeyip belli bir dönem sonunda ya da belli bir ciro aşıldığında yapılan iskontolar nedeniyle KDV matrahında değişiklik vuku bulduğu hallerde düzeltme işlemi, alıcı tarafından satıcı adına bir fatura ve benzeri belge düzenlenmek ve bu amaçla düzenlenecek belgede, KDV matrahında değişikliğe neden olan iskonto tutarına ilk teslim veya hizmetin yapıldığı tarihte bu işlem için geçerli olan KDV oranı uygulanmak suretiyle yapılacaktır. Yurt dışındaki firmalar tarafından ödenen ciro primlerinde aynı kapsamda değerlendirilmektedir. Çünkü ödemenin niteliği değişmemekte, sadece ödemeyi yapan taraf yurt dışında bulunmaktadır. 4. TAKVİM YILI AŞILDIKTAN SONRA GELEN FATURADA YER ALAN KATMA DEĞER VERGİSİNİN İNDİRİM KONUSU YAPILIP YAPILMAYACAĞI KDV’nin indirimine ilişkin düzenleme KDVK ’nun 29. maddesi ile yapılmıştır. Kanun hükmüne göre, kendilerine yapılan teslim ve hizmetler nedeniyle hesaplanarak düzenlenen fatura ve benzeri vesikalarda gösterilen katma değer vergisi indirim konusu yapılabilir. İndirim hakkı vergiyi doğuran olayın vukuu bulduğu takvim yılı aşılmamak şartıyla, ilgili vesikaların kanuni defterlere kaydedildiği vergilendirme döneminde kullanılabilir. Ayrıca anılan Kanunun 34. maddesinde de indirimin fatura ve benzeri vesikalarda ayrıca gösterilerek belgelendirilmesi ve bu vesikaların kanuni defterlere kaydedilmesi şartıyla indirilebileceği belirtilmiştir. Mükellefler yılsonuna geldiklerinde çeşitli nedenlerle fatura ve benzeri vesikaları temin edemeyebilirler. Ancak indirim, belgelendirmeye ve kanuni defter kayıtlarına intikal ettirmeye bağlanmış bir müessesedir. Ayrıca indirim hakkının kullanılmasında takvim yılının aşılmaması gerektiğinden dönem sonunda sıkıntıya düşülmemesi için belgelerin temini ve kayıtlara alınması konusu önemlidir. Bu hükümler uyarınca, 2012 yılında ifa edilen bir hizmete ilişkin olarak aynı yıl içerisinde düzenlenen, ancak kayıtlara alınmayan faturadaki KDV nin, 2013 ve takip eden yıllarda indirim konusu yapılması mümkün değildir.[1] 5. SÜRESİNDE DÜZENLENMEDİĞİ İÇİN HİÇ DÜZENLENMEMİŞ SAYILAN FATURADA YER ALAN KATMA DEĞER VERGİSİNİN İNDİRİM KONUSU YAPILIP YAPILMAYACAĞI Vergi Usul Kanunun 231/5. maddesine göre 7 gün içinde düzenlenmediği için hiç düzenlememiş sayılan ve özel usulsüzlük cezası kesilen faturalarda yer alan KDV’nin indirim konusu yapılabileceği yönünde Bakanlık özelgesi[2] bulunmaktadır. Söz konusu özelgede; “…Zamanında düzenlenmeyen fatura için hiç düzenlenmemiş sayılarak özel usulsüzlük cezası kesilmesi ancak harcamanın yasal kayıtlara intikalinde söz konusu faturanın geçerli belge olarak kabul edilmesi gerekir. Bu durumda, gider faturasının kayıtlara intikal ettirildiği dönemde bu faturada gösterilen KDV’nin indirim ve iade konusu yapılması mümkün bulunmaktadır” ifadesi yer almakta olup, nitekim VUK’nun 3/B maddesi uyarınca vergilendirmede işlemlerin gerçek mahiyetinin esas alınacağı belirtilmiştir. Bu itibarla faturanın süresinden sonra düzenlenmiş olması vergiyi doğuran olayın gerçekleşmediğini göstermemektedir. Dolayısıyla süresinden sonra düzenlendiği için özel usulsüzlük cezası kesilen faturalarda yer alan KDV’nin de yasal defterlere kaydedilmiş olması şartıyla indirim konusu yapılması mümkündür." görüşüne yer verilmiş bulunmaktadır. 6. TASDİKLİ ÖN SAYFALAR YETMEDİĞİ İÇİN DEFTERİNİN TASDİKSİZ ARKA SAYFALARINA BASTIRILAN YEVMİYE KAYITLARINDA GÖSTERİLEN KDV’LERİN İNDİRİMİ Vergi idaresi, son dönemlerde verdiği özelgelerde KDV’nin gerçekte yüklenilmiş olması ve fatura veya benzeri belgelerde ayrıca gösterilmesi, kayıtların tasdikli defter-i kebire süresinde ve usulüne uygun kaydedilmesi koşuluyla, yevmiye defterinin tasdiksiz arka sayfalarına kaydedilen fatura veya benzeri belgelerde gösterilen KDV’nin indirilebileceği görüşündedir. Konu ile ilgili olarak verilen bir Özelge’de; “Yevmiye defterine yapılan kayıtların tasdikli defter-i kebire süresinde ve usulüne uygun kaydedilmesi şartıyla, yevmiye defterinin arka sayfalarında yer alan kayıtlara dayalı KDV indirimlerinin bu çerçevede kabulünün mümkün olduğu” belirtilmiş bulunmaktadır. Yargı organları ise yevmiye defterinin tasdiksiz arka sayfalarına kaydedilen faturalardaki KDV’nin indirilip indirilemeyeceği konusunda farklı kararlar vermektedir. Yargı organlarının yevmiye defterinin tasdiksiz arka sayfalarına kaydedilen faturalardaki KDV’nin indirilemeyeceğine ilişkin kararların bazılarının özetleri aşağıdadır: “Yevmiye defterinin tasdiksiz arka sayfalarına yapılan kayıtların yasal defterlere yapılmış kayıt olarak kabulü mümkün olmadığından, mal alış ve gider faturalarında yer alan KDV’lerin KDV Kanunu’nun 29 ve 34. maddelerine göre indirilmesi mümkün değildir.” “Yevmiye defterinin tasdiksiz kısımlarının yasal defter, bu kısma yapılan kayıtların da yasal deftere kayıt olarak kabulüne olanak bulunmadığından, bu kayıtlarda yer alan KDV’ler indirim konusu yapılamaz.” Diğer taraftan, Danıştay Vergi Dava Daireleri Kurulu, yevmiye defterinin tasdiksiz arka sayfalarına yapılan kayıtlarla, defter-i kebir ve envanter defteri arasında karşılaştırmalı bir inceleme ve araştırma yapılması, bu suretle biten yevmiye defterinin arka sayfasına yapılan kayıtların doğruluğunun araştırılması gerektiği, bu yönde bir inceleme yapılmadan sadece, söz konusu kayıtların biten yevmiye defterinin arka sayfasına yapıldığından hareketle KDV indirimlerinin reddedilemeyeceği görüşündedir. Yukarıda yapılan açıklamalardan da fark edileceği üzere, yevmiye defterinin tasdiksiz arka sayfalarına yapılan kayıtlar yasal (kanuni) defterlere yapılan kayıt olarak değerlendirilmemekte ve dönem matrahı vergi idaresince re’sen takdir edilmekte, inceleme elemanlarınca bunun yanı sıra mükelleflerin KDV indirimleri de reddedilmektedir. Kişisel görüşümüze göre, bu durumdaki mükelleflerin dönem matrahlarının re’sen takdir edilmesi, KDV indirimlerinin reddedilmesi gerektiği anlamına gelmemektedir. Yukarıda yer verilen gerek vergi idaresi özelgeleri gerekse Danıştay Vergi Dava Daireleri Kurulu kararında da belirtildiği üzere, yevmiye defterinin tasdiksiz arka sayfalarına kaydedilen faturalardaki KDV’lerin gerçekte yüklenildiğinin ve satıcıları tarafından beyan edildiğinin, bu kayıtlar ile diğer defterlerdeki kayıtlar arasında uyum bulunduğunun tespiti şartıyla, indirimlerinin kabul edilmesi gerektiğini düşünüyoruz. Konunun vergi idaresi yaklaşımı ve Danıştay Vergi Dava Daireleri Kurulu’nun belirtilen son kararı çerçevesinde değerlendirilmesi uygun olacaktır. 7. İMHA EDİLEN MALLARA İLİŞKİN KDV Mükelleflerin stoklarında yer alan ancak kullanım süresinin geçmesi veya başka nedenlerle kullanılamayacak hale gelmesi dolayısıyla Takdir Komisyonu huzurunda imha edilen malların zayi olan mal kapsamında değerlendirilip değerlendirilemeyeceği ve bu mallara ilişkin yüklenilen KDV’lerin indirilip indirilemeyeceği hususları mükelleflerin tereddüt yaşadığı noktalardan biriydi. Maliye Bakanlığı vermiş olduğu özelgelerde[3]; “çürüme, bozulma, kullanım süresinin geçmesi, hatalı üretim, hatalı dikim, renk farklılığı, leke, şirket politikası gereği gibi sebeplerle bir daha kullanılma ve/veya satılma olanağı kalmaması nedeniyle takdir komisyonu gözetiminde imha edilen malları zayi olan mal kapsamında değerlendirilemeyeceği, bunların KDV’sinin ise indirim konusu yapılabileceği” doğrultusunda görüş bildirmişti. Ancak 05.12.2009 tarih ve 27423 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanan 113 Seri No’lu KDV Tebliği'nde özelgelerde bildirilen görüşten vazgeçilerek; “kullanım süresi geçen veya diğer nedenlerle kullanılamayacak hale gelen malların ilgili mevzuat uyarınca teşkil edilen resmi komisyonlar veya Takdir Komisyonu huzurunda imha edilmesi halinde, bu malların zayi olan mal kapsamında değerlendirileceği ve bunlarla ilgili olarak yüklenilen KDV’nin indirim konusu yapılamayacağı” açıklanmıştır. Buna göre örneğin ; İmalatta kullanılmak için alınan ancak imalata girmeden eskime, bozulma, çürüme, çatlama vb. nedenlerle kullanılamaz hale gelen ve bu nedenle imalatta veya ambalajlamada kullanılabilme vasfını yitiren hammadde ve malzeme ile ambalaj maddeleri, Son kullanma tarihinin geçmesi, çeşitli kimyasallar içerdiğinin tespit edilmesi gibi nedenlerle kanunen tekrar satılması mümkün olmayan ve imha edilen bisküvi, çikolata, konserve gibi gıda ürünleri, Sağlık Bakanlığınca kullanımının yasaklanması nedeniyle imha edilen ilaçlar ile kullanım süresi içinde formül hatası bulunan, miadının dolması veya hasar görmesi nedeniyle kullanılamaz hale gelmiş, üretimden kalkmış, insan sağlığını tehdit eden ilaçlar, Hatalı dikim, renk farklılığı, leke ve benzeri nedenlerle ya da şirket politikası gereği satışı mümkün olmadığından imha edilen mallar, Kullanım ömrünü tamamladığı için imha edilen araç lastikler için yüklenilen KDV indirim konusu yapılamayacaktır. 113 Seri No’lu KDV Tebliği ile yapılan bu düzenlemeye karşı Danıştay nezdinde yürütmenin durdurulması ve Tebliğin iptali talebiyle dava açılmış, Danıştay 4. Dairesi ise verdiği karar[4] ile yürütmenin durdurulması talebini reddetmiştir. Bu itibarla; Danıştayca alınan kararda söz konusu tebliğde hukuka aykırılık görülmediğinden, kullanım süresi geçen veya diğer nedenlerle kullanılamayacak hale gelen malların ilgili mevzuat uyarınca teşkil edilen resmi komisyonlar veya Takdir Komisyonu huzurunda imha edilmesi halinde yüklenilen KDV’nin indirim konusu yapılamayacağı kesinleşmiştir. Bu mallara ait yüklenilen KDV’nin indirim konusu yapılmış olması halinde ise, indirilen verginin imha tarihini kapsayan vergilendirme dönemine ait 1 No.lu KDV Beyannamesinin “İlave Edilecek KDV” satırına dahil edilmek suretiyle indirim hesaplarından çıkarılması gerekmektedir. Son olarak 113 Nolu Tebliğden sonra BMVD’nin verdiği 07.01.2010 tarih ve 852 sayılı bir mukteza ise; “İmha edilecek muhtelif mallara ilişkin yüklenilen ve zayi olma durumu nedeniyle indirim hakkı ortadan kalkan KDV’nin kurumlar vergisinin hesaplanmasında gider yada maliyet unsuru olarak dikkate alınması mümkün değildir” denilmekte, bu suretle KDV’nin de gider yazılamayacağı vurgulanmaktadır. 8. DEĞERİ DÜŞEN MALLARA İLİŞKİN KDV 113 Seri No’lu KDV Tebliği'nde “kullanım süresi geçen veya diğer nedenlerle kullanılamayacak hale gelen malların ilgili mevzuat uyarınca teşkil edilen resmi komisyonlar veya Takdir Komisyonu huzurunda imha edilmesi halinde, bu malların zayi olan mal kapsamında değerlendirileceği ve bunlarla ilgili olarak yüklenilen KDV’nin indirim konusu yapılamayacağı” şeklindeki görüşün aksine malın tamamen yok olmaması, ancak değerinde önemli derecede düşüklük meydana gelmesi halinde malın zayi olması hükümleri geçerli olmayacaktır. Bu durumda malların zayi olması değil, düşük bedelle veya zararına satışı söz konusu olacağından, bu malların iktisabı dolayısıyla yüklenilen KDV'nin indirim konusu yapılabileceği tabiidir. Örneğin; Üretim esnasında renginde problem olan giyeceklerin, Yangın sonucu tamamen yok olmayan ve ekonomik değeri olan yedek parça ve malzemelerin,daha düşük bir fiyatla satılması halinde, bunlar nedeniyle yüklenilen KDV'nin tamamı indirim konusu yapılabilecektir. 9- ÇALINAN VE KAYBOLAN MALLARA İLİŞKİN KDV Çalınan veya kaybolan malların zarar yazılabileceğine dair vergi kanunlarında herhangi bir hüküm bulunmamaktadır. Çalınan veya kaybolan malların kıymeti düşen emtia olarak değerlenmesi ve vergi matrahı ile ilişki kurulması da mümkün değildir. Çalınan ve kaybolan mallar işletme için sermayede vukua gelen bir eksilme olarak kabul edilmekte ve Gelir Vergisi Kanunu’nun 88. maddesi uyarınca gider olarak dikkate alınamamaktadır. Çalınan veya kaybolan malları mükellefler polis kayıtları vb. belgeler ile kanıtlanabiliyorsa, çalınan mallar maliyet bedeli üzerinden kanunen kabul edilmeyen gider olarak kaydedilmelidir. (Ayrıca KDVK Md. 30/c) Çalınma olayının polis kayıtları vb. kayıtlar ile kanıtlanamaması halinde ise çalınan malın emsal satış bedeli ile değerlenerek ortaklara satış gibi işlem yapılması gerekmektedir. Bu işlem ile ilgili olarak, ayrıca katma değer vergisi hesaplanması gerekecektir. 10. FİRE SONUCU MEYDANA GELEN KAYIPLARA İLİŞKİN KDV Fire, bir malın imalat sürecinde veya tüketiciye arzına kadar kendi doğal akışı içinde uğradığı fiziksel kayıp olarak tanımlandığından, imalat sırasında veya sonrasında meydana gelen firelerin zayi olan mal kapsamında değerlendirilmesi mümkün bulunmamaktadır. Bu durumda, daha önce indirim konusu yapılan KDV'nin de düzeltilmesine gerek yoktur. Ancak, yasal düzenleme veya ilgili mesleki kuruluşlar tarafından belirlenen fire miktarını aşan kayıplara ilişkin giderlerin, Gelir veya Kurumlar Vergisi Kanunlarına göre kazancın tespitinde indiriminin kabul edilmemesi halinde, bu giderler dolayısıyla yüklenilen KDV'nin de indirim konusu yapılması mümkün değildir. Örneğin; Akaryakıtın depolanması sırasında ortaya çıkan ve ilgili kuruluşlar tarafından belirlenen oranlar dahilindeki kayıplar, Balık çiftliklerinde balık üretimi esnasında pazarlama aşamasına ulaşıncaya kadar geçen süreçte, balık üretim ve besleme firesi olarak oluşan balık ölümleri, Tavuk çiftliklerinde, üretimin doğal sonucu olarak ortaya çıkan kayıplar, Hazır giyim eşyası dikiminde veya ayakkabı yapımında üretim sürecindeki kesme, biçme, dikme gibi işlemlerin doğal sonucu olarak ortaya çıkan kayıplar fire olarak değerlendirilmekte olup, bunlara ilişkin olarak yüklenilen KDV indirim konusu yapılabilecektir. 11. KASA VE ORTAKLAR CARİ HESABINA FAİZ HESAPLANMASINDA KDV’NİN DURUMU Vergi incelemelerinde birçok mükellef kasa hesabının çok büyük meblağlarda borç bakiyesi verdiği durumda bu paranın kasada bulunmasının ekonomik teamüllere uygun olmadığından ortaklar tarafından kullanılmış olduğu gerekçesiyle transfer fiyatlandırması yoluyla örtülü kazanç dağıtımı hükümlerinden hareketle cezalı tarhiyata muhatap olabilmektedir. Bu bağlamda hiçbir gelir sağlama amacı güdülmeden şirketin kasasında TL cinsinden işletmenin ihtiyacı üzerinde para tutulması ile ortaklara veya onların ilişkili bulunduğu kimselere emsaline nazaran düşük faizle veya faizsiz para verilmesi arasında fark yoktur. Bu nedenle dönem sonu kasa bakiyesinin işletmenin büyüklüğüne, iş hacmine ve kasa işlemlerinin yoğunluğuna uygun bir rakam olması gerekir. İşletmelerin kasasında normal olarak kabul edilebilecek, azami iki üç günlük faaliyetleri sırasında nakit ihtiyacını karşılayacak kadar kasada bulundurması gereken nakit tutarın üzerinde kalan bakiyeler, işletmenin yönetici ortakları tarafından çekildiği kabul edildiğinden 5520 sayılı Kurumlar Vergisi Kanunu’nun 13/1-2. maddelerinde işletmenin ilişki içerisinde olduğu kişiler ile yapılan bu tür işlemlerin transfer fiyatlandırması yoluyla örtülü kazanç dağıtımı olarak değerlendirilmekte ve adat yöntemiyle faiz hesaplanması yoluyla da vergilendirilmesi gerekmektedir. Aynı şekilde işletmelerin ortaklar cari hesabının borç bakiyeleri ortağa para kullandırma işleminin bir sonucu olarak kabul edilmektedir. Söz konusu işlem de 5520 sayılı Kurumlar Vergisi Kanunun 13/1-2 maddelerine göre transfer fiyatlandırması yoluyla örtülü kazanç kapsamındadır. Bu itibarla ortaklar cari hesabına adatlandırma yapılarak faiz hesaplanması ve buna ilişkin olarak KDV hesaplanması gerekmektedir. Bu noktada sermaye şirketlerinin ortaklarına cari hesap yoluyla borç para kullandırması işleminin KDV mi yoksa BSMV mi tabi olduğu konusunda tereddütler oluşmaktadır. Bu konuda Gelir İdaresi bugüne kadar vermiş olduğu özelgelerde anılan işlemlerin KDV’ye tabi olduğunu belirtmiş, Danıştay ise bazı kararlarında işlemin KDV’ye, bazı kararlarında ise BSMV’ye tabi KDV’den istisna olduğunu belirtmiştir. Son olarak 01.08.2010 tarih ve 27659 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanan 6009 Sayılı Gelir Vergisi Kanunu ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik yapılmasına Dair Kanunla, Gider Vergileri Kanunun 28. maddesinin 3. fıkrası değiştirilerek, ödünç para verme işlemini esas iştigal konusu olarak yapmayanların ticari icaplar gereği yaptıkları borç para verme işlemleri BSMV’nin kapsamı dışına çıkarılarak, söz konusu tereddütler giderilmiştir. Buna göre, borç para alıp verme işinin esas iştigal konusu olarak yapılması ve lehe para alınması halinde bu işlem banka ve sigorta muameleleri vergisine tabi olacak, katma değer vergisinden istisna tutulacaktır. İşlemin esas iştigal konusu olarak yapılıp yapılmadığı, işletmenin kuruluş gayesi ve bu gayeyi gerçekleştirmek için yapmakta olduğu işlem veya işlemlere bakılarak belirlenecektir. Esas iştigal konusu borç para alıp vermek olmayan şirketlerin gerek kullanıldığı yabancı kaynaklardan gerekse özkaynaklarından sağladığı fonları ortaklarına, grup şirketlerine veya üçüncü kişilere faiz karşılığında kullandırması işlemi banka ve sigorta muameleleri vergisine değil, katma değer vergisine tabi olacaktır. Bu işlemlerde katma değer vergisinin matrahı hesaplanan faizler olup, bu faizler üzerinden genel oranda () KDV hesaplanması ve fatura düzenlenmesi gerekmektedir. 12. ÖRTÜLÜ SERMAYE ÜZERİNDEN HESAPLANAN VE DAĞITILMIŞ KAR PAYI OLARAK DEĞERLENDİRİLEN TUTARLARDA KDV Bilindiği üzere örtülü sermayeye ilişkin faiz ve benzeri ödemeler ile transfer fiyatlandırması yoluyla örtülü yoldan dağıtılan kazançlar bir yandan kanunen kabul edilmeyen gider iken diğer yandan bu ödemelerin hesap döneminin son günü itibariyle dağıtılmış kar payı sayılmaktadır. KVK’nın 12/7. maddesi ve KDVK’nın 1. maddesi birlikte değerlendirildiğinde, örtülü sermaye üzerinden yapılan veya hesaplanan faiz ve benzeri ödemeler gelir ve kurumlar vergisi kanunlarının uygulanmasında gerek borç alan gerekse borç veren nezdinde, örtülü sermaye şartlarının gerçekleştiği hesap döneminin son günü itibariyle dağıtılmış kâr payı veya dar mükellefler için ana merkeze aktarılan tutar sayılmaktadır. Yani mevcut yasal düzenlemelere göre, örtülü sermaye üzerinden hesaplanan tutarlar dönem sonu itibariyle iştirak kazancı veya kâr payı olarak kabul edilmektedir. KDVK’nın 1. maddesinde KDV’nin konusunu teşkil eden işlemlere yer verilmiş olup, iştirak kazançları veya kâr payları katma değer vergisinin konusuna girmemektedir. Büyük Mükellefler Vergi Dairesi Başkanlığı tarafından verilen 09.06.2008 tarih ve 17363 sayılı özelgede de örtülü sermaye faizlerinin KDV’ye tabi olmadığı belirtilmiştir. . Ancak son olarak Gelir İdaresi Başkanlığı’nca verilen 18.08.2011 tarih ve B.07.1.GİB.0.01.55-130-14 sayılı özelgede de; “……… Buna göre, ana ortak veya ilişkili firmalar arasındaki borç verme işlemleri, KDV Kanununun 1/1 inci maddesine göre finansman hizmeti olarak değerlendirilmekte ve bu işlemler nedeniyle hesaplanacak faiz tutarları KDV ye tabi bulunmaktadır. Kurumlarla ilişkili kişiler arasında gerçekleşen ticari faaliyetlerin sonradan Gelir ve Kurumlar Vergisi kanunlarının uygulanmasında örtülü sermaye olarak değerlendirilerek dağıtılmış kar payı sayılması, KDV açısından işlemin finansman temin hizmeti olmasını etkilememektedir. Ayrıca, Kurumlar Vergisi Kanununun 12 nci maddesi çerçevesinde örtülü sermaye üzerinden ödenen veya hesaplanan faiz, kur farkı ve benzeri giderlerin kurum kazancının tespitinde indirim konusu yapılması kabul edilmediğinden bu giderler dolayısıyla ödenen KDV nin de, KDV Kanununun 30/d maddesi uyarınca indirim konusu yapılması mümkün bulunmamaktadır.”denilmek suretiyle örtülü sermaye faizlerinin KDV’ye tabi olduğu şeklinde görüş değişikliğine gidildiği görülmektedir. 13. GRUP ŞİRKETLERİNDE ALINAN BANKA KREDİSİNİN VE DAMGA VERGİLERİNİN YANSITILMASINDA KDV Grup şirketleri tarafından alınan banka kredisinin taksitlerinin (faiz ve kur farkı vs. dahil) diğer grup firmasına yansıtılması işleminde KDV uygulamasına ilişkin olarak İstanbul Vergi Dairesi Başkanlığı’nın 2009/34 Sayılı Uygulama Tamiminde; “Grup şirketinin aktifinde bulunan gayrimenkul teminat gösterilerek alınan banka kredisinin taksit tutarlarına isabet eden faiz ve kur farkı tutarının fiilen krediyi kullanan diğer grup şirketine (yatırım yapan firma) herhangi bir fark ilave edilmeksizin aynen yansıtılması işlemi KDV’ye tabi bulunmamaktadır.” açıklaması yer almaktadır. Dolayısıyla söz konusu açıklamadan anlaşıldığı üzere kullanılan kredinin grup firmasına aynen yansıtılması halinde KDV hesaplanmayacaktır. Aynı şekilde taraflardan birinin ödediği damga vergisini diğer tarafa fatura ile yansıtmasında KDV hesaplanmayacaktır. Finansal Kiralama Şirketlerinin, kiracılarına yansıttıkları Motorlu Taşıtlar Vergisi ve emlak vergileri finansal kiralama sözleşmesinde geçerli oran üzerinden KDV’ye tabi tutulacaktır. 14- TAZMİNAT ÖDEMELERİNİN KDV KARŞISINDAKİ DURUMU 60 no’lu KDV Sirkülerinin 1.2. numaralı “Tazminatlar” başlıklı bölümünde yapılan açıklamalar çerçevesinde; Herhangi bir teslim veya hizmetin karşılığı olarak ortaya çıkmayan tazminat ve benzeri ödemeler prensip olarak KDV'nin konusuna girmemektedir. Bu kapsamda, işin sözleşme şartlarına uygun yapılmaması, işin verilen süre içerisinde tamamlanmaması, sözleşmenin feshedilmesi gibi nedenlerle tazminat, cayma bedeli vb. adlarla yapılan cezai şart mahiyetindeki ödemeler herhangi bir teslim veya hizmetin karşılığı olmadığından KDV'nin konusuna girmemektedir. İstanbul Vergi Dairesi Başkanlığı’nın 2009/154 sayılı Uygulama Tamimine göre de, “Şirket zararının tazmini amacıyla yurt dışında mukim olan dolaylı ortak tarafından şirkete yapılacak tazminat ödemeleri herhangi bir teslim veya hizmetin karşılığı olmadığından KDV’ye tabi olmayacaktır.” 15. PEŞİN TAHSİL EDİLEN YILLIK OKUL VE DERSHANE ÜCRETLERİNİN KDV AÇISINDAN BEYAN EDİLECEĞİ DÖNEM Uygulamada özel okullar ve dershaneler genelde Eylül-Haziran dönemini kapsayan eğitim-öğretim dönemine ilişkin ücretleri velilerden peşin tahsil ettiklerinde bu tutarların KDV açısından hangi dönemde beyana konu edeceklerine dair tereddütler yaşamaktadırlar. Belli bir dönemi kapsayan eğitim hizmetlerinde KDV açısından vergiyi doğuran olayın meydana gelmesi için bu sürecin sonuçlanması gerekmemekte olup her bir vergilendirme döneminin tamamlanmasıyla bu dönem işleriyle sınırlı olmak üzere vergiyi doğuran olay meydana gelmektedir. Yani eğitim hizmetlerinde vergiyi doğuran olay prensip itibariyle eğitim hizmetinin fiilen verildiği vergilendirme dönemlerinde ortaya çıkmaktadır. Buna göre; 1 - Eğitim-öğretim bedelinin kısmen veya tamamen peşin ya da çek ve senetle tahsil edilmesinin veya hiç tahsil edilmemesinin bu şekilde beyan edilmesi gereken vergilere bir tesiri yoktur. Bedelin avans olarak peşin tahsil edilmesi durumunda da her bir vergilendirme dönemine isabet eden vergiler ait oldukları dönemlerde beyan edilecektir. 2 - Belli bir süreyi kapsayacak şekilde belirlenen eğitim ücretine ilişkin katma değer vergisinin, fiilen eğitim-öğretim hizmeti verilen vergilendirme dönemine isabet eden kısmının (bu kısım basit orantı yoluyla bulunacaktır) bu vergilendirme dönemleri itibariyle hesaplanıp, beyan edilmesi gerekmektedir. 3 - Herhangi bir nedenle önceden fatura düzenlenmesi halinde ise, Kanunun 10/b maddesi uyarınca fatura bedeli üzerinden vergi hesaplanacak ve hesaplanan bu vergi faturanın düzenlendiği vergilendirme dönemine ait beyanname ile beyan edilecektir. Vergi İdaresinin görüşü de bu doğrultuda olup İstanbul Vergi Dairesi Başkanlığı tarafından verilen 18.05.2007 tarih ve 229–3705 sayılı görüş buna örnektir. 16. İHRACAT FATURASI TARİHİ İLE FİİLİ İHRAÇ TARİHİNDE YIL FARKLILAŞMASI OLMASI DURUMUNDA KDV İSTİSNASININ UYGULANACAĞI VE BEYAN EDİLECEĞİ DÖNEM İhracat işleminin gerçekleşebilmesi için gerekli şartlardan birisi de, ihracata konu malın yurt dışındaki bir alıcıya veya serbest bölgedeki bir müşteriye ya da yetkili gümrük antreposuna teslim edilmesidir. Nitekim 19 Seri No.lu Katma Değer Vergisi Genel Tebliği’nde; “Katma Değer Vergisi Kanunu’nun 12/1-b maddesine göre bir teslimin ihracat teslimi sayılabilmesi için teslim konusu malın Türkiye Cumhuriyeti gümrük hattından geçerek bir dış ülkeye vasıl olması gerekmektedir.” ifadesi yer almaktadır. Ayrıca İstanbul Defterdarlığı tarafından verilen bir mukteza’da; “Buna göre, ihracat tesliminin gerçekleştiği tarih intaç tarihi değil, malın gümrük hattından geçtiği sırada çıkış gümrüğünce belirlenen ve gümrük beyannamesindeki “gümrük hattını çıkış tarihi” olarak kabul edileceğinden ihracatın ve iade tutarının bu çıkış tarihine ait KDV beyannamesinde gösterilmesi gerekmektedir.” denilerek bu hususa vurgu yapılmıştır. Yine aynı makam tarafından verilen bir başka Mukteza’da da; “Ancak, ihracat işlemlerinde malın gümrük bölgesinden çıktığı tarih itibariyle satış gerçekleştiğinden gelirin de bu tarih itibariyle tahakkuk ettiğinin kabul edilmesi gerekir. İhracat işlemlerinde faturanın önce düzenlenmiş olmasının kurumlar vergisi açısından gelirin elde edildiği döneme etkisi yoktur. Gelirin elde edildiği dönemin tespiti açısından ihracat işlemlerinde vergiyi doğuran olay, malın sevkine ilişkin işlemlerin bitirildiğini ifade eden intaç tarihinde değil, malın gümrük bölgesinden çıktığı tarihte vukuu bulmaktadır. Bu durumda, ihracattan doğan kazancının malın gümrük bölgesinden çıktığı tarih esas alınarak dönem kazancı ile ilişkilendirilmesi gerekir.” hükmüne yer verilmiştir. Ticari bir faaliyet olan ihracat işlemlerinde GVK ve KVK yönünden vergiyi doğuran olay, satışa konu olan malın fiilen ihraç edildiği tarihte gerçekleşmekte, satış akdi bu tarihte tamamlanmış olmaktadır. Satıcı da bu tarih itibariyle satılan malın karşılığı olan bedeli talep etme hakkı kazanmakta, gelir ( kazanç) bu tarih itibariyle tahakkuk etmektedir. Dolayısıyla ihracat işlemlerine ait bedellerin malların fiilen ihraç edildiği yılın ( hesap dönemi) geliri ( kazancı) olarak kabul edilmesi gerekir. Bu uygulamanın Geçici Vergi beyanları içinde geçerli olacağı tabiidir. Bununla birlikte konu KDV açısından değerlendirilecek olursa Maliye Bakanlığının, konu ile ilgili olarak yayımladığı 107 Seri No.lu KDV Genel Tebliği’nin (B) bölümünde, “1 Mayıs 2007 tarihinden itibaren KDV beyannamelerinde ihracat istisnasına ilişkin beyanları bulunan mükelleflerin tevsik edici belge olarak ibraz ettikleri gümrük beyannamelerinde ihracatın gerçekleştiği tarihi belirten bir açıklama aranılmayacağını, bu beyannamelere ilişkin elektronik ortamda (VEDOP) erişilen bilgiler arasındaki kapanma tarihinin, ihracat istisnası uygulamasında ihracatın gerçekleştiği tarih olarak dikkate alınacağını” açıklamasının yer aldığı görülmektedir. Bu çerçevede, ihracatta KDV istisnası uygulaması bakımından, VEDOP’tan tespit edilecek gümrük beyannamesi kapanma tarihinin ihracatın gerçekleştiği tarih olarak kabul edilmesi ve istisna beyanının bu tarihin ait olduğu aya ilişkin KDV beyannamesi ile beyan edilmesi gerekir. 3065 sayılı KDV Kanunu’nun 10. maddesinin (a) bendinde, “mal teslimi ve hizmet ifası hallerinde malın teslimi veya hizmetin yapılması,” (b) bendinde ise, “malın teslimi veya hizmetin ifasından önce fatura veya benzeri belgeler verilmesi hallerinde bu belgelerde gösterilen miktarla sınırlı olmak üzere fatura veya benzeri belgenin düzenlenmesi ile” vergiyi doğuran olayın meydana geleceği belirtilmiştir. Ayrıca, aynı Kanun’un 20/1. maddesinde, “mal teslimlerinde matrahın bu işlemlerin karşılığını teşkil eden bedel olduğu,” 26. maddesinde ise “bedelin döviz ile hesaplanması halinde dövizin vergiyi doğuran olayın meydana geldiği tarihteki cari kur üzerinden Türk Parasına çevrileceği” hükme bağlanmıştır. Öte yandan, 107 Seri No.lu KDV Genel Tebliği’nde, “KDV ihracat istisnası uygulamasında, ihracatın gerçekleştiği tarihin gümrük beyannamesinin kapanma tarihi olacağı” belirtilmiştir. Bu açıklamalara göre, KDV Kanunu açısından ihracat tesliminin gerçekleştiği tarih, malın Türkiye Cumhuriyeti gümrük hattından geçerek bir dış ülkeye vasıl olduğu tarihi gösteren gümrük beyannamesinin kapanma tarihidir. Diğer bir ifade ile mal ihracatlarında KDV ihracat istisnası bakımından vergiyi doğuran olay, gümrük beyannamesinin kapanış tarihinde meydana gelmektedir. Bu kapanış tarihi, hem ihracat bedellerine ilişkin istisnanın beyan edileceği dönemin hem de ihracat bedeli dövizlerin TL’ye çevrileceği tarihin tespiti bakımından önem taşımaktadır. Bu durumda, ihracat bedeli dövizlerin, malların ihraç edildiğini gösteren gümrük beyannamesi kapanış tarihindeki T.C. Merkez Bankası cari alış kuru (döviz alış kuru) üzerinden TL’ye çevrilerek, bu tarihin ait olduğu ay KDV beyannamesinde beyan edilmesi gerekmektedir. İhracat faturasının dü­zen­len­mesi ile malların yurt dışı edilmesinin aynı vergilendirme döneminde ger­çek­leşmesi ha­linde, herhangi bir sorun bulunmamakta, fatura bede­linin ve ihracat istis­nasının bu dönem beyanna­mesinde beyan edilmesi gerekmektedir. Ancak, faturanın düzenlendiği dönemde, çeşitli nedenlerle malın yurt dışı edilemediği veya serbest bölgeye geçirilemediği ve dolayısıyla dönem kaymasının olduğu durumlarda, mü­kelleflerce ihraç faturası bedelinin beyan edileceği dönem konusunda te­reddüte düşülmektedir. İlke olarak, satış faturasının, ait olduğu dönem KDV beyannamesine dahil edilmesi gerekir. Ancak, ihracat istisnasının ihracatın ger­çekleş­tiril­diği dönemde uygulanacağı hususu gözönüne alın­dığında, ih­racat faturası önceki bir tarihte düzenlense dahi, ihracat istisna­sına ait bedellerin, faturanın düzenlendiği dö­nemin değil, malın fiilen yurt dışı edildiği veya serbest bölgeye geçirildiği dönemin (gümrük beyannamesinin kapanış tarihinin ait olduğu ay) KDV be­yannamesi ile beyan edilmesi gereklidir. Bu husus, satış fatura­larının düzenlendikleri vergilendirme dö­nemine ilişkin KDV beyanname­sine dahil edilme ilkesinin de bir istis­nası niteliğinde bulunmaktadır. Önceki yıl açılan gümrük beyannamesine konu malın, sonraki yılda fiilen ihraç edilmesi halinde, KDV İstisnası fiili ihraç tarihinde uygulanacak, ihracata ait bedeller, ihracatın fiilen gerçekleştiği ay beyannamesi ile beyan edilecektir. İhraç teslimi, fiili ihraç tarihinde gerçekleşmiş olduğundan ihracat faturasının ilke olarak V.U.K' nun 231 / 5. maddesine göre fiili ihraç tarihinden itibaren 7 gün içinde düzenlenmesi ve ihracata ait bedellerin ve istisna uygulamasının malların fiilen ihraç edildiği ay beyannamesi ile beyanı gerekir. Buna göre örneğin; fatura düzenlenerek gümrük çıkış beyannamesi 20.12.2011 tarihinde açılan malların 07.01.2012 tarihinde fiilen ihraç edilmesi ve gümrük çıkış beyannamesi kapatılması halinde, ihracat belgeleri GVK ve KVK yönünden 2012 yılının geliri olarak KDV istisnası da 2012 Ocak KDV beyannamesi ile beyan edilecektir. 17. ALACAK TUTARININ KDV İÇERDİĞİ DURUMDA ŞÜPHELİ VE DEĞERSİZ ALACAK UYGULAMASI Uygulamada kredili mal veya hizmet satışları üzerinden hesaplanan katma değer vergisinin tahsilinin şüpheli hale geldiği durumda karşılık ayrılıp ayrılamayacağı mükelleflerin tereddüde düştüğü hususlardan biridir. Vergi Usul Kanununun 323 üncü maddesinde bir alacağın şüpheli alacak olarak değerlendirilmesinde aranılan şartlar; bilanço usulüne göre defter tutulması, alacağın ticari veya zirai kazancın elde edilmesi veya devamı ile ilgili olması, alacağın değerleme günü itibariyle teminatsız olması, dava veya icra safhasında olması, yapılan protestoya veya yazı ile bir defadan fazla istenilmesine rağmen borçlu tarafından ödenmemiş dava ve icra takibine değmeyecek kadar küçük bir alacak olması şeklinde sıralanmıştır. Bu noktada şüpheli hale gelmiş bir alacağın mal veya hizmet teslimi dolayısıyla ortaya çıkmış olması halinde buna bağlı olarak hesaplanan KDV’nin de şüpheli hale geleceği açıktır. Nitekim konuyla ilgili açıklamaların yer aldığı 334 Sayılı VUK Genel Tebliğinde; “Katma değer vergisi, ekonomik faaliyetlerin doğal bir sonucu olarak ortaya çıkan ve işletmenin alışları sırasında ödediği, işletme alacaklarının bir unsurunu teşkil eden ve doğrudan doğruya mal (veya hizmet) tesliminden (veya ifasından) kaynaklanan bir alacaktır. Bu itibarla, katma değer vergisinden kaynaklanan alacak için şüpheli alacak karşılığı ayrılabilmesi; yukarıdaki madde hükmünde yer alan şartların mevcut olması, alacağın ilgili dönemin kayıtlarına girmesi ve katma değer vergisi beyannamelerinde beyan edilmesi halinde mümkün olacaktır.” ifadesine yer verilmek suretiyle alacağın ilgili dönem kayıtlarına girmiş olması ve KDV beyannamelerinde beyan edilmiş olması şartıyla, KDV içeren şüpheli alacaklarda katma değer vergisi için de karşılık ayrılabileceği belirtilerek konuya açıklık getirilmiştir. VUK’un 322. maddesi uyarınca; yargı kararına veya kanaat verici bir vesikaya göre tahsiline imkan olmayan alacaklar ise değersiz alacaklardır. Söz konusu madde hükmüne göre, bir alacağın değersiz alacak sayılarak gider kaydedilebilmesinin şartları aşağıdaki gibidir. -Alacak, bilanço veya işletme hesabı esasına göre defter tutan ticari veya zirai kazançla iştigal eden işletmelere ait olmalıdır. - Alacak ticari işle veya işletmeyle ilgili olmalıdır - Alacağın tahsili, kazai bir hükme (yargı kararı) veya kanaat verici bir vesikaya göre imkânsız hale gelmelidir. - Alacak ticari ve zirai kazancın elde edilmesi ve devam ettirilmesi ile ilgili olmalıdır. Bu noktada şüpheli alacaklarda olduğu gibi, değersiz alacakların KDV tutarını da içermesi halinde KDV de değersiz alacak olarak kabul edilecektir. 18. İTHALATÇI LEHİNE YAPILAN FİYAT İNDİRİMİNDE KDV Konuya ilişkin olarak İstanbul Vergi Dairesi Başkanlığı’nın 08.09.2006 tarih ve 7055 sayılı muktezasında: “İlgi dilekçeniz ile, sağlık malzemeleri ithalat ve ticareti ile iştigal ettiğiniz belirterek, yurtdışındaki firmalar tarafından sattıkları malların pazarlanmasına destek vermek için alacak notu (creditnemo veya creditnotte) başlıklı yazı ile - % 35 arası indirim yapılarak borcunuzdan düşüldüğü ancak bu indirim bildirildiğinde mal satılmış olduğundan satılmış malların maliyetine nasıl yansıtılacağı ya da yansıtılmayıp olağandışı gelir gibi mi düşünüleceği hususlarında görüş talep edilmektedir. Yurt dışından ithal ettiğiniz emtialar için fiili ithal tarihinden sonra satıcı tarafından ithalatçı lehine fiyat indirimi yapılması katma değer vergisinin konusuna girmemektedir. Ancak, katma değer vergisi kapsamına girmese dahi alış iskontosu ile ilgili olarak yurt dışındaki satıcıya yönelik KDV ihtiva etmeyen bir fatura düzenlenmesi ve bu faturanın da kayıtlara intikal ettirilmesi ve düzenlenen fatura ile birlikte fiyat indirimine yönelik olarak gönderilen creditnemo vb. yazıların zamanaşımı süresine bağlı olarak muhafaza edilmesi gerekir.” Aynı konuya ilişkin Büyük Mükellefler Vergi Dairesi Başkanlığı’nın 12.03.2008 tarih ve 6801 sayılı bir başka muktezasında ise; “yurt dışından bilgisayar ve yedek parça ithalat işiyle iştigal ettiğinizi belirtilerek, bilişim ve elektronik ürünlerde şirketiniz aleyhine olan fiyat dalgalanmaları nedeniyle üretici firmaların şirketinize yaptığı fiyat koruma mahiyetindeki ödemelerin vergi mevzuatı karşısındaki durumu hakkında Başkanlığımız görüşü talep edilmektedir. Buna göre, yurt dışından ithal edilen emtiaların piyasalarda fiyatının düşmesine bağlı olarak fiili ithal tarihinden sonra üretici firma tarafından fiyat koruma hasılatı adı altında şirketiniz lehine yapılan indirimler katma değer vergisinin konusuna girmemektedir. Ancak katma değer vergisi kapsamına girmese dahi yurt dışındaki satıcıya yönelik KDV ihtiva etmeyen bir fatura düzenlenmesi ve söz konusu faturanın yasal kayıtlara intikal ettirilmesi gerekmektedir.” Görüşüne yer verilmiş bulunmaktadır. 19. KAYBOLAN FATURA YERİNE ASLI GİBİDİR ŞERHİ DÜŞÜLEN FATURA ÖRNEĞİNE İSTİNADEN KDV İNDİRİMİ Aslı kaybolan faturaların yerine aslı gibidir şerhi düşülen fotokopi faturalara istinaden KDV indiriminden yararlanılıp yararlanılamayacağına ilişkin olarak Büyük Mükellefler Vergi Dairesi Başkanlığı’nca verilen 17.09.2007 tarih ve 17820 sayılı muktezada aşağıdaki görüşe yer verilmiş bulunmaktadır. Kaybolan faturanın yerine kayıtlara uygun noterden tasdikli bir örneğinin kullanılması mümkün bulunmaktadır. (Bu örnek üzerine, “Zayi olan aynı tarih ve sayıyı taşıyan fatura aslı yerine kullanılmak amacıyla tasdik edilmiştir.” şeklinde noterce şerh düşülmesi gerekir.) Öte yandan muhtelif sebeplerle kaybolan faturanın yerine geçen noter onaylı örneğinin kanuni defterlere kaydedilmesi şartıyla söz konusu faturada bulunan KDV’nin indirim konusu yapılacağı da tabiidir. Diğer taraftan kaybolan fatura asılları yerine sadece faturayı düzenleyen firma yetkilileri tarafından onaylanan örneği şirket kayıtlarına intikal ettirilemeyecek ve söz konusu faturalarda yer alan Katma Değer Vergileri indirim konusu yapılamayacaktır. 20. ARSA SAHİBİ ADINA FATURASI DÜZENLENEN YAPI DENETİM HİZMET BEDELİNİN MÜTEAHHİT ŞİRKETÇE GİDER OLARAK KAYDEDİLMESİ VE KDV İNDİRİMİ Büyük Mükellefler Vergi Dairesi Başkanlığı tarafından verilen 08.06.2007 Tarihli Mukteza da; “Yapı Denetim Kanunu ve ilgili yönetmelik hükümleri uyarınca faturası yapı sahibi adına düzenlenen yapı denetim hizmet bedelinin; kat karşılığı inşaat yapan şirketinizce gider olarak kaydedilmesi ya da inşaat maliyetlerine intikal ettirilmesi mümkün olmadığı gibi, söz konusu fatura üzerinde gösterilen katma değer vergisinin Katma Değer Vergisi Kanunu’nun 29/1-a maddesine göre hesaplanan katma değer vergisinden indirilmesine yasal açıdan imkân bulunmamaktadır.” Görüşüne yer verilmiş bulunmaktadır. Aynı konuya ilişkin olarak Ankara Vergi Dairesi Başkanlığı’nca verilen 08.09.2008 tarih ve 3280 sayılı bir başka muktezada da özetle; “Bu hükümler uyarınca, yapı denetim hizmet bedeli olarak müteahhit tarafından ödenerek arsa sahibi adına faturası düzenlenen bedeller ile yine arsa sahibi adına kesilen faturalardaki, harç ve tahsilat makbuzları ve buna benzeri gider belgelerindeki bedeller müteahhidin ticari faaliyeti ile ilişkilendirilemeyecek olup, Gelir Vergisi Kanununun 40’ıncı maddesine göre müteahhidin ticari kazancının tespitinde gider olarak dikkate alınması mümkün değildir.” görüşüne yer verilmiştir.[5] Diğer taraftan aynı konuya ilişkin olarak bizimde katıldığımız Adana Vergi Dairesi Başkanlığı’nın, 11.03.2008 tarih ve 326 sayılı Özelgesindeki görüşe göre ise; İnşaatın yapı denetimi için yapı denetim firmasına ödenecek hizmet bedellerinin arsa sahibi adına müteahhit firmanın banka hesabından ödenmesi, Düzenlenen fatura muhteviyatı ile ilgili açıklama bölümüne fatura bedelinin müteahhit firma tarafından ödendiği ibaresinin yazılması, Kat karşılığı inşaat sözleşmesine 4708 sayılı Yapı Denetimi Hakkındaki Kanun gereğince zorunlu olarak yapı denetim şirketine arsa sahibi adına yapılacak denetim hizmet bedellerinin müteahhit firma tarafından ödeneceği hususunda bir madde eklenmesi şartıyla, Yapı denetim şirketine yapımcı firma tarafından yapılan ödeme karşılığı arsa sahibi adına düzenlenen belgenin gider yazılması ve KDV’nin de indirim konusu yapılması mümkün bulunmaktadır. 21. ARSA KARŞILIĞI İNŞAAT İŞLERİNDE KDV MATRAHI Arsa karşılığı inşaat işlerinde KDV uygulamasına ilişkin olarak gerekli açıklamalar 30 Seri No.lu KDV Genel Tebliğinin D bölümünde yapılmıştır. Arsa karşılığı inşaat işlerinde iki ayrı teslim söz konusudur. Bunlardan birincisi, arsa sahibi tarafından müteahhide arsa teslimi; ikincisi ise müteahhit tarafından arsaya karşılık olarak arsa sahibine bağımsız birim (konut veya işyeri) teslimidir. Arsa karşılığı inşaat işlerinde vergiyi doğuran olay, müteahhidin arsa karşılığı konut, işyeri gibi bağımsız birimleri arsa sahibine teslimiyle gerçekleşmektedir. Bu tarih itibariyle arsa açısından da vergiyi doğuran olay vuku bulmaktadır. Taşınmazda teslim kural olarak tapuya tescil ile gerçekleşmekle birlikte, tapuya tescilden önce bağımsız birimlerin alıcının tasarrufuna terk edilmesi durumunda da vergiyi doğuran olay gerçekleşmektedir. Dolayısıyla, arsa sahibinin arsa tesliminin ticari nitelikli olması durumunda arsa için, müteahhidin ise arsa sahibine teslim ettiği bağımsız birimler için, vergiyi doğuran olayın vuku bulduğu tarih itibariyle eş zamanlı olarak fatura düzenlemesi gerekmektedir. Buna göre; Arsanın bir iktisadi işletmeye dahil olması veya arsa sahibinin arsa alım satımını mutad ve sürekli bir faaliyet olarak sürdürmesi halinde, vergiyi doğuran olayın vuku bulduğu tarihte, müteahhide yapılan bu arsa teslimi nedeniyle düzenlenecek faturada arsa karşılığı alınan bağımsız birimlerin emsal bedeli (arsa payı dahil) üzerinden genel oranda KDV hesaplanması gerekmektedir. Arsa sahibinin, gerçek usulde mükellefiyetini gerektirmeyecek şekilde arızi faaliyet olarak arsasını bağımsız birimler karşılığında müteahhide tesliminde KDV uygulanmayacaktır. Vergiyi doğuran olayın vuku bulduğu tarihte, müteahhitten arsa sahibine yapılacak bağımsız birim teslimleri için müteahhit tarafından düzenlenecek faturada bağımsız birimin niteliğine göre emsal bedeli (arsa payı dahil) üzerinden % 1 veya % 18 oranında KDV hesaplanması gerekmektedir. Öte yandan, her iki teslimde de işlem bedelinin emsaline göre açıkça düşüklük göstermesi halinde KDV Kanunu'nun 27/3 üncü maddesine göre işlem yapılacağı tabiidir. 22. HASILAT PAYLAŞIM ESASLI İNŞAAT SÖZLEŞMELERİ Uygulamada "hasılat paylaşımı", "gelir paylaşımı" vb. şekillerde düzenlenen sözleşmeler uyarınca yapılan işlerde, inşa edilen bağımsız birimler yerine bunların hasılatı paylaşılmakta olup, bu tür sözleşmeler gereğince yapılan işlerin de 30 Seri No.lu KDV Genel Tebliği'nde düzenlenen "arsa karşılığı inşaat" olarak değerlendirilmesi gerekmektedir. Bu çerçevede; Bağımsız birimlerin üçüncü şahıslara satışında, vergiyi doğuran olayın vuku bulduğu tarihte sadece müteahhit tarafından üçüncü şahıslara fatura düzenlenecek, faturada gösterilen toplam bedel üzerinden bağımsız birimin niteliğine göre % 1 veya % 18 oranında KDV hesaplanarak beyan edilecektir. Arsanın bir iktisadi işletmeye dahil olması veya arsa sahibinin arsa alım satımını mutad ve sürekli bir faaliyet olarak sürdürmesi halinde, vergiyi doğuran olayın vuku bulduğu tarih itibariyle hasılattan kendisine kalan pay için müteahhide arsa satış faturası düzenleyecek, fatura bedeli üzerinden genel esaslara göre KDV hesaplayarak beyan edecektir. Arsa tesliminin, KDV'nin konusuna girmemesi veya KDV'den istisna edilmiş olması halinde bu teslimde KDV hesaplanmayacaktır. 23. KOSGEB'İN GERİ DÖNÜŞÜMSÜZ OLARAK SAĞLADIĞI DESTEKLER KOSGEB tarafından nitelikli eleman istihdamı ve yurtiçi fuarları finansal programı gibi geri dönüşümsüz olarak firmalara yapılan ödemeler bir teslim ve hizmetin karşılığı olarak ortaya çıkmadığından KDV'nin konusuna girmemektedir. 24. KAZA YAPAN TAŞITLAR İÇİN SİGORTA ŞİRKETİNDEN ALINAN HASAR BEDELLERİNDE KDV UYGULAMASI 24.1. ARACIN TAMİR BEDELİNİN ÖNCE SAHİBİNCE ÖDENİP, SONRA SİGORTA ŞİRKETİNDEN TALEP EDİLMESİ DURUMU Maliye Bakanlığı Gelirler Genel Müdürlüğü’nce Hazine Müsteşarlığı Sigorta Genel Müdürlüğü’ne verilen 16.09.2002 tarih ve 037987 sayılı muktezaya göre; “Hasar gören iktisadi kıymetin hasarının sigortalı tarafından giderilmesi ve buna ilişkin bedelinde sigortalı tarafından ödenmesi durumunda faturanın sigortalı adına düzenlenmesi gerekir. Bu durumda, sigortalının hasar gören iktisadi kıymetin zararının telafisi için piyasadan yaptığı alımlarda ödediği katma değer vergisi dahil bedelin, katma değer vergisi mükellefi sigortalı tarafından yansıtma faturası düzenlenerek sigorta şirketine aktarılması ve katma değer vergisine tabi bu masrafların aktarılması için de faturada katma değer vergisinin ayrıca gösterilmesi gerekmektedir.” 24.2. ARACIN TAMİR BEDELİNİN SİGORTA ŞİRKETİNCE DOĞRUDAN TAMİRCİYE ÖDENMESİ DURUMU Sigorta şirketinin sigortalı ile hiç ilişkilendirmeksizin hasarlı binek otomobili kendisinin tamir ettirmesi halinde, sigortalının yapması gereken herhangi bir husus bulunmamaktadır. Binek otomobilin tamirini yapan yetkili servisler veya tamirciler faturayı sigorta şirketi adına düzenleyecekler ve KDV hesaplayarak faturada ayrıca göstereceklerdir. Sigorta şirketi, KDV dahil fatura bedelini tamiri yapan mükellefe ödeyecek, KDV dahil fatura bedelini gider veya maliyet unsuru olarak dikkate alacaktır. 24.3. HASAR TUTARINA BAKILMAKSIZIN SİGORTA ŞİRKETİNCE MAKTU ÖDEME YAPILMASI DURUMU Konuya ilişkin olarak Maliye Bakanlığı’nca verilen 08.06.1998 tarih ve 21421 sayılı Özelgede; “Sigorta şirketinin, yapılan sözleşmeye göre hasara uğrayan sigortalı binek otomobili eski durumuna getirmek yerine hasarın tutarına bakmaksızın kaza başına belli bir miktarda ödeme yapması durumunda, yapılan ödeme tazminat olup, KDV’ye tabi değildir. Dolayısıyla, anılan tazminat bir teslim ve hizmetin karşılığını oluşturmaması nedeniyle KDV hesaplanmaması ve sigorta şirketi adına düzenlenecek faturada gösterilmemesi gerekmektedir. Çünkü, tazminat, KDV’nin konusuna girmemektedir.” görüşüne yer verilmiş bulunmaktadır. Öte yandan, işletme aktifine kayıtlı aracın tamiri nedeniyle yüklenilen KDV, mükellefin kendi faaliyetleri ile ilgili gider niteliğini taşıdığından indirim konusu yapılabilecektir. 25. YAP-İŞLET-DEVRET MODELİ ÇERÇEVESİNDE KURULAN, BELİRLİ BİR SÜRE İŞLETİLEN TESİSLERİN İŞLETME SÜRESİ SONUNDA İLGİLİ KURUMA DEVRİNDE KDV 60 no’lu KDV Sirkülerinin 1.5. numaralı bölümünde; "KDV Kanunu'nun 27/1 inci maddesinde, bedeli bulunmayan veya bilinmeyen işlemler ile bedelin mal, menfaat, hizmet gibi paradan başka değerler olması halinde matrahın, işlemin mahiyetine göre emsal bedeli veya emsal ücreti olduğu, 27/2 nci maddesinde bedelin emsal bedeline veya emsal ücretine göre açık bir şekilde düşük olduğu ve bu düşüklüğün mükellefçe haklı bir sebeple açıklanamadığı hallerde de matrah olarak emsal bedeli veya emsal ücretinin esas alınacağı hükmüne yer verilmiştir. 3996 sayılı Kanun kapsamındaki yap-işlet-devret modelinde ilgili kurumca süre sonunda tesisin kendisine devri karşılığında işleticiye doğrudan bir bedel ödenmemektedir. Bir finansman türü olan bu modelde işletici tesisin devrine ilişkin bedeli, tesisi sözleşme ile öngörülen süre içinde işletmek suretiyle elde ettiği kazanç ile karşılamaktadır." açıklaması yer almaktadır. Bu çerçevede, yap-işlet-devret modelinde, süre sonunda tesisin işletici tarafından ilgili kuruma tesliminde emsal bedel üzerinden KDV aranılmayacaktır. -------------------------------------------------------------------------------- [1] Maliye Bakanlığı Gelir İdaresi Başkanlığı'nca verilen 13/08/2012 tarih B.07.1.GİB.4.06.18.02-105-[219- -8749]-827 sayılı ile mukteza. [2] Maliye Bakanlığının, 17.02.1999 Tarih ve 52/5211-44/5495 Sayılı Özelgesi. [3] MB.’nin, 28.01.2002 tarih ve 52/5201-134/4013; 19.11.2004 tarih ve 54409; 31.10.2007 tarih ve 96771 sayılı Özelgeleri [4] Dn.4.D.’nin, 20.07.2010 tarih ve E.2010/688 sayılı Kararı. [5] Aynı görüşü paylaşan diğer muktezalar: İzmir Vergi Dairesi Başkanlığı’nın 22.08.2011 tarih ve B.07.1.GİB.4.35.16.01-176300-401 sayılı ile İstanbul Vergi Dairesi Başkanlığı’nın 22.06.2011 tarih ve B.07.1.GİB.4.34.16.01-GVK-40-811 sayılı muktezaları. Kaynak: www.MuhasebeTR.com (Bu makale yazılı veya elektronik ortamda kaynak göstermeden yayınlanamaz


YAZARLARIMIZ A. Murat YILDIZ Yeminli Mali Müşavir Eski Gelirler Başkontrolörü Eski Ankara Defterdar Yrd. YAZARIN TÜM MAKALELERİ KDV Açısından Dönem Sonunda Dikkat Edilmesi Gereken Hususlar (24.01.2013) Yenileme Fonu Uygulamasında Özellikli Konular (11.01.2013) KDV ve Stopaj İade Alacaklarının Geçici Vergiden, Geçici Verginin De Gelir ve Kurumlar Vergisinde Mahsubunda Özellik Gösteren Hususlar (28.03.2011) Torba Yasa İle Yatırım indiriminde Yeniden Alevlenen Tartışma (01.06.2010) Yatırım İndirimine İlişkin Anayasa Mahkemesi Kararının 2009 Yılı Kurumlar Vergisi Beyanına Etkisi (13.04.2010) KDV Açısından Dönem Sonunda Dikkat Edilmesi Gereken Hususlar Tarih: 24.01.2013 Vergilendirme sürecinde mükellefler açısından dönem sonu işlemleri büyük önem taşımaktadır. Mali yıl boyunca yapılan işlemler ve bunların muhasebe kayıtlarına alınması esnasında vergisel açıdan özellik taşıyan birçok hususla karşılaşılmaktadır. Dönem sonu işlemleri kavramı ilk olarak gelir ve kurumlar vergisi matrahının doğru tespiti açısından Vergi Usul Kanunu’nda düzenlenen değerleme hükümlerini akla getirmekle birlikte, değerleme günü itibariyle Katma Değer Vergisi yönüyle de dikkate alınması gereken birçok husus bulunmaktadır. Bu makalemde herhangi bir cezalı tarhiyata maruz kalınmaması için Katma Değer Vergisi açısından dönem sonu işlemlerinde özellik gösteren ve dikkat edilmesi gereken hususlar açıklanacaktır. 1. BİNEK OTOMOBİLLERİN ALIŞINDA ÖDENEN KDV'nin İNDİRİMİ Katma Değer Vergisi Kanunu’nun 30/b maddesi hükmü uyarınca; faaliyetleri kısmen veya tamamen binek otomobillerin kiralanması veya çeşitli şekillerde işletilmesi olanların bu amaçla kullandıkları hariç olmak üzere işletmelere ait binek otomobillerin alış vesikalarında gösterilen KDV hesaplanan KDV’den indirilemez. Ancak indirim konusu yapılamayan bu KDV’nin 23 No’lu KDV Genel Tebliği’nin (I) Bölümünde yer alan açıklamalar çerçevesinde mükelleflerin binek otomobillerin alış vesikalarında gösterilen ve indirim konusu yapamadığı KDV‘nin gider veya maliyet unsuru olarak dikkate alınması konusunda seçimlik hakları bulunmaktadır. Benzer biçimde binek otomobil alımında faturada ayrıca hesaplanan Özel Tüketim Vergisini ise VUK’nun 270. maddesinde belirtildiği üzere maliyet bedeline ithal etmek veya giderler arasında göstermek ihtiyaridir. Daha önce binek oto sınıfına dahil olmayan Doblo, Connect, Kongo, Expres, Combi, Partner, Caddy, Transpoter, Starex gibi (4+1) araçlar Gümrük Müsteşarlığı’nın 8 Seri No.lu Gümrük Genel Tebliği (Tarife-Sınıflandırma Kararları) ile 21.7.2005 tarihinden itibaren binek otomobili sınıfına dahil edilmiştir. Dolayısıyla bu araçların alımında ödenen KDV indirim konusu yapılamayacaktır. 60 no’lu KDVK Sirkülerinin 10.1. bölümüne göre; 1+1, 1+3, 1+4 veya 1+7 koltuklu, şoför ve öndeki yolcunun arkasındaki kısımda emniyet kemerleri veya emniyet kemeri montajı için tertibat, koltuk ve emniyet ekipmanı montajı için sabit tertibat, aracın iç kısmının her tarafında, araçların yolcu bölümlerinde yer alan konfor özellikleri ve iç döşemeleri (örn. yer kaplamaları, havalandırma, iç aydınlatma, küllükler), iki yan panel boyunca arka camları bulunan (en arkada yük bölümünün sağ ve sol taraflarında cam bulunsun bulunmasın); şoför ve öndeki yolcuların bölümü ile insan veya eşya taşınması için kullanılan arka bölüm arasında sabit bir panel veya bariyer bulunmayan kapalı kasa motorlu taşıtlar 87.03 pozisyonunda yer almakta olup, binek otomobiller kapsamında değerlendirilmektedir. 2. DEĞERLEME NEDENİYLE ORTAYA ÇIKAN KUR FARKLARI Katma değer vergisinin konusunu teşkil eden işlemler ve kur farklarının matraha dahil olduğu dikkate alındığında dönem sonu itibariyle yapılan değerleme işlemleri nedeniyle ortaya çıkan kur farklarının KDV’ye tabi olması mümkün değildir. Değerleme vergi matrahını hesaplamaya yönelik bir işlemdir, herhangi bir teslim veya hizmet ifasını içermemektedir. KDV’ye tabi olan kur farklarına ilişkin olarak 105 seri numaralı KDV Genel Tebliğinde şu açıklamaya yer verilmiştir: “Bedelin döviz cinsinden veya dövize endekslenerek ifade edildiği işlemlerde, bedelin kısmen veya tamamen vergiyi doğuran olayın vuku bulduğu tarihten sonra ödenmesi halinde, satıcı lehine ortaya çıkan kur farkı esas itibariyle vade farkı mahiyetinde olduğundan, matrahın bir unsuru olarak vergilendirilmesi gerekmektedir. Buna göre, teslim veya hizmetin yapıldığı tarih ile bedelin tahsil edildiği tarih arasında ortaya çıkan lehte kur farkı için satıcı tarafından fatura düzenlenmek ve faturada gösterilen kur farkına, teslim veya hizmetin yapıldığı tarihte bu işlemler için geçerli olan oran uygulanmak suretiyle KDV hesaplanacaktır. Bedelin tahsil edildiği tarihte alıcı lehine kur farkı oluşması halinde, kur farkı tutarı üzerinden alıcı tarafından satıcıya bir fatura düzenlenerek, teslim ve hizmetin yapıldığı tarihteki oran üzerinden KDV hesaplanması gerekmektedir.” Tebliğde yer alan açıklamalar ve Maliye Bakanlığı’nın konuya ilişkin özelgeleri bir arada değerlendirildiğinde, sadece yapılan değerleme işlemleri nedeniyle ortaya çıkan kur farkları KDV’ye tabi olmayıp, döviz cinsinden vadeli satışlarda bedelin tahsil edildiği tarih itibariyle hesaplanan kur farkları ise katma değer vergisine tabi bulunmaktadır. Diğer taraftan, değerleme işlemleri nedeniyle ortaya çıkan kur farklarına KDV'nin dahil mi kabul edileceği yoksa hesaplanan kur farkı tutarı üzerinden doğrudan KDV mi hesaplanacağı konusuna ilişkin olarak 60 nolu KDV Sirkülerinin 4.5. bölümünde yer alan açıklama aşağıdaki gibidir. a)- KDV dahil toplam bedelin dövize endeksli olarak belirlenmesi durumunda; vergiyi doğuran olayın meydana geldiği tarih ile ödeme tarihi arasında ortaya çıkan kur farkı bedeline iç yüzde oranı uygulanarak, b)- Dövize endeksli toplam bedele KDV'nin dahil edilmemesi durumunda ise;vergiyi doğuran olay ile ödeme tarihi arasında ortaya çıkan kur farkları üzerinden lehine kur farkı ortaya çıkan mükellef tarafından düzenlenecek faturada KDV hesaplanması ve kur farkının ortaya çıktığı dönemde her iki mükellef tarafından genel esaslar çerçevesinde işlem yapılması gerekmektedir. 3. CİRO PRİMLERİ Ciro primi yılsonlarında, belli bir dönem sonunda veya belli bir ciro aşıldığında gündeme gelen ve çeşitli adlarla yapılan ödemelerdir. Bilindiği üzere KDVK’nun 25. maddesinde iskontolar matraha dahil değildir. Ancak bu iskontolar yapılan teslim ve hizmete ilişkin olarak ortaya çıkmakta ve bu işlemlerde düzenlenen fatura ve benzeri vesikalarda gösterilmektedir. Ciro primleri ise firmaların yaptıkları ek çalışmanın, çabanın sonucu ortaya çıkmaktadır. Burada bir teslim söz konusu olmayıp, KDV’nin konusuna giren bir hizmet söz konusu olmaktadır. Konu ile ilgili açıklama 26 seri numaralı KDV genel tebliği ile yapılmıştır. Söz konusu tebliğin ilgili bölümünde; “Fatura ve benzeri belgelerde ayrıca gösterilmeyip, yıl sonralarında, belli bir dönem sonunda ya da belli bir ciro aşıldığında (satış primi, hâsılat primi, yıl sonu iskontosu gibi adlarla) yapılan ödemeler ise katma değer vergisine tabi olacaktır. Zira, bu tür bir iskonto doğrudan satılan malla ilgili değildir. Burada söz konusu olan iskonto, firmanın yaptığı ek bir çalışmanın yada çabanın sonucu olarak doğmaktadır. Dolayısıyla yapılan iş ana firmaya karşı verilen bir hizmettir. Çünkü ana firma ile satıcı firma arasında düzenlenen sözleşmeye göre (yazılı veya sözlü), satıcı firma sözleşmenin hükümlerine uygun olarak belli bir çabayı göstermiştir ki (belli bir hizmeti vermiştir ki) ek ödemeye (iskontoya) hak kazanmıştır.” açıklaması yer almaktadır. Dolayısıyla bu şekilde uygulanan ve KDVK’nun 4. maddesi çerçevesinde hizmet kapsamına giren işlemlere ait iskontolar, aynı Kanunun 1/1. maddesi uyarınca vergiye tabi tutulacaktır. Bu kapsamda, fatura ve benzeri belgelerde ayrıca gösterilmeyip, yıl sonlarında, belli bir dönem sonunda ya da belli bir ciro aşıldığında (satış primi, hasılat primi, yıl sonu iskontosu gibi adlarla) yapılan iskontolar esas itibariyle, asıl işleme ilişkin KDV matrahının değişmesi sonucunu doğurmaktadır. Dolayısıyla, KDV matrahında değişiklik vuku bulduğu bu gibi durumlarda KDV Kanununun 35 inci maddesine göre düzeltme yapılması gerekmektedir. Bu itibarla, fatura ve benzeri vesikalarda gösterilmeyip belli bir dönem sonunda ya da belli bir ciro aşıldığında yapılan iskontolar nedeniyle KDV matrahında değişiklik vuku bulduğu hallerde düzeltme işlemi, alıcı tarafından satıcı adına bir fatura ve benzeri belge düzenlenmek ve bu amaçla düzenlenecek belgede, KDV matrahında değişikliğe neden olan iskonto tutarına ilk teslim veya hizmetin yapıldığı tarihte bu işlem için geçerli olan KDV oranı uygulanmak suretiyle yapılacaktır. Yurt dışındaki firmalar tarafından ödenen ciro primlerinde aynı kapsamda değerlendirilmektedir. Çünkü ödemenin niteliği değişmemekte, sadece ödemeyi yapan taraf yurt dışında bulunmaktadır. 4. TAKVİM YILI AŞILDIKTAN SONRA GELEN FATURADA YER ALAN KATMA DEĞER VERGİSİNİN İNDİRİM KONUSU YAPILIP YAPILMAYACAĞI KDV’nin indirimine ilişkin düzenleme KDVK ’nun 29. maddesi ile yapılmıştır. Kanun hükmüne göre, kendilerine yapılan teslim ve hizmetler nedeniyle hesaplanarak düzenlenen fatura ve benzeri vesikalarda gösterilen katma değer vergisi indirim konusu yapılabilir. İndirim hakkı vergiyi doğuran olayın vukuu bulduğu takvim yılı aşılmamak şartıyla, ilgili vesikaların kanuni defterlere kaydedildiği vergilendirme döneminde kullanılabilir. Ayrıca anılan Kanunun 34. maddesinde de indirimin fatura ve benzeri vesikalarda ayrıca gösterilerek belgelendirilmesi ve bu vesikaların kanuni defterlere kaydedilmesi şartıyla indirilebileceği belirtilmiştir. Mükellefler yılsonuna geldiklerinde çeşitli nedenlerle fatura ve benzeri vesikaları temin edemeyebilirler. Ancak indirim, belgelendirmeye ve kanuni defter kayıtlarına intikal ettirmeye bağlanmış bir müessesedir. Ayrıca indirim hakkının kullanılmasında takvim yılının aşılmaması gerektiğinden dönem sonunda sıkıntıya düşülmemesi için belgelerin temini ve kayıtlara alınması konusu önemlidir. Bu hükümler uyarınca, 2012 yılında ifa edilen bir hizmete ilişkin olarak aynı yıl içerisinde düzenlenen, ancak kayıtlara alınmayan faturadaki KDV nin, 2013 ve takip eden yıllarda indirim konusu yapılması mümkün değildir.[1] 5. SÜRESİNDE DÜZENLENMEDİĞİ İÇİN HİÇ DÜZENLENMEMİŞ SAYILAN FATURADA YER ALAN KATMA DEĞER VERGİSİNİN İNDİRİM KONUSU YAPILIP YAPILMAYACAĞI Vergi Usul Kanunun 231/5. maddesine göre 7 gün içinde düzenlenmediği için hiç düzenlememiş sayılan ve özel usulsüzlük cezası kesilen faturalarda yer alan KDV’nin indirim konusu yapılabileceği yönünde Bakanlık özelgesi[2] bulunmaktadır. Söz konusu özelgede; “…Zamanında düzenlenmeyen fatura için hiç düzenlenmemiş sayılarak özel usulsüzlük cezası kesilmesi ancak harcamanın yasal kayıtlara intikalinde söz konusu faturanın geçerli belge olarak kabul edilmesi gerekir. Bu durumda, gider faturasının kayıtlara intikal ettirildiği dönemde bu faturada gösterilen KDV’nin indirim ve iade konusu yapılması mümkün bulunmaktadır” ifadesi yer almakta olup, nitekim VUK’nun 3/B maddesi uyarınca vergilendirmede işlemlerin gerçek mahiyetinin esas alınacağı belirtilmiştir. Bu itibarla faturanın süresinden sonra düzenlenmiş olması vergiyi doğuran olayın gerçekleşmediğini göstermemektedir. Dolayısıyla süresinden sonra düzenlendiği için özel usulsüzlük cezası kesilen faturalarda yer alan KDV’nin de yasal defterlere kaydedilmiş olması şartıyla indirim konusu yapılması mümkündür." görüşüne yer verilmiş bulunmaktadır. 6. TASDİKLİ ÖN SAYFALAR YETMEDİĞİ İÇİN DEFTERİNİN TASDİKSİZ ARKA SAYFALARINA BASTIRILAN YEVMİYE KAYITLARINDA GÖSTERİLEN KDV’LERİN İNDİRİMİ Vergi idaresi, son dönemlerde verdiği özelgelerde KDV’nin gerçekte yüklenilmiş olması ve fatura veya benzeri belgelerde ayrıca gösterilmesi, kayıtların tasdikli defter-i kebire süresinde ve usulüne uygun kaydedilmesi koşuluyla, yevmiye defterinin tasdiksiz arka sayfalarına kaydedilen fatura veya benzeri belgelerde gösterilen KDV’nin indirilebileceği görüşündedir. Konu ile ilgili olarak verilen bir Özelge’de; “Yevmiye defterine yapılan kayıtların tasdikli defter-i kebire süresinde ve usulüne uygun kaydedilmesi şartıyla, yevmiye defterinin arka sayfalarında yer alan kayıtlara dayalı KDV indirimlerinin bu çerçevede kabulünün mümkün olduğu” belirtilmiş bulunmaktadır. Yargı organları ise yevmiye defterinin tasdiksiz arka sayfalarına kaydedilen faturalardaki KDV’nin indirilip indirilemeyeceği konusunda farklı kararlar vermektedir. Yargı organlarının yevmiye defterinin tasdiksiz arka sayfalarına kaydedilen faturalardaki KDV’nin indirilemeyeceğine ilişkin kararların bazılarının özetleri aşağıdadır: “Yevmiye defterinin tasdiksiz arka sayfalarına yapılan kayıtların yasal defterlere yapılmış kayıt olarak kabulü mümkün olmadığından, mal alış ve gider faturalarında yer alan KDV’lerin KDV Kanunu’nun 29 ve 34. maddelerine göre indirilmesi mümkün değildir.” “Yevmiye defterinin tasdiksiz kısımlarının yasal defter, bu kısma yapılan kayıtların da yasal deftere kayıt olarak kabulüne olanak bulunmadığından, bu kayıtlarda yer alan KDV’ler indirim konusu yapılamaz.” Diğer taraftan, Danıştay Vergi Dava Daireleri Kurulu, yevmiye defterinin tasdiksiz arka sayfalarına yapılan kayıtlarla, defter-i kebir ve envanter defteri arasında karşılaştırmalı bir inceleme ve araştırma yapılması, bu suretle biten yevmiye defterinin arka sayfasına yapılan kayıtların doğruluğunun araştırılması gerektiği, bu yönde bir inceleme yapılmadan sadece, söz konusu kayıtların biten yevmiye defterinin arka sayfasına yapıldığından hareketle KDV indirimlerinin reddedilemeyeceği görüşündedir. Yukarıda yapılan açıklamalardan da fark edileceği üzere, yevmiye defterinin tasdiksiz arka sayfalarına yapılan kayıtlar yasal (kanuni) defterlere yapılan kayıt olarak değerlendirilmemekte ve dönem matrahı vergi idaresince re’sen takdir edilmekte, inceleme elemanlarınca bunun yanı sıra mükelleflerin KDV indirimleri de reddedilmektedir. Kişisel görüşümüze göre, bu durumdaki mükelleflerin dönem matrahlarının re’sen takdir edilmesi, KDV indirimlerinin reddedilmesi gerektiği anlamına gelmemektedir. Yukarıda yer verilen gerek vergi idaresi özelgeleri gerekse Danıştay Vergi Dava Daireleri Kurulu kararında da belirtildiği üzere, yevmiye defterinin tasdiksiz arka sayfalarına kaydedilen faturalardaki KDV’lerin gerçekte yüklenildiğinin ve satıcıları tarafından beyan edildiğinin, bu kayıtlar ile diğer defterlerdeki kayıtlar arasında uyum bulunduğunun tespiti şartıyla, indirimlerinin kabul edilmesi gerektiğini düşünüyoruz. Konunun vergi idaresi yaklaşımı ve Danıştay Vergi Dava Daireleri Kurulu’nun belirtilen son kararı çerçevesinde değerlendirilmesi uygun olacaktır. 7. İMHA EDİLEN MALLARA İLİŞKİN KDV Mükelleflerin stoklarında yer alan ancak kullanım süresinin geçmesi veya başka nedenlerle kullanılamayacak hale gelmesi dolayısıyla Takdir Komisyonu huzurunda imha edilen malların zayi olan mal kapsamında değerlendirilip değerlendirilemeyeceği ve bu mallara ilişkin yüklenilen KDV’lerin indirilip indirilemeyeceği hususları mükelleflerin tereddüt yaşadığı noktalardan biriydi. Maliye Bakanlığı vermiş olduğu özelgelerde[3]; “çürüme, bozulma, kullanım süresinin geçmesi, hatalı üretim, hatalı dikim, renk farklılığı, leke, şirket politikası gereği gibi sebeplerle bir daha kullanılma ve/veya satılma olanağı kalmaması nedeniyle takdir komisyonu gözetiminde imha edilen malları zayi olan mal kapsamında değerlendirilemeyeceği, bunların KDV’sinin ise indirim konusu yapılabileceği” doğrultusunda görüş bildirmişti. Ancak 05.12.2009 tarih ve 27423 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanan 113 Seri No’lu KDV Tebliği'nde özelgelerde bildirilen görüşten vazgeçilerek; “kullanım süresi geçen veya diğer nedenlerle kullanılamayacak hale gelen malların ilgili mevzuat uyarınca teşkil edilen resmi komisyonlar veya Takdir Komisyonu huzurunda imha edilmesi halinde, bu malların zayi olan mal kapsamında değerlendirileceği ve bunlarla ilgili olarak yüklenilen KDV’nin indirim konusu yapılamayacağı” açıklanmıştır. Buna göre örneğin ; İmalatta kullanılmak için alınan ancak imalata girmeden eskime, bozulma, çürüme, çatlama vb. nedenlerle kullanılamaz hale gelen ve bu nedenle imalatta veya ambalajlamada kullanılabilme vasfını yitiren hammadde ve malzeme ile ambalaj maddeleri, Son kullanma tarihinin geçmesi, çeşitli kimyasallar içerdiğinin tespit edilmesi gibi nedenlerle kanunen tekrar satılması mümkün olmayan ve imha edilen bisküvi, çikolata, konserve gibi gıda ürünleri, Sağlık Bakanlığınca kullanımının yasaklanması nedeniyle imha edilen ilaçlar ile kullanım süresi içinde formül hatası bulunan, miadının dolması veya hasar görmesi nedeniyle kullanılamaz hale gelmiş, üretimden kalkmış, insan sağlığını tehdit eden ilaçlar, Hatalı dikim, renk farklılığı, leke ve benzeri nedenlerle ya da şirket politikası gereği satışı mümkün olmadığından imha edilen mallar, Kullanım ömrünü tamamladığı için imha edilen araç lastikler için yüklenilen KDV indirim konusu yapılamayacaktır. 113 Seri No’lu KDV Tebliği ile yapılan bu düzenlemeye karşı Danıştay nezdinde yürütmenin durdurulması ve Tebliğin iptali talebiyle dava açılmış, Danıştay 4. Dairesi ise verdiği karar[4] ile yürütmenin durdurulması talebini reddetmiştir. Bu itibarla; Danıştayca alınan kararda söz konusu tebliğde hukuka aykırılık görülmediğinden, kullanım süresi geçen veya diğer nedenlerle kullanılamayacak hale gelen malların ilgili mevzuat uyarınca teşkil edilen resmi komisyonlar veya Takdir Komisyonu huzurunda imha edilmesi halinde yüklenilen KDV’nin indirim konusu yapılamayacağı kesinleşmiştir. Bu mallara ait yüklenilen KDV’nin indirim konusu yapılmış olması halinde ise, indirilen verginin imha tarihini kapsayan vergilendirme dönemine ait 1 No.lu KDV Beyannamesinin “İlave Edilecek KDV” satırına dahil edilmek suretiyle indirim hesaplarından çıkarılması gerekmektedir. Son olarak 113 Nolu Tebliğden sonra BMVD’nin verdiği 07.01.2010 tarih ve 852 sayılı bir mukteza ise; “İmha edilecek muhtelif mallara ilişkin yüklenilen ve zayi olma durumu nedeniyle indirim hakkı ortadan kalkan KDV’nin kurumlar vergisinin hesaplanmasında gider yada maliyet unsuru olarak dikkate alınması mümkün değildir” denilmekte, bu suretle KDV’nin de gider yazılamayacağı vurgulanmaktadır. 8. DEĞERİ DÜŞEN MALLARA İLİŞKİN KDV 113 Seri No’lu KDV Tebliği'nde “kullanım süresi geçen veya diğer nedenlerle kullanılamayacak hale gelen malların ilgili mevzuat uyarınca teşkil edilen resmi komisyonlar veya Takdir Komisyonu huzurunda imha edilmesi halinde, bu malların zayi olan mal kapsamında değerlendirileceği ve bunlarla ilgili olarak yüklenilen KDV’nin indirim konusu yapılamayacağı” şeklindeki görüşün aksine malın tamamen yok olmaması, ancak değerinde önemli derecede düşüklük meydana gelmesi halinde malın zayi olması hükümleri geçerli olmayacaktır. Bu durumda malların zayi olması değil, düşük bedelle veya zararına satışı söz konusu olacağından, bu malların iktisabı dolayısıyla yüklenilen KDV'nin indirim konusu yapılabileceği tabiidir. Örneğin; Üretim esnasında renginde problem olan giyeceklerin, Yangın sonucu tamamen yok olmayan ve ekonomik değeri olan yedek parça ve malzemelerin,daha düşük bir fiyatla satılması halinde, bunlar nedeniyle yüklenilen KDV'nin tamamı indirim konusu yapılabilecektir. 9- ÇALINAN VE KAYBOLAN MALLARA İLİŞKİN KDV Çalınan veya kaybolan malların zarar yazılabileceğine dair vergi kanunlarında herhangi bir hüküm bulunmamaktadır. Çalınan veya kaybolan malların kıymeti düşen emtia olarak değerlenmesi ve vergi matrahı ile ilişki kurulması da mümkün değildir. Çalınan ve kaybolan mallar işletme için sermayede vukua gelen bir eksilme olarak kabul edilmekte ve Gelir Vergisi Kanunu’nun 88. maddesi uyarınca gider olarak dikkate alınamamaktadır. Çalınan veya kaybolan malları mükellefler polis kayıtları vb. belgeler ile kanıtlanabiliyorsa, çalınan mallar maliyet bedeli üzerinden kanunen kabul edilmeyen gider olarak kaydedilmelidir. (Ayrıca KDVK Md. 30/c) Çalınma olayının polis kayıtları vb. kayıtlar ile kanıtlanamaması halinde ise çalınan malın emsal satış bedeli ile değerlenerek ortaklara satış gibi işlem yapılması gerekmektedir. Bu işlem ile ilgili olarak, ayrıca katma değer vergisi hesaplanması gerekecektir. 10. FİRE SONUCU MEYDANA GELEN KAYIPLARA İLİŞKİN KDV Fire, bir malın imalat sürecinde veya tüketiciye arzına kadar kendi doğal akışı içinde uğradığı fiziksel kayıp olarak tanımlandığından, imalat sırasında veya sonrasında meydana gelen firelerin zayi olan mal kapsamında değerlendirilmesi mümkün bulunmamaktadır. Bu durumda, daha önce indirim konusu yapılan KDV'nin de düzeltilmesine gerek yoktur. Ancak, yasal düzenleme veya ilgili mesleki kuruluşlar tarafından belirlenen fire miktarını aşan kayıplara ilişkin giderlerin, Gelir veya Kurumlar Vergisi Kanunlarına göre kazancın tespitinde indiriminin kabul edilmemesi halinde, bu giderler dolayısıyla yüklenilen KDV'nin de indirim konusu yapılması mümkün değildir. Örneğin; Akaryakıtın depolanması sırasında ortaya çıkan ve ilgili kuruluşlar tarafından belirlenen oranlar dahilindeki kayıplar, Balık çiftliklerinde balık üretimi esnasında pazarlama aşamasına ulaşıncaya kadar geçen süreçte, balık üretim ve besleme firesi olarak oluşan balık ölümleri, Tavuk çiftliklerinde, üretimin doğal sonucu olarak ortaya çıkan kayıplar, Hazır giyim eşyası dikiminde veya ayakkabı yapımında üretim sürecindeki kesme, biçme, dikme gibi işlemlerin doğal sonucu olarak ortaya çıkan kayıplar fire olarak değerlendirilmekte olup, bunlara ilişkin olarak yüklenilen KDV indirim konusu yapılabilecektir. 11. KASA VE ORTAKLAR CARİ HESABINA FAİZ HESAPLANMASINDA KDV’NİN DURUMU Vergi incelemelerinde birçok mükellef kasa hesabının çok büyük meblağlarda borç bakiyesi verdiği durumda bu paranın kasada bulunmasının ekonomik teamüllere uygun olmadığından ortaklar tarafından kullanılmış olduğu gerekçesiyle transfer fiyatlandırması yoluyla örtülü kazanç dağıtımı hükümlerinden hareketle cezalı tarhiyata muhatap olabilmektedir. Bu bağlamda hiçbir gelir sağlama amacı güdülmeden şirketin kasasında TL cinsinden işletmenin ihtiyacı üzerinde para tutulması ile ortaklara veya onların ilişkili bulunduğu kimselere emsaline nazaran düşük faizle veya faizsiz para verilmesi arasında fark yoktur. Bu nedenle dönem sonu kasa bakiyesinin işletmenin büyüklüğüne, iş hacmine ve kasa işlemlerinin yoğunluğuna uygun bir rakam olması gerekir. İşletmelerin kasasında normal olarak kabul edilebilecek, azami iki üç günlük faaliyetleri sırasında nakit ihtiyacını karşılayacak kadar kasada bulundurması gereken nakit tutarın üzerinde kalan bakiyeler, işletmenin yönetici ortakları tarafından çekildiği kabul edildiğinden 5520 sayılı Kurumlar Vergisi Kanunu’nun 13/1-2. maddelerinde işletmenin ilişki içerisinde olduğu kişiler ile yapılan bu tür işlemlerin transfer fiyatlandırması yoluyla örtülü kazanç dağıtımı olarak değerlendirilmekte ve adat yöntemiyle faiz hesaplanması yoluyla da vergilendirilmesi gerekmektedir. Aynı şekilde işletmelerin ortaklar cari hesabının borç bakiyeleri ortağa para kullandırma işleminin bir sonucu olarak kabul edilmektedir. Söz konusu işlem de 5520 sayılı Kurumlar Vergisi Kanunun 13/1-2 maddelerine göre transfer fiyatlandırması yoluyla örtülü kazanç kapsamındadır. Bu itibarla ortaklar cari hesabına adatlandırma yapılarak faiz hesaplanması ve buna ilişkin olarak KDV hesaplanması gerekmektedir. Bu noktada sermaye şirketlerinin ortaklarına cari hesap yoluyla borç para kullandırması işleminin KDV mi yoksa BSMV mi tabi olduğu konusunda tereddütler oluşmaktadır. Bu konuda Gelir İdaresi bugüne kadar vermiş olduğu özelgelerde anılan işlemlerin KDV’ye tabi olduğunu belirtmiş, Danıştay ise bazı kararlarında işlemin KDV’ye, bazı kararlarında ise BSMV’ye tabi KDV’den istisna olduğunu belirtmiştir. Son olarak 01.08.2010 tarih ve 27659 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanan 6009 Sayılı Gelir Vergisi Kanunu ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik yapılmasına Dair Kanunla, Gider Vergileri Kanunun 28. maddesinin 3. fıkrası değiştirilerek, ödünç para verme işlemini esas iştigal konusu olarak yapmayanların ticari icaplar gereği yaptıkları borç para verme işlemleri BSMV’nin kapsamı dışına çıkarılarak, söz konusu tereddütler giderilmiştir. Buna göre, borç para alıp verme işinin esas iştigal konusu olarak yapılması ve lehe para alınması halinde bu işlem banka ve sigorta muameleleri vergisine tabi olacak, katma değer vergisinden istisna tutulacaktır. İşlemin esas iştigal konusu olarak yapılıp yapılmadığı, işletmenin kuruluş gayesi ve bu gayeyi gerçekleştirmek için yapmakta olduğu işlem veya işlemlere bakılarak belirlenecektir. Esas iştigal konusu borç para alıp vermek olmayan şirketlerin gerek kullanıldığı yabancı kaynaklardan gerekse özkaynaklarından sağladığı fonları ortaklarına, grup şirketlerine veya üçüncü kişilere faiz karşılığında kullandırması işlemi banka ve sigorta muameleleri vergisine değil, katma değer vergisine tabi olacaktır. Bu işlemlerde katma değer vergisinin matrahı hesaplanan faizler olup, bu faizler üzerinden genel oranda () KDV hesaplanması ve fatura düzenlenmesi gerekmektedir. 12. ÖRTÜLÜ SERMAYE ÜZERİNDEN HESAPLANAN VE DAĞITILMIŞ KAR PAYI OLARAK DEĞERLENDİRİLEN TUTARLARDA KDV Bilindiği üzere örtülü sermayeye ilişkin faiz ve benzeri ödemeler ile transfer fiyatlandırması yoluyla örtülü yoldan dağıtılan kazançlar bir yandan kanunen kabul edilmeyen gider iken diğer yandan bu ödemelerin hesap döneminin son günü itibariyle dağıtılmış kar payı sayılmaktadır. KVK’nın 12/7. maddesi ve KDVK’nın 1. maddesi birlikte değerlendirildiğinde, örtülü sermaye üzerinden yapılan veya hesaplanan faiz ve benzeri ödemeler gelir ve kurumlar vergisi kanunlarının uygulanmasında gerek borç alan gerekse borç veren nezdinde, örtülü sermaye şartlarının gerçekleştiği hesap döneminin son günü itibariyle dağıtılmış kâr payı veya dar mükellefler için ana merkeze aktarılan tutar sayılmaktadır. Yani mevcut yasal düzenlemelere göre, örtülü sermaye üzerinden hesaplanan tutarlar dönem sonu itibariyle iştirak kazancı veya kâr payı olarak kabul edilmektedir. KDVK’nın 1. maddesinde KDV’nin konusunu teşkil eden işlemlere yer verilmiş olup, iştirak kazançları veya kâr payları katma değer vergisinin konusuna girmemektedir. Büyük Mükellefler Vergi Dairesi Başkanlığı tarafından verilen 09.06.2008 tarih ve 17363 sayılı özelgede de örtülü sermaye faizlerinin KDV’ye tabi olmadığı belirtilmiştir. . Ancak son olarak Gelir İdaresi Başkanlığı’nca verilen 18.08.2011 tarih ve B.07.1.GİB.0.01.55-130-14 sayılı özelgede de; “……… Buna göre, ana ortak veya ilişkili firmalar arasındaki borç verme işlemleri, KDV Kanununun 1/1 inci maddesine göre finansman hizmeti olarak değerlendirilmekte ve bu işlemler nedeniyle hesaplanacak faiz tutarları KDV ye tabi bulunmaktadır. Kurumlarla ilişkili kişiler arasında gerçekleşen ticari faaliyetlerin sonradan Gelir ve Kurumlar Vergisi kanunlarının uygulanmasında örtülü sermaye olarak değerlendirilerek dağıtılmış kar payı sayılması, KDV açısından işlemin finansman temin hizmeti olmasını etkilememektedir. Ayrıca, Kurumlar Vergisi Kanununun 12 nci maddesi çerçevesinde örtülü sermaye üzerinden ödenen veya hesaplanan faiz, kur farkı ve benzeri giderlerin kurum kazancının tespitinde indirim konusu yapılması kabul edilmediğinden bu giderler dolayısıyla ödenen KDV nin de, KDV Kanununun 30/d maddesi uyarınca indirim konusu yapılması mümkün bulunmamaktadır.”denilmek suretiyle örtülü sermaye faizlerinin KDV’ye tabi olduğu şeklinde görüş değişikliğine gidildiği görülmektedir. 13. GRUP ŞİRKETLERİNDE ALINAN BANKA KREDİSİNİN VE DAMGA VERGİLERİNİN YANSITILMASINDA KDV Grup şirketleri tarafından alınan banka kredisinin taksitlerinin (faiz ve kur farkı vs. dahil) diğer grup firmasına yansıtılması işleminde KDV uygulamasına ilişkin olarak İstanbul Vergi Dairesi Başkanlığı’nın 2009/34 Sayılı Uygulama Tamiminde; “Grup şirketinin aktifinde bulunan gayrimenkul teminat gösterilerek alınan banka kredisinin taksit tutarlarına isabet eden faiz ve kur farkı tutarının fiilen krediyi kullanan diğer grup şirketine (yatırım yapan firma) herhangi bir fark ilave edilmeksizin aynen yansıtılması işlemi KDV’ye tabi bulunmamaktadır.” açıklaması yer almaktadır. Dolayısıyla söz konusu açıklamadan anlaşıldığı üzere kullanılan kredinin grup firmasına aynen yansıtılması halinde KDV hesaplanmayacaktır. Aynı şekilde taraflardan birinin ödediği damga vergisini diğer tarafa fatura ile yansıtmasında KDV hesaplanmayacaktır. Finansal Kiralama Şirketlerinin, kiracılarına yansıttıkları Motorlu Taşıtlar Vergisi ve emlak vergileri finansal kiralama sözleşmesinde geçerli oran üzerinden KDV’ye tabi tutulacaktır. 14- TAZMİNAT ÖDEMELERİNİN KDV KARŞISINDAKİ DURUMU 60 no’lu KDV Sirkülerinin 1.2. numaralı “Tazminatlar” başlıklı bölümünde yapılan açıklamalar çerçevesinde; Herhangi bir teslim veya hizmetin karşılığı olarak ortaya çıkmayan tazminat ve benzeri ödemeler prensip olarak KDV'nin konusuna girmemektedir. Bu kapsamda, işin sözleşme şartlarına uygun yapılmaması, işin verilen süre içerisinde tamamlanmaması, sözleşmenin feshedilmesi gibi nedenlerle tazminat, cayma bedeli vb. adlarla yapılan cezai şart mahiyetindeki ödemeler herhangi bir teslim veya hizmetin karşılığı olmadığından KDV'nin konusuna girmemektedir. İstanbul Vergi Dairesi Başkanlığı’nın 2009/154 sayılı Uygulama Tamimine göre de, “Şirket zararının tazmini amacıyla yurt dışında mukim olan dolaylı ortak tarafından şirkete yapılacak tazminat ödemeleri herhangi bir teslim veya hizmetin karşılığı olmadığından KDV’ye tabi olmayacaktır.” 15. PEŞİN TAHSİL EDİLEN YILLIK OKUL VE DERSHANE ÜCRETLERİNİN KDV AÇISINDAN BEYAN EDİLECEĞİ DÖNEM Uygulamada özel okullar ve dershaneler genelde Eylül-Haziran dönemini kapsayan eğitim-öğretim dönemine ilişkin ücretleri velilerden peşin tahsil ettiklerinde bu tutarların KDV açısından hangi dönemde beyana konu edeceklerine dair tereddütler yaşamaktadırlar. Belli bir dönemi kapsayan eğitim hizmetlerinde KDV açısından vergiyi doğuran olayın meydana gelmesi için bu sürecin sonuçlanması gerekmemekte olup her bir vergilendirme döneminin tamamlanmasıyla bu dönem işleriyle sınırlı olmak üzere vergiyi doğuran olay meydana gelmektedir. Yani eğitim hizmetlerinde vergiyi doğuran olay prensip itibariyle eğitim hizmetinin fiilen verildiği vergilendirme dönemlerinde ortaya çıkmaktadır. Buna göre; 1 - Eğitim-öğretim bedelinin kısmen veya tamamen peşin ya da çek ve senetle tahsil edilmesinin veya hiç tahsil edilmemesinin bu şekilde beyan edilmesi gereken vergilere bir tesiri yoktur. Bedelin avans olarak peşin tahsil edilmesi durumunda da her bir vergilendirme dönemine isabet eden vergiler ait oldukları dönemlerde beyan edilecektir. 2 - Belli bir süreyi kapsayacak şekilde belirlenen eğitim ücretine ilişkin katma değer vergisinin, fiilen eğitim-öğretim hizmeti verilen vergilendirme dönemine isabet eden kısmının (bu kısım basit orantı yoluyla bulunacaktır) bu vergilendirme dönemleri itibariyle hesaplanıp, beyan edilmesi gerekmektedir. 3 - Herhangi bir nedenle önceden fatura düzenlenmesi halinde ise, Kanunun 10/b maddesi uyarınca fatura bedeli üzerinden vergi hesaplanacak ve hesaplanan bu vergi faturanın düzenlendiği vergilendirme dönemine ait beyanname ile beyan edilecektir. Vergi İdaresinin görüşü de bu doğrultuda olup İstanbul Vergi Dairesi Başkanlığı tarafından verilen 18.05.2007 tarih ve 229–3705 sayılı görüş buna örnektir. 16. İHRACAT FATURASI TARİHİ İLE FİİLİ İHRAÇ TARİHİNDE YIL FARKLILAŞMASI OLMASI DURUMUNDA KDV İSTİSNASININ UYGULANACAĞI VE BEYAN EDİLECEĞİ DÖNEM İhracat işleminin gerçekleşebilmesi için gerekli şartlardan birisi de, ihracata konu malın yurt dışındaki bir alıcıya veya serbest bölgedeki bir müşteriye ya da yetkili gümrük antreposuna teslim edilmesidir. Nitekim 19 Seri No.lu Katma Değer Vergisi Genel Tebliği’nde; “Katma Değer Vergisi Kanunu’nun 12/1-b maddesine göre bir teslimin ihracat teslimi sayılabilmesi için teslim konusu malın Türkiye Cumhuriyeti gümrük hattından geçerek bir dış ülkeye vasıl olması gerekmektedir.” ifadesi yer almaktadır. Ayrıca İstanbul Defterdarlığı tarafından verilen bir mukteza’da; “Buna göre, ihracat tesliminin gerçekleştiği tarih intaç tarihi değil, malın gümrük hattından geçtiği sırada çıkış gümrüğünce belirlenen ve gümrük beyannamesindeki “gümrük hattını çıkış tarihi” olarak kabul edileceğinden ihracatın ve iade tutarının bu çıkış tarihine ait KDV beyannamesinde gösterilmesi gerekmektedir.” denilerek bu hususa vurgu yapılmıştır. Yine aynı makam tarafından verilen bir başka Mukteza’da da; “Ancak, ihracat işlemlerinde malın gümrük bölgesinden çıktığı tarih itibariyle satış gerçekleştiğinden gelirin de bu tarih itibariyle tahakkuk ettiğinin kabul edilmesi gerekir. İhracat işlemlerinde faturanın önce düzenlenmiş olmasının kurumlar vergisi açısından gelirin elde edildiği döneme etkisi yoktur. Gelirin elde edildiği dönemin tespiti açısından ihracat işlemlerinde vergiyi doğuran olay, malın sevkine ilişkin işlemlerin bitirildiğini ifade eden intaç tarihinde değil, malın gümrük bölgesinden çıktığı tarihte vukuu bulmaktadır. Bu durumda, ihracattan doğan kazancının malın gümrük bölgesinden çıktığı tarih esas alınarak dönem kazancı ile ilişkilendirilmesi gerekir.” hükmüne yer verilmiştir. Ticari bir faaliyet olan ihracat işlemlerinde GVK ve KVK yönünden vergiyi doğuran olay, satışa konu olan malın fiilen ihraç edildiği tarihte gerçekleşmekte, satış akdi bu tarihte tamamlanmış olmaktadır. Satıcı da bu tarih itibariyle satılan malın karşılığı olan bedeli talep etme hakkı kazanmakta, gelir ( kazanç) bu tarih itibariyle tahakkuk etmektedir. Dolayısıyla ihracat işlemlerine ait bedellerin malların fiilen ihraç edildiği yılın ( hesap dönemi) geliri ( kazancı) olarak kabul edilmesi gerekir. Bu uygulamanın Geçici Vergi beyanları içinde geçerli olacağı tabiidir. Bununla birlikte konu KDV açısından değerlendirilecek olursa Maliye Bakanlığının, konu ile ilgili olarak yayımladığı 107 Seri No.lu KDV Genel Tebliği’nin (B) bölümünde, “1 Mayıs 2007 tarihinden itibaren KDV beyannamelerinde ihracat istisnasına ilişkin beyanları bulunan mükelleflerin tevsik edici belge olarak ibraz ettikleri gümrük beyannamelerinde ihracatın gerçekleştiği tarihi belirten bir açıklama aranılmayacağını, bu beyannamelere ilişkin elektronik ortamda (VEDOP) erişilen bilgiler arasındaki kapanma tarihinin, ihracat istisnası uygulamasında ihracatın gerçekleştiği tarih olarak dikkate alınacağını” açıklamasının yer aldığı görülmektedir. Bu çerçevede, ihracatta KDV istisnası uygulaması bakımından, VEDOP’tan tespit edilecek gümrük beyannamesi kapanma tarihinin ihracatın gerçekleştiği tarih olarak kabul edilmesi ve istisna beyanının bu tarihin ait olduğu aya ilişkin KDV beyannamesi ile beyan edilmesi gerekir. 3065 sayılı KDV Kanunu’nun 10. maddesinin (a) bendinde, “mal teslimi ve hizmet ifası hallerinde malın teslimi veya hizmetin yapılması,” (b) bendinde ise, “malın teslimi veya hizmetin ifasından önce fatura veya benzeri belgeler verilmesi hallerinde bu belgelerde gösterilen miktarla sınırlı olmak üzere fatura veya benzeri belgenin düzenlenmesi ile” vergiyi doğuran olayın meydana geleceği belirtilmiştir. Ayrıca, aynı Kanun’un 20/1. maddesinde, “mal teslimlerinde matrahın bu işlemlerin karşılığını teşkil eden bedel olduğu,” 26. maddesinde ise “bedelin döviz ile hesaplanması halinde dövizin vergiyi doğuran olayın meydana geldiği tarihteki cari kur üzerinden Türk Parasına çevrileceği” hükme bağlanmıştır. Öte yandan, 107 Seri No.lu KDV Genel Tebliği’nde, “KDV ihracat istisnası uygulamasında, ihracatın gerçekleştiği tarihin gümrük beyannamesinin kapanma tarihi olacağı” belirtilmiştir. Bu açıklamalara göre, KDV Kanunu açısından ihracat tesliminin gerçekleştiği tarih, malın Türkiye Cumhuriyeti gümrük hattından geçerek bir dış ülkeye vasıl olduğu tarihi gösteren gümrük beyannamesinin kapanma tarihidir. Diğer bir ifade ile mal ihracatlarında KDV ihracat istisnası bakımından vergiyi doğuran olay, gümrük beyannamesinin kapanış tarihinde meydana gelmektedir. Bu kapanış tarihi, hem ihracat bedellerine ilişkin istisnanın beyan edileceği dönemin hem de ihracat bedeli dövizlerin TL’ye çevrileceği tarihin tespiti bakımından önem taşımaktadır. Bu durumda, ihracat bedeli dövizlerin, malların ihraç edildiğini gösteren gümrük beyannamesi kapanış tarihindeki T.C. Merkez Bankası cari alış kuru (döviz alış kuru) üzerinden TL’ye çevrilerek, bu tarihin ait olduğu ay KDV beyannamesinde beyan edilmesi gerekmektedir. İhracat faturasının dü­zen­len­mesi ile malların yurt dışı edilmesinin aynı vergilendirme döneminde ger­çek­leşmesi ha­linde, herhangi bir sorun bulunmamakta, fatura bede­linin ve ihracat istis­nasının bu dönem beyanna­mesinde beyan edilmesi gerekmektedir. Ancak, faturanın düzenlendiği dönemde, çeşitli nedenlerle malın yurt dışı edilemediği veya serbest bölgeye geçirilemediği ve dolayısıyla dönem kaymasının olduğu durumlarda, mü­kelleflerce ihraç faturası bedelinin beyan edileceği dönem konusunda te­reddüte düşülmektedir. İlke olarak, satış faturasının, ait olduğu dönem KDV beyannamesine dahil edilmesi gerekir. Ancak, ihracat istisnasının ihracatın ger­çekleş­tiril­diği dönemde uygulanacağı hususu gözönüne alın­dığında, ih­racat faturası önceki bir tarihte düzenlense dahi, ihracat istisna­sına ait bedellerin, faturanın düzenlendiği dö­nemin değil, malın fiilen yurt dışı edildiği veya serbest bölgeye geçirildiği dönemin (gümrük beyannamesinin kapanış tarihinin ait olduğu ay) KDV be­yannamesi ile beyan edilmesi gereklidir. Bu husus, satış fatura­larının düzenlendikleri vergilendirme dö­nemine ilişkin KDV beyanname­sine dahil edilme ilkesinin de bir istis­nası niteliğinde bulunmaktadır. Önceki yıl açılan gümrük beyannamesine konu malın, sonraki yılda fiilen ihraç edilmesi halinde, KDV İstisnası fiili ihraç tarihinde uygulanacak, ihracata ait bedeller, ihracatın fiilen gerçekleştiği ay beyannamesi ile beyan edilecektir. İhraç teslimi, fiili ihraç tarihinde gerçekleşmiş olduğundan ihracat faturasının ilke olarak V.U.K' nun 231 / 5. maddesine göre fiili ihraç tarihinden itibaren 7 gün içinde düzenlenmesi ve ihracata ait bedellerin ve istisna uygulamasının malların fiilen ihraç edildiği ay beyannamesi ile beyanı gerekir. Buna göre örneğin; fatura düzenlenerek gümrük çıkış beyannamesi 20.12.2011 tarihinde açılan malların 07.01.2012 tarihinde fiilen ihraç edilmesi ve gümrük çıkış beyannamesi kapatılması halinde, ihracat belgeleri GVK ve KVK yönünden 2012 yılının geliri olarak KDV istisnası da 2012 Ocak KDV beyannamesi ile beyan edilecektir. 17. ALACAK TUTARININ KDV İÇERDİĞİ DURUMDA ŞÜPHELİ VE DEĞERSİZ ALACAK UYGULAMASI Uygulamada kredili mal veya hizmet satışları üzerinden hesaplanan katma değer vergisinin tahsilinin şüpheli hale geldiği durumda karşılık ayrılıp ayrılamayacağı mükelleflerin tereddüde düştüğü hususlardan biridir. Vergi Usul Kanununun 323 üncü maddesinde bir alacağın şüpheli alacak olarak değerlendirilmesinde aranılan şartlar; bilanço usulüne göre defter tutulması, alacağın ticari veya zirai kazancın elde edilmesi veya devamı ile ilgili olması, alacağın değerleme günü itibariyle teminatsız olması, dava veya icra safhasında olması, yapılan protestoya veya yazı ile bir defadan fazla istenilmesine rağmen borçlu tarafından ödenmemiş dava ve icra takibine değmeyecek kadar küçük bir alacak olması şeklinde sıralanmıştır. Bu noktada şüpheli hale gelmiş bir alacağın mal veya hizmet teslimi dolayısıyla ortaya çıkmış olması halinde buna bağlı olarak hesaplanan KDV’nin de şüpheli hale geleceği açıktır. Nitekim konuyla ilgili açıklamaların yer aldığı 334 Sayılı VUK Genel Tebliğinde; “Katma değer vergisi, ekonomik faaliyetlerin doğal bir sonucu olarak ortaya çıkan ve işletmenin alışları sırasında ödediği, işletme alacaklarının bir unsurunu teşkil eden ve doğrudan doğruya mal (veya hizmet) tesliminden (veya ifasından) kaynaklanan bir alacaktır. Bu itibarla, katma değer vergisinden kaynaklanan alacak için şüpheli alacak karşılığı ayrılabilmesi; yukarıdaki madde hükmünde yer alan şartların mevcut olması, alacağın ilgili dönemin kayıtlarına girmesi ve katma değer vergisi beyannamelerinde beyan edilmesi halinde mümkün olacaktır.” ifadesine yer verilmek suretiyle alacağın ilgili dönem kayıtlarına girmiş olması ve KDV beyannamelerinde beyan edilmiş olması şartıyla, KDV içeren şüpheli alacaklarda katma değer vergisi için de karşılık ayrılabileceği belirtilerek konuya açıklık getirilmiştir. VUK’un 322. maddesi uyarınca; yargı kararına veya kanaat verici bir vesikaya göre tahsiline imkan olmayan alacaklar ise değersiz alacaklardır. Söz konusu madde hükmüne göre, bir alacağın değersiz alacak sayılarak gider kaydedilebilmesinin şartları aşağıdaki gibidir. -Alacak, bilanço veya işletme hesabı esasına göre defter tutan ticari veya zirai kazançla iştigal eden işletmelere ait olmalıdır. - Alacak ticari işle veya işletmeyle ilgili olmalıdır - Alacağın tahsili, kazai bir hükme (yargı kararı) veya kanaat verici bir vesikaya göre imkânsız hale gelmelidir. - Alacak ticari ve zirai kazancın elde edilmesi ve devam ettirilmesi ile ilgili olmalıdır. Bu noktada şüpheli alacaklarda olduğu gibi, değersiz alacakların KDV tutarını da içermesi halinde KDV de değersiz alacak olarak kabul edilecektir. 18. İTHALATÇI LEHİNE YAPILAN FİYAT İNDİRİMİNDE KDV Konuya ilişkin olarak İstanbul Vergi Dairesi Başkanlığı’nın 08.09.2006 tarih ve 7055 sayılı muktezasında: “İlgi dilekçeniz ile, sağlık malzemeleri ithalat ve ticareti ile iştigal ettiğiniz belirterek, yurtdışındaki firmalar tarafından sattıkları malların pazarlanmasına destek vermek için alacak notu (creditnemo veya creditnotte) başlıklı yazı ile - % 35 arası indirim yapılarak borcunuzdan düşüldüğü ancak bu indirim bildirildiğinde mal satılmış olduğundan satılmış malların maliyetine nasıl yansıtılacağı ya da yansıtılmayıp olağandışı gelir gibi mi düşünüleceği hususlarında görüş talep edilmektedir. Yurt dışından ithal ettiğiniz emtialar için fiili ithal tarihinden sonra satıcı tarafından ithalatçı lehine fiyat indirimi yapılması katma değer vergisinin konusuna girmemektedir. Ancak, katma değer vergisi kapsamına girmese dahi alış iskontosu ile ilgili olarak yurt dışındaki satıcıya yönelik KDV ihtiva etmeyen bir fatura düzenlenmesi ve bu faturanın da kayıtlara intikal ettirilmesi ve düzenlenen fatura ile birlikte fiyat indirimine yönelik olarak gönderilen creditnemo vb. yazıların zamanaşımı süresine bağlı olarak muhafaza edilmesi gerekir.” Aynı konuya ilişkin Büyük Mükellefler Vergi Dairesi Başkanlığı’nın 12.03.2008 tarih ve 6801 sayılı bir başka muktezasında ise; “yurt dışından bilgisayar ve yedek parça ithalat işiyle iştigal ettiğinizi belirtilerek, bilişim ve elektronik ürünlerde şirketiniz aleyhine olan fiyat dalgalanmaları nedeniyle üretici firmaların şirketinize yaptığı fiyat koruma mahiyetindeki ödemelerin vergi mevzuatı karşısındaki durumu hakkında Başkanlığımız görüşü talep edilmektedir. Buna göre, yurt dışından ithal edilen emtiaların piyasalarda fiyatının düşmesine bağlı olarak fiili ithal tarihinden sonra üretici firma tarafından fiyat koruma hasılatı adı altında şirketiniz lehine yapılan indirimler katma değer vergisinin konusuna girmemektedir. Ancak katma değer vergisi kapsamına girmese dahi yurt dışındaki satıcıya yönelik KDV ihtiva etmeyen bir fatura düzenlenmesi ve söz konusu faturanın yasal kayıtlara intikal ettirilmesi gerekmektedir.” Görüşüne yer verilmiş bulunmaktadır. 19. KAYBOLAN FATURA YERİNE ASLI GİBİDİR ŞERHİ DÜŞÜLEN FATURA ÖRNEĞİNE İSTİNADEN KDV İNDİRİMİ Aslı kaybolan faturaların yerine aslı gibidir şerhi düşülen fotokopi faturalara istinaden KDV indiriminden yararlanılıp yararlanılamayacağına ilişkin olarak Büyük Mükellefler Vergi Dairesi Başkanlığı’nca verilen 17.09.2007 tarih ve 17820 sayılı muktezada aşağıdaki görüşe yer verilmiş bulunmaktadır. Kaybolan faturanın yerine kayıtlara uygun noterden tasdikli bir örneğinin kullanılması mümkün bulunmaktadır. (Bu örnek üzerine, “Zayi olan aynı tarih ve sayıyı taşıyan fatura aslı yerine kullanılmak amacıyla tasdik edilmiştir.” şeklinde noterce şerh düşülmesi gerekir.) Öte yandan muhtelif sebeplerle kaybolan faturanın yerine geçen noter onaylı örneğinin kanuni defterlere kaydedilmesi şartıyla söz konusu faturada bulunan KDV’nin indirim konusu yapılacağı da tabiidir. Diğer taraftan kaybolan fatura asılları yerine sadece faturayı düzenleyen firma yetkilileri tarafından onaylanan örneği şirket kayıtlarına intikal ettirilemeyecek ve söz konusu faturalarda yer alan Katma Değer Vergileri indirim konusu yapılamayacaktır. 20. ARSA SAHİBİ ADINA FATURASI DÜZENLENEN YAPI DENETİM HİZMET BEDELİNİN MÜTEAHHİT ŞİRKETÇE GİDER OLARAK KAYDEDİLMESİ VE KDV İNDİRİMİ Büyük Mükellefler Vergi Dairesi Başkanlığı tarafından verilen 08.06.2007 Tarihli Mukteza da; “Yapı Denetim Kanunu ve ilgili yönetmelik hükümleri uyarınca faturası yapı sahibi adına düzenlenen yapı denetim hizmet bedelinin; kat karşılığı inşaat yapan şirketinizce gider olarak kaydedilmesi ya da inşaat maliyetlerine intikal ettirilmesi mümkün olmadığı gibi, söz konusu fatura üzerinde gösterilen katma değer vergisinin Katma Değer Vergisi Kanunu’nun 29/1-a maddesine göre hesaplanan katma değer vergisinden indirilmesine yasal açıdan imkân bulunmamaktadır.” Görüşüne yer verilmiş bulunmaktadır. Aynı konuya ilişkin olarak Ankara Vergi Dairesi Başkanlığı’nca verilen 08.09.2008 tarih ve 3280 sayılı bir başka muktezada da özetle; “Bu hükümler uyarınca, yapı denetim hizmet bedeli olarak müteahhit tarafından ödenerek arsa sahibi adına faturası düzenlenen bedeller ile yine arsa sahibi adına kesilen faturalardaki, harç ve tahsilat makbuzları ve buna benzeri gider belgelerindeki bedeller müteahhidin ticari faaliyeti ile ilişkilendirilemeyecek olup, Gelir Vergisi Kanununun 40’ıncı maddesine göre müteahhidin ticari kazancının tespitinde gider olarak dikkate alınması mümkün değildir.” görüşüne yer verilmiştir.[5] Diğer taraftan aynı konuya ilişkin olarak bizimde katıldığımız Adana Vergi Dairesi Başkanlığı’nın, 11.03.2008 tarih ve 326 sayılı Özelgesindeki görüşe göre ise; İnşaatın yapı denetimi için yapı denetim firmasına ödenecek hizmet bedellerinin arsa sahibi adına müteahhit firmanın banka hesabından ödenmesi, Düzenlenen fatura muhteviyatı ile ilgili açıklama bölümüne fatura bedelinin müteahhit firma tarafından ödendiği ibaresinin yazılması, Kat karşılığı inşaat sözleşmesine 4708 sayılı Yapı Denetimi Hakkındaki Kanun gereğince zorunlu olarak yapı denetim şirketine arsa sahibi adına yapılacak denetim hizmet bedellerinin müteahhit firma tarafından ödeneceği hususunda bir madde eklenmesi şartıyla, Yapı denetim şirketine yapımcı firma tarafından yapılan ödeme karşılığı arsa sahibi adına düzenlenen belgenin gider yazılması ve KDV’nin de indirim konusu yapılması mümkün bulunmaktadır. 21. ARSA KARŞILIĞI İNŞAAT İŞLERİNDE KDV MATRAHI Arsa karşılığı inşaat işlerinde KDV uygulamasına ilişkin olarak gerekli açıklamalar 30 Seri No.lu KDV Genel Tebliğinin D bölümünde yapılmıştır. Arsa karşılığı inşaat işlerinde iki ayrı teslim söz konusudur. Bunlardan birincisi, arsa sahibi tarafından müteahhide arsa teslimi; ikincisi ise müteahhit tarafından arsaya karşılık olarak arsa sahibine bağımsız birim (konut veya işyeri) teslimidir. Arsa karşılığı inşaat işlerinde vergiyi doğuran olay, müteahhidin arsa karşılığı konut, işyeri gibi bağımsız birimleri arsa sahibine teslimiyle gerçekleşmektedir. Bu tarih itibariyle arsa açısından da vergiyi doğuran olay vuku bulmaktadır. Taşınmazda teslim kural olarak tapuya tescil ile gerçekleşmekle birlikte, tapuya tescilden önce bağımsız birimlerin alıcının tasarrufuna terk edilmesi durumunda da vergiyi doğuran olay gerçekleşmektedir. Dolayısıyla, arsa sahibinin arsa tesliminin ticari nitelikli olması durumunda arsa için, müteahhidin ise arsa sahibine teslim ettiği bağımsız birimler için, vergiyi doğuran olayın vuku bulduğu tarih itibariyle eş zamanlı olarak fatura düzenlemesi gerekmektedir. Buna göre; Arsanın bir iktisadi işletmeye dahil olması veya arsa sahibinin arsa alım satımını mutad ve sürekli bir faaliyet olarak sürdürmesi halinde, vergiyi doğuran olayın vuku bulduğu tarihte, müteahhide yapılan bu arsa teslimi nedeniyle düzenlenecek faturada arsa karşılığı alınan bağımsız birimlerin emsal bedeli (arsa payı dahil) üzerinden genel oranda KDV hesaplanması gerekmektedir. Arsa sahibinin, gerçek usulde mükellefiyetini gerektirmeyecek şekilde arızi faaliyet olarak arsasını bağımsız birimler karşılığında müteahhide tesliminde KDV uygulanmayacaktır. Vergiyi doğuran olayın vuku bulduğu tarihte, müteahhitten arsa sahibine yapılacak bağımsız birim teslimleri için müteahhit tarafından düzenlenecek faturada bağımsız birimin niteliğine göre emsal bedeli (arsa payı dahil) üzerinden % 1 veya % 18 oranında KDV hesaplanması gerekmektedir. Öte yandan, her iki teslimde de işlem bedelinin emsaline göre açıkça düşüklük göstermesi halinde KDV Kanunu'nun 27/3 üncü maddesine göre işlem yapılacağı tabiidir. 22. HASILAT PAYLAŞIM ESASLI İNŞAAT SÖZLEŞMELERİ Uygulamada "hasılat paylaşımı", "gelir paylaşımı" vb. şekillerde düzenlenen sözleşmeler uyarınca yapılan işlerde, inşa edilen bağımsız birimler yerine bunların hasılatı paylaşılmakta olup, bu tür sözleşmeler gereğince yapılan işlerin de 30 Seri No.lu KDV Genel Tebliği'nde düzenlenen "arsa karşılığı inşaat" olarak değerlendirilmesi gerekmektedir. Bu çerçevede; Bağımsız birimlerin üçüncü şahıslara satışında, vergiyi doğuran olayın vuku bulduğu tarihte sadece müteahhit tarafından üçüncü şahıslara fatura düzenlenecek, faturada gösterilen toplam bedel üzerinden bağımsız birimin niteliğine göre % 1 veya % 18 oranında KDV hesaplanarak beyan edilecektir. Arsanın bir iktisadi işletmeye dahil olması veya arsa sahibinin arsa alım satımını mutad ve sürekli bir faaliyet olarak sürdürmesi halinde, vergiyi doğuran olayın vuku bulduğu tarih itibariyle hasılattan kendisine kalan pay için müteahhide arsa satış faturası düzenleyecek, fatura bedeli üzerinden genel esaslara göre KDV hesaplayarak beyan edecektir. Arsa tesliminin, KDV'nin konusuna girmemesi veya KDV'den istisna edilmiş olması halinde bu teslimde KDV hesaplanmayacaktır. 23. KOSGEB'İN GERİ DÖNÜŞÜMSÜZ OLARAK SAĞLADIĞI DESTEKLER KOSGEB tarafından nitelikli eleman istihdamı ve yurtiçi fuarları finansal programı gibi geri dönüşümsüz olarak firmalara yapılan ödemeler bir teslim ve hizmetin karşılığı olarak ortaya çıkmadığından KDV'nin konusuna girmemektedir. 24. KAZA YAPAN TAŞITLAR İÇİN SİGORTA ŞİRKETİNDEN ALINAN HASAR BEDELLERİNDE KDV UYGULAMASI 24.1. ARACIN TAMİR BEDELİNİN ÖNCE SAHİBİNCE ÖDENİP, SONRA SİGORTA ŞİRKETİNDEN TALEP EDİLMESİ DURUMU Maliye Bakanlığı Gelirler Genel Müdürlüğü’nce Hazine Müsteşarlığı Sigorta Genel Müdürlüğü’ne verilen 16.09.2002 tarih ve 037987 sayılı muktezaya göre; “Hasar gören iktisadi kıymetin hasarının sigortalı tarafından giderilmesi ve buna ilişkin bedelinde sigortalı tarafından ödenmesi durumunda faturanın sigortalı adına düzenlenmesi gerekir. Bu durumda, sigortalının hasar gören iktisadi kıymetin zararının telafisi için piyasadan yaptığı alımlarda ödediği katma değer vergisi dahil bedelin, katma değer vergisi mükellefi sigortalı tarafından yansıtma faturası düzenlenerek sigorta şirketine aktarılması ve katma değer vergisine tabi bu masrafların aktarılması için de faturada katma değer vergisinin ayrıca gösterilmesi gerekmektedir.” 24.2. ARACIN TAMİR BEDELİNİN SİGORTA ŞİRKETİNCE DOĞRUDAN TAMİRCİYE ÖDENMESİ DURUMU Sigorta şirketinin sigortalı ile hiç ilişkilendirmeksizin hasarlı binek otomobili kendisinin tamir ettirmesi halinde, sigortalının yapması gereken herhangi bir husus bulunmamaktadır. Binek otomobilin tamirini yapan yetkili servisler veya tamirciler faturayı sigorta şirketi adına düzenleyecekler ve KDV hesaplayarak faturada ayrıca göstereceklerdir. Sigorta şirketi, KDV dahil fatura bedelini tamiri yapan mükellefe ödeyecek, KDV dahil fatura bedelini gider veya maliyet unsuru olarak dikkate alacaktır. 24.3. HASAR TUTARINA BAKILMAKSIZIN SİGORTA ŞİRKETİNCE MAKTU ÖDEME YAPILMASI DURUMU Konuya ilişkin olarak Maliye Bakanlığı’nca verilen 08.06.1998 tarih ve 21421 sayılı Özelgede; “Sigorta şirketinin, yapılan sözleşmeye göre hasara uğrayan sigortalı binek otomobili eski durumuna getirmek yerine hasarın tutarına bakmaksızın kaza başına belli bir miktarda ödeme yapması durumunda, yapılan ödeme tazminat olup, KDV’ye tabi değildir. Dolayısıyla, anılan tazminat bir teslim ve hizmetin karşılığını oluşturmaması nedeniyle KDV hesaplanmaması ve sigorta şirketi adına düzenlenecek faturada gösterilmemesi gerekmektedir. Çünkü, tazminat, KDV’nin konusuna girmemektedir.” görüşüne yer verilmiş bulunmaktadır. Öte yandan, işletme aktifine kayıtlı aracın tamiri nedeniyle yüklenilen KDV, mükellefin kendi faaliyetleri ile ilgili gider niteliğini taşıdığından indirim konusu yapılabilecektir. 25. YAP-İŞLET-DEVRET MODELİ ÇERÇEVESİNDE KURULAN, BELİRLİ BİR SÜRE İŞLETİLEN TESİSLERİN İŞLETME SÜRESİ SONUNDA İLGİLİ KURUMA DEVRİNDE KDV 60 no’lu KDV Sirkülerinin 1.5. numaralı bölümünde; "KDV Kanunu'nun 27/1 inci maddesinde, bedeli bulunmayan veya bilinmeyen işlemler ile bedelin mal, menfaat, hizmet gibi paradan başka değerler olması halinde matrahın, işlemin mahiyetine göre emsal bedeli veya emsal ücreti olduğu, 27/2 nci maddesinde bedelin emsal bedeline veya emsal ücretine göre açık bir şekilde düşük olduğu ve bu düşüklüğün mükellefçe haklı bir sebeple açıklanamadığı hallerde de matrah olarak emsal bedeli veya emsal ücretinin esas alınacağı hükmüne yer verilmiştir. 3996 sayılı Kanun kapsamındaki yap-işlet-devret modelinde ilgili kurumca süre sonunda tesisin kendisine devri karşılığında işleticiye doğrudan bir bedel ödenmemektedir. Bir finansman türü olan bu modelde işletici tesisin devrine ilişkin bedeli, tesisi sözleşme ile öngörülen süre içinde işletmek suretiyle elde ettiği kazanç ile karşılamaktadır." açıklaması yer almaktadır. Bu çerçevede, yap-işlet-devret modelinde, süre sonunda tesisin işletici tarafından ilgili kuruma tesliminde emsal bedel üzerinden KDV aranılmayacaktır. -------------------------------------------------------------------------------- [1] Maliye Bakanlığı Gelir İdaresi Başkanlığı'nca verilen 13/08/2012 tarih B.07.1.GİB.4.06.18.02-105-[219- -8749]-827 sayılı ile mukteza. [2] Maliye Bakanlığının, 17.02.1999 Tarih ve 52/5211-44/5495 Sayılı Özelgesi. [3] MB.’nin, 28.01.2002 tarih ve 52/5201-134/4013; 19.11.2004 tarih ve 54409; 31.10.2007 tarih ve 96771 sayılı Özelgeleri [4] Dn.4.D.’nin, 20.07.2010 tarih ve E.2010/688 sayılı Kararı. [5] Aynı görüşü paylaşan diğer muktezalar: İzmir Vergi Dairesi Başkanlığı’nın 22.08.2011 tarih ve B.07.1.GİB.4.35.16.01-176300-401 sayılı ile İstanbul Vergi Dairesi Başkanlığı’nın 22.06.2011 tarih ve B.07.1.GİB.4.34.16.01-GVK-40-811 sayılı muktezaları. Kaynak: www.MuhasebeTR.com (Bu makale yazılı veya elektronik ortamda kaynak göstermeden yayınlanamaz)

Ekrem Öncü
Yeminli Mali Müşavir
DKR Denetim





2012 Yılını Zararla Kapatan Şirketler Dikkat!

 
Tarih: 04/02/2013
 

Değerli okurlarımız, bilindiği üzere 6102 sayılı yasayla ortakların şirketten borçlanmaları yasaklanmış, ancak bu düzenleme 6335 sayılı yasayla değiştirilerek şirket ortaklarının şirketten borçlanabilmelerinin önü açılmıştır. Ortakların şirketten borçlanabilmeleri için şartlar konulmuş olup, bu yazımızda 2012 hesap dönemini zararla kapatan ya da 2013 hesap döneminin ara bilançolarında zarar edecek olan şirketlerin durumu ele alınacaktır

Yeni TTK'nın 358'inci maddesine göre, pay sahipleri;
 
-Sermaye taahhüdünden doğan vadesi gelmiş borçlarını ifa etmedikçe ve
 
-Şirketin serbest yedek akçelerle birlikte kârı geçmiş yıl zararlarını karşılayacak düzeyde olmadıkça şirkete borçlanamayacaktır.
 
Dolaysıyla, kanuni düzenlemeye göre ilk bakışta 2012 hesap dönemini zararla kapatan şirketlerin ortakları 2013 hesap döneminde şirketten borçlanamayacaklardır.
 
Şirketin serbest yedek akçelerle birlikte kârı geçmiş yıl zararlarını karşılayacak düzeyde olmadıkça şirkete borçlanılamayacaktır. Bunun aksi mümkün olabilecek midir? Örneğin, 2012 hesap döneminde cüzi bir zararı olan şirket, 2013 yılının ara bilançolarında ciddi karlar elde ediyorsa yine de şirketten borçlanılamayacak mıdır? Ya da, tersten baktığımızda, 2012 yılında cüzi bir karı olan şirket, 2013 yılının ara bilançolarında ciddi zararlar ediyorsa yine de şirketten borçlanılabilecek midir?
 
Bu sorular önemlidir ve acilen cevap bulunması gereken sorulardır. Bu sorulara cevap verirken, Yeni TTK’nın 376’ncı madde gerekçesini emsal alarak bir kanaata ulaşmak mümkündür. Yeni TTK'nın 376'ncı maddesinde, “...son yıllık bilançoya göre...” hükmü yer almakta ve madde gerekçesinde ise, son yıllık bilançodan kastın, yalnızca son yıl bilançosu olmayıp, bir ara bilançoda durum tespit edilmiş ise, yönetim kurulunun son yıllık bilançoyu beklemesi gerekmeyeceği belirtilmiştir.
 
376'ncı maddenin gerekçesini dikkate aldığımızda 2012 yılını zararla kapatan ancak 2013 yılının ara bilançolarında kara geçen firmaların ortakları şirketten borçlanabilecektir. Tersi durumda, yani 2012 yılının karla kapatılıp, 2013 yılının ara bilançolarında zararlı olunması halinde ise şirketten borçlanılamayacaktır.
 
Tekrardan vurgulayalım ki, konu yapılacak düzenlemelerde açıklığa kavuşturulmalıdır. Aksi türlü, 358'inci madde düzenlemesi konuyu yeterince açıklığa kavuşturabilecek bir düzenleme değildir. 358'inci madde düzenlemesi nedeniyle birçok ihtilafın yargıya taşınması kaçınılmaz olacaktır. 
 
Kanaatimce yukarıda yer alan sorulara cevap verilirken yalnızca geçmiş yıl bilançosu değil, cari yıl ara bilançoları da dikkate alınarak bir düzenleme yapılmalıdır. Aksi türlü geçmiş yıl bilançosunda kar edip, cari dönemde zarar eden firmaların ortaklarının şirketten borçlanmaları halinde cezai yaptırımla karşı karşıya kalınabilecektir. Yine tersi durumda da cezai yaptırımla karşı karşıya kalınabilecektir. Konuya ilişkin olarak acil düzenleme yapılmalıdır. Nitekim Mart sonu itibariyle ara bilançolar oluşturulmaya başlanacaktır.
 
Diğer önemli bir soru ise, şirketten ne kadar borçlanılabileceğidir? Örneğin geçmiş yıl karı kadar mı borçlanılabilecektir? Yoksa bu dönem karı kadar mı borçlanılabilecektir? Ya da geçmiş yıl veya bu dönem karına bağlı kalınmaksızın istenilen kadar borçlanılabilecek midir? Diyelim ki, geçmiş yıl karı 1.-TL ise cari dönemde 1.000.000.-TL şirketten borçlanılabilecek midir?
 
Kanun metninde şirketten ne kadar borçlanılabileceğine yönelik herhangi bir düzenleme bulunmamaktadır. Bu durumda geçmiş dönem karı 1.-TL olan şirketin ortakları, örneğin şirketten 1.000.000.-TL borçlanabilecektir. Ancak bu tam anlamıyla şirketin içinin boşaltılması anlamına gelebilecektir. Hakim ortaklar şirketin içini boşaltırken diğer ortaklar buna seyirci kalmak zorunda kalabileceklerdir. Kanaatimce, burada bir sınır belirlenmelidir, sınırsız şekilde borçlanmaya müsaade edilmemelidir. Örneğin sınır olarak geçmiş yıl karları ya da cari dönem ara bilanço karları esas alınabilir. Böyle bir yorum kanunun amacına uygun düşer. Diğer türlü hakim ortakların şirketin içini boşaltması açık hale gelebilir. Bu konuda da tali mevzuatlarda düzenleme yapılması kaçınılmazdır.
 
Diğer bir soru ise geçmiş yıl karının sıfır olması durumunda şirketten borçlanılabilecek midir?
 
Kanun metnine sıkı sıkıya bağlı kalınacak olursa zarar olmadığı için borçlanma mümkün olacaktır. Ancak yukarıda yazdığımız gibi bir sınır belirlenecek olursa (geçmiş yıl karları ya da ara dönem bilançosu karları gibi) geçmiş yıl karları sıfır olur ise bu kez de şirketten borçlanmak mümkün olmayacaktır.
 
2012 hesap dönemini zararla kapatan şirketlerin ortakları şirketten para çekecek olursa bunun cezai yaptırımı ne olacaktır?
 
6335 sayılı yasa ile cezaları düzenleyen 562'nci madde de değişikliğe uğradı ve 358'inci maddeye aykırı olarak pay sahiplerine borç verenler üç yüz günden az olmamak üzere adli para cezasıyla cezalandırılacakları düzenlemesi yapıldı. Cezalı duruma düşecek olanlar ortaklara borç verenler, yani şirketin kanuni temsilcisi ya da yöneticileri olacaklardır ve 1 Temmuz 2012'den itibaren 358'inci madde hükmüne aykırı olarak borç verilmesi durumunda 300 günden aşağı olmamak üzere adli para cezası ile karşı karşıya kalınacaktır. Adli para cezasının üst limiti ise 720 gündür. Adli para cezası günlük en az 20 TL ve en fazla 100 TL'dir. Bu durumda cezanın alt limiti 6.000.-TL (300 x 20) ve üst limiti 72.000.-TL (720 x 100) olacaktır. Adli para cezasının ödenmemesi halinde ise hapis cezası uygulanacaktır.

Gazeteport

 

A. Murat YILDIZ Yeminli Mali Müşavir Eski Gelirler Başkontrolörü Eski Ankara Defterdar Yrd. Gayrimenkul Sermaye İratlarının Beyanında Özellik Gösteren Hususlar Tarih: 05.03.2013 1. GİRİŞ Gelir Vergisi Kanunu’nun 70. maddesinde yazılı mal ve hakların sahipleri, mutasarrıfları, zilyetleri, irtifak ve intifa hakkı sahipleri veya kiracıları tarafından kiraya verilmesinden elde edilen iratlara gayrimenkul sermaye iradı adı verilmektedir. Bu kapsamda2012 yılı içerisinde gayrimenkul sermaye iradı elde edenler, bu gelirlerini 25 Mart 2013 tarihine kadar ikametgahlarının bulunduğu yer vergi dairesine verecekleri gelir vergisi beyannamesi ile beyan edeceklerdir. Bu yazımda uygulamada bir çok mükellefi bulunan gayrimenkul sermaye iradı gelirlerinin hesaplanması ve beyanına ilişkin açıklamalar ile özellik gösteren konulara yer vereceğim. 2. GAYRİMENKUL SERMAYE İRADININ MÜKELLEFİ Gelir Vergisi Kanunu’nun 70’nci maddesine göre bu maddede sayılan mal ve hakların kiraya verilmesinden elde edilen gayrimenkul sermaye iratlarının mükellefi bu mal ve hakların; a) Sahipleri; (Kiraya verilen mal veya hakkın mülkiyet hakkına malik olan yani adına tapuya tescil yapılmış olan kimsedir.) b) Mutasarrıfları; (Bir mal veya hak üzerinde, fiilen kullanma yetkisine sahip olan kimsedir. Bu kimse aynı zamanda sahip veya zilyet konumunda da olabilir.) c) Zilyetleri; (Menkul mallar veya gayrimenkulleri el altında bulunduran ve bunlar üzerinde fiilen hakimiyet kuran şahıslardır.) d) İrtifak Hakkı Sahipleri;( Bir gayrimenkul üzerinde diğer bir gayrimenkul veya şahıs lehine tesis edilen ayni hakkı tapuya tescil suretiyle elinde bulunduran kimselerdir.) e) İntifa Hakkı Sahipleri; (Kanun veya sözleşme gereği gayrimenkul üzerinde zilyetlik, istifade, kullanma hakları adına tapuya tescil edilmiş kimselerdir.) f) Kiracılarıdır; (Gayrimenkul niteliğindeki mal veya hakkı kiralamış olan kimsedir. Kiralanan bir gayrimenkul veya hakkın kiracısı tarafından bir başka şahsa kiralanmasından elde edilen gelir de gayrimenkul sermaye iradıdır.) 3. GAYRİMENKUL SERMAYE İRADI – TİCARİ KAZANÇ AYRIMI Gelir Vergisi Kanunu’nun 70’nci maddesinin ikinci fıkrası hükmüne göre; gayrimenkul sermaye iradı getiren mal ve haklar ticari veya zirai bir işletmeye dahil bulunduğu taktirde bunların iratları ticari veya zirai kazancın tespitine yönelik hükümlere göre hesaplanır. Dolayısıyla bu şekilde ticari faaliyete bağlı olarak elde edilen kira gelirleri için, bu bölümde yapacağımız açıklamalar değil, Gelir Vergisi Kanunu’nun ticari kazancın tespiti hakkındaki hükümleri geçerli olacaktır. 4. GAYRİMENKUL SERMAYE İRATLARINDA GAYRİSAFİ HASILATIN TESPİTİ Gelir Vergisi Kanunu’nun 72’nci maddesi hükmüne göre; “Gayrimenkul sermaye iratlarında, gayrisafi hâsılat, 70'inci maddede yazılı mal ve hakların kiraya verilmesinden bir takvim yılı içinde o yıla veya geçmiş yıllara ait olarak nakden veya aynen tahsil edilen kira bedellerinin tutarıdır. Ayın olarak tahsil edilen kiralar, Vergi Usul Kanunu hükümlerine göre emsal bedeli ile paraya çevrilir.” Madde metninden de anlaşılabileceği gibi; gayrimenkul sermaye iratlarında, gayrisafi hâsılatın elde edilmesi tahsilat esasına bağlanmıştır. Tahsilat esası; hem hukuki hem de ekonomik tasarrufu kapsayan, bir başka deyişle fiili tasarrufu ifade eden bir kavramdır. Örneğin; 2010, 2011 ve 2012 yılları kira gelirlerinin topluca 2012 yılında tahsil edilmesi durumunda; tahsil edilen tutarın tamamı 2012 yılının geliri olarak dikkate alınacaktır. Ancak, gelecek yıllara ait olup peşin tahsil edilen kira bedelleri, ilgili yılın geliri olarak kabul edilerek ilgili yıllarda beyan edilir. Örneğin; 2012, 2013 ve 2014 yıllarına ilişkin 3 yıllık kira gelirinin topluca 2012 yılında tahsil edildiği durumda; her yıla ait kira bedeli ilgili yılda beyan edilecektir. Hasılatın hangi dönemde elde edilmiş sayılacağına ilişkin özellik gösteren bazı durumlar ise aşağıda açıklanmıştır. 1- Gelecek yıllara ait olup peşin tahsil olunan kiralar, ilgili bulundukları yılların hasılatı sayılır. Görüldüğü gibi peşin tahsil olunan kiralar için tahsilat esası geçerli olmamaktadır. Örneğin; Mükellef sahip olduğu bir binayı 01.10.2012 - 30.09.2013 döneminde yıllık 24.000 TL peşin bedelle kiraya vermiş ise, bunun 2012 yılına isabet eden ( 3 aylık ) 6.000 TL’lik kısmı 2012 yılı geliri olarak 25 Mart 2013’ye kadar, diğer 18.000 TL’lik kısmı ise 2013 yılı geliri olarak 25 Mart 2014’e kadar beyana konu edilecektir. Aynı şekilde 2012, 2013 ve 2014 yılları kira gelirlerinin topluca 2012 yılında tahsil edildiği durumda da her yıla ait kira bedeli ilgili yılda beyana konu edilecektir. 2- Ölüm ve memleketi terk hallerinde ise; mükellefiyetin kalktığı tarihi takip eden zamanlara ait olmak üzere peşin tahsil olunan kiralar, mükellefiyetin kalktığı dönemin hasılatı olarak kabul edilir. Yukarıdaki örneğimizde mükellefin, 1 yıllık kira bedelini peşin olarak tahsil ettikten sonra 15.11.2012 tarihinde ölmesi durumunda, peşin tahsil edilen kira tutarı olan 24.000 TL’nin tamamı mirasçıları tarafından 2012 yılı geliri olarak beyan edilip, vergilendirilecektir. 3- Kiracı tarafından gayrimenkulü genişletecek veya iktisadi değerini devamlı surette artıracak şekilde gayrimenkule ilave edilen kıymetler, kira süresinin bitiminde bedelsiz (Kıymetlerin emsal bedelinden düşük değerle devri halinde, aradaki fark bedelsiz devir sayılır) olarak kiralayana devrolunduğu takdirde, söz konusu kıymetler kiralayan bakımından, bu tarihte aynen tahsil edilmiş kabul edilir. Gelir Vergisi Kanunu’nun 72’nci maddesinin beşinci fıkrası hükmüne göre gayrimenkul sermaye iradı sahipleri için aşağıdaki hususlar gayrisafi hasılatın tespiti yönünden tahsil hükmündedir. 1. Bilgisi olmaları şartıyla adlarına, kamu müessesine, icra dairesine, bankaya, notere veya postaya para yatırılması, 2. Kira olarak doğan alacağın başka bir şahsa temliki (Temlikin ivazlı olup olmadığına bakılmaz. İvazlı temliklerde ivazın tahsil şartı aranmaz) veya kiracısına olan borcu ile takası, Aynı maddenin son fıkrasında ise yabancı para cinsinden yapılan ödemelerin, ödeme gününün borsa rayici ile borsada rayici yoksa, Maliye Bakanlığınca tespit edilecek kur üzerinden Türk parasına çevrileceği hüküm altına alınmıştır. Maliye Bakanlığı’da, yayınlamış olduğu 130 Sıra No’lu Vergi Usul Kanunu Genel Tebliğinde, yabancı para cinsinden yapılan kira ödemelerinin ödeme günündeki T.C. Merkez Bankasınca ilan olunacak döviz alış kuru üzerinden TL’ye çevrileceğini belirlemiştir. 5. EMSAL KİRA BEDELİ ESASI Mevzuatımızda yer alan vergi güvenlik müesseselerinden biri olan emsal kira bedeli esası Gelir Vergisi Kanunu’nun 73’üncü maddesinde düzenlenmiştir. Bu madde hükmüne göre; Kiraya verilen mal ve hakların kira bedelleri emsal kira bedelinden düşük olamaz. Bedelsiz olarak başkalarının intifasına bırakılan mal ve hakların emsal kira bedeli, bu mal ve hakların kirası sayılır. Bina ve arazide emsal kira bedeli, yetkili özel mercilerce veya mahkemelerce takdir veya tespit edilmiş kirası, bu suretle takdir veya tespit edilmiş kira mevcut değilse Vergi Usul Kanununa göre belirlenen vergi değerinin %5' idir. Vergi Usul Kanununun 4751 sayılı Kanunla değişik 268’inci maddesinde vergi değeri; bina ve arazinin Emlak Vergisi Kanunu’nun 29’uncu maddesine göre tespit edilen değeri şeklinde tanımlanmıştır. Bina ve arazide emsal kira bedelinin belirlenmesinde yetkili özel mercilerce veya mahkemelerce takdir veya tespit edilmiş kiranın uygulanmasına sınırlı olarak rastlanmakta yaygın olarak Vergi Usul Kanununa göre belirlenen vergi değerinin %5' i olarak uygulanmaktadır. Diğer mal ve haklarda emsal kira bedeli, bu mal ve haklarının maliyet bedelinin, bu bedel bilinmiyorsa, Vergi Usul Kanununun servetlerin değerlendirilmesi hakkındaki hükümlerine göre belli edilen değerlerinin %10' udur. Bu nedenlerle gayrimenkul sermaye iradı elde eden mükelleflerin 2012 yılı gelir vergisi beyannamesinde bu hususu göz önünde bulundurarak kiraya verdikleri bina ve arazilerin kira bedellerinin rayiç bedele göre yeniden tespit edecekleri emsal kira bedelinden düşük olmamasına özen göstermeleri gerekmektedir. Konuyu bir örnekle açıklayacak olursak; Olcay beyin Antalya’da bulunan ve konut olarak kiraya verdiği binasının rayiç bedeli ( Normal alım-satım değeri ) 200.000 TL ise bu durumda mükellef Olcay beyin 2012 yılı gelir vergisi beyannamesinde gayrimenkul sermaye iradını hesaplarken esas alacağı yıllık kira bedeli, emsal kira bedeli olan (200.000 x % 5 =) 10.000 TL.’ den düşük olamayacaktır. Yukarıda yapmış olduğumuz açıklamalar çerçevesinde kiraya verilen mal ve hakların kira bedellerinin, emsal kira bedelinden düşük olamayacağı genel kural olmakla birlikte; bazı sosyal gerekçelerle Gelir Vergisi Kanunu’nun 73’üncü maddesinin ikinci fıkrasında aşağıda yazılı hallerde emsal kira bedeli esası uygulanmayacağına hükmolunmuştur. 1. Boş kalan gayrimenkullerin muhafazaları maksadıyla bedelsiz olarak başkalarının ikametine bırakılması; 2. Binaların mal sahiplerinin usul, füru veya kardeşlerinin ikametine tahsis edilmesi (Usul, füru ve kardeşlerden her birinin ikametine birden fazla konut tahsis edilmiş ise bu konutların yalnız birisi hakkında emsal kira bedeli hesaplanmaz. Kardeşler evli ise eşlerden sadece biri için emsal kira bedeli hesaplanmaz.); Bu bent kapsamında birden fazla gayrimenkulü bulunan şahısların söz konusu gayrimenkullerini usul, füru veya kardeşlerinin her birinin ikametine birer adet tahsis etmiş olmaları şartıyla emsal kira bedeli uygulamasına muhatap tutulmayacaklardır. Örneğin; 5 adet kardeşi bulunan bir kişinin, bu kardeşlerinden her birine birer adet gayrimenkulünü ikamet olarak kullanmaları şartıyla tahsis etmesi durumunda, toplam bedelsiz tahsis edilen gayrimenkul sayısı 5 olmasına karşın emsal kira bedeli uygulanmayacaktır. 3. Mal sahibi ile birlikte akrabaların da aynı evde veya dairede ikamet etmesi. 4. Genel bütçeye dahil daireler ve katma bütçeli idareler, il özel idareleri ve belediyeler ile diğer kamu kurum ve kuruluşlarınca yapılan kiralamalarda. Ancak, Maliye Bakanlığı’nca yayımlanan 05.01.1999 Tarih ve 1999/1 No’lu Gelir Vergisi Kanunu İç Genelgesinde de açıklandığı üzere, elde edilen gerçek kira gelirinin kira sözleşmesi, ödemeye ilişkin banka dekontu, havale makbuzu vb. belgelerle veya kiracının ifadesi ile ispat ve tevsik edildiği durumlarda emsal kira bedeli esası uygulamasına gidilmeyecektir. 6. GAYRİMENKUL SERMAYE İRATLARININ TESPİTİNDE GAYRİSAFİ HASILATTAN İNDİRİLEBİLECEK GİDERLER Gayrimenkul sermaye iradı sahipleri beyana konu edecekleri kira gelirlerinin tespitinde kira hasılatlarından düşecekleri giderleri, gerçek ya da götürü gider esaslarından birine göre tespit edebileceklerdir. 6.1. Gerçek Gider Usulü Gelir Vergisi Kanunu’nun 74’üncü maddesi hükmüne göre safi iradın bulunması için, izleyen bölümlerinde açıklayacağımız ve Gelir Vergisi Kanunu’nun 21'inci maddesine göre istisna edilen kısma isabet edenler hariç olmak üzere gayrisafi hâsılattan aşağıda yazılı giderler indirilir; 1. Kiraya veren tarafından ödenen aydınlatma, ısıtma, su ve asansör giderleri, 2. Kiraya verilen malların idaresi için yapılan ve gayrimenkulün hacmi ile uyumlu olan idare giderleri, 3. Kiraya verilen mal ve haklara ilişkin sigorta giderleri, 4. Kiraya verilen mal ve haklar dolayısıyla yapılan ve bunlara sarf olunan borçların faizleri ile konut olarak kiraya verilen bir adet gayrimenkulün iktisap yılından itibaren 5 yıl süre ile iktisap bedelinin % 5’i . Bu bent hükmü çerçevesinde; konut olarak kiraya verilen gayrimenkullerin iktisap bedelinin her yıl % 5’i, beş yıl süre ile gayrisafi hasılattan indirilebilecektir. Beş yıllık süre gayrimenkulün iktisap edildiği yıldan itibaren başlamaktadır. İktisap bedelinin % 5’i tutarındaki bu indirim, birden fazla gayrimenkulün kiraya verilmesi halinde sadece ilgili gayrimenkule ait hasılata uygulanacak, artan tutar olması halinde fazlalık diğer gayrimenkullerin hasılatından indirilemeyecektir. Aynı şekilde, indirilemeyen kısım Gelir Vergisi Kanunu’nun 88’inci maddesinin 3’üncü fıkrası uygulaması çerçevesinde gider fazlalığı olarak diğer gelir unsurlarından da mahsup edilemeyecektir. 5. Kiraya verilen mal ve haklar için ödenen emlak, çevre temizlik vb. vergiler, resim, harç ve şerefiyelerle kiraya verenler tarafından ödenmiş olmak şartıyla belediyelere ödenen harcamalara iştirak payları, 6. Kiraya verilen mal ve haklar için ayrılan amortismanlar; bu bent uygulamasında üzerinden amortisman ayrılacak değer, gayrimenkulün biliniyorsa maliyet bedeli, bilinmiyorsa, bina ve arazi için emlak vergisi değeri, diğer mallar için Vergi Usul Kanununun 267'inci maddesinin 3'üncü sırasına göre tespit edilen emsal değeridir. 7. Kiraya verenin yaptığı onarım giderleri; gayrimenkulün iktisadi değerini artıracak surette tevsii, tadili veya gayrimenkule ilaveler yapılması için yapılan zorunlu olmayan giderler onarım giderleri kapsamına girmemektedir. 8. Kiraya verilen mal ve haklara ait bakım ve idame giderleri; 9. Kiraladıkları mal ve hakları kiraya verenlerin ödedikleri kiralar ve diğer gerçek giderler, 10. Sahibi bulundukları konutları kiraya verenlerin kira ile oturdukları konutun kira bedeli; Bu bent çerçevesinde, kira indirimi elde edilen gayri safi hâsılattan bu maddenin diğer bentlerinde yazılı giderler düşüldükten sonra, kalan miktar üzerinden yapılır. Kiranın indirilemeyen kısmı Gelir Vergisi Kanunu’nun 88’inci maddesinin 3’üncü fıkrası uygulaması çerçevesinde gider fazlalığı olarak diğer gelir unsurlarından da mahsup edilemeyecektir. Bu uygulamadan yararlanabilmenin esasları ve şartları şunlardır. a) Sahip olunan gayrimenkul konut olarak kiraya verilmeli, indirilecek kira gideri de mesken olarak oturulan konuta ait olmalıdır. b) Ödenen kiraların indirime esas alınacak tutarı elde edilen kira bedeli ile sınırlıdır. c) Bu uygulamadan dar mükellefler, (yurt dışında işçi olarak çalışan Türk vatandaşlarımız da dar mükellef kapsamındadır) yabancı ülkelerde ödedikleri kira bedelleri için yararlanamamaktadırlar. Ancak, resmi daire ve müesseselere veya merkezi Türkiye’de bulunan teşekkül ve teşebbüslere bağlı olup adı geçen daire, müessese, teşekkül ve teşebbüslerin işleri dolayısıyla yabancı memleketlerde oturan Türk vatandaşları tam mükellefiyet esasında, vergilendirildiğinden Türkiye’de kendisine ve eşine ait bulunan gayrimenkulleri mesken olarak kiraya vermeleri ve gerçek gider usulünü seçmeleri halinde, yabancı ülkede oturdukları yer için ödedikleri kira bedellerine, anılan Kanunun 74’üncü maddesinin 10 numaralı bendindeki şartlar dahilinde elde ettikleri kira gelirlerinden indirebileceklerdir. Diğer taraftan, yurt dışında ödenen kiraya ait belgenin Türkçe’ye çevrilmiş bir örneğinin bulunulan ülke Büyükelçiliğine tasdik ettirileceği ve ilgili vergi dairesince istenildiğinde ibraz edileceği tabiidir d) Madde uygulamasında; eşle birlikte oturulan konut için ödenen kira bedelinin veya lojman kirasının evlilik birliğinde müşterek bir gider olması nedeniyle, eşlerden birinin konut kira geliri dolayısıyla gerçek gider usulünde vereceği beyannamede, söz konusu giderlerin istisnaya isabet eden kısmı hariç olmak üzere gelir vergisi matrahının tespitinde indirim konusu yapılması mümkün bulunmaktadır. [1] Ancak, Çocuğun kiracı olarak oturduğu konutun kira sözleşmesi kira geliri elde eden mükellef (ana veya baba) tarafından yapılmış ve/veya kirası mükellef tarafından ödeniyor olsa bile, söz konusu kira ödemelerinin kira gelirinin beyanında indirim konusu yapılması mümkün değildir.[2] 11. Kiraya verilen mal ve haklarla ilgili olarak sözleşmeye, kanuna veya yargı kararına istinaden ödenen zarar, ziyan ve tazminatlar. Gayrimenkul sermaye mahiyetindeki mal ve hakların kısmen kiraya verilmesi halinde, yukarıda yazılı giderlerden yalnız bu kısma isabet edenler hasılattan indirilebilir. Bu madde hükmünün uygulanmasında para cezaları ve vergi cezaları hasılattan gider olarak indirilemez. Ancak, bu giderlerin vergiden istisna edilen tutara isabet eden kısmı indirim konusu yapılamaz. Vergiye tabi hasılata isabet eden yani indirilebilecek gider kısmının hesabında aşağıdaki formül kullanılacaktır. İndirilebilecek Gider Hesabı = Vergiye Tabi Hasılat x Toplam Gider Toplam Hasılat 6.2. Götürü Gider Usulü Gelir Vergisi Kanunu’nun 74’üncü maddesinin 3’üncü fıkrası hükmüne göre mükellefler (hakları kiraya verenler hariç) isterlerse gerçek gider usulünde indirilebilecekleri giderlere karşılık olmak üzere kira hasılatlarının % 25'ini götürü gider olarak indirebilirler. Bu usulde indirilebilecek azami gider tutarı yukarıda yaptığımız açıklamalar çerçevesinde belirlenecek olan gayrisafi hasılatın % 25’idir. Mükellefler götürü gider usulünü seçmişlerse bu usule göre belirledikleri gidere ek olarak G.V.K.’nun 74’üncü maddesinde sayılan gerçek gider unsurlarından hiçbirini ayrıca indirime konu edemeyeceklerdir. Götürü gider usulünü seçmek mükelleflerin tercihine bırakılmıştır. Mükellefler gerçek veya götürü gider usullerinden lehlerine olanı seçmekte serbesttirler. Gerçek gider usulünü seçenler istedikleri dönemde götürü gider usulüne dönebilirken, götürü gider usulünü kabul edenler iki yıl geçmedikçe bu usulden dönemezler. Götürü gider usulü mükelleflerin sahip oldukları tüm gayrimenkuller için (Haklar hariç) bir bütün olarak uygulanır. Yani mükellefler sahip oldukları gayrimenkullerin safi iradının tespitinde bir kısım gayrimenkulleri için götürü gider usulünü, diğer kısmı için ise gerçek gider usulünü uygulayamazlar. Götürü gider usulü uygulamasından sahip oldukları gayrimenkulleri hem mesken ve hem de işyeri olarak kiraya verenler yararlanabileceklerdir. Hakların kiralanmasından elde edilen safi iradın tespitinde ise götürü gider usulü uygulanmayacaktır. 7. GAYRİMENKUL SERMAYE İRADI İSTİSNASI Son olarak 2012 yılında elde edilen mesken kira gelirleri için uygulanacak olan şekliyle; Gelir Vergisi Kanunu’nun 21’inci maddesi hükmüne göre; “Binaların mesken olarak kiraya verilmesinden bir takvim yılı içinde elde edilen hâsılatın o yıl için belirlenmiş tutardaki kısmı (2012 yılı için 3.000 TL, 2013 yılı için 3.200 TL .) gelir vergisinden müstesnadır. İstisna haddi üzerinde hasılat elde edilip, beyan edilmemesi veya eksik beyan edilmesi halinde, bu istisnadan yararlanılamaz. Ticari, zirai veya mesleki kazancını yıllık beyanname ile bildirmek mecburiyetinde olanlar ile gelirleri bunlar tarafından bildirilecek olanlar bu istisnadan faydalanmazlar.” 7.1. Gayrimenkul Sermaye İradı İstisnasından Yararlanamayacak Olanlar Aşağıda sıralayacağımız mükellefler diğer şartları taşısalar dahi gayrimenkul sermaye iradı istisnasından yararlanamazlar. 1. Ticari, zirai veya mesleki kazancını yıllık beyanname ile bildirmek zorunda olanlar; Bu kapsamda yıllık beyanname vermek durumunda olan kollektif şirket ortakları ile adi ve eshamlı komandit şirketlerin komandite ortakları da bu istisnadan faydalanamayacaktır. 2. Gelirleri yukarıda sayılanlar tarafından bildirilecek olanlar; 4369 sayılı Kanunla, Gelir Vergisi Kanunu’nun 93’üncü maddesinde bulunan ve tam mükellefiyette eşler ile velayet altındaki çocukların yıllık beyanname ile bildirilmesi gereken gelirlerinin aile reisi tarafından bildirileceğini hüküm altına alan “Aile Reisi Beyanı” uygulamasına son verilmesi ile Gelir Vergisi Kanunu’nun 21’inci maddesi hükmünün ikinci fıkrasındaki hükmün uygulama alanı kalmamıştır. Dolayısıyla bu istisna ailenin her bir ferdi için diğer şartlar da mevcut ise ayrı ayrı uygulanacaktır. 3. Mesken dışında kiraya verilen binalardan elde edilen gelirler; Bu istisnadan sadece binaların mesken olarak kiraya verilmesi durumunda yararlanılabilecek, binaların işyeri, muayenehane, mağaza, depo v.b. şekillerde kiraya verilmesi durumunda tevkif suretiyle vergilendirme yapılacak ve istisnadan faydalanılamayacaktır. 4. İstisna haddi üzerinde hasılat elde edip beyan etmeyenler veya eksik beyan edenler; Gelir Vergisi Kanunu’nun 21’inci maddesinde 4369 sayılı Kanunla yapılan değişiklik ile, istisna haddi üzerinde hasılat elde edilip beyan edilmemesi veya eksik beyan edilmesi halinde, gayrimenkul sermaye iradı istisnasından yararlanılamayacağı hüküm altına alınmış, bu şekilde binaların mesken olarak kiraya verilmesinden elde edilen hasılatın tam olarak ve zamanında beyanı teşvik edilmiştir. Ancak, Maliye Bakanlığınca yayınlanan 10.02.1999 Tarih ve 1999/2 No’lu Gelir Vergisi Kanunu İç Genelgesinde de açıklandığı üzere, idarece herhangi bir tespit yapılmadan önce süresinde beyan etmedikleri veya süresinde verdikleri beyannamede yer almayan mesken kirası gelirlerini kendiliklerinden ve süresinden sonra verecekleri beyanname ile beyan edenler de bu istisnadan yararlanabileceklerdir. 5. Sahip olunulan birden fazla konut dolayısıyla kira geliri elde edilmiş ise istisna yalnızca bir kez uygulanabilir. Örneğin; bir şahıs sahip olduğu 5 daireyi kiraya vermişse her bir konut için elde ettiği kira gelirleri için ayrı ayrı değil, tüm kira geliri üzerinden bir kez (2012 yılı için 3.000 TL) istisnadan yararlanabilecektir. Benzer bir şekilde geçmiş yıllara ve bu yıla ait olmak üzere birden fazla yıla ilişkin kiranın tamamının 2012 yılında tahsil edildiği durumda da aynı şekilde tüm kira gelirleri üzerinden bir kez (2012 yılı için 3.000 TL) istisnadan yararlanabilecektir. 6. Kira geliri elde edilen meskene birden fazla kişi ortak ise 3.000 TL.’lik istisna her bir ortak için ayrı ayrı uygulanabilecektir. Dolayısıyla örneğin mesken olarak kiraya verilen bir binaya tapu kayıtlarına göre iki kardeş müştereken sahip ise kardeşlerden her biri hisselerine isabet eden kira hasılatlarından, 3.000 TL.’lik istisna tutarını ayrı ayrı düşebileceklerdir.Karı-koca adına müştereken tapuda tescilli gayrimenkuller içinde aynı durum geçerlidir. 7.2. Basit Usule Tabi Mükelleflerin Gayrimenkul Sermaye İradı İstisnasından Yararlanıp Yararlanamayacağı Gelir Vergisi Kanunu’nun 4369 sayılı Kanunla değişik 46’ncı maddesinin ikinci fıkrasına göre; basit usulde vergilendirilenler, kazancın tespiti ve V.U.K.’ nun defter tutma hükümleri hariç, bildirme, vesikalar, muhafaza, ibraz, diğer ödevler ve ceza hükümleri ile Vergi Usul Kanunu ve diğer kanunlarda yer alan ikinci sınıf tüccarlar hakkındaki hükümlere tabidirler. Dolayısıyla, bu hüküm çerçevesinde ticari kazancını basit usulde tespit edenler, yıllık beyanname vermek zorunda olduklarından daha önce yaptığımız açıklamalara göre gayrimenkul sermaye iradı istisnasından yararlanamayacaklardır. 7.3. Gayrimenkul Sermaye İradı İstisnasına İlişkin Uygulama Örneği Örnek 1: Nuray hanım 2012 yılı içerisinde mesken olarak kiraya verdiği evinden 9.000 TL kira elde etmiştir. Götürü gider usulünü seçen bu mükellefin beyan edeceği gayrimenkul sermaye iradı aşağıdaki şekilde hesaplanabilir. TUTAR (TL) Gayrisafi Kira Hasılatı 9.000 G.M.S.İ. İstisnası (-) (-) 3.000 Kalan 6.000 Götürü Gider Tutarı (6.000 x %25) (-)1.500 Beyan Edilecek G.M.S.İ 4.500 Nuray hanımın 2012 yılı içerisinde mesken olarak kiraya verdiği evinden elde ettiği kira hasılatını 9.000 TL olarak değil de 6.000 TL olarak beyan ettiğinin daha sonra yapılan bir vergi incelemesinde tespit edilmiş olması durumunda ise gelir vergisine tabi gayrimenkul sermaye iradı aşağıdaki şekilde hesaplanacaktır.(Bu durumda mükellef G.M.S.İ. İstisnasından yaralanamaz.) TUTAR (TL) Gayrisafi Kira Hasılatı 9.000 Götürü Gider Tutarı (8.600 x %25) (-) 2.250 Beyan Edilecek G.M.S.İ 6.750 Bu durumda mükellefin istisnadan yararlanmak suretiyle verdiği kendi beyanı üzerinden hesaplanan vergi ile yukarıdaki matrah üzerinden hesaplanan arasındaki fark kadar vergi ziyaı doğmuş olacak ve bu tutar vergi ziyaı cezası ile gecikme faizi uygulanmak suretiyle mükelleften tahsil edilecektir. Ancak bu durum mükellefin izleyen yıllarda istisnadan yararlanmasına engel değildir. Örnek 2 : Mükellef Esra KAYA, Adana’da bulunan dairesini konut olarak kiraya vermesi sonucu, 2012 yılında 24.000 Türk Lirası kira geliri elde etmiştir. Beyana tabi başka geliri olmayan mükellef, gerçek gider yöntemini seçmiş olup, bu konut ile ilgili gerçek giderleri toplamı 10.000 Türk Lirasıdır. Gerçek gider usulünü seçen mükellefler, vergiden istisna edilen kısma isabet eden giderleri hasılatlarından indiremeyecekler, sadece vergiye tabi hasılata isabet eden giderleri indirebileceklerdir. Vergiye tabi hasılata (24.000 – 3.000) isabet eden gider aşağıdaki formüle göre hesaplanacaktır. Vergiye Tabi Hasılat x Toplam Gider 21.000 TL x 10.000 TL = 8.750 TL Toplam Hasılat 24.000 TL Mükellefin kira gelirine ilişkin gelir vergisi aşağıdaki gibi hesaplanacaktır. TUTAR (TL) Gayrisafi Kira Hasılatı 24.000 G.M.S.İ. İstisnası (-) (-) 3.000 Kalan 21.000 İndirilebilecek Gerçek Gider Tutarı 8.750 Beyan Edilecek G.M.S.İ 12.250 7.4. Gayrimenkul Sermaye İradı İstisnası Uygulamasında 2013 Yılı Değişiklikleri Son olarak 15.06.2012 tarih ve 28324 sayılı Resmi Gazete'de yayınlanarak yürürlüğe giren 6322 sayılı Kanunun 5. Maddesi ile 1/1/2013 tarihinden itibaren elde edilen hasılata uygulanmak üzere; Gelir Vergisi Kanunu'nun 21 inci maddesinin ikinci fıkrasında yer alan “gelirleri bunlar tarafından bildirilecek olanlar” ibaresi “istisna haddinin üzerinde hasılat elde edenlerden, beyanı gerekip gerekmediğine bakılmaksızın ayrı ayrı veya birlikte elde ettiği ücret, menkul sermaye iradı, gayrimenkul sermaye iradı ile diğer kazanç ve iratlarının gayri safi tutarları toplamı 103 üncü maddede yazılı tarifenin üçüncü diliminde ücret gelirleri için yer alan tutarı ( 94.000 TL) aşanlar” şeklinde değiştirilmiştir. Bilindiği üzere binaların konut olarak kiraya verilmesinden bir takvim yılı içinde elde edilen hasılatın her yıl belirlenen kısmı gelir vergisinden istisna tutulmaktadır. Mevcut uygulamada maddede yer alan diğer tüm şartları taşısa dahi ticari, zirai veya mesleki kazancını yıllık beyanname ile bildirmek mecburiyetinde olanlar ise bu istisnadan yararlanamamaktadır. 6322 Sayılı Kanunun 5. maddesiyle Gelir Vergisi Kanunun 21. maddesinde yapılan değişiklikle 01.01.2013 tarihinden itibaren geçerli olmak üzere ticari, zirai veya mesleki kazancını yıllık beyanname ile bildirmek mecburiyetinde olanların yanı sıra belli bir tutarın üzerinde ücret, menkul sermaye iradı, gayrimenkul sermaye iradı ile diğer kazanç ve irat elde edenlerin de söz konusu istisnadan yararlanma imkanı kaldırılmıştır. İstisnadan yararlanılabilmesi için konut kira geliri elde eden kişilerin ayrı ayrı veya birlikte elde ettikleri ücret, menkul sermaye iradı, gayrimenkul sermaye iradı ile diğer kazanç ve iratların gayrisafi tutarlarının toplamının Gelir Vergisi Kanunun 103. maddesinde yazılı gelir vergisi tarifesinin ücret gelirleri için belirlenmiş üçüncü gelir diliminde ( %27 oranında vergiye tabi olan dilim) yer alan tutarı aşmaması gerekmektedir. Bu kapsamda 2013 yılında beyana tabi olsun ya da olmasın 2013 yılında ücret gelirleri için belirlenmiş tarifenin üçüncü gelir diliminde yer alan tutar olan 94.000 TL'yi aşan tutarda ücret, menkul sermaye iradı, gayrimenkul sermaye iradı ile diğer kazanç ve irat elde edenler de elde ettikleri gelirlerin beyana tabi olup olmadığına bakılmaksızın konut kira gelirleri için uygulanan istisnadan yararlanamayacaklardır. Buna göre istisna miktarının üzerinde konut kira geliri elde edenlerin diğer gelirlerin toplamına göre değerlendirmesi yapılırken, bu gelirlerin beyanın gerekip gerekmediğine de bakılmayacaktır. Yeni düzenleme 2012 yılında elde edilen konut kira geliri istisnası uygulamasına etki etmeyecek, bahse konu uygulama 2013 yılından itibaren elde edilecek konut kira gelirleri geçerli olacaktır. Kanun koyucunun konut kira geliri istisnasından yararlanacakların belirlenmesinde böyle bir değişiklik yapmasının nedeni ise; istisnanın getiriliş amacına ters düşen uygulamaların engellenmesidir. Şöyle ki; Gelir Vergisi Kanunu'nun 21. maddesinde düzenlenmiş olan istisna, verginin kira fiyatlarına olumsuz etkisinin giderilmesini ve konut edinimini teşvik etmeyi amaçlamaktaydı. Bunun temel nedeni ise, konut arzındaki yetersizlikti. İstisna uygulaması ile aynı zamanda kira geliri elde edenlerin belli şartlar altında hiç vergi ödememesi ya da az vergi ödemesinin sağlanması hedeflenmekteydi. Örneğin, emekli ikramiyesiyle bir ev alıp kiraya veren ve emekli maaşı dışında bir geliri olmayan kimseler böylelikle korunmuş olacaktı. Ancak; bir yandan gayrimenkullerin konut olarak kiraya verilmesini diğer yandan da kira geliri dışında başka geliri olmayan kimselerin korunmasını sağlayan bu istisna uygulamada istenildiği gibi çalışmadı. İstisnadan yararlanma şartları olarak ortaya konulan; “ticari, zirai ve mesleki kazanç dolayısıyla gerçek usulde gelir vergisine tabi olmama” koşulunun, uygulamada ciddi haksızlıklar ortaya çıkardığı zamanla anlaşıldı. Bu noktada, örneğin kira geliri elde eden küçük esnaf gerçek usulde gelir vergisine tabi olduğu için istisnadan yararlanamazken; astronomik miktarda temettü elde eden şirket ortakları istisnadan yararlanabiliyorlardı. Dolayısıyla 6322 sayılı Kanun ile Gelir Vergisi Kanunun 21. maddesinde yapılan değişiklik ile vergilemede adalet ilkesine aykırı olan bu durumun engellenmesi ve istisnanın nispeten düşük gelirli olanların konut kira gelirlerine uygulanması amaçlanarak bu düzenleme yapılmıştır. 8. TEVKİF SURETİYLE VERGİLENDİRİLEN GAYRİMENKUL SERMAYE İRATLARININ BEYAN ESASLARI Bilindiği üzere Gelir Vergisi Kanunu’nun 94/5. maddesi hükmü çerçevesinde gayrimenkulleri işyeri olarak kiralayan kişi ve kuruluşlar, kira ödemeleri üzerinden gelir vergisi kesintisi yapacaklardır. Yani işyerinin kiracıları, ödeyecekleri kira üzerinden vergi keseceklerdir. Kimlerin vergi kesintisi yapmak zorunda olduğu Gelir Vergisi Kanununun 94 üncü maddesinde sayılmıştır. Buna göre işleriyle ilgili olarak yapmış oldukları ödemelerden vergi kesintisi (tevkifat) yapmak zorunda olanlar şunlardır. - Kamu idare ve müesseseleri, - İktisadî kamu müesseseleri, - Sair kurumlar, - Ticaret şirketleri, - İş ortaklıkları, - Dernekler, vakıflar, dernek ve vakıfların iktisadî işletmeleri, - Kooperatifler, - Yatırım fonu yönetenler, - Gerçek gelirlerini beyan etmeye mecbur olan ticaret ve serbest meslek erbabı, - Zirai kazançlarını bilanço veya ziraî işletme hesabı esasına göre tespit eden çiftçiler. Kiracı olan bu kişi ve kuruluşlar, yaptıkları kira ödemelerinin brüt tutarı üzerinden %20 oranında gelir vergisi kesintisi yapmak zorundadırlar. Bu vergi kesintisi, gelecek aylara veya yıllara ait olmak üzere peşin ödenen kira bedeli üzerinden de yapılacaktır. Örneğin; 3 aylık veya 2 yıllık işyeri kirası peşin tahsil edildiğinde, bu durumda peşin tahsil edilen kiranın tamamı vergi kesintisine tabi tutulacaktır. Ancak, gayrimenkulü kiralayan mükellef basit usulde vergiye tabi ise; kira ödemesi üzerinden her hangi bir vergi kesintisi yapılmaz. Bu durumda gayrimenkulden elde edilen kira geliri ikinci şekilde vergilendirilir. Yani yıllık beyanname ile beyan edilir. Kiraya verilen gayrimenkulün hem mesken ve hem de işyeri olarak kullanılması halinde ise; kiralanan yerin tamamı veya bir kısmı işyeri olarak kullanıldığı sürece, kira bedelinin tamamı vergi kesintisine tabi olacaktır. Diğer taraftan Gelir Vergisi Kanunu’nun 4842 sayılı Kanunun 9'uncu maddesiyle değişen “Toplama Yapılmayan Haller” başlıklı 86’ncı maddesinin 1/c bendi hükmüne göre; tam mükellefiyette vergiye tabi gelirin; sadece gayrisafi tutarları toplamı G.V.K ’ nun 103 üncü maddede yazılı tarifenin ikinci gelir diliminde yer alan tutarı ( 2012 Yılı için 25.000 TL) aşmayan Türkiye'de tevkifata tâbi tutulmuş olan gayrimenkul sermaye iratlarından oluşması halinde beyanname verilmeyecek ya da diğer gelirler nedeniyle beyanname verilse dahi bu gelirler beyannameye dahil edilmeyecektir. Bu tutarın aşılması halinde ise 25 Mart 2012 akşamına kadar beyanname verilecek ve verilen beyanname üzerinden hesaplanacak gelir vergisinden daha önce tevkif suretiyle kesilen vergiler mahsup edilecektir. Beyan sınırı olan 25.000 TL.’lik haddin hesabında dikkat edilmesi gereken ve özellik gösteren önemli bir konu ise, bu haddin aşılıp aşılmadığının hesabında her ne kadar kanun metnine bakıldığında tevkif suretiyle vergilendirilmiş tutarın, bir başka deyişle işyeri kira gelirlerinin toplamının esas alınacağı anlaşılsa da Maliye Bakanlığının bu konudaki yorumu farklı olduğu hususudur. Bu konuya ilişkin açıklamaların yer aldığı 220 seri no’ lu Gelir Vergisi Genel Tebliğinin 4. bölümünün 34 no’lu paragrafında “elde ettiği mesken kirası gelirinin istisna haddini aşan tutarı ile vergi kesintisine tabi işyeri kira gelirinin toplamı 25.000 TL.’yi (2012 yılı için) aşan gayrimenkul sermaye iradı sahiplerininbeyanname verecekleri yönünde belirleme yapılmıştır. Nitekim, gerek aynı tebliğin 7. bölümünde yer alan 5 no’lu örnek ve gerekse Gelir İdaresi Başkanlığınca yayınlanan beyanname düzenleme rehberlerinde yer alan örnekler tebliğde yapılan açıklamalara paralellik göstermektedir. Konuyu bir örnekle açıklayacak olursak; Bir mükellefin 2012 yılı içinde mesken olarak kiraya vermiş olduğu gayrimenkulünden 12.000 TL., işyeri olarak kiraya vermiş olduğu bir başka gayrimenkulünden ise 20.000 TL. kira hasılatı elde ettiği bir durumda, tevkif suretiyle vergilendirilmiş bulunan brüt işyeri kira hasılatı 25.000 TL’lik beyan sınırının altında kalmakla birlikte, mesken kirası hasılatının istisna haddini aşan kısmı 9.000 TL. ile işyeri kirasının toplamı olan 29.000 TL. 86’ncı maddede yer alan 25.000 TL’lik beyan sınırını aştığından, bu gelirlerin tamamı beyana konu edilecektir. Ancak beyanname üzerinden hesaplanan vergiden işyeri kirasından kesilen vergiler mahsup edilecektir. Diğer taraftan, 2012 takvim yılında elde edilen işyeri kira gelirlerinin brüt tutarının 25.000 TL’yi aşması halinde, yıllık beyanname verilecektir. Ancak, bu durumda daha önce kesinti yoluyla ödenen vergiler beyanname üzerinden mahsup edilecektir. Bu çerçevede gerçek kişilerce elde edilen gelirin işyeri kirasından ibaret olduğu durumda aşağıda yer alan tablonun tetkikinden de görüleceği üzere 25.000 TL’ye kadar hiç beyanda bulunulmayacak, elde edilen brüt kira tutarının 25.001 TL - 110.240 TL arasında olduğu durumda ise beyanname verilmesine karşın, ödenecek vergi doğmamaktadır. 2012 YILINDA ELDE EDİLEN İŞYERİ KİRALARININ BEYANI VE VERGİLENDİRİLMESİNE İLİŞKİN TABLO (TL) Yıllık Kira Geliri (Brüt) Gelir Vergisi Stopajı (% 20) Götürü Gider Tutarı (% 25) Gelir Vergisi Matrahı Hesaplanan Vergi İade Edilecek Vergi Ödenecek Vergi 001-25.000 BEYAN YOK 25.001 5.000,20 6.250,25 18.750,75 3.250,15 1.750,05 - 40.000 8.000 10.000 30.000 5.850,00 2.150,00 - 60.000 12.000 15.000 45.000 9.900,00 2.100,00 - 80.000 16.000 20.000 60.000 14.110,00 1.890,00 - 100.000 20.000 25.000 75.000 19.360,00 640,00 - 110.000 22.000 27.500 82.500 21.985 15 - 110.240 22.048 27.560 82.680 22.048 - - 120.000 24.000 30.000 90.000 24.610 - 610 9. TUTARI 1.290 TL’YE KADAR OLAN TEVKİFATA VE İSTİSNA UYGULAMASINA KONU OLMAYAN GAYRİMENKUL SERMAYE İRATLARI BEYAN DIŞI KALACAKTIR. Gelir Vergisi Kanunu’nun 86’ncı maddesine 4842 sayılı Kanunla eklenen 1/d bendi hükmüne göre;“Bir takvim yılı içinde elde edilen ve toplamı 2012 yılı için 1.290 TL’yi aşmayan, tevkifata ve istisna uygulamasına konu olmayan menkul ve gayrimenkul sermaye iratları” beyan dışı bırakılmıştır. Yapılan düzenleme ile geçmişteki uygulamada tevkifata tabi olmayan ve tutarı ne olursa olsun beyan edilmesi gereken gayrimenkul sermaye iratlarının beyanı, belirli bir tutarın aşılması halinde söz konusu olmaktadır. Vergi sistemimize ilk kez 4842 sayılı Kanunla giren bu düzenleme ile çok küçük gelirler için beyanname verilmesi zorunluluğu da kaldırılmış, mükellef ve vergi dairesi gereksiz ve verimsiz işlerden kurtarılmıştır. Konuya örnek olarak basit usulde ticari kazanç sahiplerine işyeri olarak kiraya verilen binalardan elde edilen gayrimenkul sermaye iratlarını vermemiz mümkündür. Bilindiği üzere basit usulde vergiye tabi mükellefler yapmış oldukları ödemelerden tevkifat yapmamakta, bina işyeri olarak kiraya verildiği içinde herhangi bir istisnadan da yararlanamamaktadır. Dolayısıyla bu kapsamda elde edilen gelir tutarı 1.290 TL’yi aşmadığı sürece beyan edilmeyecek, 1.290 TL’yi aştığı takdirde ise 1.290 TL’lik kısımda dahil olmak üzere elde edilen gelirin tamamı beyan edilecektir. 10. YURT DIŞINDA ÇALIŞAN VATANDAŞLARIMIZIN DURUMU G.V.K.’nun 6. maddesinde Türkiye’de yerleşmiş olmayan gerçek kişilerin sadece, Türkiye’de elde ettikleri kazanç ve iratlar üzerinden vergilendirilecekleri hüküm altına alınmıştır. Bu kapsamda 210 no’lu Gelir Vergisi Genel Tebliğinde yapılan açıklamalar çerçevesinde; çalışma veya oturma izni alarak altı aydan daha fazla bir süredir yurt dışında yaşayan Türk vatandaşlarının Türkiye’de elde ettikleri kazanç ve iratları bakımından dar mükellefiyet esasında vergilendirilmeleri uygun görülmüştür. Dolayısıyla yabancı ülkelerde çalışan Türk işçileri dar mükellefiyet kapsamında vergilendirildiğinden Gelir Vergisi Kanunu’nun “Toplama Yapılmayan Haller” başlıklı 86’ncı maddesinin ikinci fıkrası hükmüne göre Türkiye’de elde ettikleri vergi kesintisine tabi gayrimenkul sermaye iratları (işyeri kiraları) için tutarı ne olursa olsun beyanname vermeyecekler, buna karşın Türkiye’de elde ettikleri ve vergi kesintisine tabi tutulmamış gayrimenkul sermaye iratlarının tamamını (mesken kira gelirlerinin 3.000 TL’lik istisna tutarını aşan kısmını) ise beyan edeceklerdir. 11. GAYRİMENKUL KİRALAMALARINDA ZARAR DOĞMASI HALİ Gelir Vergisi Kanunu’nun 88. maddesi hükmü çerçevesinde, gayrimenkul sermaye iratlarının hesabında gider fazlalığı dolayısıyla doğan zararların diğer gelir unsurlarından doğan kazançlardan mahsup edilmesi mümkün bulunmaktadır. Bunun birinci istisnası Gelir Vergisi Kanunu’nun 74’üncü maddesinin 10. bent hükmü çerçevesinde sahibi bulundukları konutları kiraya verenlerin elde ettikleri hasılattan, kira ile oturdukları konutun kira bedeli düşmeleri sonucunda zarar doğması hali olup, aynı bendin parantez içi hükmünde yer alan özel düzenleme çerçevesinde bu nedenle doğan zararın diğer gelir unsurlarından doğan kazançlardan mahsup edilmesi mümkün bulunmamaktadır. Aynı şekilde Gelir Vergisi Kanunu’nun 74’üncü maddesinin 4. bent hükmü çerçevesinde gayrimenkullerin iktisap bedelinin % 5’inin indirimi sonucunda doğan zararında diğer gelir unsurlarından doğan kazançlardan mahsup edilmesi mümkün bulunmamaktadır. Kiraya verilen gayrimenkullerin sermaye değerlerinde meydana gelen eksilmelerde gider veya zarar olarak kabul edilmeyecektir. 12. GAYRİMENKUL SERMAYE İRATLARININ BEYAN EDİLMEMESİNİN VEYA EKSİK BEYAN EDİLMESİNİN MÜEYYİDELERİ ♦ Konutlardan elde edilen kira gelirleri beyan edilmez veya eksik beyan edilirse, 3.000 TL’lik istisnadan yararlanılamaz. ♦ Beyan edilmesi gereken kira gelirinin bildirilmemesi halinde, mükellef adına iki kat I’inci derece usulsüzlük cezası kesilir ve gelir takdir komisyonunca takdir edilir. ♦ Takdir edilen gelir üzerinden, gelir vergisi ile vergi ziyaı cezası hesaplanır. Ayrıca gecikilen her ay için gecikme faizi talep edilir. ♦ Bu şekilde tahakkuk eden vergi, ceza ve gecikme faizinin tahakkuk tarihinden itibaren bir ay içinde ödenmesi zorunludur. Ödenmediği takdirde, vergi dairesince ayrıca her ay için (Ay kesirlerine isabet eden gecikme zammı günlük olarak hesap edilir.) ayrı ayrı gecikme zammı hesaplanmak suretiyle cebren tahsil yoluna gidilir. ♦ Geçmiş takvim yıllarına ait kira gelirlerini ilgili beyan döneminde hiç beyan etmeyen veya eksik beyan eden kira geliri sahibinin bu gelirlerini, Vergi Usul Kanunu’nda yer alan Pişmanlık ve Islah hükümlerinden yararlanarak beyan etmeleri mümkündür. Kira gelirlerini pişmanlık yoluyla beyan eden mükellefler istisnadan yararlanacak ve Vergi Usul Kanunu hükümlerine göre vergi cezaları kesilmeyecektir. Bu mükellefler hakkında sadece pişmanlık zammı uygulanacaktır. [1] Maliye Bakanlığı Gelir İdaresi Başkanlığı'nca verilen 13.07.2011 tarih ve B.07.1.GİB.4.34.16.01-GVK 74-962 sayılı mukteza. [2] Maliye Bakanlığı Gelir İdaresi Başkanlığı'nca verilen 15.07.2011 tarih ve B.07.1.GİB.4.34.16.01-GVK 74-984 sayılı mukteza. Kaynak: www.MuhasebeTR.com (Bu makale yazılı veya elektronik ortamda kaynak göstermeden yayınlanamaz)





Engin Malay
Serbest Muhasebeci Mali Müşavir





Ücret Gelirlerinin Beyanı

Tarih: 13.03.2013

Yıllık gelir vergisi beyannamesi ile beyan edilmesi gereken kazançlardan bugün, ücret kazançlarının beyanını ele alacağız.

Önce ücretin tanımına bir göz atalım:

Gelir Vergisi Kanunu’nun 61’inci maddesinde ücret; “İşverene tabi ve belirli bir işyerine bağlı olarak çalışanlara hizmet karşılığı verilen para ve ayınlar (hizmet karşılığının mal olarak verilmesi) ile sağlanan ve para ile temsil edilebilen menfaatlerdir. “ olarak tarif edilmektedir.

Gerçek kişilerin bir takvim yılı içinde elde etmiş oldukları ücret gelirleri gelir vergisine tabidir. Ücret bedensel ya da zihinsel bir emek karşılığında işverenden elde edilen hasılayı ifade eder.

Bu hasıla para şeklinde olabileceği gibi, ayni (hizmet karşılığının mal olarak verilmesi) veya para ile temsil edilebilen menfaat şeklinde de olabilir. 61’inci maddenin devamında; “…Ücretin ödenek, tazminat, kasa tazminatı, mali sorumluluk tazminatı, tahsisat, zam, avans, aidat, huzur hakkı, prim, ikramiye, gider karşılığı veya başka adlar altında ödenmiş olması veya bir ortaklık ilişkisi niteliğinde olmamak şartı ile kazancın belli bir yüzdesi şeklinde tayin edilmiş bulunması bile ücretin niteliğini değiştirmez.” denmektedir.

Gelir Vergisi Kanunu’nun 86’ncı maddesine göre; tek işverenden alınan ve tevkifata tabi tutulmuş ücretlerin ayrıca yıllık gelir vergisi beyannamesinde beyan edilmez.

Bu durum birden fazla işverenden alınan ücretler için farklılık arzetmektedir.

Şöyle ki;

* Birden fazla işverenden alınan ve kesinti yoluyla vergilendirilen ücretlerden, birinciden sonraki işverenden alınan ücretlerin toplamı 25.000 TL’yi aşan ücretler,

* Ücretlerini yabancı bir memleketteki işverenden doğrudan doğruya alan hizmet erbabı,

* İstisnadan faydalanmayan yabancı elçilik ve konsolosluk memur ve hizmetlileri,

* Maliye Bakanlığı’nca yıllık beyanname ile bildirilmesi gerekli görülen ödemeler,

* Kesinti yoluyla vergilendirilmeyen yukarıda sayılanlar dışında kalan ücretler, beyana tabiidir.

Birden fazla işverenden alınan ücretlerde durum:

Birden fazla işverenden ücret alan ve birinciden sonraki işverenden aldıkları ücretlerin toplamı Gelir Vergisi Kanunu’nda yazılı tarifenin ikinci gelir diliminde yer alan tutarı (2012 yılı için bu tutar 25.000 TL’dir.) aşmayan mükelleflerin, tamamı kesinti yoluyla vergilendirilmiş ücretleri beyanname kapsamı dışında tutulmuştur.

Bu durumda birinciden sonraki işverenden aldıkları ücretlerin toplamı 25.000 TL’yi aşması durumunda, ücretlerin tamamı (ilk işverenden alınan ücrette dahil olmak üzere) yıllık beyannameye dahil edilecektir. Birden fazla işverenden ücret alınması halinde, birinci işverenden alınan ücretin hangisi olacağı serbestçe belirlenebilecektir.

Kesintiye tabi tutulmamış ücret gelirleri için, (diğer ücretler hariç) tutarı ne olursa olsun yıllık beyanname verilecektir.

Kaynak:Yenigün Gazetesi
(Bu makale yazılı veya elektronik ortamda kaynak göstermeden yayınlanamaz. Kaynak göstermeden yayınlayanlar hakkında yasal işlem yapılacaktır .)


İsmail DÜLGER
Yeminli Mali Müşavir
ismaildulger63@mynet.com







 

Eşin İşyerinde Ücretli / Ücretsiz Çalıştırılması Durumunda Sorumluluklar

Tarih: 04.04.2013

Ülkemizde esnaf-sanatkarlar olarak tabir edilen gelir vergisi mükellefleri rekabet ortamı da dikkate alındığında;ekonomik faaliyetlerini sürdürürken işçi çalıştıracak gelir elde edemediklerindengeçimlerini sağlamak için fedakar eşlerini de işyerlerinde ücretsiz çalıştırmaktadırlar.

Gelir Vergisi kanununun 61 inci maddesinde ; “ Ücret, işverene tabi ve belirli işyerine bağlı olarak çalışanlara hizmet karşılığı verilen para ve ayınlar ile sağlanan ve para ile temsil edilebilen menfaatler olarak tanımlanmıştır.

Ücretin ödenek,tazminat,kasa tazminatı,(mali sorumluluk tazminatı) tahsisat, zam, avans,aidat,huzur hakkı,prim,ikramiye, gider karşılığı veya başka adlar altında ödenmiş olması veya bir ortaklık münasebeti niteliğinde olmamak şartı ile kazancın belli bir yüzdesi şeklinde tayin edilmiş bulunması onun mahiyetini değiştirmez” hükmü yer almıştır.

Gelir vergisi kanununun 94 üncü maddesin birinci fıkrasının birinci bendinde ise hizmet erbabına ödenen ücretler ile 61.Madde de yazılı olup, ücret sayılan ödemelerden istisnalardan faydalananlar hariç) 103 ve 104 üncü maddelere göre gelir vergisi tevkifatı yapılacağı hüküm altına alınmıştır.

Aynı kanunun 96 ıncı maddesinde “ vergi tevkifatı, 94 üncü madde uyarınca nakden ve hesaben yapılan ödemelere uygulanır.Hesaben ödeme deyimi, vergi tevkifatına tabi kazanç ve iratları ödeyenleri istihkak sahiplerine karşı borçlu durumda gösteren her türlü kayıt ve işlemleri ifade eder.” Hükmü yer almakta olup, aynı kanununu 98. Maddesinde 94.cü maddeye göre tevkifat yapmak zorunda olanların beyanname verme süreleri belirtilmiştir.

Yukarıda yapılan açıklamalar dikkate alındığında,gelir vergisi mükellefinin (ticari, zirai kazanç elde eden) faaliyetini sürdürdüğüişyerinde veya şubesinde eşini çalıştırması eşine nakden veya hesaben herhangi bir aylık veya ücret ödememesi ve eşi adına Sosyal Güvenlik kurumuna sigorta pirimi ödememesi durumunda ortada nakden veya hesaben yapılan bir ödeme olmadığından gelir vergisi tevkifatı yapılmasıve muhtasar beyanname verilmesi söz konusu olmayacaktır.

Bilindiği üzere, Gelir Vergisi Kanununun 41 inci maddesinde gider kabuledilmeyen ödemeler belirlenmiştir. Buna göre ticari, zirai kazanç elde eden gelir vergisi mükelleflerinin eşlerini fiilen işte çalıştırarak nakden veya hesaben ücret ödemeleri veya sigorta primleriniödemeleri halindeise vergi tevkifatı yapmak, muhtasar beyanname ile beyan etmek ve ödediği ücretinve işveren sigorta primlerininGVK 41 inci maddesinin 2.ci bendi (“Teşebbüs sahibinin kendisine, eşine, küçük çocuklarına işletmeden ödenen aylıklar, ücretler, ikramiyeler, komisyonlar ve tazminatlar kanunen kabul edilmeyen gider olarak kabul edilecektir.”) uyarınca kanunen kabul edilmeyen gider olarak defter kayıtlarına intikal ettirilmesi gerekmektedir. Serbest meslek kazancı elde eden mükellefler için eşe ödenen ücretin gider yazılmasını engelleyen hüküm bulunmamaktadır.(G.V.K.mad.68)

5510 sayıl Sosyal Sigortalar ve Genel sağlık Sigortası kanununun 6 ıncı maddesinde ise sigortalı sayılmayacaklar belirlenmiş olup, 6 ıncı maddenin (a) bendinde “işverenin işyerinde ücretsiz çalışan eşinin sigortalı sayılmayacağı hüküm altına alınmıştır.

Bu durumda işverenin eşi işyerinde ücret karşılığı fiilen çalışıyor ise ücret ve sigorta ödemelerinin yasal defter kayıtları ve belgelere intikal ettirilmesi gerekmektedir.

Kaynak: www.MuhasebeTR.com 
(Bu makale yazılı veya elektronik ortamda kaynak göstermeden yayınlanamaz. Kaynak göstermeden yayınlayanlar hakkında yasal işlem yapılacaktır.)



                       
                        Doç. Dr. Adnan GERÇEK

                        Uludağ Üniversitesi

                        İ.İ.B.F. Maliye Bölümü Öğretim Üyesi

                       


 

                     


















 







 












 






Yeni BES’in
Getirdikleri

 

Tarih: 09.04.2013

I. GİRİŞ

Ülkemizde on yıldır uygulanan
bireysel emeklilik sisteminin temel amacı; kamunun sosyal güvenlik sisteminin
tamamlayıcısı olarak, bireylerin emekliliğe yönelik tasarrufların yatırıma
yönlendirilmesi ile emeklilik döneminde ek bir gelir sağlanması, ekonomiye uzun
vadeli kaynak yaratılarak devletin emeklilik sistemine ilişkin yükünün
hafifletilmesidir. Bu nedenle sistemin başarılı olması için devlet tarafından
vergi avantajları şeklinde bireysel ve kurumsal teşvikler sağlanmış, ancak
istenen başarı yakalanamamıştır. Bireysel emeklilik sisteminin yeniden
düzenlenmesi ihtiyacının ortaya çıkması sonucunda 6327 sayılı Kanun ile bireysel
emeklilik sisteminde temel değişiklikler yapılmıştır. Bu değişikliklerin
bazıları eski sistemdeki bariz hukuka aykırılıkların düzeltilmesi, bazıları ise
sistemin kapsamının genişletilmesi amacıyla gündeme gelmiştir.

Bireysel emeklilik sistemindeki
yeni düzenlemelerin temelinde de katılımcılara vergisel avantajlar sağlanarak bu
sisteme girmelerini teşvik etmek yatmaktadır. Bu yazıda bireysel emeklilik
sistemindeki yeni düzenlemeler hakkında bilgi verilecek ve yeni sistemin avantaj
ve dezavantajları değerlendirilecektir.

II. BİREYSEL EMEKLİLİK
SİSTEMİNDEKİ YENİ DÜZENLEMELER

A. Bireysel Emeklilik
Sistemine Devlet Katkısı Getirilmiştir

1. Devlet katkısı miktarı ve
sınırı

6327 sayılı Kanun ile Bireysel
Emeklilik Sistemi (BES) ile ilgili yapılan en önemli değişikliklerden birisi
sisteme yatırılan katkı paylarının ücretlilerin veya yıllık beyanname verenlerin
vergi matrahlarından indirilmesi uygulamasına son verilmesi, buna karşılık
işveren tarafından ödenenler hariç, tüm katılımcılar için %25 doğrudan Devlet
katkısı getirilmesidir.

Bireysel emeklilik hesabına
katılımcı tarafından ödenen katkı paylarının %25’ine karşılık gelen tutar,
emeklilik gözetim merkezi tarafından Devlet katkısı olarak hesaplanacaktır.
Devlet katkısı, katılımcı adına açılacak ayrı bir hesapta birikecek ve yıllık
asgari ücretin yüzde 25’i ile sınırlı olacaktır.

Yeni düzenlemeye göre BES’e
katılmak için herhangi bir işyerinde çalışma veya mükellef olarak yıllık
beyanname verme zorunluluğu ortadan kaldırılmaktadır. Bir başka deyişle artık ev
hanımları dahi BES’e prim ödeyebilecek ve emekli olabilecek. Böylece sistemin
kapsamı önemli ölçüde genişletilecektir.

2. Katılımcıların devlet
katkısına hak kazanması

Bireysel emeklilik sistemi
katılımcılarının, devlet katkısı ve getirilerine hak kazanabilmeleri için
01.01.2013 tarihinden itibaren sistemde en az 3 yıl kalmaları gerekmektedir.
Katılımcıların devlet katkısı ve getirilerine hak kazanmaları aşağıda
belirtildiği şekilde olacaktır;

a)
En az üç yıl sistemde kalanlar Devlet katkısı ve varsa getirilerinin %15’ine,

b)
En az altı yıl sistemde kalanlar Devlet katkısı ve varsa getirilerinin %35’ine,

c)
En az on yıl sistemde kalanlar Devlet katkısı ve varsa getirilerinin %60’ına,



d) Emeklilik hakkı kazananlar ile sistemden vefat veya maluliyet nedeniyle
ayrılanlar Devlet katkısı ve getirilerinin %100’ne,hak kazanacaklardır.

 

Bu sürelerin hesabında
emeklilik sözleşmesi esas alınacaktır. Devlet katkısı ve getirilerinden hak
kazanılan tutarlar sistemden ayrılma veya emeklilik durumunda katılımcıya
ödenecek, hak kazanılmayan tutarlar ise genel bütçeye gelir kaydedilecektir.
Buna göre sistemde üç yıldan az kalınması halinde devlet katkısı tutarından hiç
bir pay alınamayacaktır.

3. Katılımcıların devlet
katkısına hak kazanmada geçiş düzenlemesi

1 Ocak 2013 tarihten önce
sisteme girmiş olan katılımcıların BES’de geçirdikleri sürelerin bir kısmının
Devlet katkısına hak kazanmaya esas sürelerin tespitinde dikkate alınması
sağlanmıştır. Buna eski katılımcıların 01.01.2013 tarihinden itibaren üç yıl
sistemde kalması durumunda, Devlet katkısına hak kazanmaya esas sürelere,
sistemde kaldıkları toplam sürenin;

a)
3 yıldan fazla 6 yıldan az bulunması durumunda 1 yıl,

b)
6 yıldan fazla 10 yıldan az bulunması durumunda 2 yıl,

c)
10 yıldan fazla olması durumunda 3 yıl eklenecektir.

Bu çerçevede, 01.01.2013
tarihinden başlamak üzere en az 3 yıl sistemde kalmak şartıyla bu tarih
itibariyle bireysel emeklilik sisteminde olanlar açısından devlet katkısına hak
kazanılması için gerekli süreler dikkate alınmak üzere, sistemde kalış süreleri
ile doğru orantılı olarak ekleme yapılacaktır. Demek ki katılımcıların Devlet
katkısı almaya hak kazanabilmesi için her halükarda 01.01.2013 tarihinden
itibaren 3 yıl sistemde kalmaları gerekmektedir. Tabi ki bu sistemde “3 yıl kal
ve ayrıl” anlamına da gelmemektedir. Katılımcı BES’de
ne kadar uzun kalınırsa Devlet katkısı ve getirilerinden o kadar fazla
yararlanmış olacaktır.

B. Gelir Vergisi Gelir
Vergisi Kanunu’nda Yapılan Değişiklikler

1. Katkı paylarının gelir
vergisi matrahından indirilmesi uygulaması sona ermiştir

Bireysel Emeklilik Sisteminin
eski uygulamasında, sisteme katılan katılımcılara ödemiş oldukları katkı
tutarını, asgari ücretin brüt tutarını ve ödemenin yapıldığı ayda elde edilen
ücretin % 10’unu aşmamak üzere, ilgili ay vergi matrahından düşme imkanı
verilmiş idi. Yeni sistemde bu uygulamaya son verilmekte olup, 01.01.2013
tarihinden itibaren BES’e ödenen katkı tutarına ilişkin belgeler çalışılan
işyerine verilmeyecek ve ödenen katkı tutarı (prim) vergi matrahından
indirilemeyecektir. Benzer şekilde GVK’nın 89. maddesinde yapılan düzenlemeyle
gelir vergisi beyannamesi veren mükelleflerin bireysel emeklilik sistemine
ödedikleri katkı paylarının yıllık beyanname üzerinden indirilebilmesi
uygulamasına da 01.01.2013 tarihinden itibaren son verilmektedir.

2. Katılımcılara yapılacak
ödemelere ilişkin menkul sermaye iradı istisnası kaldırılmıştır

GVK’nın 6327 sayılı Kanun’un 3.
maddesi ile değiştirilmeden önceki 22. maddesine göre, bireysel emeklilik
sisteminden emeklilik hakkı kazananlar ile bu sistemden vefat, maluliyet veya
tasfiye gibi zorunlu nedenlerle ayrılanlara yapılan ödemelerin %25’i gelir
vergisinden istisna olup, istisna edilen tutar üzerinden GVK 94/1-15 maddesi
uyarınca tevkifat yapılmamaktaydı.

6327 sayılı Kanun’un 3. maddesi
ile GVK’nın 22. maddesinin (1) numaralı bendinde yapılan değişiklik ile söz
konusu istisna kaldırılmış olup, bireysel emeklilik sisteminden ayrılanlara
yapılacak irat ödemelerinin tamamı gelir vergisi tevkifatına tabi hale
gelmiştir. Ancak tek primli
yıllık gelir sigortalarına ilişkin yapılan ödemelerin tamamı gelir vergisinden
istisna tutulması ile ilgili uygulama devam etmektedir.

3. Katılımcıların ödediği
katkı payları menkul sermaye iradı kapsamından çıkarılmıştır

6327 sayılı Kanun ile getirilen
diğer bir önemli yenilik de, bireysel emeklilik sisteminden herhangi bir nedenle
ayrılan katılımcılara yapılan ödemelere ilişkin gelir vergisi tevkifat
matrahının değiştirilmesi olmuştur. Bu Kanunun 6. maddesi ile GVK’nın 75.
maddesinin ikinci fıkrasına eklenen 16. bendine göre, bireysel emeklilik
sisteminden;

a- On yıl süreyle katkı payı
ödemeden ayrılanlar ile bu süre içinde kısmen ödeme alanlara yapılan ödemelerin
içerdiği irat tutarı (Devlet katkılarının hak kazanılan kısmına isabet eden irat
tutarı dahil),

b- On yıl süreyle katkı payı
ödemiş olmakla birlikte emeklilik hakkı kazanmadan ayrılanlar ile bu süre içinde
kısmen ödeme alanlara yapılan ödemelerin içerdiği irat tutarı (Devlet
katkılarının hak kazanılan kısmına isabet eden irat tutarı dahil),

c- Emeklilik hakkı kazananlar
ile bu sistemden vefat, maluliyet veya tasfiye gibi zorunlu nedenlerle
ayrılanlara yapılan ödemelerin içerdiği irat tutarı (Devlet katkılarının hak
kazanılan kısmına isabet eden irat tutarı dahil)

menkul sermaye iradı olarak
kabul edilmiştir.

Böylece, eski BES’in en önemli
eksikliği olan ve sisteme olan güveni sarsan tüm ödemeler üzerinden vergi
kesilmesi uygulamadan vazgeçilmiş ve sadece iratlardan vergi alınmasına
geçilerek sistemin işleyişi hukuka ve GVK’nın ruhuna uygun hale getirilmiştir.

4. İşverenler tarafından
yapılan katkı payı ödemelerinin gider yazılmasındaki üst sınır artırılmıştır

6327 sayılı Kanun’un 4. maddesi
ile GVK’nın 40. maddesinin birinci fıkrasının (9) numaralı bendinde yapılan
değişiklikle işverenler tarafından ücretliler adına bireysel emeklilik sistemine
ödenen katkı payı tutarının üst sınırı % 10’dan %15’e çıkarılmaktadır.
01.01.2013 tarihinden itibaren işverenler tarafından bireysel emeklilik
sistemine ödenen ve ücretle ilişkilendirilmeksizin ticari kazancın tespitinde
gider olarak indirim konusu yapılacak katkı paylarının toplamı, ödemenin
yapıldığı ayda elde edilen ücretin %15’ini ve yıllık olarak asgari ücretin
yıllık tutarını aşamayacaktır.



III. BES’DEN AYRILMIŞ OLANLARIN ANAPARA TUTARLARI ÜZERİNDEN YAPILMIŞ
TEVKİFATLARIN İADESİ

BES’in kuruluş
aşamasında; bir taraftan sektörün başarılı olması için katkı tutarlarının gelir
vergisi matrahından indirilmesi suretiyle vergi teşviki sağlanırken, diğer
taraftan sistemden ayrılanların toplam birikimlerinin tamamı üzerinden vergi
kesintisi yapılması gibi tamamen verginin mantığına aykırı bir düzenleme
yapılarak BES’e köstek olunmuştur. Toplam ödemeler üzerinden yapılan vergi
kesintisi haklı olarak dava konusu edilmiş ve mahkemelerce kesintinin hukuki
olmadığı yönünde kararlar verilmiştir.

BES’den
ayrılanlara ödenen anapara üzerinden vergi alınması uygulamasını dava konu eden
ve etmeyen mükelleflerin haklarını eşitlemek amacıyla 07.10.2001 tarihinden
sonra sisteme katkı payı yatırmış ve 6327 sayılı Kanunun yürürlüğe girdiği
tarihten önce emeklilik şirketleri tarafından yapılan ödemeler üzerinden tevkif
edilerek ödenen vergilerin, anapara ödemelerine isabet eden kısımları
28.08.2012 tarihinden itibaren bir yıl içinde
hak sahiplerince tevkifatın
yatırıldığı vergi dairelerine başvurulması ve dava açılmaması veya açılmış
davalardan vazgeçilmesi şartıyla, VUK’un düzeltmeye ilişkin hükümleri uyarınca
red veya iade edilecektir.

Bu durumda
yapılan red ve iade talepleri, son beş yıl içinde sistemden ayrılan hak
sahipleri için söz konusu olacaktır. Bunun anlamı da 28.08.2013 tarihine kadar
başvuruda bulunacak olanlar için 01.01.2007 tarihinden sonra bireysel emeklilik
sisteminden ayrılmış olanlar yararlanabilecektir. Ülkemizde bankacılık ve
sigortacılık faaliyeti ile uğraşan şirketler İstanbul’da bulunan Büyük
Mükellefler Vergi Dairesi Başkanlığı’na bağlı olduklarından BES’den ayrılan
mükelleflerin buraya başvuruda bulunmaları gerekmektedir.

 



IV. YENİ BES’İN AVANTAJLARI VE DEZAVANTAJLARI

Ülkemizde BES
aracılığıyla tasarrufların artırılması için sistemde yapılan en büyük yenilik
devlet katkısının getirilmesidir. Eski sistemde ödenen katkı payları elde edilen
ücretin veya gelirin % 10’unu ve yıllık olarak asgari ücretin yıllık tutarını
aşmamak üzere, ücretlerinin veya yıllık beyanname verenlerin vergi matrahından
indirilebiliyordu. Yeni BES’de ise sisteme katılan herkes için Devlet, katılımcı
tarafından yatırılan katkı payının yüzde 25’i kadar katkı yapacak. Böylece eski
sistemden sadece ücretliler ve beyanname veren vergi mükellefleri tarafından
yararlanılabilen vergi avantajı yerine herkesin yararlanabileceği bir avantaj
getirilmiştir.

Buna karşılık,
eski sistemde katılım aşamasında daha az vergi ödemek suretiyle katkı paylarının
bir kısmını ücretliler aylık, beyanname verenler ise yıllık olarak geri
alabiliyorlardı. Yeni sistemde ise, devletin katılım sürecinde sağladığı ve
katılımcının cebinde kalan vergi avantajı, artık katılımcının cebinde kalmayacak
ve birikimine eklenecektir. Katılımcının Devlet katkısından yararlanabilmesi ise
ancak 3 yıl sonra mümkün olacak. Dolayısıyla katılımcıların katkı paylarının
ancak belli süreler geçtikten sonra çekilebilecek olması yeni sisteme yönelik en
büyük eleştiridir. Yeni sistem sayesinde 2013-2015 yılları arasında Devlet,
hiçbir devlet katkısı ödemesi de yapmayacağı için çok büyük bir kaynağa kavuşmuş
olacaktır.

Eski BES’de
katılımcıların ödemiş oldukları primler ile bunların getirileri menkul sermaye
iradı kabul edilerek, sistemden ayrılmaları halinde tamamı üzerinden gelir
vergisi tevkifatına tabi tutulması gelir vergisinin ruhuna aykırı olduğu için
mahkemeler tarafından iptal edilmişti. Bu nedenle yeni BES’de sadece katkı
paylarının irat tutarları üzerinden gelir vergisi tevkifatı yapılması, sistemin
işleyişini hukuka uygun hale getirmiştir.

 

 

V. SONUÇ

Yukarıdaki
değerlendirmeler çerçevesinde, yeni sistemin vergi avantajlarından azami ölçüde
yararlanmayı ve devlet katkısının tamamını hak etmeyi düşünen katılımcıların
emeklilik yaşı olan 56 yaşını beklemeleri gerekmektedir. BES’e en az 10 yıl
katılım payı ödenmesi gerekliliğini göz önüne alırsan en kısa süre içerisinde en
avantajlı şekilde BES’in imkanlarından yararlanmayı düşünen kişilerin 45-46
yaşında sisteme dahil olmaları en doğrusudur. Bu durumda 10 yıl prim ödedikten
sonra 56 yaşında yatırmış oldukları anapara ve değerlenen tutarları ile devlet
katkısının tamamı ve değerlenen tutarlarını alma imkanına kavuşacaklardır.

Diğer taraftan, BES’den
herhangi bir nedenle ayrılan katılımcılara yapılan ödemeler, katkı payı ve
getiri olarak ayrılmaksızın toplam ödeme tutarı üzerinden vergilendirmeden
vazgeçilerek sadece anapara ve Devlet katkısı üzerinden elde edilen iratların
vergilendirilmesi yeni sistemin en önemli avantajıdır. Ayrıca daha önce BES’den
herhangi bir nedenle ayrılanlara yapılan ödemelerden tevkif yoluyla alınan
vergilerin katkı payına isabet eden kısmının katılımcılara iade edilmesi de
sistemin artı yönü olarak dikkat çekmektedir.


YARARLANILAN KAYNAKLAR


ÇOLAK Mustafa, “Bireysel Emeklilikte Geçiş
Düzenlemesinin Vergi ve Katkı Payı Boyutu”, Yaklaşım, Sayı 237, Eylül
2012.


DİLİÇIKIK Ata, “Bireysel Emeklilik Sisteminde Yeni
Düzenlemeler”, Vergi Dünyası, Sayı 374, Ekim 2012.


GİDER Zeynullah, “6327 Sayılı Bireysel Emeklilik
Tasarruf ve Yatırım Sistemi Kanununun Amacı ve Bireysel Emeklilik Sisteminden
Elde Edilen Gelirin Vergilendirilmesinde Meydana Gelen Değişiklikler”, Vergi
Dünyası
, Sayı 374, Ekim 2012.


GÖKMEN Selahattin, “Bireysel Emeklilik Sisteminde
Yeni Dönem Başlıyor”, Vergi Sorunları, Sayı 287, Ağustos 2012.


GÜNDÜZ Fatih, “Bireysel Emeklilik Sisteminden
Ayrılanlara Stopaj İadesi ve Yaşanması Muhtemel Sorunlar”, E-Yaklaşım,
Sayı 239, Kasım 2012, (01.12.2012).


MUMCU Fırat, “Bireysel Emeklilik Sisteminde Yeni
İrat Sistemi ve Anapara Üzerinden Kesilen Vergilerin İadesi”, Yaklaşım,
Sayı 237, Eylül 2012.


VARLI Umut, “Bireysel Emeklilik Sisteminde Yeni
Teşvik Unsuru: Devlet Katkısı”, Yaklaşım, Sayı 236, Ağustos 2012.


6327 sayılı Bireysel Emeklilik ve Yatırım Sistemi
Kanunu ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılması
Hakkında Kanun, 29.06.2012 tarih ve 28338 sayılı Resmi Gazete.


04.07.2012 tarih ve GVK-83/2012-5/Bireysel
Emeklilik Sistemi-3 sayılı Gelir Vergisi Sirküleri/83.


23.10.2012 tarih ve GVK-85/2012-7/Bireysel
Emeklilik Sistemi-4 sayılı Gelir Vergisi Sirküleri/85.





Kaynak:



www.MuhasebeTR.com


(Bu makale yazılı veya elektronik ortamda kaynak
göstermeden yayınlanamaz. Kaynak göstermeden yayınlayanlar hakkında yasal işlem
yapılacaktır.)

 

İbrahim Güler
Serbest Muhasebeci Mali Müşavir
Adana SMMM Odası Vergi Mevzuatı
İnceleme Komisyonu Başkanı





 

Şirketlerin ve Meslek Mensuplarının Dikkat Etmesi Gereken Tehlikeli Konular

Tarih: 10.04.2013

1-) A.Ş.'LERDE ORTAKLARIN ŞİRKETE BONÇLANMA YASAĞI:

Ortaklar, sermaye taahhüdünden doğan vadesi gelmiş borçlarını ifa etmedikçe ve şirketin serbest yedek akçelerle (1) birlikte kârı, geçmiş yıl zararlarını karşılayacak düzeyde olmadıkça şirkete borçlanamaz (TTK.Md. 358/1).

358.Maddenin gerekçesine göre; hükümle, pay sahiplerinin şirkete karşı borçlanmalarının yani, sermaye taahhüdü dahil, birçok iş ve işlemde şirket kasasını kullanmalarının, kişisel harcamalarını bu kanaldan yapmalarının, şirketten para çekmelerinin engellenmesi amaçlanmıştır. Pay sahipleri diğer işletmeleri dolayısıyla şirketle iş yapabilir ve şirketin her müşterisi gibi vadeli, konsinye veya benzeri yöntemlerle şirketten mal alabilirler. Ancak, pay sahipleri, şirketle iş yapan diğer kişilerle aynı şartlara tabidir. Yani, şirketin, pay sahiplerine, diğer müşterilere uygulananlardan daha yumuşak şartlar tanıması hükme aykırı olur.

 Madde metni ve gerekçesine göre anonim şirket ortaklarının şirkete borçlanabilmeleri için;

a) Ortakların şirkete vadesi gelmiş sermaye taahhüt borcu olmamalıdır,

b) Şirketin "serbest yedek akçeleri" ile kârının toplamı, geçmiş yıl zararlarını karşılamalıdır,   

c) Ortaklara, şirketle yapılan ticarette, diğer müşterilerden farklı ve daha yumuşak şartlar (ayrıcalıklar) tanınmamalıdır.

Bu şartlar dışında yapılacak olan borçlanma Kanun hükmüne aykırı olur. Aykırılık olursa, borçlanan ortaklara değil, ortaklara borç verenlere üçyüz günden az olmamak üzere adli para cezası verilir (2), (TTK.Md.562/5-b). 

2-) A.Ş.'LERDE ORTAK OLMAYAN YÖNETİM KURULU ÜYELERİ İLE BUNLARIN ORTAK   OLMAYAN YAKINLARININ ŞİRKETE BORÇLANMA YASAĞI:

Şirkete ortak olmayan yönetim kurulu üyeleri ile bunların, yine, ortak olmayan yakınları (alt ve üst soyundan biri, ya da eşinin, yahut üçüncü derece dahil, üçüncü dereceye kadar kan ve kayın hısımlarından biri) şirkete nakit borçlanamaz.

Şirket, bu kişiler için kefalet, garanti ve teminat veremez, sorumluluk yüklenemez, bunların borçlarını devralamaz. Aksi halde, şirkete borçlanılan tutar için, şirket alacaklıları bu kişileri, şirketin yükümlendirildiği tutarda şirket borçları için doğrudan takip edebilir (TTK.Md.395/2).

TTK'nun 202.madde hükmü (hakim şirketin, hakimiyet gücünü bağlı şirketlere karşı hukuka aykırı olarak kullanması) saklı kalmak şartıyla, şirketler topluluğuna dahil şirketler, birbirlerine kefil olabilir ve garanti verebilirler (TTK.Md.395/3). Maddenin 4.fıkrasına göre borçlanma yasağı bankacılık kanununa tabi anonim şirketleri kapsamamaktadır. Bunlar hakkında bankacılık kanunundaki özel hükümler uygulanacaktır.  

395.Maddeye aykırı olarak şirkete borçlananlar, üçyüz günden az olmamak üzere adli para cezasıyla cezalandırılırlar. (TTK.Md.562/5-c). 

3-)  LİMİTED ŞİRKET ORTAKLARININ ŞİRKETE BORÇLANMA YASAĞI:

TTK’nun 644/1-b maddesine göre, Anonim Şirketlerde ortakların şirkete borçlanma yasağı ile ilgili 358.madde hükmü aynı zamanda Limited Şirket ortakları için de uygulanacaktır.

Limited şirket ortakları, sermaye taahhüdünden doğan vadesi gelmiş borçlarını ifa etmedikçe ve şirketin serbest yedek akçelerle birlikte kârı, geçmiş yıl zararlarını karşılayacak düzeyde olmadıkça şirkete borçlanamaz. (TTK. Md.644/1-b, Md.358).

358.Maddeye aykırı olarak limited şirket ortaklarına borç verenler, Üçyüz  Günden az olmamak üzere adli para cezasıyla cezalandırılırlar. (TTK.Md.562/5-b)

4-) LİMİTED ŞİRKETLERDE ORTAK OLMAYAN MÜDÜRLER İLE BUNLARIN           ORTAK            OLMAYAN YAKINLARININ ŞİRKETE BORÇLANMA YASAĞI:

TTK’nun 644/1-b maddesine göre, Anonim Şirketlerde ortak olmayan yönetim kurulu üyeleri ile bunların ortak olmayan yakınlarının şirkete borçlanma yasağı ile ilgili 395.Maddesinin ikinci fıkrasının bir ve ikinci cümlesi limited şirketler için de uygulanacaktır.

Şirkete ortak olmayan müdürler ile bunların, yine, ortak olmayan yakınları (alt ve üst soyundan biri, ya da eşinin, yahut üçüncü derece dahil, üçüncü dereceye kadar kan ve kayın hısımlarından biri) şirkete nakit borçlanamaz.

Şirket, bu kişiler için kefalet, garanti ve teminat veremez, sorumluluk yüklenemez, bunların borçlarını devralamaz. (TTK. Md.644/1-b, Md.395/2).

395.Maddeye aykırı olarak şirkete borçlananlar, üçyüz günden az olmamak üzere adli para cezasıyla cezalandırılırlar. (TTK.Md.562/5-c). 

5-) 2012 YILI ENVANTERİNE DİKKAT:

Her tacir, ticari işletmesinin açılışında, taşınmazlarını, alacaklarını, borçlarını, nakit parasının tutarını ve diğer varlıklarını eksiksiz ve doğru bir şekilde gösteren ve varlıkları ile borçlarının değerlerini teker teker belirten bir envanter çıkarır. Tacir açılıştan sonra her faaliyet döneminin sonunda da böyle bir envanter düzenler (TTK.Md.66). Envanter ile ilgili 66.madde hükmüne aykırı olarak envanter çıkaranlar, 4.000 TL idari para cezasıyla cezalandırılırlar (TTK.Md.562/1-e).

Burada önemli olan nokta, bilançoda yer alan tüm hesapların envanterinin yapılmasıdır
. Gerekçeye göre her tacir işletmenin açılışında ve her faaliyet yılının sonunda envanter çıkarır. Envanter; tamlık, doğruluk yanında varlıkların ve borçların teker teker gösterilmesi, yani kalemlerde toplama, hamur ve mahsup yapmama, konsolide etmeme ilkeleri yanında denetlenebilirlik kuralını da içerir. Envanter, bilanço'dan önce çıkarılmış olmalıdır. 2012 yılına ait olarak envanter defterine yazılması gereken varlık ve borçların, bilançonun tamamını kapsamasına dikkat edilmesi ve ayrıntılı bir envanter yapılmasını tavsiye ediyoruz.   

 6-) TİCARİ DEFTERLERE KASITLI OLARAK GERÇEĞE AYKIRI KAYIT  YAPILMASI:

Ticari defterlere (pay defteri, yönetim kurulu karar defteri, genel kurul toplantı ve müzakere defteri dahil bkz. TTK.Md. 64/4) kasıtlı olarak gerçeğe aykırı kayıt yapanlar, 1 Yıldan 3 Yıla kadar hapis cezasıyla cezalandırılır. (TTK.Md.562/8, 644/1-a). 

7-) TAAHHÜT OLUNMAMIŞ VEYA KARŞILIĞI ÖDENMEMİŞ SERMAYENİN,         TAAHHÜT EDİLMİŞ VE ÖDENMİŞ GİBİ GÖSTERİLMESİ:

Sermaye, tamamen taahhüt olunmamış veya karşılığı kanun veya esas sözleşme hükümleri gereğince ödenmemişken, taahhüt edilmiş veya ödenmiş gibi gösterenler ile kusurlu olmaları şartıyla, şirket yetkilileri, bu payları üstlenmiş kabul edilirler ve payların karşılıkları ile zararı faiziyle birlikte müteselsilen öderler. (TTK.Md.550/1)

550 madde hükmüne aykırı hareket edenler, üç aydan iki yıla kadar hapis veya adli para cezasıyla cezalandırılırlar (TTK.Md.562/9, 644/1-a).

8-) SERMAYE ÖDEME YETERSİZLİĞİNİN BİLİNMESİ:

Sermaye taahhüdünde bulunanların ödeme yeterliliğinin bulunmadığını bilen ve buna onay verenler, söz konusu borcun ödenmemesinden doğan zarardan sorumludurlar. (TTK.Md.550/2)

550 madde hükmüne aykırı hareket edenler, üç aydan iki yıla kadar hapis veya adli para cezasıyla cezalandırılırlar (TTK.Md.562/9, 644/1-a).

9-) TESCİLİ GEREKEN BİR İŞLEMİ TİCARET SİCİLİNE TESCİL ETTİRMEMEK:

a- Ticaret Sicilinde tescili zorunlu olup da kanuni şekilde ve süresi içinde tescili istenmemiş olan veya tescil edilecek hususların gerçeği tam olarak yansıtmamaları, üçüncü kişilerde yanlış izlenim yaratacak nitelik taşımaları ve kamu düzenine aykırı olmaları hususunu haber alan sicil müdürü, ilgilileri, belirleyeceği uygun bir süre içinde kanuni zorunluluklarını yerine getirmeye veya o hususun tescilini gerektiren sebeplerin bulunmadığını ispat etmeye çağırır. Sicil müdürünce verilen süre içinde tescil isteminde bulunmayan ve kaçınma sebeplerini de bildirmeyen kişi, sicil müdürünün teklifi üzerine mahallin en büyük mülki amiri tarafından 1.000 TL idari para cezasıyla cezalandırılır (TTK.Md.33/1)

b- Tescil ve kayıt için gerçeğe aykırı beyanda bulunanlar, 2.000 TL idari para cezasıyla cezalandırılır (TTK.Md.38/1)

___________________________________________________________________________

(1) Serbest yedek akçeler: Genel Kanuni yedek akçelerin sermayenin veya çıkarılmış sermayenin yarısını aşan kısmı ile Kanun ve sözleşme gereği ayrılanlar dışında genel kurulca (herhangi bir amaç hükmüne tabi olmayan yedek akçe) ayrılmasına karar verilen yedek akçelerdir. (Bkz. 09.08.2012/28379 R.Gazete'de yayınlanan Gümrük ve Ticaret Bakanlığı kâr payı avansı dağıtımı hakkında tebliğ).

(2)Adli para cezası: 5237 Sayılı Türk Ceza Kanunu’nda “Gün Para Cezası” sistemi getirilmiştir. Bu sistemde verilecek para cezası önce gün olarak tespit edilir. Tespit edilen gün, failin ekonomik ve fiili şartlarına göre 20 ila 100 TL arasında bir miktarla çarpılarak ödenmesi gereken para cezası hesaplanır. Karardan sonra durum infaz için Cumhuriyet Savcılığına gönderilir (3). Cumhuriyet Savcılığı hükümlünün ikametgah adresine ödeme emri gönderir. Tebligat alınmazsa muhtara gider. Ceza ödenecekse, tebligatla savcılığa gidilir, savcılık maliyeye bir yazı yazar, bu yazı ile birlikte para maliyeye yatırılır , makbuz savcılığa getirilerek işlem tamamlanır. Ceza ödenmez ise, para cezası hapse çevrilir. Hükümlü para cezasını ödediği takdirde serbest bırakılır. Yoksa hapis yatar. Hükümlü bir süre hapis yattıktan sonra cezayı ödemek isterse, hapis yattığı günler para cezasından mahsup edilir.  

(3) Adana hâkimi Murat AYDIN, 09.08.2010 tarihli makalesi.   

Kaynak: www.MuhasebeTR.com
(Bu makale yazılı veya elektronik ortamda kaynak göstermeden yayınlanamaz. Kaynak göstermeden yayınlayanlar hakkında yasal işlem yapılacaktır .)

 

Sayfa Başına Dönün 

Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol