Sayac


Fatih Lütfü AYDIN
Hoş Geldiniz

ASIM 12a



Ne dedin fıkrama? 
        – Gâyetle fenâ. 
                – Vay? 
                        – Dinle. 
Memleket mahvoluyor, baksana, bedbinlikle. 
Ben ki ecdâda söven maskaralardan değilim, 
Anarım hepsini rahmetle... Fakat münfa’ilim. 
– Niye? 
        – Zerk etmediler kalbime bir damla ümîd. 
Hoca, dünyâda yaşanmaz, yaşamaktan nevmîd. 
Daha mektepte çocuktuk, bizi yıldırdı hayat; 
Oysa hiç korku nedir bilmeyecektik, heyhat! 
Neslim ürkekmiş, evet, yoktu ki ürkütmeyeni; 
“Yürü oğlum!” diye teşci’ edecek yerde beni, 
Diktiler karşıma bir kapkara müstakbel ki, 
Öyle korkunç olamaz hortlasa devler belki! 
Bana dünyâya çıkarken “Batacaksın!” dediler... 
Çıkmadan batmayı öğren, ne kadar saçma hüner! 
Ye’si ezber bilirim, azmi yüzünden tanımam; 
Okutan böyle okutmuştu, beğendin mi İmam? 
– Çattı, lâkin, o yalan bellediğin istikbâl. 
– Hadi çatmış diyelim, kimlere âid ki vebâl? 
Bir ışık gösteren olsaydı eğer, tek bir ışık, 
Biz o zulmetleri bin parça edip çıkmıştık. 
İki üç yüz senedir serpemiyor bizde şebâb; 
Çünkü bîçârenin âtîsine îmânı harâb. 
Hissi yok, fikri bozuk, azmini dersen: Meflûc... 
Hani rûhunda o haksızlığa isyan, o hurûc ? 
Karşıdan zinde görürsün, sokulursun ki: Yarım... 
Yandık ecdâdımızın nârına, hâlâ yanarım! 
Ye’si tekfîr eden îmânıma olsun ki yemin, 
Bize telkîn-i ümîd etmediler, yoksa bu din, 
Yine dünyâlara yaymıştı yeşil gölgesini; 
Yine hakkın sesi boğmuştu dalâlin sesini. 
Müslümanlık bu değil, biz yolumuzdan saptık, 
Tapacak bir putumuz yoktu, özendik, yaptık! 
Göreyim gel de büyük bildiğin Allâh’ı kayır... 
Hani, tevfîk-i İlâhî’ye kanan var mı? Hayır. 
Ya senin âlem-i İslâm’ın inanmış ye’se; 
Dîn-i resmîsi odur, vazgeçemez kim ne dese! 
Önce dört kıt’ayı alt üst eden îmân-ı metîn; 
Sonra, dört yüz bu kadar milyon adam, hepsi cebîn! 
Şarka in, mağribe yüksel, göremezsin galeyan... 
Nasıl olmuş da uyuşmuş bütün ümmetteki kan? 
Niye tutmuş da bu şevket, bu şehâmet dîni, 
Benden imsâk ediyor ceddime bezl ettiğini? 
Yaşamak hakk-ı sarîhim mi? Evet. Bir mantık, 
Bunu inkâr edemez, çünkü bedîhî artık. 
Bir bedâhet de bu öyleyse: “Çalışmak borcum.” 
Yok irâdem ki, fakat, dipdiri bir meflûcum! 
– Ya kabahat yine mâzîde mi?.. 
        – Bilmem, kimde... 
Bir çıfıt sillesi kaç yıldır öter beynimde: 
Dedi: “Farz et senin Asya’n yedi yüz milyonmuş; 
Ne çıkar? Davranamaz hiç ki, serâpâ donmuş. 
Vâkıâ biz bir avuç unsuruz amma boğarız, 
Kimi dünyâda görürsek hareketsiz, cansız.”

Ah o din nerde, o azmin, o sebâtın dîni; 
O yerin gökten inen dîni, hayâtın dîni? 
Bu nasıl dar, ne kadar basmakalıp bir görenek? 
Müslümanlık mı dedin?.. Tövbeler olsun, ne demek! 
Hani Kur’ân’daki rûhun şu heyûlâda izi, 
Nasıl İslâm ile birleştiririz kendimizi? 
Ye’si tedrîc ile zerk etmiş edenler dîne... 
O ne mel’un aşı, hiç benzemiyor, hiç birine! 
Dikkat et: 1000 senesinden beri, a’sâbı harâb, 
Yatıyor koskoca bir âlem-i îman, bîtâb. 
Pıhtı hâlinde yürekler, cevelânsız kanlar; 
Çevirip yastığı tekrar uyuyor kalkanlar! 
Gözünün gördüğü yok beynine çarpan güneşi!..

– İyi amma nasıl îkâz edeceksin bu leşi? 
– Leş değil. 
        – Leş mi değil? 
                – Dipdiri... Dalgın, yalnız... 
Şimdi kurtarmak için azmedelim, kurtarırız: 
Verelim gel de şunun kalbine bir canlı ümîd. 
– Ne kolay! Sa’y-i medîd ister ayol, sa’y-i medîd! 
– Eklerim ben de mesâîyi tutar birbirine, 
Al kuzum, istediğin sa’y-i medîd oldu yine. 
Var mı bir başka sözün söyleyecek? 
        – Elbet var: 
Hani, tevfîki hesâb etmedin, onsuz ne çıkar? 
– Ama kul neyle mükellefti ki, tevfîk ile mi? 
Hiç değil, sa’y ile; tevfîk, o: Hudâ’nın keremi. 
Sarıl esbâba da çık, işte tarîk, işte refîk; 
Ne vazîfen senin olmazmış, olurmuş tevfîk? 
Oturup dil dökecek yerde gidip döksene ter! 
Bin çalış gâyen için, bir kazan ömründe yeter. 
Mütebâkî o dokuz yüz emeğin yok mu, Hocam? 
– Daha doksan dokuz ister, ne demek, etsene zam!. 
– Hadi ettik... Biri olmaz, biri hattâ, zâyi’; 
Ya onun gâyede tek hissesi var, hem şâyi’ .

Dinle üç beş sene evvel geçen oldukça mühim, 
Bir ufak hâdiseden bahsedeyim... 
        – Dinleyelim. 
– Hüseyin Kâzım’ı elbette bilirsin? 
        – Lebbey? 
– Kadri Bey zâde canım? 
        – Hâ! Şu bizim Kâzım Bey. 
– O, zirâ’atle çok uğraştı, bilir çiftçiliği... 
– Gördüm: Âsârı da var köylü için... Hem pek iyi... 
– Bir zamanlar, hani, tenvîr edelim halkı diye, 
Toplanırdık ya... 
        – Evet, “Hey’et-i İrşâdiyye”. 
– O senin söylediğin canlı eserler, sanırım, 
Yeni bitmişti ki, gösterdi de bir gün Kâzım, 
Dedi: “Meclisce münâsibse basılsın da hemen, 
Okusun taşralılar gönderelim meccânen .” 
Biz bu teklîfi beğendik, aramızdan sâde, 
İ’tirâz etti şu sûretle Recâîzâde: 
“Güzel yazılmış eserler ve şüphesiz ki müfîd; 
Fakat, basılsa okurlar mı? Bence azdır ümîd. 
Evet, beş on kişi ancak okur tenevvür eder; 
Bizim mesârif-i tab’iyye olmayaydı heder.” 
Dedik: “Cevâbını versin müellifin kendi.” 
Kabûl edildi bu teklifimiz, peki, dendi. 
– Ne söylemiş, bakalım, çünkü pek güzel söyler? 
– Söz aldı, başladı Kâzım: 
        – “Efendiler, beyler, 
Şu bahsi geçmiş eserler nedir? Zirâîdir. 
Müdâfa’âtımı öyleyse pek tabî’îdir, 
Alıp da nakledivermek bütün tabîatten, 
Bütün tabîate hâkim şu’ûn-i kudretten, 
Bilirsiniz ki: Hudâyî biten en ince nebat, 
Döker de her sene milyonla canlı tohm-ı hayat, 
Göçerse öyle göçer hilkatin bahârından. 
Yabâni hardala mümkün mü olmamak hayran? 
Ya bir papatyaya kâbil mi etmemek hürmet? 
Ne vergi vermededirler? Çiçek başından, evet, 
Zemînin aldığı tohmun yekûnu: Milyarlar! 
Demek, tabîati icbâr eden avâmil var, 
Bu ihtişâma, bu vâsi’, bu müdhiş isrâfa; 
O, iktisâdı bırakmazdı yoksa bir tarafa. 
İşin hakîkati: Hilkat ne kâr arar, ne zarar; 
Bekâ-yı nesle bakar hep, bekâ-yı nesli sorar. 
Neden mi? Çünkü hayâtın yegâne gâyesidir; 
O gâye olmasa dünyâ bir âhiret kesilir. 
Saçıp savurmada fıtrat bütün hazâinini, 
Merâmı gâyesinin böylelikle te’mîni. 
Ya önceden biliyor, binde kim bilir ne kadar 
Ziyâna uğrayacak sonradan bu milyarlar? 
Kolay değil, kimi intâş için zemin bulamaz; 
Zemin bulur kimi, lâkin nedense doğrulamaz. 
Bu çiğnenir, onu kurt yer, öbür zavallıyı kuş; 
Bakarsınız: Çoğu bitmiş sonunda, mahvolmuş, 
Sebât edip de, fakat kurtulan tohum pek azı. 
Demek, saçarken eteklerle saçmadan garazı, 




Asım 12a Kelime Açıklamaları.

Asım Bölüm 12, “Ne dedin fıkrama.” diye başlıyor.

Asım Bölüm 11’in sonunda bir fıkra anlatan ve devr-i sabıkı
( eski devri, 2. Abdülhamit devrini ) savunan Köse İmam,
fıkradan önce de yeni dönemin ( İttihatçılar döneminin )
yalaka ( yağcı ) insanlarını köpeğe benzetmişti.

Bir başka deyişle, Köse İmam değişmeceli anlamda
köpek denen birinden söz etmiş ve bir fıkra anlatmıştı.

Not: Bilindiği üzere Aslanın gerçek anlamı o bildiğimiz yırtıcı hayvandır. Değişmeceli anlamı ise cesur kişidir.
Aslanın cesaret özelliğinden yola çıkarak cesur kişiler aslana benzetilmiş oluyor.

 Yine bilindiği üzere gerçek anlamıyla köpek ( o bildiğimiz hayvan ), sahibinin vereceği kemik için ona
sa:dık olur ve ona şirinlikler yapar. Bu özellik mecazi ( değişmeceli ) olarak; çıkar, konum ve orun ( makam )
için insanlara yağcılık, şirinlik yapan kişilere de yüklenmiş ve o tür insanlara köpek denmiş. İşte bu nedenle
köpeğin de değişmeceli anlamı vardır ve o da sa:dık, bağlı, ihanet etmeyen kişi demektir. Köpekte ki sada:kat
özelliğinden yola çıkılarak sa:dık kişiler köpeğe benzetilmiş oluyor.

Özetle, köpek gerçek anlamıyla bildiğimiz o hayvan iken değişmeceli anlamıyla da yukarıdaki özelliklere sahip insandır.

 Değişmeceli anlamıyla köpek yerine göre iyi, yerine göre de kötü bir yakıştırmadır. Köpeklik eden yani bağlılık
gösteren kişi, bağlılığı Hakk yolunda uğraş veren birisine yapıyorsa, köpeklik iyidir. Haksızlık yolunda uğraş
veren birisine yapılıyorsa, köpeklik kötü, aşağılayıcı bir özelliktir. F.L.A.

Ek bilgi olarak; konum yani mevki ( İngilizcesi pozisyondur. ) insanların toplum içinde bulundukları yerdir.
Örnek, kimisi işçidir, kimisi memur, öğretmen, müdür vs. dir.

Orun yani makam ise yüksek rütbeli memurun çalışma odasıdır. Örneğin, müdüriyet  müdürün orunudur.
Daha iyi anlaşılması için şunu da eklemeli ki, temizlik malzemelerinin konduğu oda hademenin (temizlikçinin )
orunu yani makamı değildir çünkü hademe yüksek rütbeli çalışan değildir. F.L.A

 

Köse İmam’ın söz ettiği kişi ile ilgili Asım 11’e ait bölüm,

Havlayan, zil takınan, sonra Zuhûrî’ye dalan, 
O bizim soytarının kendi değil miydi? 
        – Yalan! 
– Karabaş gel! diyecektim... 
        – Dememiştin ya, sakın? 
– Ne dedim, bilmiyorum, tâ öteden bir çapkın, 
Gâlibâ sezdi ki, yekten dedi: “Halt etme sofu! 
Gördüğün fesli: Senin milletinin feylesofu. 
Bu ve emsâli dehâlar tutuyor memleketi. 
Sen bu şenlikleri gördünse kimin ma’rifeti?” 
Dedim: “Ezberleyelim, saysana, oğlum, bir bir, 
Şu dehâlar dediğin kaç kişidir, kimlerdir?” 
– “İçtimâî biri, dehşetli siyâsî öbürü; 
Hele mâliyyecimiz yok mu, bu ilmin pîri.” 
Sayı dolmuştu, fakat bende tükenmişti sıfır; 
Dön işin yoksa fırıldak gibi artık fır fır. 
Böyle bir korku geçirmiş değilim ömrümde; 
Benzedim gitti o gün neşvesi kaçmış Kürd’e. 
– Yine bir fıkra mı yerleştireceksin araya?

Köse İmam’ın sözünü ettiği kişi yeni devirde
( İttihatçiler devrinde ) değerli kişilerin olduğunu
söylüyor Köse İmam’a ve bunun üzerine Köse
İmam da değerli kişilerden çok hurafelere inanan
kişiler olduğunu anlatmak için Asım Bölüm 11’in
sonundaki fıkrayı anlatıyor.

Hurafe Bk.   https://fatihltfaydin.tr.gg/islam-Nasil-Yozlastirildi.htm

 

 

O fıkrayı yeniden buraya kopyaladım.

– Hani vâiz geçinen maskara şeyler var ya,

Der ki bir tânesi peştahtayı yumruklayarak:

Dinle dünyâ neyin üstünde durur, hey avanak!

Yerin altında öküz var, onun altında balık;

Onun altında da bir zorlu deniz var kayalık.

Öteden Kürd atılır:

        – Doğru mu dersin be hoca?

– Ne demek doğru mu dersin? Gidi câhil amca!

Sözlerim basma değil, yazma kitaptan tekmil;

Kim inanmazsa kızıl kâfir olur böylece bil.

– Rahatım yok benim öyleyse bugünden sonra;

Gömülüp kurtulayım bâri hemen bir çukura.

– Ne zorun var be adam?

        – Anlatayım dur ki hocam:

Ben bu dünyâyı görürdüm de sanırdım sağlam.

Ne çürükmüş o meğer, sen şu benim bahtıma bak:

Tutalım şimdi öküz durdu, balık durmayacak;

Diyelim haydi balık durdu biraz buldu da yem,

Ya deniz?.. Hiç dibi yokmuş bu işin... Ört ki ölem!

Ört ki ölem! https://www.nkfu.com/ort-ki-olem-deyiminin-anlami-ve-hikayesi/

 

Der ki bir tânesi peştahtayı yumruklayarak:

Burada masa gibi kullanılan peştahtayı yumruklama; kişinin düşüncesini dinleyene kabul ettirme anlamındadır. F.L.A.

peştahta isim (pe'ştahta) eskimiş Farsça p³ş + ta¬te 1.isim, eskimiş İş masası gibi kullanılan çekmece
2. Sarrafların üzerinde para saydıkları tahta ... http://bilgiara.com/turkce-sozluk/pe%C5%9Ftahta/

Ör. peştahtaya üç kerre vurur: tahtaya vurmak ve şeytanın kulağına kurşun demek, batıl yani
boş inançlardan biridir. Aynı zamanda tahtaya 3 kere vurmak nazardan korunma amaçlı bir hurafedir çünkü batıl ( boş ) inançlar da hurafeye dahildir..

F.L.A.

https://fatihltfaydin.tr.gg/islam-Nasil-Yozlastirildi.htm#HURAFE

https://www.diyanet.gov.tr/dinikavramlar/dinikavramlar-N/NAZAR

 

Bu açıklamalardan sonra, Bölüm 12’ye başlayabiliriz.

Ne dedin fıkrama? 
        – Gâyetle fenâ. 
                – Vay? 
                        – Dinle. 

Oldukça kötü, bayağı kötü diyor, Hocazade ve “Dinle” diyerek, kendi söze başlıyor.

bedbîn (F.) [ بدبين ] kötümser, karamsar.

Bedbinlik: kötümserlik, karamsarlık. F.L.A.

ecdâd (A.) [ اجداد ] atalar, cedler.

münfail olmak gücenmek, alınmak.

münfa’ilim: Gücenmiş, kırılmış ve alınmış bir gönlüm var. F.L.A.

nevmîd (F.) [ نوميد ] umutsuz.

nevmîd etmek umutsuzluğa düşürmek.

nevmîd olmak umutsuzluğa kapılmak.

heyhât (A.) [ هيهات ] yazık.

teşcî’ (A.) [ تشجيع ] yüreklendirme.

teşcî’ edilmek yüreklendirilmek.

teşcî’ etmek yüreklendirmek.

Müstakbel: istikbâlde ki yani gelecekte ki. Ör. Nişanlı erkek, nişanlısını
“Müstakbel eşim.” diyerek tanıttı. F.L.A.

hüner (F.) [ هنر ] sanat, ustalık, beceri.

hünermend (F.) [ هنرمند ] marifetli, becerili, hüner sahibi.

Ye’si ezber bilirim, azmi yüzünden tanımam

ye’s (A.) [ یأس ] umutsuzluk.

https://www.diyanet.gov.tr/dinikavramlar/dinikavramlar-Y/YE%C4%B0S

Azi:m: azmetmek yani bütün zorluklarına, çilelerine rağmen bir görevi yerine
getirmek için kesin ve kararlı bir şekilde yola devam etmektir. Yalnız dinimiz
 bu azmetme işinde çok zorlanacak olanlara; ruhsat ( izin ) yani kolaylık tanımıştır. F.L.A.

https://www.diyanet.gov.tr/dinikavramlar/dinikavramlar-R/RUHSAT

– Çattı, lâkin, o yalan bellediğin istikbâl

İstikbâl: gelecek.

vebâl (A.) [ وبال ] günah.

zulmet (A.) [ ظلمت ] karanlık.

İki üç yüz senedir serpemiyor bizde şebâb; 
Çünkü bîçârenin âtîsine îmânı harâb. 


serpilmek

nesnesiz (nesne almayan) eylem

1.     

serpmek eylemine konu olmak.

"Tavuklara yem serpildi"

2.      

gelişip büyümek, boy atmak.

 

"Bahçenin çiçekleri çabuk serpildi"

https://www.google.com.tr/webhp?sourceid=chrome-instant&ion=1&espv=2&ie=UTF-8#q=serpilmek+ne+demek

 

şebâb (A.) [ شباب ] gençlik.

serpemiyor bizde şebâb: Serpilemiyor yani değişmeceli olarak, becerikli olma,
üstün özellikler sahibi olma anlamında gelişip büyüyemiyor, bizde gençlik. F.L.A.

 âtî (A.) [ 1 [آتی .gelecek.

âtîdeki (A.-T.) [ ] ilerideki, aşağıdaki, gelecek olan.

bîçârenin âtîsine îmânı harâb. Çaresizin geleceğinin güzel olacağına inancı yıkılmış. F.L.A.

meflûc (A.) [ مفلوج ] felçli.

meflûc olmak felç olmak, kımıldayamaz hale gelmek.

meflûciyet (A.) [ 1 [ مفلوجيت .felçlilik. 2.kıpırdayamama. 

hurûc (A.) [ 1 [ خروج .çıkış. 2.ayaklanma.

zinde (F.) [ 1 [ زنده .diri, canlı. 2.sağlığı yerinde.

zindegânî (F.) [ زندگانی ] yaşam.

Yandık ecdâdımızın nârına, hâlâ yanarım! 

Narına yanmak: Ateşine yanmak başkasının yanlışı yüzünden ceza çekmek
1. Bir kimse yüzünden büyük zarara girmek. 2. Sevdasına kapılmak bu sebeple sefil olmak.

https://www.turkcebilgi.com/nar%C4%B1na_yanmak

Ye’si tekfîr eden îmânıma olsun ki yemin, 

Açıklama:

ye’s (A.) [ یأس ] umutsuzluk.

tekfîr (A.) [ تکفير ] kafirlikle suçlama.

Bu durumda “Umutsuzluğu kâfir ilan eden inancıma yemin olsun ki.” Şeklinde çevrilebilir.

Ankebut, 47

Yaşar Nuri Öztürk: Kitap'ı sana işte böyle indirdik. Kendilerine kitap verdiklerimiz ona inanırlar.
Şunlar içinden de ona inananlar vardır. Bizim ayetlerimize, gerçeği örtenlerden başkası kafa tutmaz.

Not: gerçeği örtenler, kâfirlerdir. Kafa tutmak inkâr etmek yani reddetmek, kabul etmemektir.

Kâfir. https://www.antoloji.com/kafir-23-siiri/

Burada Akif, yukarıda ki Ankebut, 47. a:yetinde yer alan “Bizim ayetlerimize, gerçeği
örtenlerden başkası kafa tutmaz.”

bölümüne dayanarak, umutsuzluğun, “Allah’ın rahmetinden ümidinizi kesmeyin” şeklinde ki
ayetleri inkâr etmeye dolayısıyla kâfirliğe yol

açacağını anlatmaktadır.

Daha açık anlatımla,  Ankebut, 47’den anlaşıldığı gibi Allah’ın ayetlerini inkâr etmek kâfirliktir.
O zaman umutsuzluk ederek, umutsuzluğa düşmeyin diyen ayetler inkâr edilmiş yani kâfir olunmuş olur. F.L.A.

F.L.A.

https://meal.ihya.org/kurandan-ayetler/kuranda-gecen-umitsizlik-ile-ilgili-ayetler.html

Akif böyle diyor ama umutsuzluğa kapılan kişi kâfir olsa bile ( doğrusunu Hz.Allah bilir. ).
Tövbe etmek, af dilemek amacıyla estağfirullah ( Allah’ım affet ) denilebilir. Kişinin içini
rahat ettirmesi amacıyla kelimeyi şahadet getirmesi de iyi olabilir. Sonuçta insanın kalbinin
temiz ve imanlı olmasıdır, önemli olan. F.L.A.

telkîn-i ümîd: ümit telkin etmek yani ümit aşılamak. F.L.A.

dalâlin

YASİN-24,

İnnî izen le fî dalâlin mubîn(mubînin).

1.             innî         : muhakkak ben

2.             izen         : öyle olursa, bu taktirde, o zaman

3.             le             : mutlaka, elbette

4.             fî              : içinde

5.             dalâlin    : dalâlet

6.             mubînin  : apaçık

Yaşar Nuri Öztürk

YÂSÎN-24: "Bu durumda ben elbette ki açık bir sapıklığın içine düşerim."

Not: Yukarıda ki bilgilerden anlaşıldığına göre dala:lin, dala:let yani sapıklık olmaktadır.
Ağacın gövdesini doğru yol gibi düşündüğümüzde, dallar doğru yoldan sapmış yol ayrımları
yani yol sapaklarıdır. Doğru yoldan ayrılana da bu nedenle sapık denir.F.L.A.

https://www.diyanet.gov.tr/dinikavramlar/dinikavramlar-D/DAL%C3%82LET

TEVFİK: Uygun düşürme. * Uydurma. Muvafık kılma. * Cenab-ı Hakkın kuluna yardım etmesi. 

tevfîk-i İlâhî

TEVFİK-İ İLÂHÎ: Cenab-ı Hakk'ın insanı doğru yola lütfu ile sevketmesi.

https://www.osmanlicanedemek.com/tevfik-i-ilahi-105314

Ya senin âlem-i İslâm’ın inanmış ye’se;

Dîn-i resmîsi odur, vazgeçemez kim ne dese!

 Dîn-i resmîsi : Resmi: Di:ni. Devletin vatandaşı için kabul ettiği din,
ya da toplumun resmi: olarak ( kanunen ) kabul ettiği di:n.

Yukarıda Akif İslâm A:lemi’nin umutsuzluğu adeta resmi dinmiş gibi
kabul ettiğini, benimsediğini anlatıyor.

Ek bilgi olarak devletin di:ni olmamalı. Devlet görevlilerinin özel
hayatında yaşadığı bir di:ni olabilir, onun gereklerini yapabilir ama
devlet görevlisi, görevini yerine getiriken herhangi bir dine üye olan
kişilere eşit yaklaşmalı, kendi di:nini onlara dayatmamalıdır. F.L.A.

Laiklik üzerine daha önce yazdığım bir yazı. 

Laik insan değil devlet sıfatıdır. Her insanın iyi kötü bir inanışı vardır.
Devletler dolayısıyla devlet görevlileri. Tüm inanışlara saygı duyup,
devlet yetkisini o inançlara baskı aracı yapmamalıdır.
 
Kişiler devlet görevinde iken laik devlet görevlisi gibi görev yapmalıdırlar.
 
Kişi devlet memuru ya da görevlisi ise özel hayatında dinini yaşar ama
devletteki görevini yaparken laikliğe uygun davranmalı yani devleti başka
inançlara baskı aracı olarak kullanmamalı.
 

Bence Laiklik: bir inanışın başka inançlara baskısını önleyen devlet düzenidir.
Dinsizlik değil inanışlara baskı yapmamayı hedef alan devlet düzenidir.
 
Bu durumda Laiklik: Bir inanışın başka inançlara baskısını önleyen, devlet
görevlilerinin kendi inanç kurallarına göre değil, devletin kurallarına uygun
olarak çalıştığı devlet düzenidir. Dinsizlik değil inanışlara baskı yapmamayı
hedef alan devlet düzenidir. F.L.A.

Alıntı…. https://www.antoloji.com/cumhuriyet-263-siiri/

îmân-ı metîn

HABL-ÜL METİN: Sağlam ip.  

Alıntı… https://www.osmanlicanedemek.com/?s=+met%C3%AEn

HABL-ÜL METİN: Sağlam ip demek olduğuna göre, îmân-ı metîn de sağlam inanç demek olur. F.L.A.

Ek bilgi olarak, https://www.diyanet.gov.tr/dinikavramlar/dinikavramlar-H/HABLULLAH

 Sonra, dört yüz bu kadar milyon adam, hepsi cebîn! 
Açıklama: Dört yüz milyon kişi derken o yıllarda ki dünyada yaşayan müslüman sayısını demek istiyor olmalı.

cebîn (A.) [ جبين ] korkak.

Şark:doğu, mağrip:batı.

galeyan

1. isim Kaynama

2. Coşma

"Bu uzvi acı, onu galeyanın son raddesine getirerek ağlattı." - P. Safa

3. "Bütün Rumeli, ruhunun bütün fütuhatçı galeyanı ile Teselya'ya doğru akıyordu." - Y. K. Beyatlı

Alıntı.. TDK

 şevket (A.) [ شوکت ] ululuk, yüce.

Şehamet: Yağlılık, semizlik, besililik.

Açıklama: Burada çalışmama, tembellik anlamında çünkü çalışmayınca vücudu yağ bağlar. F.L.A.

Niye tutmuş da bu şevket, bu şehâmet dîni, 

Açıklama: Tembellik bu yüce, ulu dini neden tutmuş ( ilerlemesini engellemiş ).

 imsâk :Kendini tutmak. Bir şeyden el çekme. * Oruca başlama zamanı. * Hapsetmek. * Şer'an müftirat denen

şeylerden (orucu bozan şeylerden) nefsi hakikaten veya hükmen men' etmek. * Yemez içmez adamın hâli.

Cimrilik, hasislik, pintilik.Kendini tutmak. Bir şeyden el çekme. * Oruca başlama zamanı. * Hapsetmek. * Şer'an müftirat denen

şeylerden (orucu bozan şeylerden) nefsi hakikaten veya hükmen men' etmek. * Yemez içmez adamın hâli.

Cimrilik, hasislik, pintilik.

Bezl etme: Bol. Bol bol verme. Esirgemeden vermek.

Bu durumda burada imsâk, esirgeme, çok görme, vermeme anlamına geliyor.

Benden imsâk ediyor ceddime bezl ettiğini? 

Açıklama: Benden esirgiyor, atalarıma bol bol verdiğini. F.L.A.

bedîhî :Aşikâr, belli ve açık olma. * Ansızın zuhur eden. * Delil ve isbata muhtaç
olmayacak derecede açıklık.

Bedâhet: Açıklık. Zâhir delil. Belli, açık, aşikâr. * Birdenbire, hazırlıksız
söz söyleme. * Atın yürümesi. * Her şeyin evveli, 
öncesi.

hakk-ı sarîh: Açık hak yani kanunlarda açıkca yazılı olan hak.

Yaşamak hakk-ı sarîhim mi? Evet. Bir mantık, 
Bunu inkâr edemez, çünkü bedîhî artık. 
Bir bedâhet de bu öyleyse: “Çalışmak borcum.” 
Yok irâdem ki, fakat, dipdiri bir meflûcum! 

Açıklama: Mantıken düşünecek olursak, yaşamak apaçık hakkımdır.

Bunu kimse yadsıyamaz ( yok sayamaz, inkâr edemez ) apaçık belli.

Apaçık olarak, herkesin kabul ettiği bir şey de insanın toplumuna olan çalışma borcu.

Bu konuda isteğim yok ki, elim ayağım tuttuğu halde felçli gibi uyuşmuşum. F.L.A.

 Alıntı… https://www.sozluksu.com/osmanlica_turkce_sozluk-203/

 Mâzî: geçmiş

Çıfıt: sıfat Hileci, düzenbaz TDK

Serâp: isim Atmosferde ışık ışınlarının kırılmasından doğan ve çöllerde kolaylıkla
gözlemi yapılabilen göz yanılması, uzaktaki bir cisme bakarken sanki bir su yüzeyinden
yansıyormuş gibi cisimle birlikte ters görüntünün oluşumu, ılgım, yalgın, pusarık
"Bu kitapların haricinde herhangi bir menfaat ummak, seraptan su ummak gibi olur." - N. F. Kısakürek

Açılama: Vaha çölde az bulunan gölü ve meyve ağaçları bulunan yeşillik alandır.
Çölde giden kişilerin serap görmeleri, yani göz yanılmasına uğrayıp vaha gördüklerini
sanmaları söz konusu olmaktadır.

Burada serap değişmeceli anlamıyla hayal görmek, boş hayale kapılmak anlamındadır. F.L.A.

 Vâkıâ zf. (va:'kıa:) Gerçi, her ne kadar ... ise de: “Vakıa, bunlardan bir kısmını unutmamıştım.” -H. F. Ozansoy.

Güncel Türkçe Sözlük https://www.tdk.gov.tr/

Hani Kur’ân’daki rûhun şu heyûlâda izi, 
heyûlâ (A.) [ 1 [ هيولا .ana madde. 2.zihinde tasarlanmış varlık.

Açıklama: Kur’an’ın ruhunu hayal ediyormuyuz, o ruhu düşlüyormuyuz, demek istiyor olmalı. F.L.A.

Ye’si tedrîc ile zerk etmiş edenler dîne... 

Açıklama: umutsuzluğu derece derece,( ağır ağır, yavaş yavaş ) aşılamışlar dine.
Yani insanlara yavaş yavaş umutsuzluk aşılamışlar. Derece dereceye şu örneği verebilirim.
Kurbağayı kanı akmadan öldürmek için ılık su  içine koyarlarmış. Derece derce su ısısı arttırılırmış.
Kurbağa da bunu fark etmediği için en sonunda uyuşmuş bir şekilde sıcak su içinde ölürmüş.
Kurbağayı birden sıcak su içine atsalar hemen sıçrar ve kurtulur. Onun için insanlar ağır ağır,
derece derece bir şeye alıştırılır. F.L.A.

mel’un: lanet olası, uzak olası.

a’sâbı harâb: sinirleri harap, sinirleri bozulmuş

ek bilgi olarak a:sap saplar demektir. Sinir telleri de sap gibi düşünüldüğünden
sinirlere a:sap denir. Bilindiği üzere sinirler aldıkları emirleri olduğu gibi iletirler.
Bu yüzden duyduğu düşünceleri, aldığı emirleri,  sorgulamadan kabul edip, yerine getirenlere de mütaasıp denmiş.

Yatıyor koskoca bir âlem-i îman, bîtâb. 

Yatıyor ( cehd yani çaba harcamıyor ) inananlar ( Müslümanlar ) a:lemi (aalemi ), yorgun.

Örneğin el a:lem, aileden, akrabalardan olmayan kişiler, yabancı kişiler demektir.

Alıntı.. https://fatihltfaydin.tr.gg/KUR-h-AN-FiHRiSTi-C.htm#Cihad

Pıhtı hâlinde yürekler, cevelânsız kanlar

Cevela:n: Dolaşma. Kaynama. Yerinde durmayıp gezme

Kanın kaynaması, coşku heyecan ve bir şeyler yapma arzusu anlamındadır.

İnsanlar uyuşmuş demek istiyor. F.L.A.

Îkâz etmek: uyarmak.

Leş: Hayvan ölüsü.

Azi:m: azmetmek yani bütün zorluklarına, çilelerine rağmen bir görevi yerine
getirmek için kesin ve kararlı bir şekilde yola devam etmektir. Yalnız dinimiz 
bu azmetme işinde çok zorlanacak olanlara; ruhsat ( izin ) yani kolaylık tanımıştır. F.L.A.

https://www.diyanet.gov.tr/dinikavramlar/dinikavramlar-R/RUHSAT

Sa’y-i medîd

sa’y (A.) [ سعی ] çalışma, çaba gösterme.

medîd (A.) [ 1 [ مدید .uzun. 2.çekilmiş.

Not: Bu durumda Sa’y-i medîd uzun süreli çaba harcayış olmalı yani pes
etmeden çabalamaya devam etmek anlamına geliyor olabilir.F.L.A.

 mesai (A.) [ مساعی ] çalışma, çalışmalar.

Açıkama: Mesai, akşam demek olup, gündüz yapılan iş bitirilmediğinde akşam da
çalışılır ve ayrıca mesai ücreti alınır. Gelişmek için çalışma sürelerimi arttırırım, demek istiyor.F.L.A.

TEVFİK: Uygun düşürme. * Uydurma. Muvafık kılma. * Cenab-ı Hakkın kuluna yardım etmesi. 

tevfîk-i İlâhî

TEVFİK-İ İLÂHÎ: Cenab-ı Hakk'ın insanı doğru yola lütfu ile sevketmesi.

https://www.osmanlicanedemek.com/tevfik-i-ilahi-105314

Allah bir güzellik yapan kuluna 10 katı güzellik verir. 

Bu da TEVFİK: Uygun düşürme. * Uydurma. Muvafık kılma. * Cenab-ı Hakkın
kuluna yardım etmesi demektir.

EN'ÂM-160

 Yaşar Nuri Öztürk : Kim bir güzellikle gelirse ona, getirdiğinin on katı var. 

Kötülükle gelene ise yaptığının kadarından fazla ceza verilmez. Onlar, haksızlığa uğratılmayacaklardır. 

 Mükellef: vergi yükümlüsü,bir görevi yerine getirmekle yükümlü, sorumlu kişi. F.L.A.

 – Ama kul neyle mükellefti ki, tevfîk ile mi? 
Hiç değil, sa’y ile; tevfîk, o: Hudâ’nın keremi. 

Açıklama: Kula düşen çabalamak yani sa’y dır.
Tevfik yani Allah’ın yardımı Allah’ın işidir ve O keremiyle büyüklük edip
kuluna iyilikler bağışlar ( inşallah demeli çünkü Allah dilerse demek zorundayız ).

 İnşallahsız konuşmama.

KEHF-23
içbir şey için, "Ben bunu yarın kesinlikle yapacağım." deme.

KEHF-24

"Allah dilerse" şeklinde söyleyebilirsin. Unuttuğunda, Rabbini an. Ve de:
"Umarım ki Rabbim beni, bundan daha yakın bir zamanda başarıya/aydınlığa ulaştırır."  F.L.A.

 esbâb (A.) [ اسباب ] sebepler.

esbâb -ı mûcibe [ اسباب موجبه ] gerekçe, gerekçeler.

esbâb -ı mücbire [ اسباب مجبره ] zorlayıcı sebepler.

esbâb -ı zarûriyye [ اسباب ضروریه ] zorunlu sebepler.

Sarıl esbâba da çık, işte tarîk, işte refîk; 

işte tarîk, işte refîk; Tarik yol, refik arkadaş, yol arkadaşı yani rehber.

Açıklama: Allah çabalayan kuluna yardım için sebepler halk eder
yani oluşturur. İşte Allah’ın oluşturduğu sebeplerin gereğini yap yola
çık, refikin yani rehberin Allah’tır demek istiyor.


mütebaki (A.) [ متباقی ] kalan, geriye kalan.

Zâyi: kayıp, yitik.

şâyi’ (A.) [ شایع ] yayılmış.

şâyia (A.) [ شایعه ] söylenti.

hattâ (A.) [ حتی ] üstelik, hatta.

Bin çalış gâyen için, bir kazan ömründe yeter.

Mütebâkî o dokuz yüz emeğin yok mu, Hocam?

Açıklama: Neden 1000 çalışıp, bir kazanıyoruz. Geri kalan 999
çalışma boşa gitmiş olmuyor mu? Demek istiyor.F.L.A.

– Daha doksan dokuz ister, ne demek, etsene zam!.

Açıkama: 999/1000 yüzde olarak hesaplandığında yuvarlak hesap 99/100 eder.

– Hadi ettik... Biri olmaz, biri hattâ, zâyi’;

Ya onun gâyede tek hissesi var, hem şâyi’ .

Açıklama: 100 çabanın 1 i yani bir adım, yukarıda ki
Bir adıma 10 adım ayetine (
EN'ÂM-160 ) göre yayılmıştır,
çoktur, 10 kat olur, demek istiyor olabilir.  F.L.A.

Dinle üç beş sene evvel geçen oldukça mühim, 
Bir ufak hâdiseden bahsedeyim... 

Açıklama: Bu anlatılan olaya göre,

Köse İmam bir yerde imam iken biri onu Abdülhamit’e Abdülhamit düşmanı
( belki de İttihatçı ) diyerek ihbar etmiş. Karakol da saraydan gelen emirle
imamı Erzurum’a sürmek amacıyla tekneye bindirmiş. Abdülhamit’i zulmü
nedeniyle uyarmak isteyen ve yaka paça tutuklanarak sürgün teknesine
konan Mandal Hoca’ da tekne arkadaşıymış.F.L.A.

  – Lebbey ? 

TELBİYE

(التلبية)

İhrama girenlerin lebbeyk şeklinde başlayan zikir cümlelerini söylemesi.

Sözlükte “çağrıda bulunana cevap vermek, bir davete icabet etmek”

anlamındaki telbiye fıkıh terimi olarak hac veya umre niyetiyle ihrama

giren kimsenin aşağıdaki sözleri söylemesini ifade eder: “Lebbeyk 

Allāhümme lebbeyk lebbeyk lâ şerîke leke lebbeyk inne’l-hamde 

ve’n-ni‘mete leke ve’l-mülk lâ şerîke lek” (Rabbim! Davetine sözüm

ve özümle tekrar tekrar icabet ettim, emrine boyun eğdim. Rabbim! 

Senin davetine icabet boynumun borcudur. Senin eşin ve ortağın yoktur. 

Rabbim! Bütün varlığımla sana yöneldim; hamd senin, nimet senin, 

mülk senindir. Senin eşin ve ortağın yoktur).

 İslâm Ansiklopedisi Salim Öğüt 

Not: davete icabet etmek, davetin icabını yani gereğini yerine getirmek,
davete gitmek demektir.

 Lebbeyk, senin çağrına geldim Allah’ım demek olduğuna göre burada
da senin anlatacağım olayı dinle çağrına, isteğine uyuyorum yani seni dinliyorum, anlamında olmalı.F.L.A.

Kadri Bey zâde : Kadri Bey’in oğlu.

 Âsârı da var köylü için

Âsâr: Öç almalar. İntikamlar. * Eserler. * İzler. Nişanlar. Abideler. * Âdetler.

Köylü yararına yazılı eserler, dergi vs. çıkarma gibi işler yapmış, anlamında olmalı. F.L.A.

Tenvîr: Aydınlatma.

Hey’et-i İrşâdiyye

heyet  

 1. Kurul: “Heyet ve miralay Galip Bey huzura girdiler.” -N. F. Kısakürek.
2. esk. Astronomi. 3. esk. Biçim, kılık, dış görünüş.

 Güncel Türkçe Sözlük 

Alıntı…TDK

İrşâd: Sözlükte "doğru yolu göstermek" anlamına gelen irşat, dinî bir
kavram olarak, mü'minleri dinî görevlerini yerine getirmeye çağırmak demektir.

Alıntı.. https://www.diyanet.gov.tr/dinikavramlar/dinikavramlar-%C4%B0/%C4%B0R%C5%9EAD

Meccânen: ca:nı gönülden yapılan, parasız yapılan. F.L.A.

Meclisce münâsibse: kurul (Hey’et-i İrşâdiyye ) uygun görürse. F.L.A.

şu sûretle: şu şekilde, yani şunları söyleyerek. F.L.A.

Açıklama: halka doğru yolu göstermek amacıyla bir kurul kurulmuş
(Hey’et-i İrşâdiyye ) ve halk aydınlansın diye eserler bastırılmış. F.L.A.

https://www.turkedebiyati.org/recaizade_mahmud_ekrem.html

 Müfîd:  İfâde eden, meramı güzel anlatan. * Mânalı, mânidâr. * Faydalı, faydayı mucib olan. * Mütâlâsından istifade 
olunan.

Not: anlatmak istediği şeyi ya da derdini çok güzel anlatan. F.L.A.

Alıntı.. https://www.sozluksu.com/osmanlica_turkce_sozluk-203/HABT-anlami-1-2.html

 Tennevvür eder: Aydınlanır.F.L.A.

mesârif-i tab’iyye:Tab etme yani çoğaltma ( günümüzde fotokopi ) gideri. F.L.A.

heder etmek: ziyan etmek, çarçur etmek, boşa harcamak, demek olduğuna göre,

Heder olmak ziyan olmak, çarçur olmak, boşa harcanmak, demek olur.F.L.A.

 “Güzel yazılmış eserler ve şüphesiz ki müfîd; 
Fakat, basılsa okurlar mı? Bence azdır ümîd. 
Evet, beş on kişi ancak okur tenevvür eder; 
Bizim mesârif-i tab’iyye olmayaydı heder.” 

Açıklama: Kısaca eserler güzel yazılmış, ne demek istediği
( ifade etmek istediği şey ) de belli ama çok az kişi okur ve
aydınlanır. Bu yüzden çoğaltma masrafı için ödenecek paralara yazık olur. F.L.A.

Müellifi: Yazarı.

Zirâî: Tarımsal, tarımla ilgili.

Müdâfa : savunma, müdâfat: savunmalar. F.L.A.

pek tabî’î; pek doğal.  

tabîat: doğa.

şuûn (A.) [ 1 [ شئون .işler. 2.olaylar.

kudret (A.) [ قدرت ] güç.

şu’ûn-i kudret: güçlü olaylar. Doğa olayları.F.L.A.

Hudâyî: f. Hudâlık, uluhiyyet. Allah'lık. * Allah'a mensub.

Açıklama: Her bitki Allah’ın doğa olaylarına uygun bir şekilde ortaya çıkar.

Halkın aydınlatılması için Kâzım Bey eserlerinde savunmalarını doğada ki
her şeyin çalışıp üretmekte olduğu örneğiyle ortaya koymuş. Yani her şey
bir şeyler üretip çalışırken insanlar yan gelip yatmamalı görüşünü savunurken
doğayı örnek vermiş. Anlatılan olayın özeti budur. F.L.A.

Şu bahsi geçmiş eserler nedir? Zirâîdir. 
Müdâfa’âtımı öyleyse pek tabî’îdir, 
Alıp da nakledivermek bütün tabîatten, 
Bütün tabîate hâkim şu’ûn-i kudretten, 

Açıklama: Şu sözü edilen eserler tarımla ilgilidir.

Savunmalarımı doğal olarak doğadan, doğaya hakim doğa olaylarından,

 nakledip ( doğadan örnek verip ) yapmaktayım. F.L.A.

tohm-ı hayat: hayatın devamını sağlayan bildiğimiz tohum. F.L.A.

hilkat: yaratılış.

kâbil mi etmemek hürmet: mümkün mü ( olası mı ) saygı duymamak. F.L.A.

zemîn (F.) [ 1 [ زمين .yer. 2.dünya. 3.fon. 4.konu, alan.

Açıklama: çiçeğin etrafını saran toprak alan anlamında. F.L.A.

Yekûnu: toplamı.

icbâr (A.) [ اجبار ] zorlama.

icbâr edilmek zorlanmak.

icbâr etmek zorlamak.

icbâr eden: zorlayan, bir şeyi yapmak zorunda bıraktıran. F.L.A.

avâmil (A.) [ 1 [عوامل .etkenler, faktörler.

tabîati icbâr eden avâmil var.

Açıklama: Doğayı üretmeye zorlayan unsurlar var. Bilindiği üzere
öge, unsur ve faktör bir bütünü oluşturan parçalardır. Örneğin Bütüne
doğal tarımsal üretimi örnek verecek olursak, doğal tarımsal üretimi
oluşturan ögeler; erkek çiçeklerde bulunan tohumlar, rüzgar, toprak
ve yağmurdur.Tohumlar rüzgara kapılarak dişi çiçeklerin üzerine düşerler.
Yağan yağmurla çiçek topraktan su ve azot gereksinimini karşılar ve doğa
böylece üretimini devam ettirir. Ayrıca bitki tohumları da toprağa düşerek
yağmurla yumuşayan toprakta fidan oluşumunu gerçekleştiriler. F.L.A.

İhtişâm: görkem.

vâsi’ (A.) [ 1 [ واسع .geniş. 2.yaygın. 3.kapsamlı. 4.enli. 5.bol.

müdhiş isrâfa: korkunç savurganlığa. F.L.A.

Müthiş.

1. sıfat Korkuya düşüren, korkunç, dehşetli

"Aradan yıllar geçti. Hâlâ o müthiş uğultu ve çatırdamayı içimden silemedim." - N. F. Kısakürek

2. Çok rahatsız eden, dayanılmaz

"Bu müthiş yokluğa, bu derin acıya tahammül edemiyordum." - Y. K. Beyatlı

3. Şaşılacak kadar değişik

"Birdenbire kendinde müthiş bir sükûnet, tarifsiz bir rahatlık hissetti." - Ş. Rado

TDK

hilkat: yaratılış.

Bekâ-yı nesil: kalıcı nesil: zorluklara göğüs gerip dimdik ayakta duran nesil*.F.L.A.

*Bk. ASIM 1

hayâtın yegâne gâyesidir: Yaşamın tek ( biricik ) amacıdır. F.L.A.

fıtrat (A.) [ فطرت ] yaratılış.

fıtraten (A.) [ فطرتا ] yaratılıştan.

fıtrî (A.) [ فطری ] yaratılıştan gelen.

https://fatihltfaydin.tr.gg/Fitrat-Prof-.-Dr-.-Suleyman-Ates.htm

hazâin (A.) [ خزائن ] hazineler.

merâm (A.) [ مرام ] amaç, anlatılmak istenen şey.

1. isim Korkusunu giderme, inanç verme

2. Sağlama, elde etme

3. Gerçekleştirme

"Evde huzuru temin annenin görevidir."

TDK

O gâye olmasa dünyâ bir âhiret kesilir. 
Saçıp savurmada fıtrat bütün hazâinini, 
Merâmı gâyesinin böylelikle te’mîni. 

Açıklama: Yaşamın amacı kıyamete dek varlığın ( insan, hayvan, bitki ve toprak )
devamını, bekâsını yani kalıcılığını ( te’min etmek ) sağlamaktır. Bu amaç olmasa
dünya da kıyamet olur ve dünya diye bir şey kalmaz. Ahiret: yaşamdan sonrası,
kıyametten sonra dirilme demek.amacı için bütün hazinelerin ( örneğin milyarlarca tonumu )
saçıp savurmaktadır. Yaşam ya da doğa. F.L.A.


intaş

(Tohum) toprakta çimlenme.

https://www.nedirnedemek.com/inta%C5%9F-nedir-inta%C5%9F-ne-demek

sebât (A.) [ ثبات ] yerinden kımıldamama, kararından vazgeçmeme.

sebâtkâr (A.-F.) [ ثباتکار ] sebat eden.

garaz (A.) [ غرض ] maksat.

garazâlûd (A.-F.) [ غرض آلود ] maksatlı.

garazkâr (A.-F.) [ غرضکار ] garazlı, maksatlı.

Garazı: maksadı.

Açıklama: maksadı yani geriye nesil bırakma amacını boşa çıkarmayacak
şekilde beldeki torbadan tohumları dikkatli savurmalı. Değişmeceli olarak
çocuklarımızı ve gençleri yetiştiriken dikkat etmeli ve onları ziyan etmeden
topluma kazandırmalıyız. Etrafa savrulup çürüyüp giden tohumlar gibi yok olup
gitmesinler, demek istiyor olmalı.F.L.A

 


Sayfa Başına Dönün 

Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol