Sayac


Fatih Lütfü AYDIN
Hoş Geldiniz

DYY

 

Dini Yazılar
Yazan : Fatih Lütfü Aydın

www.fatihltfaydin.tr.gg

Dosya Paylaşımım.

Paylaşılanlar 1

Paylaşılanlar 2

Daha fazlası için...
7.11.2023

 

ÖNSÖZ



Din Hizmeti Parayla Verilmez ama

Din hizmeti parayla,
Verilmez ama
Matbaacı kazanmasın mı?

Parası çok olana,
Kuşe kâğıda,
Az olana da,
3. hamura,
Kitap basılamaz mı?

Parası çok az olana da,
PDF ya da HTML formatında,
Kitap çıkartılabilir ama.
Parası çok az olan kitap okumasın mı?

FLA

  Not: Paylaştığım kitaplara bu bağlantıdan
 
ulaşılabilir. 
Sınava gireceklere yardımcı olması dileğiyle.
 

 

 






  

 

A Grubu

 

Azap



İNSAN HAKLARI EVRENSEL BİLDİRGESI
Madde 5
Hiç kimseye işkence ya da zalimce, insanlık dışı ya da aşağılayıcı muamele ya da ceza uygulanamaz.
KUR'AN
NİSA 56. Şüphesiz âyetlerimizi inkâr edenleri gün gelecek bir ateşe sokacağız; onların derileri pişip acı duymaz hale geldikçe, derilerini başka derilerle değiştiririz ki acıyı duysunlar!
Pozitif Ateizm' den alıntıdır.
Bu alıntı nedeniyle yazdığım yazı aşağıdadır. FLA

Yazımdan önce Prof.Dr.Yaşar Nuri Öztürk'ün Yeni Boyut Yayınevi Kur'an'daki İslam kitabının 559-560 nolu sayfalarına ait alıntıyı ekledim.

S- Nisa 56 ürpertici bir azap tablosu çizmektedir. Allah'ın azabı var mıdır? Varsa bu nasıl olacaktır?
C- Azap haktır ve vardır. Eğer olmasaydı, varlık ve olu- şun dengesinden söz edilemez, iyi-kötü ayırımının anlamı kalmaz, doğruya çağırmanın ve dinlerin hikmetleri felç olur- du. Bu yüzdendir ki, artının yanında eksi, ışığın yanında ka- ranlık ne denli gerekliyse, rahmetin yanında azap da o dere- ce lüzumludur. Ancak Cenabı Hak rahmetini sonsuz ve ku- şatıcı, azabını sınırlı kılarak kullarını korumuştur. Buna ba- karak azabın yokluğuna değil, Allah'ın bize acıdığına ve esir- geyeceğine hükmedebiliriz.
Kur'an azap konusuna bir varlık ve oluş realitesi olarak sürekli dikkat çekmektedir. Bunda şaşılacak bir taraf da yoktur. Esasen rahmet ve bağışın anlamı azabın varlığı ve şiddetiyle belli olur. Rahmeti anlamak için azap-rahmet polaritesinin varlığı kaçınılmazdır. Ve bir yaratılış kanunu olarak rahmeti büyük olan kudretin, öfkesinin de bü- yük olması gerekir. Kudretin çapı rahmet-öfke polaritesinin çapıyla orantılıdır.

Azabın nasıllığına gelince: Şunu bilmeliyiz ki, kutsal metinlerin, o arada Kur'an'ın çizdiği azap tabloları sembolik, işaret türündendir. Kur'an bunlara müteşâbih ifadeler der. Bizim üç boyutlu âlemin şartlarına bağlı anlayışımız ölüm sonrasını bize anlatmak için kullanılan ifadelerin (ateş, tera- zi, ebedî azap vs.) gerçek anlamlarını belirlememize imkan vermez. Biz azap ve hesabın, cennet ve cehennemin hak ol- duğuna, Mutlak Kudret'in hayat maceramızdan bizi hesaba çekeceğine ve gerekli gördüğünde azap edeceğine inanırız, ancak bunun nasıllığını bilemeyiz. Cenabı Hak kötüleri ceza- landıracağını en acı ve etkili ifadelerle belirttiği gibi, iyileri ödüllendireceğini de, en tatlı, mutlu edici sözlerle belirtmiş- tir. Bu belirtme sırasında kullanılan kelimelere bakarak bi- zim dünyamızın malzemelerinden cennet veya cehennem in- şa etmeye kalkmak doğru değildir. Mesela Nisa 56. ayet, küfre sapanların ateşe salınacağını, derileri yanıp piştikçe, azabı tatsınlar diye yeni derilerle donatılacaklarını söyle- mektedir. Bu ifadeye bakarak biz, tanıdığımız fırınlarda dur- madan kızartılan insan manzaraları düşünemeyiz. Çünkü cehennem de bir eğitim ve tekâmül aracıdır. Tekâ- mülünü bu dünyada gerçekleştirmemiş olanlar, o âlemde do- gal olarak zorluk ve eziyetle karşılaşacaklardır. Ancak deri değişme, ateş, salıverilme, yanma, pişme vs. diye ifadeye ko- nan oluşların, ölüm sonrası veya üç boyutlu âlem ötesi şart- larda mahiyetleri nedir? Bu ifadeler o âlemin veya âlemlerin hangi realitelerine karşılık olmaktadır? Biz bu soruların ce- vaplarım bilmiyoruz. Gideceğiz ve göreceğiz.
Kısacası cennet, cehennem ve azap haktır. Ancak onların mahiyetlerini bilen yalnız Cenabı Hak'tır. Bize düşen, Al- lah'in azabından affina, cezasından rahmetine sığınmaktır.

Yukarıda ki alıntı Prof. Dr. Yaşar Nuri ÖZTÜRK’ün Kur’an da ki İslam Yeni Boyut sh.559-560 dan alınmıştır. Yukarıda ki ayet ve alıntılardan anlaşıldığına göre azap kesin ama nasıllığı kesin değildir. Nisa 58’ de ki dehşet tablosunu gerçek anlamında ( dünya ateşi olarak ) alırsak, bu sefer tesbih inancına ters düşeriz.
Yukarıda geçen, "Rahmeti anlamak için azap-rahmet polaritesinin varlığı kaçınılmazdır." sözü her şeyin zıttıyla var olduğu diyalektik görüşüyle ilgili. Yaşar Hocamız, "Rahmet varsa diyalektik gereği azap da olacaktır." demek istiyor, bence.Polarite yani kutupluluk her şeyin kutuplu yani zıttıyla bulunması olduğundan diyalektik demek oluyor.

Cennet ve cehennemde yaşanacak olanlar nasıl olursa olsun duygudurlar. Duygular soyut ( 5 duyu organıyla varlığı anlaşılamayan, elle tutulup, gözle görülemeyen ) olduğu için anlaşılabilmeleri ancak ve ancak yaşanmalarına bağlıdır. Örnek olarak bankadan çektiğiniz yüklü miktarda bir parayı çaldırdığınızda büyük ve anlatılmaz bir acı, azap duygusu yaşarsınız. Bu durum duygu olduğu için bunu yaşamadan kimse anlayamaz. Bir fikir vermek amacıyla kaynar su gibi bilinen somut varlıklar kullanılabilir. Bu bir benzetmedir. Benzetmelerin bir gerçek bir de mecazi ( değişmeceli ) anlamları vardır. Kur’an’da bir yerde kaynar su azabını tattıracağız deniyor. Bu kaynar suyun bir gerçek bir de değişmeceli anlamı var. Ayette gerçek anlam kullanılmıştır şeklinde bir iddiamız olabilir mi? Ya değişmeceli anlamı kullanılmışsa?
Bence Ateistlerin yanıldığı nokta uydurma dinle gerçek din İslâm’ı aynı zannetmeleri ve belki tüm alemlerin maddeden yaratıldığını düşündükleri için soyut alemlerden, gerçek ve değişmeceli anlamlardan uzak bir düşünce yapısına sahip olmalarıdır.
Fatih Lütfü AYDIN
01.04.2013

AZAPLA ilgili KUR’AN AYETLERİ

YÛNUS
50. Şöyle söyle: "Diyelim O'nun azabı size gündüzün veya geceleyin gelecektir. Suçlular bunlardan hangisini aceleyle ister?"
51. O azap başınıza patladıktan sonra mı iman ettiniz! Şimdi mi? Hani onu aceleden isteyip duruyordunuz?
52. Sonra, zulmedenlere şöyle denecek: "Sonsuzluğun azabını/sonsuz azabı tadın! Kazandığınız şeyler dışında bir şeyle cezalandırılmayacaksınız!"
53. Soruyorlar sana: "Doğru mu bu?" De ki: "Evet! Rabbime yemin ederim, o doğrunun ta kendisidir! Ve siz ondan yakayı kurtaramayacaksınız."

İBRÂHÎM-44
İnsanları, azabın kendilerine ulaşacağı gün konusunda uyar. O gün, zalimler şöyle derler: "Ey Rabbimiz! Bizi yakın bir süreye kadar geri bırak da çağrına cevap verip resullere uyalım." Daha önce siz, kendiniz için çöküş ve bitiş yoktur diye yemin etmediniz mi?

Yukarıdaki azap ayetlerine göre azap kesin ama nasıllığı kesin olarak Kur’an’da belirtilmemiş. Tesbih: Hz. Allah’ ın tüm eksik özelliklerin dışında olduğunu ve tüm tam, yüce özelliklerle dolu olduğunu kabul etmektir. Sadistçe bir zevk olan yakma elbette ki Hz. Allah için eksik bir özellik olacağından, bu özelliği Ona yükleyen Hz. Allah’ ın yüceliğini inkâr ettiği için belki de dinden de çıkabilir Allah korusun.Amiin.

Ek bilgi olarak,

TESBÎH NAMAZI
Tesbîh namazı, her rekatinde yetmiş beş olmak üzere toplam üçyüz defa tesbîh okunan dört rekatli ve ömürde bir defa da olsa kılınması tavsiye edilen mendûb bir namazdır. Hz. Peygamber, tesbîh namazı kılınmasını tavsiye etmiş, bu namazın pek çok günahın affına sebep olacağını haber vermiş; her gün kılınmasının zorluğu sebebiyle, haftada bir, ayda bir, yılda bir veya ömürde bir defa kılınmasının yeterli olacağını belirtmiştir (Ebû Dâvûd, Salât, 303; Tirmizî, Salât, 350).

Tesbîh namazının kılınışı şöyledir: Namaz kılmaya niyet edilerek iftitah tekbîri ile namaza başlanır. Sübhâneke duasını okuduktan sonra 15 defa "Sübhanallâhi ve'l-hamdü lillâhi velâ ilâhe illallâhu vallâhu ekber" denir. Sonra eûzu besmele çekilerek Fâtiha ve zammu sûre okunduktan sonra 10 defa daha bu tesbîh okunur. Daha sonra rukûa eğilip ve üç defa sübhâne rabbiye'l-azîm dedikten sonra 10 defa aynı tesbih okunur. Rükûdan doğrulunca 10 defa, secdede 10, iki secde arasında 10 ve ikinci secde de 10 defa aynı şekilde tesbih okunur. Böylece bir rekatte 75 defa tesbih tamamlanmış olur. İkinci rekate kalkınca 15 defa tesbîhle başlar ve kalanını birinci rekatte olduğu gibi kılar. Bu şekilde 4 rekat namaz kılınır. Tesbih namazı nafile bir namaz olduğundan, terâvih dışındaki diğer nafilelerde olduğu gibi tek başına kılınması gerekir. (İ.P.)

TESBİH NAMAZI Paragrafı Diyanet İşleri Başkanlığı Sitesi’ nin Dini Kavramlar Sözlüğünden alınmıştır.Tesbih sözleri Hz.Allah’da hiçbir eksik özelliğin bulunmadığını, tüm tam özellikler sahibi olduğunu anlatır.

Namazda tesbih çekerken okunan sözlerden olan lâ ilâhe illallâhu Tevhide Allah’ın tek oluşuna Ondan başka Allah, yaratıcı olmadığına işaret eder. Sonuç olarak Tesbih 1. Allah’ı tüm eksikliklerin dışında ve tüm tamlıklarla dolu olduğunu [ hamd, övgü ( Sübhanallâhi ve'l-hamdü lillâhi ) . 2. Ondan başka Allah olmadığını ( lâ ilâhe illallâhu ). 3. Ekber, büyük olduğunu ( allâhu ekber )kabul etmektir.

Kur'an'da tutarsızlık yoktur. Yani Hz. Allah hem sadist değil yani O'nda hem eksiklik demek olan sadistlik özelliği yok hem de bu sadistçe ayetler yer alıyor, diyerek bir çelişki olduğu düşünülmemeli.

BAKARA-2
İşte sana o Kitap! Kuşku,çelişme, tutarsızlık yok onda. Bir kılavuzdur o, korunup sakınanlar için.

NİSÂ-82
Kur'an'ı, iyice okuyup düşünmüyorlar mı? Eğer o, Allah'tan başka birinin katından gelseydi, elbetteki onun içinde birçok ihtilaf bulacaklardı.

Öyleyse neden dünya ateşiyle ilgili tasvirler ( resim çizer gibi anlatımlar) yer alıyor Kur’an’da.

1. Tahmin (Kestirim) : Hz. Allah, beynimize akıl, yüreğimize vijdan koyup, önümüze biri doğru diğeri eğri olmak üzere 2 yol çizmiş. Eğri yola yöneldikçe negativite (olumsuzluk) sopasıyla da ayaklarımıza vurarak bizi doğru yoluna yönlendirmeyi amaçladığı için tıpkı çocuk korkutur gibi korkutarak doğru yoluna yönlendirmek istiyor olabilir.

2. Kestirim : çok büyük panik ve ıstırap yaşadığımızda başımdan aşağıya kaynar sular döküldü deriz. Burada dökülen gerçekten kaynar su değildir. Bu bir üslup, yani bir şeyi yapış ya da anlatış biçimidir. Dünya nesnelerinden başka nesne bilmediğimiz için Hz. Allah’ da bildiğimiz dünya nesnelerini; bal, şerbet, kaynar su, ateş kelimelerini kullanmış olabilir.

BAKARA-25
İman edip hayra ve barışa yönelik değerler üretenlere şunu müjdele: Kendileri için, altlarından ırmaklar akan cennetler olacaktır. Onlardaki herhangi bir meyvadan bir rızk olarak her nasiplendirildiklerinde, şöyle diyeceklerdir: "İşte bu, daha önce rızklandırıldığımız şey!" Bu rızk onlara buna benzer şekilde verilmişti. Onlar için orada tertemiz eşler de vardır. Ve onlar orada sürekli kalacaklardır.

MUHAMMED-15
Sakınanlara vaat olunan cennetin durumu şöyledir: Orada, bozulmayan sudan ırmaklar; tadı bozulmayan sütten nehirler, içenlere lezzet sunan bir şaraptan nehirler, süzme bir baldan oluşan nehirler var. Ve orada kendileri için her türlü meyvenin yanında, Rablerinden bir de bağışlanma var. Bu nimetler içindeki ile, sürekli ateşte olup da içirildiği sıcak su tarafından bağırsakları parçalanan kimse aynı olur mu?

Yukarıda ki 2 ayette hoş güzel duygular ile sıkıntı içeren acı veren duygular, bizim bildiğimiz dünyaya ait nesnelerle sembolize edilmiş. Yani buradan cennet ehlinin hoş duygular yaşayacağı, cehennem ehlinin ise sıkıntı ve acı içeren duygular yaşayacağı sonucu çıkıyor. Yani azap (sıkıntı ve acı içeren duygular) vaat edilmiş ama bunların dünya ateşi ve kaynar su azabı olacağı kesin değil. Dünya ateşi ve kaynar su azabı cehennem azabının şiddetli olacağını anlatmak için kullanılan semboller olmakta. Kur’an bu ayetlerde benzetme yapmış. Benzetmelerde bire birlik yoktur. Bunu “teşbih ( benzetme ) de hata yoktur” diyerek atalarımız açıklamış. Ağzının tadını bilmeyen için “eşek hoşaftan ne anlar” dendiğinde nasıl ki kişi eşek olmuyorsa, “çok sıkıntı yaşadım” demek yerine “başımdan kaynar su döküldü” diyen kişinin de gerçekten başından kaynar su dökülmüyor.

28.05.2012
Saygılar ve Sevgiler
Fatih Lütfü AYDIN

Not: Bütün bunlardan başka Hz.Allah'dan ümidi kesmemek gerekir. O hükmüne galiptir. Verdiği hükmü (kararı) isterse değiştirebilir.

Allah'ın Hükmüne Galip Olması.
Yani verdiği kararı değiştirip sonsuza kadar kalacaklar dedikleri kişilerden dilediklerine cehennemi veya cenneti sonlandırabilir.

FLA

Hud, 105-108 Bu ayetlerde Rabbinin dilediği hariç sözleri Hz.Allah'ın hükmüne galip ve sorgulanamaz ( La yüsel ) olduğunun delilidir. Hz.Allah hükmüne galiptir ama zalim de değildir elbette.FLA

Not: la yüsel ayeti Evrensel Hukuk İlkeleri'nden kanun önünde eşitlik ilkesiyle ilgilidir. yani Hz.Allah’dan başka her varlık kanun önünde eşittir ve adil olarak gerekirse yargılanmalıdır.

Ayrıca la yüsel ayeti Hikmetinden sual olmaz atasözünün kaynağı olmalı. Bu durumda Hz.Allah'tan başka tüm varlık a:lemi eleştiriye açıktır. Eleştirilemez olan yalnızca O'dur.

Allah hükmüne galiptir. Yani bir yargısını ya da bir başka deyişle bir konu, kişi v.s. ile ilgili düşüncesini, kararını isterse değiştirebilir. Buna hukukta keyfiyet ilkesi denir. Hakları saklıdır, şeklinde yazılır.

Durum böyle iken Hz. Allah zalim değildir. Yargısını, elbetteki zulmetmeye gücü yetmesine rağmen, zulmetmeden değiştirir. Keyfiyet O'nun olduğuna göre kaynar su azabını gerçek anlamda da gerçekleştirebilir, değişmeceli anlamda da.

Duhan, 48) Sonra başının üstünden kaynar su dökerek cezalandırın.”

Duhan-40-57

Aşağıdaki alıntı Prof. Dr. Yaşar Nuri Öztürk'ün Kur'an'ın Temel Kavramları – Azap maddesidir. Hocamızdan Allah razı olsun. AZAP İşkence, felaket ve ceza anlamındaki azap Kur'an'ın en hayatî kavramlarından biridir.

Azap kökünden sözcükler Kur'an'da 370 yerde geçer. Yalnız azap kelimesinin geçtiği yer sayısı 320 küsurdur. Azap kavramının önemini daha iyi anlamak için bu rakama, azap ve ceza ifade eden diğer kavramları da eklersek, karşımıza çıkan rakam 740 küsur olmaktadır.

Bu toplamın içinde; cehennem (77 kez), yine cehennem anlamında cahîm (25 kez), ateş anlamındaki nar (145 kez), azap anlamında kullanılan ıkâb (20 kez) helak (60 kez), yine helak anlamındaki tedmîr (10 kez) yer almaktadır. Bu kavramların tümü bir biçimde cezalandırma, cezaya çarptırma, cezayı infaz ifade etmektedir.

Azap-merhamet veya azap-rahmet polaritesinin (zıt kutupluluğunun) Kur'an'daki konumunu anlamak bakımından, azap kavramının karşıtı olan kavramların durumuna da bakmak gerekir. Azap kavramının karşıtı olan kavramların başında rahmet kavramı gelmektedir. Bu kavram ve türevlerinin Kur'an'daki kullanım sayısı 320 küsurdur. Azap kavramının karşıtı olan diğer kavramların tekrar sayıları ise şöyledir: Cennet: 147, gufran (af ve bağışlama): 234, kerem (cömertlik ve bağış): 40, vehb (af ve bağış) 25, hayat verme (helak ve tedmîr karşıtı): 188, mağfiret: 28, tövbe ve tövbeleri kabul: 88, lütuf: 7, af (af kelimesi kullanılarak): 36, nur (azap ifade eden nar karşıtı): 49, hilm (af ve yumuşak davranış): 15, re'fet (bağış, af ve merhamet): 13 Bu tabloya göre Azabın karşıtı olan kavramların, toplam sayısı 1190 olmaktadır.

O halde, Kur'an'ın tanıttığı Allah'ın af, bağış ve merhamet iradesi, azap ve ceza iradesinden çok belirgin biçimde geniş ve yüksektir. Başka bir deyişle, O'nun rahmeti esas, azabı istisnaî ve geçicidir.

Kur'an bu gerçeği, kozmik bir ilke halinde şöyle ifadeye koymaktadır:
"Allah buyurdu ki: 'Benim azabım var; ona dilediğimi çarptırırım. Rahmetime gelince, o her şeyi çepeçevre kuşatmıştır." (A'raf, 156) Azabın niteliğine ve uygulanış biçimine gelince, bu noktada temel ilke Kur'an tarafından konmuştur:

Ölüm ve dünya ötesi ile ilgili kavramlar, özellikle cennet ve cehennemle ilgili beyanlar semboliktir; Kur'an'ın ifadesiyle 'müteşâbih'tir. Kur'an bunları anlatırken onların 'mesel'ini anlattığını yani bir benzetme yaptığını ifade eder.

Örneğin, cenneti anlatan Ra'd, 35. ayet şöyle başlar:
"Sakınıp korunanlara vaat edilen cennetin temsilî anlatımı şu: Altından ırmaklar akar, yemişleri de sürekli, gölgesi de. İşte korunup sakınanların son yurdu. Kâfirlerin son yurdu ise ateş." Mesel yoluyla anlatım, maksat ve murada yönelik ilgi yaratmaktadır. Bu ilginin yaratılmasında, bilinen kullanılarak, umulana teşvik veya sakındırmandan kaçış sağlanır. İnsan zihni, umulan veya korkulanın önemini anlamak için zihnin çok iyi bildiği kavram ve görüntülere muhtaçtır. Mesel yoluyla anlatım, bu ihtiyaca cevap getirmekte, insan zihninde, anlatılmak istenene yönelik tasavvurlar yaratmaktadır.

Kur'an bu mesel sözcüğüyle başlayan çok benzetme yapmaktadır. Hükümlerini dışladıkları kitabı okuyanları kitap taşıyan eşeğe (bk. 62/5), Allah rızası için bağışta bulunanların yaptığı işi, bir dâne verip yüzer taneli birçok başak almaya (bk. 2/261) benzetirken söze hep bu mesel sözcüğüyle girmiştir. O halde, cennet ve cehennemle ilgili beyanların lafzî yanlarına değil, sembolik delâletlerine bakılmalıdır. O delâletin iman konusu olanı, iyilik edenlerin ödül, kötülük edenlerin ceza göreceği gerçeğidir. Ancak Kur'an'ın, cennet ve cehennemle anlatmak istediği, eğer yine bir biçimde bu dünyada vücut bulacak bir yaşayış şekli ise (ki bizim görüşümüz bu anlayışa daha yakındır), o zaman anlatımların maddî delâletlerini de dikkate almamız mümkündür.

Kur'an, örneğin, cennet konusunda, diğer kutsal metinlerde benzerine rastlamadığımız bir yaklaşımla, bu ikinci anlayışa açık destek veren beyanlar taşımaktadır. Kıyametten sonra, yeryüzünün başka bir yeryüzüne tebdil edileceğini söylemekte, böylece cennet ve cehennemin yine bu dünyada gerçekleşecek bazı hayat tarzlarını ifade ettiğini anlamamıza olanak hazırlamaktadır, (bk. burada Cennet, Cehennem ve Kıyamet madl.) Böyle bakıldığında ahiret azabı, sonuç olarak insanın yaptıklarının hesabını vermesi ve karşılığında cezalandırılmasıdır. Cennet ise insanın yaptığı iyiliklerin ödüllendirilmesidir. Bunların varlığına inanırız, ama mahiyetlerini bilemeyiz. Kutsal metinlerin kullandığı ifadeler ahiretteki ödül ve cezanın mahiyetini değil, varlığını belgeler. Azabın, Kur'an ayetlerindeki ateş, dondurucu soğuk, alev çukurları vs. türünden lafızların maddî delâlederiyle anlaşılmaması gerektiğinin yine Kur'an'daki kanıtı ise azabın dünyada ve ahirette olduğuna defalarca işaret edilmiş olmasıdır, (bk. 6/65; 13/34; 17/58; 41/16; 44/11-12) Dünyadaki azapların hiçbirinde Allah'ın ateş ve alev çukuru kullanmadığı bilindiğine göre, ahiretteki azabın da, sembolik ifadelerin dikkat çektiği başka sıkıntılar olacağı düşünülmelidir. Örneğin, Kur'an, 'rezillik azabı' (azab el-hizy) tabirini kullanmaktadır, (bk. 41/16) Bir başka örnek, dünyayı zehirli gazların dolduracağı zamandaki ıstırabın iki kez 'azap' olarak nitelendirilmesidir. (44/11-12) Azap sadece ateş değildir; rüzgârlar bile azap aracı olabilir. Kur'an, 'içinde azap taşıyan rüzgâr' tabirini kullanmaktadır, (bk. 46/24)

Azap, nihayet, Allah'ın, hâşâ, kendini tatmini değil, insana tekâmüldeki eksiklerini tamamlatmanın bir aracıdır. Bunun iki temel sonucu olur:

1. Azap, Allah'ın istemediği, ama tekâmülün tamamlanması için gerekli gördüğü bir faaliyettir.
2. Azap, sonsuz değildir.

AZABIN SONSUZ OLUP OLMADIĞI MESELESİ

Azabın ebedîliği veya azapta hulûd (sonsuzluk) meselesi, İslam düşünce tarihinin, özellikle İlmi Kelam'ın en çetin tartışmalarına vücut veren konulardan biridir.

Sorunun kısa ve teknik şekli şudur: Azapta hulûd var mıdır, yani azap ebedî midir? Kur'an'ın azapla ilgili ayetlerinden anlaşılıyor ki azap dünyada başlar, berzah âleminde (kabir âlemi) devam eder. Nihayet kıyamet kopar, ahiret âlemine gelinir; insanlar hasredilir. Tartışılan nokta, işte bu haşirde sonuçlanacak hesaba göre küfür veya şirk içinde oldukları kesinleşen insanların maruz kalacakları azaptır.

Bu azap sonsuz mudur, sonlu mudur?
Önce şunu bilmek gerekir: Kur'an, ahiret alemiyle ilgili tüm kavramların birer müteşâbih olduklarını, yani bunların gerçek anlamlarının ancak Cenabı Hak tarafından bilineceğini, bu kavramların lafızlarına bakarak bunların dünyadaki karşılıklarını düşünmenin isabetli olmayacağını bildirmektedir. Dünyadaki kavram ve eşya ahiretteki kavram ve eşyanın sadece birer hatırlatıcısıdır. Ahiret alemiyle ilgili beyanlarda geçen tabirler sadece birer semboldür. Biz bu sembollerin bir delâletlerinin ve bir sonuçlarının olacağına inanırız ama bunlarla ilgili hiçbir ayrıntı veremeyiz. Çünkü biz bunların niteliklerini bilemeyiz. Bu sembollerin delâlet ettikleri gerçek anlamlar ne ise o anlamda azap vardır ve haktır. Şu halde bizim, "Azap yoktur veya inkarcılar, müşrikler de rahmetten yararlanacaktır, onlar da azap görmeyeceklerdir" yolunda yorumlar yapmamız Kur'an'ın hem ruhuna hem de lafzına aykırıdır. Burada çok ilginç bir noktanın altını hemen çizip geçmek isterim: Fıkıh ve hadis alanının büyük isimlerinden biri olan İbnül- Kayyım el-Cevziyye (ölm. 751/1350), sûfî düşünür İbn Arabi'yi antropomorfizmle suçladığı yani bir tür putperest kabul ettiği halde, onun en uç fikirlerinden biri, belki de birincisi olan 'ahiretteki azabın geçiciliği' fikrine aynen katılmıştır.

Yüzyılımızın Müslüman düşünürlerinden Musa Cârullah (ölm. 1949) merhum, azabın ebedîliği fikrine karşı çıkarken, işi azap diye bir şey yoktur demeye getiren bir yaklaşım içine girmiş, şapla şekeri birbirine karıştırmıştır. Onun bu aşırılığını veya aceleciliğini bahane eden bazı kişiler de onun şahsında tüm rahmetçi yaklaşımlara, tüm farklı yorumlara saldırmışlardır. Azap, niteliği her ne ise, o nitelikle vardır, haktır. Firavun ile Musa'nın farkı olmadığını söylemek din, adalet ve tanrısal vahye ters düşmek olur. Müstahak hale gelenler azaba elbette uğratılacaklardır, gerekiyorsa azabın en korkuncuna uğratılabilecekler dir. Bunu Allah'ın rahmetine aykırı bulmaya kalkanlar, farkında olmadan Allah'ın adalet ve kudretine hükmetme eğilimi sergilemektedirler. Kur'an, azabın varlığının altını yüzlerce kez çizmiş ve hiçbir felsefeyle bertaraf edilmesine imkân bırakmamıştır. Azabın yokluğunu iddia etmek, son tahlilde dinin işlevini inkârla eşanlamlıdır.

O halde yorumlar ve felsefeler, Allah'ın rahmetini de kudretini de sınırlamaya kalkmadan konuşmak borcundadır. "Ebedî azap yoktur, ister Musa gibi yaşayın, ister Firavun gibi, fark etmez" diye kesip atmak kadar "Ebedî azap vardır, korkunç fırınlarda ebediyyen cayır cayır yanacaksınız" diyerek ahiretle ilgili bir beyanı dünya ölçüleriyle eşitlemek de Kur'an'a aykırıdır. Kur'an, üzerinde olduğumuz konuda, azaba yönelik meşiyyetin (tanrısal iradenin) belirleyici olduğuna dikkat çekiyor. Allah'ın azabı dilemeyeceğine ilişkin bir beyan yoktur ama azabı dilediğine yapacağına, dilediğini de affedeceğine ilişkin beyanlar çoktur. Azapta hulûd meselesi, son devirde kitaplık çapta polemiklerin de konusu olmuştur. Bu polemiklerin en ünlüsü, Türkistanlı bilgin Musa Cârullah ile Türk Aydınlanma ve Kurtuluş Savaşı'na karşıtlığı ile ünlenen şeyhülislam Mustafa Sabri (ölm. 1954) arasındadır. Musa Cârullah'ın "Rahmet-i İlahiye Burhanları" adlı eseriyle savunduğu, azap ebedî değildir tezine, Mustafa Sabri tarafından 'Yeni İslam Müc t ehillerinin Kıymet-i İlmiyesi' adlı bir kitapla karşı çıkılmış ve Musa Cârullah, İslam düşünce tarihinde azabın sonsuz olmadığını, Muhyiddin İbn Arabi'den sonra ileri süren ikinci kişi gibi tanıtılmıştır.

Mustafa Sabri'nin cevap niteliğindeki tezi, savunduğu fikir ne olursa olsun, ilmî ölçüler itibariyle, tamamen yalan ve iftira üzerine oturan bir tezdir. Hem de ikili bir yalan üzerine: Azabın ebedîliğini ilk savunan ne Musa Cârullah'tır, hatta ne de İbn Arabî. İbn Arabi'ye atfedilen ve "Cehennem ehli için azap ebedî değildir, çünkü onlar için azap bir süre sonra, alışkanlık yüzünden azap olmaktan çıkıp doğal yaşam şeklini alır" şeklinde özetlenebilecek olan görüş, İbn Arabi'den yaklaşık dört yüz yıl önce Bıttîhıyye fırkası tarafından aynen ifade edilmiştir, (bk. Eş'arî; Makaalâtü'l-İslamiyyîn, 475, 543) Yani bu fikrin babası İbn Arabî (ölm. 638/1240) değil, Bıttîhıyye fırkası düşünürleri dir. İbn Arabî bu fikri daha ayrıntılı bir biçimde dillendirmiş ve üne kavuşturmuştur.

Mustafa Sabri, birçok yerde işlettiği şeytanetini (kurnazlığını) Musa Cârullah bahsinde de işleterek bu değerli bilgini feci biçimde köşeye sıkıştırıyor: Onu, İbn Arabi'ye yaptığı atfı temcit pilavı gibi habire öne çıkararak, küfür ehlini cennete sokmaya çalışmakla itham ediyor. En büyük sahabîler başta olmak üzere, yüzlerce İslam bilgin ve düşünürünün Musa Cârullah'tan asırlar önce aynı fikri savunduğunu, bu konuları bilmeyen halktan saklayarak Musa Cârullah'ı örtülü bir biçimde dini tahriple itham ediyor.

Bu iddia, tepeden tırnağa yalan ve iftiradır. Halk bunu bilmez, bilmek zorunda değildir ama Mustafa Sabri gibi, 'şeyhülislam' payesi olan bir kişi, gerçeğin bu olmadığını bilmek zorundadır ve bilmektedir. Ama Mustafa Sabri, halkın bilgisizliğini istismar ederek kendi iddiasını üste çıkarmakta ve sevmediği bir ilim adamını bilgisizlik, hatta dini tahrifle ithama cüret ve tenezzül etmektedir.

Oysaki azabın ebedî olmadığı yolundaki kanaati savunan görüş Hz. Ömer (ölm. 23/643) başta olmak üzere, birçok sahabî, A'meş (ölm. 148/765) başta olmak üzere birçok tâbiûn (sahabe kuşağını izleyen kuşak) ve daha sonra da değişik alanlardan birçok İslam bilgini tarafından savunulmuştur. Fark, azabın geçiciliğini açıklamadaki yöntem veya ayrıntıdadır. Örneğin, Cehm bin Safvan (ölm. 128/745) ve fikirdaşları, Allah dışında hiçbir şeye ebedîlik vasfı verilemeyeceğini, buna cennet ve cehennemin de dahil olması gerektiğini söyleyerek ebedî azap fikrini Kur'an dışı bulmuşlardır, (bk. Eş'arî; Makaalatü'l-İslamiyyîn, 475, 542-43; İbnül-Kayyım; Hâdi'l-Ervah, 287)

Kur'an'dan baktığımızda da doğrusu budur. Bunun aksini söylemek taaddud-i kudema'yı (ezelî-ebedî varlıkların birden çok olmasını) gündeme getirir ki bunun tevhit dışı olduğu kuşkusuzdur. Bu savunmanın aksine herhangi bir Kur'ansal kanıt gösterilebilir mi? İbn Arabi'ye, İbnül-Kayyım'a sataşmak kolaydır ama Allah dışında ikinci-üçüncü ebedî varlıklar olduğunu söylemenin Kur'an'a uygunluğunu ispat kolay değildir.

Cehmiyye mezhebinin kurucusu Cehm bin Safvan (ölm. 128/745) ile 235/849'da ölen Mu'tezile imamı Ebul-Hüzeyl el-Allâf a mal edilen çok daha eski ve yaygın bir görüş, azabın ebedî olmadığını şu gerekçeyle savunuyor: Cehennem ehli, orada bir süre yanınca cansız maddelere (cemada) dönüşür ve artık acıyı hisseden varlıklar olmaktan çıkarlar; böylece azap da ebedî olma niteliğini yitirmiş olur...(bk. İbnü'l-Kayyım, aynı yer) Mustafa Sabri, sırf Musa Cârullah'ı hırpalamak için, bu görüşü, bilerek veya bilmeyerek İbn Arabi'ye mal ediyor.

Azabın ebedî olmadığını savunanların 'sonradan ortaya çıkmış zındık, sapık, reformcu, modernist vs. türünden bazı türediler' olduğu yolunda hayasız ve iftiracı bir şeytanet sergilemek peşinde olan Mustafa Sabri gibi kişilerin Cehm ve Allâf a mal ederek 'Ehlisünnet dışı' diye damgaladıkları bu görüşün esas sahipleri şunlardır: Ashaptan Hz. Ali, Hz. Ömer, İbn Abbas, Abdullah bin Mesûd, Abdullah bin Amr, Câbir bin Abdullah, Ebu Saîd el-Hudri... Yani ilim ve itibarlarıyla ünlü büyük sahabîlerin önemli bir kısmı... Aynı görüşü, tabiûn neslinden paylaşan ünlülerin bazıları da şunlardır: Abd bin Humeyd, Şa'bî, İshak bin Râhûye...(bk. İbrahim b. Hasan; et-Tefsîru'l-Me'sûr 'an Ömer İbni'l-Hattâb, 473; İbnü'l-Kayyım; Hâdi'l-Ervah, 287-289) Cehm bin Safvân ile Ebul-Hüzeyl el-Allâf a ilaveten, İslam din bilginlerinin anıt isimlerinden el-Câhız (ölm. 255/868), Sümame bin Eşres, Mevlana Celaleddin Rumî {ölm. 1273), İbn Teymiye (ölm. 728/1327), İbnül-Kayyım el-Cevziyye (ölm. 751/1350), Abdülkerimel-Cîlî (ölm. 832/1428), İbnül-Vezîr (ölm. 840/1436) ve son devir din bilginlerinden İzmirli İsmail Hakkı (ölm. 1946) da azabın ebedîliği fikrinin Kur'an dışı olduğu kanısındadır. Azabın ebedî olduğu yolundaki inanışı Haricîler ile Mu'tezile'nin paylaştığını (bu demektir ki Ehlisünnet'in hâkim kanaatinin bu olmadığını) söyleyen İbnül-Kayyım in, ünlü eseri 'Hâdi'l- Ervah'ta kanıt olarak öne çıkardığı düşüncelerin sadece Kur'an kaynaklı olanlarının birkaçına değineceğiz.

1. Azap ayetlerinde geçen 'hulûd'; devam, süreklilik, kısaca ebedîlik gerektirmez. Hulûd, uzun süreli kalışları ifade eder. (s. 36) Nitekim Arapça'da hulûd, uzun süre yaşamayı ifade etmek üzere insanlar ve diğer varlıklar için kullanılır. Hatta uzun ömürlü taşlara, 'elhavâlîd' yani hulûd sahibi taşlar denir. (s. 39)

2. Cenabı Hak, Kur'an'ın üç ayetinde cehennem azabının ebedî olmadığını gösteren ifadeler kullanmıştır. Bunlar En'am 128, Hûd 107 ve Nebe' 23. ayetlerdir, (s. 296-97)

3. Azap ve cehennemin Allah'ın gazabının bir eseri olduğunu, cennetin ise rahmetin bir uzantısı olduğunu Kur'an açıkça bildirmektedir. O halde esas, sürekli ve genel olan rahmettir; azap ve gazap geçici ve özeldir, (s. 297)

4. Rahmet, Allah'ın zatî sıfatıdır ve sürekli olan da bu zatî sıfatın tecellileridir. Gazap Allah'ın zatî sıfatlarından değildir, Allah onu kendisi için ayrılmaz bir nitelik olarak belirlememiştir. Zatî olmayan bir niteliğe dayanan tanrısal bir fiilin ebedîliği iddia edilemez; o ancak geçici olur.

5. Azap, doğuştan temiz ve günahsız olan insanın sonradan ürettiği kötülükler yüzünden kirlenmesi üzerine öngörülen bir temizleme sistemidir. Azap ile amaçlanan, bir temizliktir; azabın bizzat kendisi amaç değildir. Böyle olunca, günah işlemiş ve bu yolla kirlenmiş olanlar bu kirliliklerinden arınınca azapları da son bulacaktır. Bunun aksini düşünmek Allah'ın azap etmekten zevk aldığını iddia etmek olur. Böyle bir zevk, ulûhiyetin şanına yakışmaz, Kur'an'ın verileriyle de bağdaşmaz, (s. 298-299)

6. Allah'ın sürekli altı çizilen sıfatlarından biri de 'Hakim' sıfatıdır. O halde O'nun tüm fiil ve kararlarında birçok hikmet vardır. Fıtratan temiz yarattığı ve sonraki sürçmeleri yüzünden kirlenen kullarına ebediyen azap etmesinin hikmetle bağdaşması düşünülemez. Hikmet, kullardaki kirliliğin temizlenmesi üzerine azabın son bulmasını gerekli kılar. Aksi halde, Allah'ın temel muradı, kullarını temizlemek olmaktan çıkıp onlara azaptan zevk almak haline dönüşür. Allah böyle bir şeyden münezzehtir, (s. 307-308)

7. Allah, Kur'an'da, va'dine (nimet vermeye ilişkin taahhüdüne) sadık kalacağını, bundan asla şaşmayacağını açıkça bildirmesine karşın, va'îdine (azaba ilişkin taahhüdüne) sadık kalacağına ilişkin hiçbir şey söylememiştir. Bunda şaşılacak bir yan da yoktur. Çünkü tehdit, azap ve hesaptan vazgeçmek yüceliğin, rahmetin, bağış ve affın göstergesidir. Bu göstergenin en dikkat çekici tablolarının Cenabı Hak tarafından sergilenmesinden daha doğal ne olabilir!

Hz. Peygamber, Cenabı Hakk'ın bu davranış biçimini esas aldığını göstermek üzere şöyle buyurmuştur: "Allah bir kimsenin bir davranışı için sevap vaadinde bulunmuşsa onu mutlaka verine getirir. Ama bir kimsenin bir davranışı için azap vaadinde bulunmuşsa onu verine getirip getirmeyeceği vine O'nun tercihine kalmıştır." (s. 311-312) Ehlisünnet'in ittifak noktalarından biri de cennet ve cehennemin mahlûk olduğudur, (bk. Eş'arî; Makaalatü'l-İslamiyyîn, 475) Yani bu ikisi de hadistir, sonradan yaratılmıştır. Ve Ehlisünnet kabul eder ki, hadis olan bir varlığın ezelî ve ebedî olmak gibi bir niteliği söz konusu edilemez. Hal böyle iken cennet ve cehennem nasıl ebedî olabiliyor? Olay şudur: Ehlisünnet, cennet ve özellikle cehennem söz konusu olduğunda mâsivanın (Allah dışındaki varlıkların) fani olduğu yolundaki ittifakını unutuyor ve cennet ile cehenneme ebedîlik vasfı veriyor, (bk. Eş'arî, aynı eser, 542)

Ne ilginçtir ki, Muhammed Abduh (ölm.1905) gibi akılcı ve Kur'ancı bir zat bile cennet ve cehennem bahsinde bu mezhep taassubuna boyun eğiyor. Cennet ve cehennem ayetlerinde geçen 'hulûd' sözcüğünü anlamlandırırken şunu söyleyebiliyor: "Hulûd, lügatte uzun süre demektir. Din dilinde ise süreklilik ve ebedîlik anlamma gelir. Yani cennet ve cehenneme girenler oradan bir daha çıkamazlar." (Tefsîru'l-Menar, 1/234)

Ne demek oluyor bu?
Hulûdun anlamı uzun süre iken din dilinde hangi gerekçeyle sonsuzluk ve beka anlamı kazanıyor? Bir tek 'gerekçe' söz konusu edilebilir: Kur'an'ın inişinden yaklaşık iki yüz yıl sonra, Eski Yunan felsefesinin kabullerine göre oluşturulan İlm-i Kelam'ın düşünce babaları böyle karar vermiştir.

Şu halde, genel deyişle ahiret hayatının, özel olarak da cennet ve cehennemin ebedîliğini iddia etmek Kur'an'ın ulûhiyet anlayışına aykırıdır. "Allah'ın zâtı dışında her şey helak olacaktır." (Kasas, 88) Ve: "Göklerdeki ve yerdeki her şey fanidir; sadece o celal ve ikram sahibi Allah'ın yüzü bakî kalır." (Rahman, 27) Azabın, sonuç olarak da cennet ve cehennemin sonsuzluğunu kabul etmenin Tanrı'ya ait sıfatları yaratılmışlara vermek anlamı taşıyıp taşımayacağı, İslam dışındaki dinbilim sistemlerinde de tartışma konusudur. Ünlü protestan ilahiyatçı Paul Tillich (ölm. 1965) de bu konuyu tartışanlardan biridir. Şu sonuca varıyor: "Azap ve ahiret meselesinde sonsuz olan (eternal) ile uzun süreli olan (everlasting) birbirinden ayrılmalıdır. Tanrısal hayatın bir niteliği olan sonsuzluk, tanrısal hayattan ayrılmış bir parça olan varlığa sıfat yapılamaz... Cehennem, tanrısal sevginin sınırı değildir. Tanrısal sevgi konusunda peşinen kabul edilebilecek tek sınır, yaratılmış-sonlu varlığın direnişi, karşı çıkışıdır... Tanrı sevgisi, insan denen varlıkla ilgili sorulara uygulanabilecek en son cevaptır" (Tillich; Systematic Theology, 1/284, 286)

Cennet ve cehennemin ebedîliğine kanıt olarak ısrarla tekrarlanan 'hulûd' ve 'ebed' sözlerinin lügat anlamlarında, bizim bugün kullandığımız süreklilik ve ebedîlik yoktur. Bu sözcüklerin Arap dilindeki karşılıkları tüm lügatlerde açıkça gösterilmiştir ve o karşılıklar içinde sonsuzluk ve süreklilik anlamı görülmemektedir. Dahası, bu sözcüklerde sonsuzluk ve süreklilik anlamının olmadığı tüm lügatlerde altı çizilerek belirtilmiştir. Tartışmasız otorite kabul edilenlerden birkaç örnek verelim:

Kur'an dilinin büyük ustası Isfahanlı Râgıb (ölm. 502/1108), Kur'an'ı anlamada yüzyılların aşılmamış kaynağı kabul edilen el-Müfredat fî Garibi'l-Kur'an'ında 'hulûd' ve ebed' sözcüklerini değerlendirmiştir. Onu dinleyelim:

"Hulûd, bir şeyin bozulmaya uğramaktan arınmışlığını ve esas hali üzere kalmasını ifade eder. Bu ise o şeyin uzun ömürlü olmasını gösterir, sürekli ve ebedî olmasını değil... Bu kökten gelen 'muh¬ led', uzun süre yaşayan varlık veya kişiyi ifade etmek için kullanılır." (Râgıb, Müfredat, hulûd mad.) "Ebed, parçalanmadan uzayıp giden zamanı ifade eder. Bununla amaçlanan, uzun süreleri anlatmaktır." (Râgıb, aynı eser, ebed mad.) Arap dilinin temel kaynaklarından biri sayılan Lisanü'l-Arab adlı eserinde İbn Manzûr (ölm.711/1311 ) aynı sözcükler için şu bilgiyi veriyor: "Hulûd kökünden gelen 'muhlid', uzun süre yaşadığı halde ihtiyarlamayan kişileri ifade için kullanılır. Dağ, taş, kaya gibi varlıkların zamanın yıpratmasına uzun süre karşı koyanlanna da yine hulûd AZAP 103 kökünden 'havâlîd' denir." (İbn Manzûr; Lisanü'l-Arab, huiûd mad.) 'Ebed, zaman anlamındadır. Süreklilik ifade etmesi için 'ebede'ddetır' (zaman boyunca) veya 'ebedü'l-âbâd' (zamanlar boyu) şeklinde kullanılır." (Aynı eser, ebed mad.)

Kur'an'da, ebed kelimesinin böyle bir kullanımı yoktur. Arap dilinin bir başka otoritesi, Fîrûzâbadî (ölm. 817/1414), eseri el-Kaamus el-Muhît'te, hulûd ve ebed sözcüklerini sadece dil bakımından değil, dinsel ve felsefî yönden de büyük bir ustalıkla tanıtıyor. Hem de Kur'ansal gerekçelerine işaret ederek. Aşılmamış mütercimi Âsim Efendi (ölm. 1819)nin İmparatorluk Türkçesi ile verelim:

"Tagayyür ve fesadı pek geç olan nesneyi Araplar hulûd ile vasfederler. Eyyama havâlîd ıtlak ederler; tûl-i müksi hasebiyle. Yoksa devam ve beka itibarına mebni değildir; zira fanidir. Usâtın hulûd finnâr ol malan tûl-i müks itibariyledir..." (el-Kaamus, hulûd mad.)

Fîrûzâbâdî'nin, sadece dil açısından değil, dinsel açıdan da gerekçeler gösteren bu muhteşem açıklamasının günümüz Türkçesiyle karşılığı şudur:

"Değişme ve bozulması pek geç olan şeyleri Araplar hulûd sözcüğü ile nitelerler. Günlere havâlîd (hulûd sahibi olanlar) derler. Böyle demeleri uzun süreli olmalan yüzündendir; yoksa devam ve sonsuzluktan yüzünden değil. Çünkü hepsi fanidir. Allah'a isyan edenlerin cehennemde 'hafidin' diye gösterilmeleri de uzun süreli kalışları itibariyledir."

Kur'an'da cennet ve cehennemi nitelemek için geçen 'ebed' sözcüğünü de şöyle tanıtıyor Fîrûzâbadî: "Uzun zaman ve uzun süre anlamındadır. Arapça'da yine zaman anlamındaki 'dehr gibi kullanılır ama uzun zaman ifade eder." ( Aynı eser, ebed mad.) Demek oluyor ki, hulûd ve ebed kelimelerinde, bir defa dil bakımından sonsuzluk, süreklilik, bitmezlik söz konusu değildir. Bu sözcüklere sonsuzluk ve süreklilik anlamı, sonraki zamanlarda kelam ekolleri tarafından verilmiş ve felsefî-siyasal mezhep yorumlanyla bu anlam dinleştirilmiştir.

Bu geleneksel kabullerin, dinsel yazılara, hatta meal ve tefsirlere, hiçbir sorgulama ve araştırma yapılmadan geçirildiği ise bir gerçektir. İlk zamanlarda bizim mealimiz de bu listenin ne yazık ki dışında değildi.

Altı en çok çizilen kelime 'ebed' kelimesidir. Kur'an'da 'ebeden' şeklinde hal (durum bildirme) veya 'hâlidîn' sözcüğünü te'kit (pekiştirme) için kullanılır. Ne ilginçtir ki Kur'an, bu sözcüğü sonsuzluk anlamında değil, 'asla!' anlamında bir pekiştirme edatı olarak kullandığını bizzat kendisi göstermiştir. Yani, birçok ayette müfesser (yorumlanması beklenen) bir ifade olan 'ebed' bir ayette müfessir (yorumlayıcı) olarak geçmektedir. Kur'an'la bilim ve iman dostluğu olanlar, Kur'an'ın kendi kendini birçok yerde bu şekilde yorumladığını bilirler.

Ebed kavramının müfessir ayeti Mâide suresi 24. ayettir. Bu ayet, Hz. Musa'nın "Mısır'a gidin!" emrine karşı çıkan Beniisrail'in Musa'ya şöyle dediklerini bildiriyor: "Hayır! Firavun'un askerleri oradan çıkmadan biz oraya asla (ebeden) girmeyeceğiz..." Mısırlıların oradan çıkmaları sonsuza kadar mümkün olmayacak bir hal değildir. O halde, ebed kelimesi sonsuzluk için değil, zor geçecek uzun süreler için kullanılmaktadır. Azap meselesinde son sözü, Sudanlı şehit düşünür Mahmud Muhammed Tâhâ (ölm. 1985) söylesin:

" Her benlik, cehennem azabından yükselip cennete girmeye yazgılıdır. Bu giriş, herkesin deneyim ve gereksinimlerine bağlı olarak uzun veya kısa olabilir. Ancak her yazgı için belirlenmiş bir süre vardır ve böylesine bir süre için de bir son söz konusudur. Bu yüzden, cehennemdeki cezanın hiç bitmeyeceğini düşünmek, tam bir hatadır. Aksi halde kötülük evrenin kuralı olur. Eğer ceza sonsuz olursa bilgelikten tamamen yoksun kindar bir ruhun intikamı haline gelir. Allah böyle bir sıfattan kesinlikle münezzehtir." (Tâhâ, İsiamın İkinci Mesajı, 116)


Başa Dön

 

 

Başlık



Başa Dön

 

 

Başlık



Başa Dön

 

 

Atatürk heykeli



Başa Dön

 

  

 

B Grubu

 

Boya



Başa Dön

 

 

Atatürk heykeli



Başa Dön

 

  

 

C Grubu

 

5B



Başa Dön

 

 

Atatürk heykeli



Başa Dön

 

  

 

D Grubu

 

5B



Başa Dön

 

 

Atatürk heykeli



Başa Dön

 

E Grubu

  

 

 

Emir-Vücup Alıntısı. Hocamızdan Allah razı olsun.


Prof.Dr.Yaşar Nuri Öztürk KURANIN TEMEL KAVRAMLARI / KADIN / TESTTÜR Maddesinden
EMRİN VÜCUP (FARZİYET) İFADE ETMESİ MESELESİ



Fıkıh usulcüleri dediğimiz metodolojistlerin hemen hemen tümünün ortak kabulü, Kur'an'daki bütün emirlerin vücup (gereklilik, farzıyet) ifade etmediği merkezindedir. Başka bir deyişle, vücup ifade etmeye, emir kipinin kullanılmış olması bile yetmez, o kipin farzıyet (gereklilik) anlamında bağlayıcılık ifade ettiğinin başka yollarla (karinelerle) gösterilmiş olması gerekir. Unutmayalım ki, Nur 31'de, başın örtülmesine ilişkin emir kipi de yoktur. Emir kipi, vücup ile ibaha arasındaki anlamlardan

birini (nedb, teşvik, dilek, tavsiye, dua, irşat) ifade edecektir. Bunlardan birinin, özellikle vücubun kabulü için emir kipinin kullanılmış olmasına ilaveten bazı karineler daha aranır. Emir kipinin hangi anlamları ifade ettiği usûl kitaplarında uzun uzun anlatılmaktadır. On ila onbeş arası anlamdan söz edilmiştir. Müfessirlerin babası olarak anılan Fahreddin er-Râzî (ölm. 606/1209), fıkıh usûlüne ilişkin eseri el-Mahsûl'de Kur'an'daki emir kipinin onbeş anlam ifade ettiğini, bunlardan sadece birinin vücup olduğunu bildirmektedir. Aynı zamanda bir usûlcü olan İmam Gazali, fıkıh metodolojisine ilişkin ünlü eseri el- Müstasfa'nm 'emir' kavramını ele alan bölümünde (1/737-777; 2/5-35) Kur'an'daki emir kiplerinin fıkıh açısından durumunu incelerken şu noktaların altını çizmektedir:

İmam Şafiî, emrin temel kategori olarak iki anlam ifade ettiğini söylemiştir: Vücup (gereklilik, farzıyet), nedb (edep ve terbiye tavrı). Emir kipinin vücup ifade etmesi sırf emir kipinin kullanılmasıyla gerçekleşmez, başka dinsel karinelere ihtiyaç vardır.

Bu karinelerin başta geleni, emir kipiyle bildirilen hususun aksini yapanların hesap ve ceza ile tehdit edilmeleridir. Gazali burada 'emrin yerine getirilmemesinin isyan anlamı' ifade etmesinden söz ediyor. (1/763) Yani emir kipi kullanılarak bildirilen bir husus, eğer vücup ise (aksini yapmak haram ise) o emri çiğnemenin Allah'a isyan olduğunun bildirilmesi gerekir. Gazalî'ye göre, emrin birkaç kez tekrarı da vücup ifade etmenin kanıtlarından biridir. Eğer bu iki özellik yoksa emrin nedb (mendupluk, edep ve terbiye tavrı) ifade ettiği kabul edilir. Ve Gazali ekliyor: "Ümmetin nedbe hamlettiği emirler, çoğunluktadır. (Gazali, el- Müstasfa, 1/773)

Yani ümmetin genel kabulü, emrin nedb ifade ettiği merkezindedir. Gazalî'ye göre, emrin vücup veya nedb ifade ettiği hususunda tartışma çıkarsa 'tevakkuf (hüküm vermekten kaçınıp beklemek) esas alınır.

Tekrar edelim: Nur 31'de başın örtülmesine yönelik bir emir kipi kullanılmamıştır. Kullanılan emir kipi (felyadribne) göğsün kapatılmasına yöneliktir. Hanefî müfessirlerin en önemlilerinden biri sayılan el-Cassâs (ölm. 370/980), çok daha genel ve kural koyucu konuşmaktadır. Şöyle diyor:

"Tesettür, hür kadınların cariyelerden ayrılmasına yarayan bir gösterge kılınmıştır: cu'ile's-setru farkan yu'refu bihi'l-harâiru mine'limâi." (Cassâs, Ahkâmu'l-Kıır'an, 3/ 546) Örtünmenin edep yerleri dışındaki bölgelere ait olanını Hz Peygamber'in de bir statü göstergesi olarak değerlendirdiğini gösteren kayıtlar vardır. Rivayet uydurma değilse Hz. Peygamber, köle sahiplerinin, evlenen cariyelerinin göbekle diz kapakları arasına artık bakmamalarını emrederek (bk. Ebu Davud, salât 26, libâs 34; İbn Hanbel, 2/188) bu bölgenin kölehür ayrımı olmaksızın zarûriyyâttan bir örtünme olduğuna işaret etmiş, öteki vücut bölgelerini örtmenin bir statü göstergesi olduğuna dolaylı yoldan işaret buyurmuştur.

Bu statü değerlendirme ve kabulü, köle kadın-hür kadın ayrımının toplumsal bir yapı olduğu o dönem için geçerli olabilecekti. Ancak köle-hür ayrımının söz konusu olmadığı bir hayatta -ki bugün böyledir ve Kur'an, tespitlerini köle-hür ayrımını söz konusu etmeden yapmış yani genelleştirmiştir -vahyin örtünme ile ilgili saptamalarını genel bir buyruk olarak değerlendirmek zorundayız. Şu kadar ki, Kur'an'dan hareket ettiğimizde, örtünmenin edep yerlerine taalluk eden kısmını zarûriyyât (zorunlu hükümler), diğer kısımlarını tahsîniyyât (estetiğe ilişkin belirlemeler) cümlesinden görmek zorundayız. Kur'an'dan çıkarılabilecek sonuç budur.

Nur 31. ayette vücup ifade eden bir emir v a r d ı r ve o da göğsün kapatılmasıdır. Başın-saçların kapatılmasına ilişkin bir emrin o ayetten çıkarılması zorlama ile bile mümkün olmaz. Sünnetten de buna güvenilir bir kanıt yoktur. Hanefi fıkhının ve fıkhî tefsirin öncülerinden biri sayılan el- Cassâs (ölm. 370/980) Ahkamü'l-Kur'an' adlı tefsirinde Nur 31. ayeti açıklarken oradaki örtünme emrinin 'göğüs ve boyunları örtmeyi' amaçladığını bildirmektedir. Şöyle diyor: "Bu ayetten anlaşılır ki kadının göğsü ve boynu avrettir, yabancı erkeklerin görmesi caiz olmaz." (Cassâs; Ahkâmü'l-Kur'an, 3/461) Cassâs'ın aynı yerde bildirdiğine göre, tâbiûn devri müfessirlerinin en ünlülerinden biri olan Saîd bin Cübeyr'e göre de saçların açılması haram değil, sadece mekruhtur.

Demek oluyor ki, başın kapatılması yönünde bir icma'ın varlığından söz etmek tutarlı değildir. Saîd bin Cübeyr (ölm. 95/713) gibi bir zatın onaylamadığı bir görüşe, icma' demek mümkün olamaz. Namazda setri avretin sadece sünnet olduğunu söyleyen İmam Mâlik (ölm. 179/795) de Saîd bin Cübeyr'in yanına koyulmalıdır. Peki, bu durumda icma' nerededir? Bu görüşlerin gerçekten Saîd'e ve İmam Mâlik'e ait olup olmadığı tartışılabilir denirse, o zaman şu veya bu konuda icmaın olup olmadığı da pek âla tartışılabilir demek gerekir. Bu durumda da söz, varacağı yere varır: Onun bunun deyip demediğini teftiş yerine Kur'an'a bakıp çözümü orada bulalım! Böyle bakıldığında söylenecek şey şu olacaktır:

Emir kipinin kullanılması bile vücup için yeterli değildir; kaldı ki Nur 31. ayette "Başınızı örtün" şeklinde bir emir kipi de yoktur. Anılan ayetteki emir kipi (ve'l-yadribne bi humurihinne 'ala cüyûbihinne), göğsün kapatılmasına ilişkindir. Emrin müteallakı göğüstür, baş değil. Göğse ilişkin emrin mânâya delâletinde katiyyeti (ve başka hiçbir şart aramadan vücup ifade ettiğini) kabul edelim de "Başınızı örtün" emri nerededir? Kip olarak nerededir, vücup olarak nerededir? Tabii ki, Kur'an'da yoktur, geleneksel ulema fetvalarında vardır. Eğer Kur'an ayetiyle fıkıh ve tefsir usûlünü bir kenara iteceksek o fetvaları din yapalım; itmeyeceksek o fetvaların Nur 31 yanında hiçbir kıymeti yoktur. Deniyor ki, "Ayette humur kelimesi geçtiğine göre, başın örtülü olduğu zaten varsayılıyor." Şu mantığa bakın! Varsayımla din olur mu? Vücup ifade eden hangi emir varsayımla vücup ifade etmiştir?! Böyle bir yaklaşımın fıkıh ve tefsir kuralları açısından tutarlılığı olabilir mi? Varsayıma dayanılarak vücup çıkarıldığı nerede görülmüştür? Asırlardır ve her konuda 'mânâya delaletin katiyyeti' aranıyordu da şimdi kadının başı konusunda 'varsayım' nasıl yeterli oldu? Emir kipinin varlığı bile vücup için yeterli görülmezken, ayette geçen humur kelimesine dayanarak vücup çıkarmak hangi ilmî zihniyetle bağdaşır? Vücup ve farzıyet için şu iki şeyin kaçınılmazlığı asırlardır kural değil midir:

1. Nassın sübûtu,
2. Mânâya delâletin katiyyeti.
Nur 31'de humur kelimesi kullanılıyor diye mânâya delâlet katiyyeti çıkarmak hangi usûl kuralına, daha doğrusu hangi ilmî vakara yakışır?! Böyle bir anlayışın yakıştığı tek olgu şudur: Kadına baskıyı dinleştirmek için geleneğin keyfini okşamak... Şayet bir 'katiyyet'ten söz edeceksek, bahsimizde, fıkıh ve tefsir ilmi adına ifade edilmesi gereken bir tek katiyyet vardır ve o da şudur:

Vücubun, başın örtülmesine bağlanması, geleneksel kabullere çok uygun bir yorum olduğu için tutulmuş ve kurallaşmıştır. O ayetten açıkça çıkan tek emir, göğüslerin, özellikle göğse takılmış bulunan süs takılarının kapatılmasıdır.

Ayette geçen 'zînet: süs' tabirini kadının vücudu olarak değerlendirip el ve yüz dışında (bazı kabullere göre yüz de dahil) tüm vücudun 'avret' olduğunu ve kapatılması gerektiğini, 'bir tel saçın bile açık kalmamasının şart olduğu'nu geleneksel ulema fetvaları dışında dayandırabileceğimiz bir delil var mıdır?

"Bir tel saç bile görülmemeli" hükmü nereden çıkıyor? 592/1196 yılında ölen ve meselede müçtehit kabul edilen Ferganalı Hanefî fakîhi Hasan el-Özcendî, ünlü Fefâvâ'sında (Fetâvâ-yı Kâdîhan) uzun saçların avret olmadığına hükmetmiş ve bu fetva asırlarca Türk yurdunda, tekkeler ve medreselerdeki meşâyih ve ulemanın ev halkı dahil herkes tarafından uygulanmıştır. Biz Anadolu'da bunları görerek büyüdük. "Bir tel saç bile görülmemeli" ideolojik sloganı 1970'li yıllarda Türkiye'ye dışarıdan ithal edilmiş bir siyasal Arap söylemidir. Dinci siyasetler, Cumhuriyet sistemine problem çıkarmak için bu söylemi dinleştirip bir tefrika ve kavga unsuru olarak devreye soktular. İşin, İslam ve insan vicdanına göre konuşulacak gerçeği budur.

Dinci siyasetler, bu söylemi, muarızlarına problem çıkarmak için sürekli gündemde tuttular. Evet, muarızlarına problem çıkardılar, zarar da verdiler ama en büyük zarar İslam'ın dünya önündeki imaj ve itibarına geldi. ABD denen Haçlı zulüm imparatorluğu, bu dinci siyaset söylemini boşuna desteklemiyor. (ABD'nin türban meselesinde dincilere desteğinin ayrıntıları için bizim 'Allah ile Aldatmak' adlı eserimize bakılabilir.) Batı, türban söyleminde, İslam'ın 'kadın düşmanı bir ortaçağ ideolojisi' olduğu yolundaki kilise tezine müthiş bir destek bulmuş ve o desteğe sürekli katkı vermiştir. Ve ne yazık ki, Müslüman coğrafyalardaki siyaset dinciliğini uyandırmaya bu katkı bile yetmemiştir.


Başa Dön

 

F Grubu

  

 

 

5B



Başa Dön

 

G Grubu

  

 

 

5B

 

Gül ve Bülbül Şiirlerimin Ana Fikri



Gül ve Bülbül.

Gül açsın, neşe saçsın.
Bülbül baksın, şakısın.
Bülbül yazsın, şiirini,
Sevindirsin, şirinini.

Gül olalım, bülbül olalım.
Sevgi yayıp, sevgi bulalım.
Niye gaga, niye diken,
Gül ve bülbül olmak varken.

Fatih Lütfü AYDIN
03/06/2006
Saygılar ve sevgiler.

Yaprak ve Gaga.

Güle yaprak verilmiş, bülbüle gaga.
Gülde yaprak güzel, bülbülde gaga.
Gül, ey Gül! Sen değil bülbül ötsün.
Sana açmak yaraşır, sen gülsün.
Ötmeyi bize bırak da yüzümüz gülsün.

Gül, ey Gül!
Sertleşme, yumuşa, gül.
O zaman şakır, a:şığın olan bülbül.
Sana açmak yaraşır, değil şakımak.
Şakımayı seni seven bülbüle bırak.

04/06/2006
Fatih Lütfü AYDIN

Ben Arıyım Sen Çiçek.

Bir bahçede iki bülbül,
Olur mu hiç, ey adı gül!
Ben arıyım sen çiçek.
El çek güzelim el çek.

Böyle yazılmış çiçeğe,
Hep açılmış, bal vermeğe.
Böyle yazılmış böceğe,
Kanatlanmış, bal emmeğe.

Eğer doğa bozulursa,
Gönüller boğulur yasa.
Yaşanmaz olur aşklar.
Sürer gider savaşlar.

Bülbül gider,
Gül değil kaktüsler biter.
Hüzünlenir bahçeler,
Bülbül değil baykuşlar öter.

Aşk biter, şarkı, şiir, name biter.
Gül kokusu yerine isler, dumanlar tüter.

Saygılar ve sevgiler
14 / 06 / 2006
Fatih Lütfü Aydın

Klitoris

Kadın, ruhundan kadınlık ışığı,
Erkek, ruhundan erkeklik ışığı,
Yayarsa, birlikte aydınlatırlar dünyayı.
Yok ederler, zulmü, karanlığı.

İnsan bedeni ağaç gibidir.
Bağırsak ucu, erkeklik ucu, prostat,
Erkek bedeni kökleridir.
Bağırsak ucu, kadınlık organı, rahim ve klitoris,
Kadın bedeni kökleridir.

Bu köklerden vajina ve penis,
Yayar ak enerjiyi temiz mi temiz.

Saygılar ve sevgiler
11.11.2014
Fatih Lütfü Aydın.

Amaca Ulaştırmayan Yol Yol Değildir.

Kimse kimseye,
Dememeli, şu yol kanalizasyona çıkar,
Ötekinden git diye.
Herkes de akıl var, vijdan var.
Elbette ona düşer, karar.

Yanlış kararından dolayı,
Mesafe koyuyorsa biri ona,
O da razı olmalı buna,
Ya da, bir göz atmalı kararına.

İlgi göster, diyorsa biri birine,
Ayar vermeli enerjisine.
İletişim, canlılar arasındaki bilgi, duygu ve düşünce alışverişi.
Bu alışveriş doğal olmazsa, birbirini iter iki kişi.

Bir türlü ulaşılamıyorsa amaca,
Yuvarlanılıyorsa daha varmadan yamaca,
Zirveye ulaşmak için yolu değiştirmeli bence.
Anca böyle ulaşılır, amaca.

Sözüm meclisden dışarı,
Alttaki alıntıdan etkilenip,
Yazdım, bu satırları.

Fatih Lütfü Aydın.
Saygılar ve sevgiler olsun.
02.02.2019

Bilir misin Nedir Günah?

Sınavların birinde sorulmuş bir soru.

Muhittin ile Barış'ın günahlarının oranı 3/5 tir. Muhittin daha günahkâr olup, son kez Barış ile birlikte
ortaklaşa 1 günaha girdiklerinde işledikleri toplam günah sayısı 65 oluyor.
Buna göre, Muhittin tek başına kaç günaha girmiştir?

A) 16   B) 24   C) 32   D) 40   E) 48

Din açısından sorunun yanıtı:

Bilir misin Nedir Günah?

Bilir misin nedir günah?
İşleyen hep çekiyor, a:h.
Akıl vermiş Hz. Allah, kullan.
Geçmesin yaşam yani gün, ahlan vahlan.

Haksız eylemlerdir, günah.
Onları saymış, Kur'an'da Hz. Allah.
Günah, haram yani yasak demektir.
Haramı belirlemek, Hz. Allah'ın yetkisindedir.

Kur'an'da cezası olan 4 günaha dikkat et.
Kur'an'dan sorumlusun der, Zuhruf Suresi'indeki , 44. ayet.
Haksız yere adam öldürme, hırsızlık, iftira ve zinadır,

Bu 4 günahı sayacak olursak.
Kur'an'da aynı cinsden kişilerin evliliği yasak.
Evlilik dışı cinsel ilişkidir, zinanın tanımına bakarsak.

Matematik açısından sorunun yanıtı:

Bir de soruya matematik açısından bakalım.
İkisinin birlikte yediği haltı çıkaralım.

Kalan 64 günahın her 3/8 ini Barış,
Her 5/8 ini de Muhittin işlemiş.
Demek ki Barış tek başına 64 günahın 3/8 ini işlemiş.
O zaman Barış 64 x 3/8 = 24 günah ve
Bir de ortak günah olmak üzere 25 günah işlemiş.
Muhittin de 64 x 5/8 = 40 günah ve
Bir de ortak günah olmak üzere 41 günah işlemiş.
Duyanlar 41 kere maşallah demiş.

Muhittin tek başına toplam 40 günah,
Barış'la ortaklaşa olarak da toplam 1 günah işlemiş.
Totalde 41 günah eder.
Genel toplam demektir, total,
Alacaksan Hakk rızasına uygun tat al.

Küme ve birime indirgeyerek çözecek olursak,
3/5 oranında 3 günah Barış'ın,
5 günah da Muhittin'in.
65 den ortak olanı çıkarıp ortaya koyalım.
Birim olarak tek başlarına işledikleri günah toplamı,
8 olsun diyerek, kuralım varsayımı.

3   1   5  

O ortadaki 1
Kesişim kümesine aittir.
Tek başına işlenen 8 günahın 5 i Muhittin'e ait ise,
Tek başına işlenen 64 günahın x i Muhittin'e ait olur.
X = 64 x 5 / 8 yani 40 eder.

Ey Muhittin!,
Ey Barış!
Doğa ile barış.
Doğallıklara karış.
Hesabını sorarlar,
Doğallık dışılıkların, karış karış.

Bulamıyorsan doğallıklardan helalini,
Yürüyerek at birikmiş enerjini,
Kendi kendine ve doğal dışılıklarla,
Yiyip bitirme kendini.

Gül'ün yaprağı doğallık.
Elmanın altı doğallık dışılık.
Gül'ün dikeni ise klitoris.
Gül için dikenine katlanılır ama
Bu diken başka, bu dikene yaklaşma

Elmanın altını ediyorsan merak,
Semboller şiirine bak.

Semboller

Saygılar ve sevgiler.
23.10.2018
Fatih Lütfü Aydın.

Semboller



Bilmem ki nasıl anlatsak.
Elmanın altına bak.
Neye benziyorsa,
Odur işte esas yasak.

O yılan başka yılan.
Babamızda ki,
Dünyaya gelmemizi sağlayan.

Yoksa bir elma yedik diye,
Kovsunlar cennetten niye.
Sanma onu gerçeği,
O elma başka elma.
Soyutla onu gerçeğinden.
Bak altında ki sembole, anlama.

Utanmış söyleyememişler.
Yılana leylek demişler.
Neye benziyor bak bakalım bacaya.
Anladıysan tenezzül etme elmaya.
Leylek ve baca bu işin tek doğrusu.
Elma güçten, cennetten düşürür,
Azdırıp, döktürerek çokça su.

Amacım edepsizlik değil.
Bilmeyene mesaj vermek.
Bunlar Kur’an’da da yazar ama
Kullanılır semboller ve başka dil.
Eşinize dosdoğru yoldan yaklaşın der.*
Ama ulaşamaz sana Arapça kelimeler.

Bakara, 222,
"Allah'ın emrettiği yerden yaklaşın." der.
Ağzın ve bağırsak ucunun,
Doğru yer olmadığını,
En cahiller bile söyler.

Saygılar ve Sevgiler
. 08.02.2007

*Bakara Suresi 222
. Yaşar Nuri Öztürk: Sana adet halini de sorarlar. De ki: "O, insana rahatsızlık veren bir haldir. Hayızlı oldukları sırada kadınlardan uzak durun ve onlar temizleninceye kadar kendilerine yaklaşmayın. İyice temizlendiklerinde, Allah'ın emrettiği yerden onlara gidin." Şu bir gerçek ki Allah, çok tövbe edenleri sever, iyice temizlenenleri de sever.

Evrensel Ahlak İlkeleri 13- Sorumluluğun Şahsiliği İlkesi: Herkes kendi işlem ve eyleminden sorumludur. Başkalarının işlem ve eyleminden sorumluluğu mümkün kılacak kolektif ceza sorumluluğu kabul edilemez.

Her koyun kendi bacağından asılır.

EN'ÂM-164
Yaşar Nuri Öztürk: Şunu da söyle: "Allah herşeyin Rabbi iken O'ndan başka rab mı arayayım? Her benliğin kazandığı kendi üstünde kalır. Hiçbir günahkâr, bir başka günahkârın yükünü taşımaz. Nihayet dönüşünüz Rabbinizedir. Tartışmaya girdiğiniz şeyleri O size haber verecektir."

Not: Her koyun kendi bacağından asılır ata sözünü bana dokunmayan yılan bin yıl yaşasın şeklinde düşünmemeli. O yılan bir gün bizi de sokabilir. Haksızlık etmeden yılanlarla savaşmalıyız, bence. F.L.A.

Bilindiği üzere sembol bir şeyin ( eşyanın, resmin, işaretin ) taşıdığı, sahip olduğu anlam demektir. Örneğin bayrak fiziki olarak bez eşya iken, sembol olarak bağımsızlık anlamını taşır. İşte hac sırasında şeytan taşlama da fiziki olarak boş iş iken, sembol olarak içimizdeki şeytanı ve kötülüğü emreden nefsi arzularımızı ( nefs-i emmareyi ) daşlamak yani dışlamak demektir. Sembol içeren davranışların içi doldurulup sembol anlamları yaşama geçirilmedikçe boşa kürek sallanmış olur. F.L.A.

Fatih Lütfü Aydın
Kayıt Tarihi : 23.8.2014 22:55:00

Alıntı...

Kutsal kâseyle psikolojik virüslerin ilgisi ne?



Omuriliğin kutsal kâseden beslenmesi için kadının vajinal orgazmı yaşaması gerekiyor. Aksi halde omurilikteki vajinal sinir çalışmıyor. Beyin bilmediği bir siniri yok sayıyor. O zaman da beyin dişi olmuyor, yani kadın gerçek bir kadın olmuyor. Kadın şuuraltında çocuk kalmaya devam ediyor. Doğum yaptıktan sonra bu kez rahim enerjisini kullanıyor. Bir bakıyorsunuz toplumda müthiş bir rahim enerjisi var. Doğurdukları erkekleri de büyütmüyorlar.

Hastalarınıza klitoris orgazmını bu nedenle mi yasaklıyorsunuz?



Klitoris erkek organının minyatürü, kadın bunu kullandığında erkeksileşiyor. Sonra toplumda "Erkek gibi kadın" lafları geziniyor. Neden erkek gibi olsun! Kadın klitoris kullanınca erkek de kendisine ihtiyaç duyulmadığını hissediyor.

Alıntı adresi.


www.psikoestetik.com/pvt

 

 


Gül ve Bülbül şiirlerimin ana fikri:

Doğanın bir gereği olarak, erkekler erkek bedeninde erkek ruhu, kadınlar da kadın bedeninde kadın ruhu taşımalılar.
Eşcinsellik olumlu enerjinin önünü kesen bir engel olması sebebiyle olumsuz enerjinin dünyayı sarmasına yol açar. Bu da dünyaya yapılan bir kötülük olmaktadır, bence.

Çiçek olan kadınların, alnından ve yüreğinden öperim.
Yalnız kadın bedeninde erkek ruhu taşıyan kaktüs kadınlar var onlar da inşallah çiçekleşirler. Herkesin özeli elbette ki karışma hakkımız olamaz. Yine de gönül onların da önlerinde ki fazlalıklarıyla (klitorisleriyle) oynamamalarını arzuluyor.

Ayıp diye kurcalanamayan bu konu kapalı kaldıkça bunu bilmeyen erkekler ne yazık ki o kısımla uğraşarak kadınlarını erkek kendilerini kadın yapmaya devam edecek.

Not: Yukarıdaki yazım okunduktan sonra Gül ve Bülbül şiirlerimde neyi demek istediğim, anlaşılmıştır inşallah. Gül, cinselliği düz cinsel olarak ve helal yolla ( zina ve sapıklık içermeyen bir yolla ) yaşayan kadın yani Saliha olmakta, bülbül de, cinselliği düz cinsel olarak ve helal yolla ( zina ve sapıklık içermeyen bir yolla ) yaşayan erkek yani Salih olmakta. Saygılar ve sevgiler olsun. F.L.A.

Facebook’da izlediğim bir video üzerine yaptığım yorum.

Selamlar! Estetik yani dış güzellik açısından çok harika hareketler. Ne var ki kadının erkeğin arkasından yaptığı hareket ne estetik ne de maneviyatik. Bence (Elbette ki kimse kimseye karışamaz. O yüzden bence diyorum.) erkekler erkek bedeninde erkek ruhu, kadınlar da kadın bedeninde kadın ruhu taşımalılar. Eşcinsellik elbette ki Dünya'da ki tüm kötülüklerin tek sebebi değil ama önemli sebeplerinden biridir.

Kadınlar doğaya kadınlık enerjisi yaysalar, erkeklerde erkeklik enerjisi yaysalar (yayanlar çok yararlı bir iş yapıyor) o düzgün enerjilerin kaynaşmasıyla dünya bir başka olur. Ters enerji yayanlar için onaylamama, mesafe koyma hakkımızı kullanmalıyız.

Çok özür dileyerek kimsenin konuşmaya cesaret edemediği bir şeyi edeplice anlatmak istiyorum. Kadınların üreme organlarının üzerinde bir çıkıntı vardır. Buna tıp dilinde klitoris deniyor. Bilimcilere göre bu çıkıntı kadınların kullanmaya kullanmaya küçülmüş erkeklik organlarıdır. Bir erkek kadının o çıkıntısıyla oynadığında kadını erkekleştirmiş olur.

Cinselliği düz cinsel (heteroseksüel, normal kadın erkek ilişkisi) yaşayan kişiler olup doğaya pozitif enerjiler yaydıkça karanlıkları aydınlığa çıkarabiliriz. Unutmayalım ki dünyayı karartanlar, karanlıkta kalmış negatif enerji yayan karanlık ruhlardır.

Ayrıca hormonlu yiyecekler de eşcinselliğe yol açtığından hormonlu beslenmemeliyiz. Çok zorunluysak az yemeliyiz. Bu konu çok önemli olmasaydı değinmezdim. Yalnız birilerinin bunları haykırması gerekiyor. Saygılar ve sevgiler olsun.F.L.A

Bu yazıyı Doç. Dr. Nusret Kaya’ya ait Psikoestetik onun deyimiyle şeklin ötesindeki güzellik konusuyla ilgili yazdığı bilgiler ışığında hazırladım.

Başa Dön

 




Başa Dön

 

H Grubu

  

 

 

5B



Başa Dön

 

I-İ Grubu

  

 

 

İslam Nasıl Yozlaştırıldı?

Bu dosyada ki tüm Türkçe ayet anlamları Prof.Dr.Yaşar Nuri Öztürk'e aittir.
Yeni Boyut yayın evinden çıkan İSLAM NASIL YOZLAŞTIRILDI kitabında, Prof.Dr.Yaşar Nuri Öztürk, kitabın birinci bölümünü Yozlaşmayı Taşıyan Temel Kavramlara ayırmış, bunlar,

1. Hurafe,
2. Bid’at,
3. Siyaset, Siyasetin Tanımı ve Yönetimin 5 İlkesi.
4. Rableştirme,

olarak sıralanmış. Bu kavramları İslam Ansiklopedisinden alıntı yaparak, paylaşmayı düşündüm.

Saygılar ve sevgiler.
27.04.2016
Fatih Lütfü Aydın.

Not: Yozlaşma; İngilizce degeneration demek. Bir Online İngilizce’den İngilizce sözlükte şu cümleler çıktı. Degeneration ( decinereyşın ): The act or state of growing worse, or the state of having become worse; decline; degradation; debasement; degeneracy; deterioration. n.

Alıntı…. Degeneration

Çevirisi; Gelişen, büyüyen bir şeyin, üstlendiği rolünün ya da konumunun daha kötüye gitmesi, ya da sahip olunulan bir durumun daha kötü bir hale gelmesi; gerileme, alçalma, kuşkulu sorgulanabilir olma, dejenere olma yozlaşma, bozulma kötüye gitme.

Not: sonda ki n. Noun yani isim anlamında. Kelime isim türünde demek oluyor. F.L.A.

Yozlaşmak: Sonradan edindiği iyi niteliklerini yitirmek, soysuzlaşmak.
Alıntı Ali Püsküllüoğlu - Öz Türkçe Sözlük – Arkadaş Yayınevi.

Not: Yozlaşmak kelimesini yozlaşma olarak düzenlersek, o zaman Yozlaşma: Sonradan edinilen iyi nitelikleri yitirme, soysuzlaşma, olur.
Aynı alıntıda Yoz: İşlenmemiş, el değmemiş ( tarla, toprak ) ; doğaya başıboş bırakılmış ve bu yüzden evcillikte edindiği şeyleri yitirmiş ( hayvan ) ; doğada olduğu gibi kalmış ( bitki )
Not: bu tanımıyla yoz bana ilkel, gelişmemiş şey gibi geldi. O zaman İslam Nasıl İlkel Gelişmemiş Hale Getirildi, oluyor, dosyanın başlığı. Elbette ki Yaşar Hoca’nın da iyi bildiği gibi İslam; eskimez, doğal gelişmişlikliğini yitirmez ve balçıkla sıvanamaz bir güneştir. F.L.A.

Yozlaşan şey dincilerin uydurduğu uydurma dindir. Aklını işletmeyip, araştırmayıp, okumayan kişilerin İslam’la aralarına uydurma din perdesi gerildiği için İslam yozlaşmış zannediliyor. İslam; doğru ve eskimez bir din olduğundan, İslam’da yozlaşma olamaz. Bu durumda uydurma dini oluşturan ögeler; hurafe, bidat, siyaset ( elbette ki haksız çıkar için yapılan siyaset yani kirli siyaset ) ve rableştirme olmaktadır. Bu ögelere ek olarak uydurma hadisleri ve ataerkil atalardan süre gelen haksızlık içeren gelenekleri de sıralayabiliriz.

27.04.2016 Saygılar ve Sevgiler. Fatih Lütfü Aydın.

Yaşar Nuri Öztürk
Rum 30. O halde sen yüzünü, bir hanîf olarak dine, Allah'ın insanları üzerinde yarattığı fıtrata çevir. Allah'ın yaratışında değiştirme olamaz. Doğru ve eskimez din işte budur. Fakat insanların çokları bilmiyorlar.

Yaşar Nuri Öztürk
SAFF-8: İstiyorlar ki, ağızlarıyla Allah'ın nurunu söndürsünler. Ama Allah, küfre batanlar hoş görmeseler de nurunu tamamlayacaktır.

Prof.Dr.Yaşar Nuri Öztürk'ün söz konusu kitabının 26. sayfasında Hurafe*: bunamak anlamında ki haref kökünden türemiş bir kelime olup 'akla, gerçeğe ters düşen aldatıcı ama çekici söz' demektir.
*Hocaya göre hurafe kitleleri bunamaya iten bir hastalıktır.

SUPERSTITION (supursiteyşın ) : hurafe

An ignorant or irrational worship of the Supreme Deity; excessive exactness or rigor in religious opinions or practice; extreme and unnecessary scruples in the observance of religious rites not commanded, or of points of minor importance; also, a rite or practice proceeding from excess of sculptures in religion.

ÇEVİRİSİ
Yüce Tanrı’ya bilgisizce ve mantıksızca yapılan ibadet; dini düşünce ve uygulamalarda ki, aşırı ve gereksiz doğruluk ya da titizlik; emredilmemiş ya da ikinci derecede önemli dini törenlerin yerine getirilmesinde ki, aşırı düzeyde ve gereksiz endişeler; ayrıca, dini heykel yapma işinden dini tören ya da uygulama işlemlerine varan aşırılıklar.

SUPERSTITION

HURAFE

KELÂM. Hurafe kelimesi Kur’an’da yer almamakla birlikte onunla anlam yakınlığı bulunan üstûrenin (uydurulmuş söz) çoğulu esâtîr dokuz âyette geçmektedir (bk. ESÂTÎR). Ayrıca ihtilâk (yalan uydurmak) (Sâd 38/7) ve tekavvül ile (uydurulmuş söz) (et-Tûr 52/33; el-Hâkka 69/44) huluku’l-evvelîn (önceki milletlerin geleneği) (eş-Şuarâ 26/137) terkibi de hurafeye yakın mânalar taşımaktadır. Bu tabirler, Kur’ân-ı Kerîm’e Hz. Muhammed’in uydurduğu bir kitap nazarıyla bakan müşrikler tarafından ileri sürülmüş, Kur’an da bu iddiaları reddetmiştir.

Hadis literatüründe hurafe kelimesi sadece bir rivayette yer almaktadır. Buna göre Hz. Peygamber’in anlattığı bir konu için kadınlardan biri, “Ey Allah’ın Resulü! Bu anlattığınız Hurafe’nin sözüne benziyor” demiş, Resûl-i Ekrem de, “Hurafe’nin ne olduğunu biliyor musunuz?” diye sormuş ve sözüne şöyle devam etmiştir: “Hurafe Benî Uzre’ye mensup bir adamdı; Câhiliye döneminde cinler tarafından esir alınmış, içlerinde uzun zaman kaldıktan sonra serbest bırakılmış; cinler arasında gördüğü ilginç olayları anlatınca insanlar kendisini yalanlamış ve artık onlar asılsız kabul ettikleri her söz için ‘Hurafe’nin sözü’ demişlerdir” (İbnü’l-Esîr, en-Nihâye, “ħrf” md.; Müsned, VI, 157; Taberânî, VII, 40-41).

Ahmed b. Hanbel ile Taberânî’nin farklı metinlerle kaydettikleri bu bilgileri aktaran Nûreddin el-Heysemî, Ahmed b. Hanbel’in isnadında yer alan râvilerin bazıları hakkında önemli sayılmayan eleştiriler bulunduğunu, Taberânî’nin râvilerinden olan Ali b. Ebû Sâre’nin ise zayıf kabul edildiğini belirtir (MecmaǾu’z-zevâǿid, IV, 315). İbnü’l-Esîr ise Hz. Peygamber’in Âişe’den kendisine bir şey anlatmasını istemesi üzerine Hurafe kıssasının bahis konusu edildiğini kaydetmekte, fakat Resûlullah’ın bu olayın gerçek olduğunu söylediği yolundaki rivayeti tereddütle karşılamaktadır (en-Nihâye, “ħrf” md.). Buna göre hurafe kavramıyla ilgili kıssanın yaşanmış bir olaya ait olması ihtimali zayıftır. Ayrıca birçok âlim, insanların cinlerle bir arada bulunmasının ve onların yaptıklarını müşahede etmesinin mümkün olmadığını ileri sürmüştür (DİA, VIII, 9). İslâm öncesi Arap tarihi araştırmacılarının tercih ettiği gibi (Cevâd Ali, VI, 822) kıssayı bir efsane olarak telakki edip hurafe kelimesini şahıs ismi saymak yerine onun sözlük anlamında kullanıldığını kabul etmek daha isabetli görünmektedir (Tâcü’l-Ǿarûs, “ħrf” md.).

Din dışı alanları da kapsamakla birlikte dinî konularda daha yaygın olan hurafe hemen hemen bütün dinlerde mevcuttur. Hurafelerin, genellikle otantik dinî metinlerin zamanla yok olması ve geçmiş kavimlere ait bâtıl inançların yeni dine taşınması yoluyla oluştuğu kabul edilir. İslâm’ın ana kaynağı olan Kur’ân-ı Kerîm’in bizzat Hz. Peygamber tarafından yazılı bir metin haline getirilmesine, ayrıca müslümanlarca ezberlenmesine rağmen bu dine de çeşitli hurafelerin sokulduğu görülmektedir. Bunların kaynağını ve ortaya çıkış sebeplerini şu noktalarda toplamak mümkündür:
1. Önceki dinlere ait kültlerden bazı unsurların İslâm’a taşınması. İslâmiyet’i kabul eden çeşitli din mensuplarının eski dinlerine ait bazı telakkileri korumaya devam ettikleri ve bunları diğer müslümanlara da aktardıkları bilinmektedir. Câhiliye devri Arapları uğura, uğursuzluğa ve cinlerle ilgili çeşitli hurafelere de inanıyorlardı. Cinlerin kertenkele, kirpi, deve kuşu, tarla faresi, tavşan gibi hayvanların şekline bürünerek insanlara göründüğüne inanılması, karga vb. kuşların uğursuz addedilmesi, göz değmesinin insanlar üzerinde etkili olması bu dönemdeki inançlar arasında zikredilir (Mahmûd Şükrî el-Âlûsî, II, 325-365; Cevâd Ali, VI, 162, 717-718). Eski İran ve Hint dinlerine mensup gruplarla Türkler’in İslâmiyet’i kabul etmesinden sonra İslâm dünyasında yeni hurafeler oluşmaya başlamıştır. Önceden Şamanizm, Budizm, Maniheizm ve Zerdüştîlik gibi dinlere bağlı olan din adamları, Câhiliye devri Arap kültürüne ait hurafelerin cahil halk tabakası arasında yayılmış olmasından da faydalanarak daha çok eski şaman afsunlarına âyetler, Kâbe, Levh-i mahfûz, arş, kürsî gibi İslâmî motifleri karıştırmak suretiyle mesleklerini yeni dinlerinde de devam ettirmişlerdir. Şamanizm’den intikal eden su kültü, Yahudilik’ten geçen tılsımlar, Hıristiyanlık’tan kalan türbeleri kutsallaştırma hurafeleri bu konudaki bazı örnekleri teşkil eder.
2. Cehalet. Daha çok bilgisizliğe bağlı olduğu kabul edilen hurafelere inanılması hususu, İslâm’ı ana kaynaklarından öğrenip halkı aydınlatacak yeterli sayıda âlimin yetişmemesiyle orantılı olarak müslüman halk arasında yaygınlaşmıştır. İslâmiyet insanları, düşünmek suretiyle inançlarını temellendirmeye ve akıl yürütme güçlerini kullanmaya davet ediyordu. İslâm’ın bu temel ilkesi, “De ki: İşte benim yolum: Ben şuurlu bir şekilde Allah’a çağırıyorum, bana uyanlar da” (Yûsuf 12/108) meâlindeki âyetle ortaya konmuştur. Ancak İslâmî konulara yeterince ilgi göstermeyen okumuş kesimle dinî bilgileri ve kültür seviyeleri düşük olan halk tabakasının soyut özellikler taşıyan dinî konuları doğru olarak anlayıp kavraması kolay değildir. Hurafeleri bertaraf edebilmek için tatmin edici bir din öğretimi ve eğitimine ihtiyaç vardır. Ayrıca vâizlerle sohbet ehlinin de bizzat kendilerinin hurafelerden arınmış sağlam dinî bilgilere sahip olması gerekir. Nitekim Resûlullah’ın ve ashabın Kur’an çizgisinde seyreden İslâm anlayışına bağlı âlimler, özellikle bazı vâizlerin ve tasavvuf ehlinin yaydığı bid‘at ve hurafeler konusunda ciddi uyarılarda bulunmuşlardır (meselâ bk. İbnü’l-Cevzî, s. 123-126, 150-387).
3. Mevzû hadisler. İslâm’ın ikinci kaynağını oluşturan hadislerin Resûl-i Ekrem’in hayatında yazılı metin haline getirilmeyip bu işe II. (VIII.) yüzyıldan itibaren başlanması, çeşitli konularda hadis uydurulmasına veya pek çok İsrâiliyat’ın İslâmî kaynaklara girmesine fırsat vermiş ve bu yolla bazı hurafelerin İslâm’a sokulması mümkün olmuştur.

Belli başlı hurafeleri şu şekilde sıralamak mümkündür:
1. Ulûhiyyetle İlgili Hurafeler. Allah’ın herhangi bir maddî varlık şekline bürünmesi, yaratıklarından birinin bedenine girmesi (hulûl, tecessüd), yaratıklarla birleşmesi (ittihad ve vahdet-i vücûdun bazı yorumları) veya onlara benzetilmesi (teşbih) ulûhiyyetle ilgili bâtıl inançlardandır. Hıristiyanların ve yahudilerin, Allah’ın imamlara hulûl ettiğini kabul eden aşırı Şiî gruplarla (Gāliyye) bazı müfrit sûfîlerin bâtıl inançları bu tür hurafenin belli başlı örneklerini oluşturur. Ulûhiyyete ait sıfat veya fiillerden birini yaratıklara nisbet etmek de bâtıl inanç sayılır. Bazı tasavvuf mensuplarının velî nazarıyla baktıkları şeyhlerine dilediklerini öldürme veya diriltme gücünü nisbet etmeleri ve kâinatın yönetiminde söz sahibi olabileceklerini iddia etmeleri de bu konu içinde mütalaa edilmiştir (Ahmed Subhî Mansûr, s. 198-199, 234).

2. Gayb Bilgisi. Kur’ân-ı Kerîm’de duyu, haber ve akıl yoluyla bilinemeyip gayb âleminde kalan hususları Allah’tan başka hiç kimsenin bilemeyeceği açıkça belirtilir (bk. M. F. Abdülbâkī, el-MuǾcem, “ġyb” md.). Bununla birlikte birçok tasavvuf mensubu, seçkin tasavvuf ehlinin kerâmet yoluyla gayba vâkıf olduğuna inanır. Ayrıca yıldızlardan ahkâm çıkarma, kahve, ok, bakla, iskambil kâğıdı, suya bakma ve kitap açma (Kur’an veya başka kitaplar) gibi yöntemlere başvurularak yapılan falcılık, İslâm öncesi döneme ait bâtıl inançlar olup bazı İslâmî zümreler tarafından da benimsenmiştir (M. Reşîd Rızâ, VI, 150).

3. Uğur veya Uğursuzluk. Bazı hayvanları görmenin veya seslerini duymanın, belirli günlerde ve zamanlarda iş yapmanın, mavi boncuk vb. şeyleri takmanın ve bazı rakamların uğursuz yahut uğurlu olduğuna inanmak İslâmî temeli bulunmayan inançlardandır. Aynı bâtıl inançlar çerçevesinde evden çıkarken kedi veya köpek görmek, baykuş sesini ve köpek ulumasını duymak, elden ele sabun veya makas vermek, salı günü iş yapmak veya yolculuğa çıkmak, cuma günü çalışmak, iki bayram arasında nikâh kıymak, cumartesi günü yorgan kaplamak, insan üzerinde iken elbisenin söküğünü dikmek uğursuz sayılmış; buna karşılık at nalı, kurt dişi, leylek kemiği, inek veya koç boynuzunu taşımak yahut evin dış kısmına asmak uğurlu kabul edilmiştir (M. Şemseddin, s. 296-297; İnan, s. 38).

4. Ölülerden Medet Ummak. Yaygın hurafelerden biri de ölülerin türbelerini ziyaret ederek onlardan yardım beklemektir. Dileklerin gerçekleşmesi için veya hastalıktan kurtulmak amacıyla din âlimlerine ve şeyhlere ait türbeleri ziyaret edip mum yakmak, bez bağlamak, taş yapıştırmak ve adak adamak suretiyle ölülerin ruhaniyetinden medet ummak bu konudaki belli başlı hurafeleri teşkil eder. Ağaçlara bez parçası bağlamak da buna benzer inançlardandır.

5. Cinlerle İlgili Hurafeler. Kur’an’da cinler âleminin varlığından haber verilmekle birlikte onların mahiyeti, faaliyetleri ve insanlarla ilişkileri konusunda ayrıntılı bilgi yer almamıştır. Buna rağmen halk arasında cinlerin özellikle kadınları etkilediği, insanları çarptığı ve ruh hastalıklarına sebebiyet verdiği inancı yaygındır. Cinlerin tasallutundan korunmak için cincilere başvurup muska yazdırmanın ve bunu taşımanın gerektiğini kabul etmek de bu inancın bir devamıdır. Bu telakkinin Eski Mısır ve Roma inançlarına dayandığı bilinmektedir. Câhiliye devri Arapları arasında da bu tür inançların görüldüğü ve insanların bedenlerine giren kötü ruhları kovmak için gruplar halinde dans ettikleri rivayet edilir. M. Reşîd Rızâ bunun cinlere tapmaktan kalan bir inanç olduğunu belirtir (Tefsîrü’l-menâr, VIII, 369-371).

Din gerçeğine materyalist-pozitivist bir anlayışla yaklaşan bazı düşünür ve yazarlar dinin bilimsel verilere dayanmadığını, bu sebeple hurafelere kaynak oluşturduğunu ileri sürerler. Ancak ilâhî dinlerin ve özellikle tevhid inancını en önemli ilkesi olarak kabul eden İslâmiyet’in hurafelere zemin hazırlamak değil onlarla mücadele etmek için gönderildiği bilinen bir gerçektir. Bütün hurafe çeşitlerinde bazı varlıkların, nesnelerin veya olguların olağan üstü güçlere, etkilere sahip olduğu inancı bulunmaktadır. Buna karşılık Allah’ın hem zâtı hem de ilim, irade, kudret gibi sıfatları ve fiilleri bakımından bir, benzersiz ve ortaksız olduğu inancını en kesin iman prensibi olarak ortaya koyan İslâmiyet’in şirk sayılması gereken bir tür hurafeciliği onaylaması veya buna zemin hazırlaması mümkün değildir.

Hurafeler sadece dinî meselelere has değildir; din dışı bazı konular, hatta bilim adına ileri sürülen kanıtlanmamış teoriler de bu statü içine girmektedir. Bu çeşit teoriler “modern hurafeler” olarak değerlendirilebilir. Evrim teorisi bunun en çarpıcı örneklerinden biridir. Zira evrim teorisine ilişkin tatmin edici kanıt bulunmadığını itiraf ettiği halde yine bu teorinin doğruluğuna inandığını söyleyen ve bunu savunan bilim adamları mevcuttur (Lings, s. 10-11).

Hurafelerin Kur’an ve Sünnet’e dayalı herhangi bir temelinin bulunmadığı, bu iki kaynağın her türlü hurafeyi reddettiği İslâmiyet’i bilen herkesin kabul ettiği bir husustur. Çeşitli âyetlerde gaybı yalnız Allah’ın bildiği vurgulanmakta, peygamberlerin bile sadece Allah’ın bildirmesi halinde gaybdan haber verebilecekleri ifade edilmektedir (Âl-i İmrân 3/179; el-Cin 72/26-27). Bundan dolayı falcılık yasaklanmıştır (el-Mâide 5/90). Hadislerde de arrâflık, falcılık ve kâhinlik yapmak, gaybdan haber almak için bunlara başvurmak, Allah’a eş koşup Hz. Peygamber’i ve onun getirdiği vahiyleri inkâr etmek anlamına geldiği bildirilmiştir (Müsned, II, 68, 408; Müslim, “Selâm”, 122, 125).

Ayrıca İslâm’da uğursuzluk telakkisinin bulunmadığı, uğursuzluğa inanmanın kişiyi şirke düşürebileceği haber verilmiş, kuşun ötmesinin ve uçmasının uğursuzluk sayılamayacağı belirtilerek ilginç görülen nesne ve olayların hayra yorulması tavsiye edilmiş (Buhârî, “Ŧıb”, 19; Müslim, “Selâm”, 102-109, “Mesâcid”, 33), büyü yapmanın, büyüden ve hastalıktan korunmak için muska taşımanın tevhid inancını zedeleyeceği bildirilmiştir (Müsned, I, 381; Ebû Dâvûd, “Ŧıb”, 17). Kişilerin inançlarını istismar eden kâhin ve falcılarla onların günümüzdeki uzantıları olan medyum ve astrologların sözlerine itibar edilmemesi İslâmî açıdan bir zorunluluktur. Bu tür hurafeleri İslâm’a mal etmek için Hz. Peygamber’e nisbet edilerek aktarılan rivayetlerin tamamı İsrâiliyat’a dayanmaktadır. Resûl-i Ekrem hastalıklardan korunmayı ve bir rahatsızlığı tedavi etmek için tıbbî çarelere başvurmayı tavsiye etmiş, onun bu tür tavsiyeleri hadis mecmualarında “Kitâbü’t-Tıb” başlığı altında toplanmıştır (Buhârî’de 76.; Ebû Dâvûd’da 27.; Tirmizî’de 26.; İbn Mâce’de 31. kitâb). Meşrû arzulara ulaşmak için muskalara ve tılsımlara değil normal çarelere başvurmak gerektiği Kur’an’ın tavsiyeleri arasında yer almaktadır; Kur’ân-ı Kerîm’de üzerinde önemle durulan “sünnetullah” kavramı bunun açık bir delilidir. Daha çok inanç boşluğundan kaynaklanan ve insanları Allah’tan başka varlık ve güçleri kutsallaştırmaya götüren hurafeler dinî hayatı zayıflattığı gibi ruh sağlığını da olumsuz yönde etkilemekte, ayrıca insanları bilimsel alanda geri kalmaya mahkûm etmektedir. Zira ilmî faaliyet varlıkları akıl ve bilimin yöntemleriyle incelemeye, hangi sonuçların hangi sebeplere bağlı olduğunu belirlemeye dayanır, hurafelere inananların ise böyle bir yöneliş içine girmeleri oldukça zordur.

Yusuf Şevki Yavuz İslam Ansiklopedisi’den alınmıştır.

BiDAT
البدعة

Asr-ı saâdet’ten sonra ortaya çıkan, şer‘î bir delile dayanmayan inanç, ibadet, fikir ve davranışlar hakkında kullanılan bir terim.

Arapça’da “icat etmek, örneği olmaksızın yapıp ortaya koymak, inşa etmek” anlamlarına gelen “bd‘a” kökünden türeyen bid‘at, “daha önce benzeri bulunmayıp sonradan ortaya çıkan (muhdes) şey” anlamına gelir. “Bd‘a” kökünün bu sözlük mânası Kur’ân-ı Kerîm’de de yer almıştır (el-Ahkāf 46/9; el-Hadîd 57/27). Bid‘at çıkarmaya ibtidâ‘, çıkaran veya işleyen kimseye de mübtedi‘ denir.

Bid‘at biri geniş, diğeri dar kapsamlı olmak üzere iki şekilde tarif edilmiştir. Geniş kapsamlı tarife göre bid‘at Hz. Peygamber’den sonra ortaya çıkan her şeydir. Bid‘atın sözlük anlamından hareketle yapılan bu tarife göre, dinî mahiyette görülen amel ve davranışlardan başka günlük hayatla ilgili olarak sonradan ortaya çıkan yeni fikirler, uygulama ve âdetler de bid‘at sayılmıştır. Başta İmam Şâfiî olmak üzere Nevevî, İzzeddin b. Abdüsselâm, Mâlikîler’den Şehâbeddin el-Karâfî, Zürkānî, Hanefîler’den İbn Âbidîn, Hanbelîler’den Ebü’l-Ferec İbnü’l-Cevzî, Zâhirîler’den İbn Hazm bid‘atı bu şekilde kabul edenlerdendir. Bu tarifi benimseyen âlimler, görüşlerini Hz. Peygamber ve sahâbîlerden nakledilen bazı rivayetlere dayandırmaktadırlar. Meselâ Müslim, Nesâî, İbn Mâce gibi muhaddislerin naklettiği bir rivayette (Müslim, “Ǿİlim”, 15, “Zekât”, 69; Nesâî, “Zekât”, 64; İbn Mâce, “Mukaddime”, 14; Müsned, IV, 357, 359, 360, 361) Resûl-i Ekrem, İslâm’da güzel bir çığır (sünnet-i hasene) açana o çığıra uyanlar bulunduğu sürece sevap verileceğini, kötü bir çığır (sünnet-i seyyie) açana da aynı şekilde günah yazılacağını ifade etmiş, Hz. Ömer de teravih namazını topluca kılanları görünce, “Bu ne güzel bir bid‘attır” (Buhârî, “Terâvîh”, 1; el-Muvattaǿ, “Ramazân”, 3) demiştir. Bid‘atı sonradan ortaya çıkan her şeyi içine alacak şekilde geniş kapsamlı olarak kabul eden âlimler, Hz. Peygamber’in bid‘atı reddeden hadisleriyle her devirde günlük hayata girmesi zorunlu bulunan yenilikleri bağdaştırmanın yegâne yolu olarak onu, yapılmasında mahzur bulunmayan “iyi bid‘at” (bid‘at-ı hasene, bid‘at-ı mahmûde, bid‘at-ı hüdâ) ile yapılması yasaklanan “kötü bid‘at” (bid‘at-ı seyyie, bid‘at-ı mezmûme, bid‘at-ı dalâl) diye ikiye ayırmayı uygun bulmuşlardır. Kur’an’ı bir mushafta toplamak, teravih namazını cemaatle kılmak, minare ve medrese inşa etmek iyi bid‘ata, kabirlerin üzerine türbe yapmak ve buralara mum dikmek de kötü bid‘ata örnek olarak gösterilebilir. Bu anlayışa göre hadislerde reddedilen kötü bid‘attır. Şâfiî fakihlerinden İzzeddin b. Abdüsselâm daha da ileri giderek bid‘atı mükellefin fiillerine paralel olarak vâcip, mendup, mubah, mekruh, haram olmak üzere beşe ayırmaktadır.

Bid‘atı dar kapsamlı olarak anlayanlar ise onu, “Hz. Peygamber’den sonra ortaya çıkan ve dinle ilgili olup ilâve veya eksiltme özelliği taşıyan her şey” diye tarif etmişlerdir. Bu görüşü benimseyenler arasında, Mâlikîler’den başta İmam Mâlik olmak üzere Turtûşî, Şâtıbî; Hanefîler’den Bedreddin el-Aynî, Birgivî; Şâfiîler’den Beyhakī, İbn Hacer el-Askalânî, İbn Hacer el-Heytemî; Hanbelîler’den Takıyyüddin İbn Teymiyye ve İbn Receb sayılabilir. Bunlara göre dinle ilgisi ve dinî mahiyeti bulunmayan şeyler bid‘at sayılmaz; bu bakımdan örf ve âdet türünden olan davranışlar bid‘at kavramının dışında kalır. Dar kapsamlı bid‘at anlayışına sahip olanlar görüşlerine mesnet olarak, “İşlerin en kötüsü sonradan ihdas edilenlerdir” (Müslim, “CumǾa”, 43); “Sonradan ihdas edilen her şey bid‘attır” (Nesâî, “ǾÎdeyn”, 22; İbn Mâce, “Mukaddime”, 7) ve “Her bid‘at dalâlettir” (Müslim, “CumǾa”, 43; Ebû Dâvûd, “Sünnet”, 6) meâlindeki hadislerin genel ifadelerini esas almışlardır. Bunlar diğer grubun dayandığı hadisleri de kendi görüşleriyle bağdaşacak şekilde yoruma tâbi tutmuşlardır. Meselâ yukarıda söz konusu edilen hadis, “Kim İslâm’da güzel bir çığır (sünnet-i hasene) açarsa” anlamında değil, “Kim İslâm’da güzel bir çığırı (sünneti) ihya ederse” anlamındadır. Hz. Ömer’in teravih namazının cemaatle kılınması için söylediği “ne güzel bir bid‘at” sözündeki “bid‘at” da terim anlamında değil sözlük anlamında kullanılmıştır.

Bid‘at konusundaki görüşleri ve bu alana tahsis ettiği el-Ǿİtisâm adlı eseriyle dikkati çeken Şâtıbî, bid‘atı “sonradan ortaya konan dinî görünümlü yol” olarak tarif etmiştir ki ona göre kişiler bu yola Allah’a daha çok kulluk etmeyi istedikleri için girerler. Dinî görünümlü olmayan, dinî telakki edilmeyen hususlar bid‘at sayılmaz. Meselâ bir kimsenin helâl olan bir şeyi kendisine yasaklaması bid‘at değildir; ancak bu yasaklamayı dindarlık vesilesi sayması bid‘attır. Bu bakımdan bid‘atın iyi veya kötü diye nitelendirilmesi isabetli olmaz, daha doğrusu bid‘atın iyi olması söz konusu değildir; çünkü iyi bid‘at denilenler esasında bid‘at olmayan şeylerdir. Şâtıbî, İzzeddin b. Abdüsselâm’ın beşli ayırımına da karşı çıkmıştır. Ona göre sonradan ortaya konulan ve dinî mahiyette görülen yeniliklerin şer‘î bir dayanaktan hareketle vâcip, mendup veya mubah bid‘at diye nitelendirilmesi doğru değildir. Çünkü şer‘î dayanağı bulunan bir ibadet ve uygulama bid‘at sayılmayacağı gibi bu şekilde bid‘at-ı hasene sayılan hususlar da maslahat veya aslî ibâha prensibiyle izah edilebilir. Bu sebeple bid‘atı mekruh ve haram diye ikiye ayırmak mümkünse de iyi veya kötü şeklinde tasnif etmek yahut İbn Abdüsselâm’ın yaptığı gibi beşe ayırmak mümkün değildir. Şâtıbî’den önce İbn Teymiyye de aynı paraleldeki görüşlerini dile getirmiştir.

İki grup arasında göze çarpan ihtilâf aslında bir terim anlaşmazlığından ibarettir. Çünkü her iki taraf da dinden olmadığı halde sonradan ortaya çıkan dinî inanç ve uygulamaların reddedilmesinin gerektiği konusunda görüş birliği içindedir. Sonradan ortaya çıkmakla birlikte dinî mahiyette görülmeyen ve dinî esaslara da ters düşmeyen fikir ve davranışlara gelince, bid‘atı geniş kapsamlı olarak ele alan âlimler bu tür fikir ve davranışlara iyi bid‘at demekte, diğerleri ise bunları bid‘at kapsamına dahil etmemektedir. Ancak reddedilmesi gereken bid‘at sınırlarının bazı âlimlerce çok geniş tutulduğu, Hz. Peygamber döneminde bulunmayan birçok âdet ve uygulamanın bid‘at kabul edildiği görülmektedir. Muhammed b. Eslem’in Hz. Peygamber döneminde olmadığı gerekçesiyle elenmiş undan yapılmış ekmeği bid‘at sayıp yememesi bunun örneklerinden birini teşkil eder.

Doğurduğu sonuçlara göre bid‘atın hasene-seyyie diye ikili veya vâcip, mendup, mubah, mekruh ve haram şeklinde beşli tasnife tâbi tutulmasından başka itikadî-amelî, fiilî-terkî, ibadetlerle veya günlük yaşayışla ilgili olmasına göre taabbüdî-âdî şeklinde ayırımları da yapılmıştır. Ayrıca hiçbir dinî delile dayanmayan bid‘at (bid‘at-ı hakîkî) ile bazı yönleriyle dinî bir delile dayanıyormuş intibaı verdiği halde uygulandığı biçimiyle delilden mahrum bulunan bid‘at (bid‘at-ı izâfî) şeklinde diğer bir ayırım daha yapılmıştır. Hakiki bid‘ata örnek olarak kişinin helâl bir yiyeceği dinî duygularla kendisine haram kılması, Şiîler’in aşure günü başlarını, yüzlerini tırmalayıp tokatlaması, izafî bid‘ata örnek olarak da dinî bir delille tesbit edilenler dışında belirli günlerde oruç tutmaya veya belirli vakitlerde namaz kılmaya özel bir önem verilmesi gösterilebilir.

Bid‘atların ortaya çıkması ve yaşama şansı bulması çeşitli sebeplerle açıklanabilir. İslâmiyet’in kısa sürede farklı sosyal ve kültürel yapılara sahip bulunan milletler arasında yayılması bu sebeplerin başında gelir. Sosyal ve kültürel yapıların bazı unsurları İslâmî bir kimliğe bürünerek yeni dönemde de varlıklarını sürdürmüşlerdir. Ayrıca İslâmî esas ve hükümlerden bazılarının yeni müslümanlar tarafından yanlış anlaşılması veya eski kültür mirasının etkisiyle yanlış yorumlanması da bid‘atların İslâm’a girişine zemin hazırlamıştır. Yabancı millet ve kültürlerle olan sürekli temasların etkileşmeye yol açtığı, bunun sonucu olarak bazı yabancı inanış ve davranışların İslâm toplumuna girdiği de bir gerçektir. Bu arada birtakım hurafelerin veya eski dinî kalıntıların yeni dinin saflığını bozma amacıyla kasten İslâm’a sokulmak istenmesi de mümkündür. Bütün bunlara rağmen, aşırı muhafazakâr ve bir anlamda tutucu sayılan bazı sünnet taraftarlarının endişeleri bir yana, İslâm tarihi boyunca İslâm dininin hem inanç, ibadet ve hukukla ilgili temel hükümlerinde, hem de ana ahlâk kurallarında büyük bir çoğunlukla dinin ana sınırlarının dışına çıkılmamış ve İslâm’ın “ana rengi”nin (sıbgatullah*) değiştirilmemiş olduğunu söylemek mümkündür. İslâm’a bağlılık iddiası taşıdıkları halde fikrî sapıklıkları sebebiyle onun sınırları dışında kaldıkları kabul edilen grupların (gāliyye) tarih boyunca sadece yüzde bir civarında kalması da bu hususu desteklemektedir (bk. EHL-i BİD‘AT).

İslâm hukukçularına göre bid‘atı küfür noktasına varmayan kimsenin arkasında namaz kılmak câizdir. Ancak Hanefîler, Şâfiîler ve bir rivayete göre Mâlikîler başka bir imam varken bid‘at ehlinin arkasında namaz kılmayı tenzîhen mekruh sayarlar. Öte yandan Mâlikîler ve Hanbelîler bid‘atçıların şahitliğini geçersiz sayarken Hanefî ve Şâfiî fakihleri, taraftarları lehine yalan söylemeyi mubah gören Hattâbîler müstesna, diğer bid‘at ehlinin şahitliklerini geçerli kabul ederler. Bid‘atı ta‘n* noktalarından biri olarak mütalaa eden hadisçilerse bid‘at ehlinin rivayetini kabulde farklı görüşler benimsemişlerdir. Ancak bid‘atçılığı kendisini dinden çıkarma noktasına varan kimsenin rivayetinin kabul edilmeyeceği konusunda hadisçiler arasında görüş birliği vardır. Mâlikîler diğer bid‘atçıların rivayetini de kabul etmezler. İçlerinde Şâfiî, İbn Ebû Leylâ, Süfyân es-Sevrî ve Ebû Yûsuf’un da bulunduğu bazı âlimler ise mezhebini ve taraftarlarını desteklemek maksadıyla yalanı mubah saymaması şartıyla bid‘atçıya ait rivayetin kabul edilebileceğini söylerler. Konuya bid‘atın propagandasını yapıp yapmama açısından yaklaşan bazı âlimler de propaganda yapan ve başkalarını kendi mezheplerine davet edenlerin rivayetini reddetmeye, böyle olmayanlarınkini ise benimsemeye taraftardırlar. İbnü’s-Salâh ile Nevevî başta olmak üzere âlimlerin çoğu bu görüştedir. Nitekim Buhârî ve Müslim bu tür birçok bid‘atçının rivayetini kabul etmiş olup Süyûtî bunların bir listesini vermektedir (bk. Tedrîbü’r-râvî, s. 219-220). Sünnî kelâmcılar “ehl-i bid‘at” tabiriyle, Resûlullah ile ashap cemaatinin akaid alanında takip ettiği yolun (sünnet) dışında kalan mezhep sahiplerini kastederler; Mu‘tezile, Şîa, Hâricîler, Kaderiyye, Cebriyye gibi.

Bid‘atla mücadele konusunda İslâm âlimlerinin bir kısmı fitneye sebep olabileceği endişesiyle müsamahalı davranmayı uygun bulurken genellikle ilk selef âlimleri, özellikle de Hanbelî gruplar ve İbn Teymiyye bid‘atlara karşı sert bir tutum sergilemişlerdir. İbn Teymiyye, yaşadığı asrı sünnetten uzaklaşan ve bid‘atlara dalan bir çağ olarak nitelendirmekte ve bid‘atlarla en sert şekilde mücadele etmenin gerektiğine inanmaktadır. Vehhâbîlik hareketinin bid‘atlarla mücadele konusunda İbn Teymiyye’nin katılığını daha da arttırdığını söylemek mümkündür. Ancak bu katı tutum bir taraftan bid‘atla mücadele alanında başka bir aşırılığı gündeme getirmiş, diğer taraftan müslümanları sünnet çerçevesinde birleştirmek yerine bid‘atçıların kendi mezheplerine olan taassuplarını körüklemiştir. İslâm âlimlerinin çoğunluğu, bid‘atla mutlaka mücadele edilmesinin lüzumuna inanmakla birlikte bu mücadelede katılığa başvurmayıp çeşitli ikna yollarıyla bid‘atların ortadan kaldırılmasını uygun bulmaktadır. Kâtib Çelebi halk arasına yerleşen bid‘atları ortadan kaldırmanın çok zor olduğunu, bu konuda din ve devlet adamları tarafından gösterilen gayretlerin boşa gittiğini, bu sebeple bid‘atlara ve bid‘at ehline karşı yürütülecek mücadelenin müsamahalı olmasının gerektiğini belirtmektedir (Mîzânü’l-hak, s. 72-73).

Rahmi Yaran İslam Ansiklopedisi’den alınmıştır.

........................................................................................................

SİYASET

Prof.Dr. Yaşar Nuri Öztürk, İslâm Nasıl Yozlaştırıldı Kitabının 45. sayfasının ilk 2 paragrafında şunları yazıyor.

Sadece İslâm'ın değil, tüm dinlerin yozlaşmasında temel etkenlerden, daha doğrusu temel belalardan biri de siyasettir. Yani dinin siyasal başarı ve çıkar aracı yapılması. Biz bunu, siyaset ve saltanat dinciliği olarak anmaktayız. Bu konu üzerinde burada uzun uzadıya duracak değiliz. İşin bu yanını biz, bu konuya ayırdığımız 'Allah ile Aldatma ' adlı çalışmamızda incelemiş bulunuyoruz. Burada söyleyeceklerimiz çok kısa olacaktır.

............................................................................................................................

Not: elbette ki Hoca siyaset derken kirli siyasetten söz etmektedir. F.L.A.
Siyasetin İslâm Ansiklopedisi'nde ki alıntısı aşağıdadır.
Siyaset

(السياسة)

İnsan topluluklarını yönetme sanatı.
Sözlükte “bir nesneyi düzgün ve iyi durumda bulunması için özenle gözetip korumak; hayvanı ehlileştirmek, atı terbiye etmek” gibi anlamlara gelen siyâset, “toplumun işlerini üzerine alma, yürütme, yönetme işi, insan topluluklarını yönetme sanatı” şeklinde tanımlanır (Fîrûzâbâdî, Ķāmûsü’l-muĥîŧ, “svs” md.; Tâcü’l-Ǿarûs, “svs” md.; Kāmus Tercemesi, II, 938-939). Siyaset kelimesi ve türevleri Kur’an’da geçmez; hadislerde ise hem “at terbiye etme” hem de “halkın işlerini yönetme” mânalarında kullanılır (Müsned, II, 297; VI, 347, 352; Buhârî, “Enbiyâǿ”, 50; Müslim, “İmâre”, 44). Fıkıh literatüründe, kamu otoritesinin dinin genel ilkelerine ters düşmeyecek düzenlemeler ve uygulamalar yapması da çoğu zaman siyaset kelimesiyle ifade edilir (bu anlamdaki kullanımlar ve kelimenin Cengiz yasalarıyla ilgisi hakkında bk. İSTİSLÂH; SİYÂSET-i ŞER‘İYYE).

İlgili Kavramlar. Kur’ân-ı Kerîm’de, hadislerde ve İslâmî ilimler literatüründe yönetenler, yönetilenler ve yönetimle ilgili siyasî-idarî içerikli çok sayıda kavram bulunmaktadır. Yönetenlerle ilgili kavramlardan imâm (çoğulu eimme) bazı âyetlerde “toplumsal ve siyasal lider” anlamını ifade etmekte (meselâ bk. el-Bakara 2/124; el-İsrâ 17/71; el-Enbiyâ 21/73), hadislerde daha açık biçimde aynı anlamda sıkça geçmektedir (Wensinck, el-MuǾcem, “emm” md.). Hemen bütün hadis mecmualarında yer verilen bir hadiste Allah’ın âhirette kendilerini arşının gölgesinde barındıracağı yedi zümrenin en başında âdil imam (Müsned, II, 439; Buhârî, “Zekât”, 16; Müslim, “Zekât”, 91), diğer bir hadiste de Allah’ın gazabına uğrayanlar arasında zalim imam zikredilir (Müsned, III, 22; Tirmizî, “Aĥkâm”, 4). İmam kelimesi “devlet başkanı” mânasında ilk halifeler döneminden itibaren siyasî literatürde kullanılmış, “cemaate namaz kıldıran” anlamındaki imamdan ayırmak üzere devlet başkanına büyük imam denilmiştir (İbn Haldûn, II, 578-579). Kelâm ve fıkıh literatüründe siyasî nazariyelerle ilgili görüşler çoğunlukla “imâmet” başlığı altında incelenir. “Devlet başkanı, siyasî lider” mânasında kullanılan diğer bir terim halîfedir (çoğulu halâif, hulefâ). Kelime Kur’an’da (meselâ bk. el-A‘râf 7/69, 74; Yûnus 10/14), genellikle “bir kimsenin, bir topluluğun ardından gelip onun yerine geçen kişi” anlamında yer almakta (Taberî, I, 236), Hz. Dâvûd’a hitap eden, “Biz seni yeryüzünde halife yaptık, onun için insanlar arasında adaletle hükmet” meâlindeki âyette (Sâd 38/26) “siyasî lider” mânasında kullanıldığı açıkça anlaşılmaktadır. Emîrü’l-mü’minîn (kısaca emîr) unvanı “bir üst makam ve otoritenin buyruğu” anlamındaki emr kelimesinden türetilmiş olup hadislerde “yönetici” mânasında geçmektedir. Bu hadislerden birinde, “İnsanlar üzerinde emîr olan kimse onlardan sorumludur” buyurulmuştur (Buhârî, “ǾItķ”, 17; Müslim, “İmâre”, 20). Bir âyette ve bazı hadislerde geçen ülü’l-emr tabiri (en-Nisâ 4/59, 83; Müsned, V, 183; Dârimî, “Muķaddime”, 24) bağlamı dikkate alınarak çoğunlukla “siyasî ve askerî liderler” anlamında yorumlanır (Taberî, IV, 150-151, 153). Hadislerde aynı mânada veliyyü’l-emr de yer almaktadır (Müsned, I, 419; II, 327, 360, 367; Buhârî, “Ħumus”, 1). Kur’an’da sultân kelimesi “hüccet, delil, hüküm” gibi anlamları yanında bazı âyetlerde (meselâ bk. en-Nisâ 4/91; en-Nahl 16/100; el-İsrâ 17/33) ve daha açık biçimde hadislerde (Wensinck, el-MuǾcem, “slŧ” md.) sonradan kazandığı siyasî içeriğe zemin hazırlayacak şekilde “güç, iktidar, velâyet” mânasında geçmektedir. Kelime literatürde hem siyasî iktidarı hem bu iktidarı elinde tutan lideri ifade edecek şekilde yaygın biçimde kullanılmıştır (meselâ bk. İbnü’l-Mukaffa‘, el-Edebü’ś-śaġīr, s. 25, 26, 29). Fîrûzâbâdî halifeyi “en büyük sultan” diye tanımlar (Ķāmûsü’l-muĥîŧ, “ħlf” md.); ancak halife kavramına nisbetle sultan zamanla daha dünyevî bir çağrışım yapar hale gelmiştir. Kur’an’da ve hadislerde çoğunlukla Allah’ın kudret ve hâkimiyetini belirten mülk ve melik kavramları -tamamı eski milletlerle ilgili olmak üzere- yirmi kadar âyette ve pek çok hadiste siyasî iktidarı ve ona sahip olan kişileri belirtmek için de kullanılmıştır (M. F. Abdülbâkī, el-MuǾcem, “mlk” md.; Wensinck, el-MuǾcem, “mlk” md.).

Yönetilenleri ifade eden ve sözlüklerde “din, mezhep, yol, bir peygambere inananlar” şeklinde açıklanan ümmet (Cevherî, eś-Śıĥâĥ, “emm” md.) Kur’an’da “belli bir insan nesli, topluluk, dinî grup” anlamında (M. F. Abdülbâkī, el-MuǾcem, “emm” md.), hadislerde ise çoğu İslâm toplumunu karşılamakla birlikte bazan siyasî içerikte bir kavram olarak geçmektedir (Wensinck, el-MuǾcem, “emm” md.). Zamanla bu kavramın dinî içeriği zayıflayarak yönetilenler topluluğunu belirten en önemli siyasî terim haline gelmiştir. Yönetilenlerle ilgili diğer bir siyasî kavram olan millet Kur’an’da ve hadislerde daha çok “din” anlamında kullanılmakta, ilgili âyetlerin çoğunda “İbrâhim’in milleti” terkibi (M. F. Abdülbâkī, el-MuǾcem, “mll” md.), hadislerde genellikle “İslâm milleti” gibi belli bir dini veya inanç grubunu ifade eden terkipler içinde geçmektedir (Wensinck, el-MuǾcem, “mll” md.). Daha sonraki literatürde millet kelimesi genellikle, “Allah’ın kulları için kitaplarında ve peygamberlerinin diliyle koyduğu esaslar” mânasındaki din ve şeriat kelimelerine yakın anlamda kullanılmaya devam etmiş, Osmanlılar’da ise dinî-siyasî cemaatleri ifade ederken son dönemde Türkçe yayınlarda dinî içeriğini kaybederek kültürel-siyasal bir kavram haline dönüşmüştür.

Yönetimle ilgili kavramların başında yer alan devlet kelimesi Kur’an’da ve hadislerde geçmez. “Dönmek, değişmek, halden hale geçmek” anlamındaki devl kökünden isim olan dûle “elden ele dolaşan şey” mânasına gelmekte olup bir âyette ve bazı hadislerde yer almaktadır (eş-Şûrâ 59/7; Buhârî, “Cihâd”, 1-2; Müslim, “Cihâd”, 74). Devletin, “bir insan topluluğuna ait siyasî hâkimiyetin teşkilâtlanmış şekli” anlamında siyasal içerikli bir terim olarak kullanılması Abbâsîler’in iktidarı ele geçirdiği dönemlere rastlar. Kur’an’da vatan kelimesi de geçmez. Bir âyette “yer” anlamında “mavtın” kullanılmakla birlikte (et-Tevbe 9/120) gerek bunun gerekse bazı hadislerde yer alan mavtın ve vatan kelimelerinin (meselâ bk. Müsned, I, 375; IV, 30; Ebû Dâvûd, “İmâre”, 36) XVIII. yüzyılın sonlarına doğru siyasî anlam kazanan vatanla ilgisi yoktur. Kelime, hadislerde bir kimsenin veya topluluğun doğup büyüdüğü yahut uzun süre ikamet etmek üzere yerleştiği, yaşadığı yeri ifade etmektedir. Yönetimle ilgili bir diğer siyasî kavram olan dâr “herhangi bir siyasî otoritenin hâkim olduğu ülke” anlamında kullanılmıştır. Fıkıh literatüründe müslümanların yönetimindeki topraklar “dârülislâm”, gayri müslimlerin hâkimiyeti altındaki ülkeler ise “dârülharp” terimleriyle belirtilir.

Hızır Murat Köse

Siyasetin Tanımı; Siyaset, seyislikten yani at idareciliğinden gelir. Dar anlamda at idareciliği anlamına gelen siyaset, geniş anlamda; bir işyerini, bir ülkeyi yönetme sanatıdır. F.L.A.

Siyaset Yapmak ya da Yapmamak.

Açıköğretim fakültesinde ister iktisat isterse işletme bölümleri olsun 2 sinin de ilk iki yılında 1. Sınıfta iktisada giriş ve işletmeye giriş 2. Sınıfta da iktisat ve işletme okutulur. Ben iktisat okumama rağmen işletme de okumuş oldum. İşletme kitabında anlamca yani bire bir olmasa da şöyle yazıyordu:”Bir fabrikada iflasa gidiş söz konusu ise bu durumu en çok işçiler konuşur ve tartışır.” İşçileri vatandaşlara ve fabrikayı da vatana benzetecek olursak, memleket zor günler geçirirken siyaset yapmamak olabilecek bir durum mudur? Elbette ki siyaset; kırıcı olmadan, hakaret etmeden ve iftira atmadan yapılmalıdır. F.L.A.

Sen hocadan daha mı iyi bileceksin diyenlere verilecek yanıt: Kul sözü ile Hakk'ın sözü yani Kur'an çeliştiğinde bir müslüman Zuhruf, 44 ayeti gereği sorumlu olduğu Kur'an'ı esas almalıdır. FLA

YÖNETİMİN 5 İLKESİ

1. Adalet ( Denge, yalnızca insanlığa değil, kişinin kendi de dahil olmak üzere tüm yaratılmışa haksızlık etmemesi )
2. Meşveret ( Şûra; danışma, görüş alma, danışma meclisi, karşılıklı görüşme, oylama, danışmada tek adamlığa yer yoktur ).
3. Liyakat ( Emaneti ehline, layık olana verme )
4. Emanete Sadakat.
5. Maslahat ( Toplum Yararına İş Yapma )
https://www.cemilkilic.com/makale-67-islamin-bes-sarti-ya-da-hz-huseyin-neden-sehit-oldu.htm

1.Adalet ( Denge );
BAKARA-282 Yaşar Nuri Öztürk : Ey iman sahipleri! Belirli bir süre için birbirinize borç verdiğinizde onu yazın. Aranızda bir yazıcı adaletle yazsın. Yazıcı, Allah'ın kendisine öğrettiği şekilde yazmaktan kaçınmasın, yazsın. Borç altına giren kişi de onu kayda geçirtsin ve Rabb'inden korksun da borcundan hiç bir şey eksiltmesin. Borç altına giren, aklı ermez yahut zayıf, çaresiz biri ise yahut yazdırmaya gücü yetmiyorsa, velisi adaletle yazdırsın. Erkeklerinizden iki kişiyi de tanık tutun. Eğer iki erkek yoksa rızanızla kabul edeceğiniz tanıklardan bir erkek ve iki kadın gerekir. Bu, kadınlardan biri şaşırırsa / unutursa ötekisi ona hatırlatsın diyedir. Tanıklar, çağırıldıklarında çekimser davranmasınlar. Küçük veya büyük, borcu, süresine kadar yazmaktan üşenmeyin. Böyle yapmanız Allah katında adalete daha yakın, tanıklık için daha sağlam, kuşkuya düşmemeniz için daha elverişlidir. Ancak aranızda döndürüp durduğunuz tamamen peşin bir ticaret söz konusu ise onu yazmamanızda sizin için bir sakınca yoktur. Karşılıklı alışveriş yaptığınızda da tanık bulundurun. Yazıcıya da tanığa da zarar verilmesin. Böyle bir şey yaparsanız bu, kendinize kötülük olur. Allah'tan korkun. Allah size öğretiyor. Allah, her şeyi en iyi biçimde bilendir.

NİSÂ
58, Yaşar Nuri Öztürk : Şu bir gerçek ki, Allah size emanetleri, onlara ehil olanlara vermenizi ve insanlar arasında hükmettiğinizde adaletle hükmetmenizi emrediyor. Allah size bu şekilde ne güzel öğüt veriyor. Allah Semî'dir, çok iyi duyar; Basîr'dir, çok iyi görür.

135. Yaşar Nuri Öztürk : Ey iman edenler! Öz benliğiniz, anne-babanız, yakınlarınız aleyhine de olsa, zengin veya fakir de olsalar, adaleti dimdik ayakta tutarak Allah için tanıklık edenler olun. Allah, ikisine de sizden daha yakındır. O halde nefsinizin arzusuna uyarak adaletten sapmayın. Eğer dilinizi eğip büker yahut çekimser kalırsanız, Allah yapmakta olduklarınızdan haberdardır.

MÂİDE
8. ( Zulüme zulümle karşılık verilmez )Yaşar Nuri Öztürk : Ey iman edenler! Adalet ve dürüstlüğün tanıkları olarak Allah için kollayıp gözetleyenler olun! Bir topluluğun çirkinlik ve kötülüğü sizi adaletsiz davranmaya asla itmesin. Adaletli olun! Bu, takvaya/korunup sakınmaya daha uygundur. Allah'tan sakının. Allah, yapmakta olduklarınızdan haberdardır.

42. Yaşar Nuri Öztürk : Yalana iyice kulak verirler, haramı tıka-basa yerler. Sana geldiklerinde ister aralarında hüküm ver, ister onlardan yüz çevir. Eğer onlardan yüz çevirirsen sana hiçbir şekilde zarar veremezler. Ama aralarında hükmedersen, adaletle hükmet. Allah, adaletle hükmedenleri/adaleti ayakta tutanları sever.

EN'ÂM-115 Yaşar Nuri Öztürk : Rabbinin sözü hem doğruluk hem de adalet bakımından tamamlanmıştır. O'nun sözlerini değiştirecek hiçbir kuvvet yoktur. En iyi işiten, en iyi bilendir O.

A'RÂF
29. Yaşar Nuri Öztürk : Şunu da söyle: "Rabbim bana adaleti emretti. Her mescitte yüzlerinizi O'na doğrultun. Dini yalnız O'na özgüleyerek O'na yakarın. Tıpkı sizi ilk yarattığı gibi O'na döneceksiniz."

59. Yaşar Nuri Öztürk : Andolsun ki biz, Nuh'u toplumuna gönderdik de o şöyle dedi: "Ey toplumum! Allah'a kulluk ve ibadet edin. Sizin ondan başka tanrınız yok. Üstünüze çok büyük bir azabın inmesinden korkuyorum."

181. Yaşar Nuri Öztürk : Bizim yarattıklarımızdan bir ümmet var ki, hakka rehberlik eder ve onunla adalet sunarlar.

NAHL-90 Yaşar Nuri Öztürk : Şu bir gerçek ki Allah; adaleti, iyi ve güzel davranmayı, akrabaya vermeyi emreder. Tüm pisliklerden/edepsizliklerden, kötülükten, azgınlık, doymazlık ve kıskançlıktan yasaklar. Düşünüp ibret alırsınız ümidiyle size öğüt veriyor.

2. Meşveret; İstişare, Danışma (tek adamlığa yer yoktur)

Enbiya Suresi
7. Senden önce de ancak kendilerine vahyettiğimiz erler gönderdik. Hadi, sorun zikir/Kur'an ehline, eğer bilmiyorsanız...

Nahl Suresi
43. Biz senden önce de elçi olarak kendilerine vahyettiğimiz erkeklerden başkasını göndermedik. Eğer bilmiyorsanız, zikir/Kur'an ehline sorun.

Not: “Sebebin hususiyeti nassın umumiyetine engel değildir” yani bir hükmün ( Kur’an ayetinin), özel olması ( burada Kur’an ehli ) genellemeye engel değildir. Yalnızca Kur’an ehline değil her konunun ehline, uzmanına sorulabileceği anlamına gelir.

ÂLİ İMRÂN-159
Allah'tan bir rahmet sayesindedir ki, sen onlara yumuşak davrandın. Eğer kaba-saba, katı yürekli olsaydın senin çevrenden kesinlikle dağılır giderlerdi. O halde bağışla onları, af dile onlar için; iş ve yönetim konusunda da onlarla şûraya git. Bir kez azmettin mi de artık Allah'a güvenip dayan. Allah, tevekkül edenleri sever.

ŞÛRÂ-38
Yaşar Nuri Öztürk : Rablerinin çağrısına cevap verirler, namazı kılarlar. İşleri/yönetimleri, aralarında bir şûra'dır. Kendilerine verdiğimiz rızıklardan infak ederler.

3. Liyakat ( Emaneti ehline, layık olana verme );
Nisa 58. Yaşar Nuri ÖZTÜRK Şu bir gerçek ki, Allah size emanetleri, onlara ehil olanlara vermenizi ve insanlar arasında hükmettiğinizde adaletle hükmetmenizi emrediyor. Allah size bu şekilde ne güzel öğüt veriyor. Allah Semî'dir, çok iyi duyar; Basîr'dir, çok iyi görür.

İnsanlar arasında ki üstünlük ölçüsü ehliyet, bir işte ehil olma, usta olma olmalı. Layıklık ya da laiklik budur. Allah katında ki üstünlük ölçüsü olan takva, insanlar arasında ki üstünlük ölçüsü olursa, dini kılığa bürünmüş dinciler, insanları Allah ile aldatılar. Fatih Lütfü Aydın. 12.12.2012

EHLİYET, EMANET, EMNİYET.

Kulak verip de İslâm’ a, hakiki dine.
Vermeli emaneti ehline.
Gerçekten ehil kişi,
Üstlenir bir işi,
Alarak emanet.
Sağlar onunla,
Yaratılmış arasında emniyet.

Kasayı, masayı, nisayı put edinme.
İner yoksa ruhuna vijdani inme.
Edep; Eline, Diline Beline sahip olmaktır.
Gerçekten ehil kişi,
Kasayı, masayı, nisayı put edinmekten uzaktır.

Saygılar ve Sevgiler
02.06.2011
Fatih Lütfü AYDIN

Bir ülkenin dövizi azsa, döviz pahalanır yani kur yükselir ve enflasyona yol açar.
O zaman bir yandan üretip, dış satımla dövizi arttırmalı, bir yandan da döviz tasarrufu yapmalı. Tasarruf, gelirin tüketilmeyen kısmıdır. Aşırı ve gereksiz dış alımla ( israfla ) tasarruf yapılamaz. Gerekli olan dövizi de dış satım ( ihraacat ) yerine yeni döviz borçlanmasıyla karşılamak, borç sarmalında ( ya da girdabında ) boğulmamıza yol açar. İsrafı önleyen kuruluş sayıştay, eli kolu bağlı olmayacak şekilde özgür bir kurum olmalı.

www.mahfiegilmez.com/2018/10/son-okuduklarmdan-sectigim-uc-kitap.html

Araf, 31,
Yaşar Nuri Öztürk: 31.Ey ademoğulları! Tüm mescitlerde süslü, güzel giysilerinizi kuşanın. Yiyin, için fakat israf etmeyin. Allah israf edenleri sevmez.

......................................................................................................................................................................................................................................................... RABLEŞTİRME

Fatriha Suresi başlangıcı,
1. Bismillâhir rahmânir rahîm.

Yaşar Nuri Öztürk : Rahman ve Rahîm Allah'ın adıyla...

a. bi ismi allahi : Allah'ın ismi ile
b. er rahmân er rahîm : Rahmân ve Rahîm Rahîm esması ile tecelli eden, rahmet nuru gönderen

Alıntı.. Kur’an Meallerini Kıyasla programı.

Not: Rahman : Rahmetini ( acımasını, esirgemesini ve nimetini ) iyi, kötü tüm kullarına bu dünyada sunan.
Rahim : Rahmetini ve özel nimetlerini bu dünyada ve ahrette yalnızca özel ( sevgili ) kullarına sunan.

Kanıt olabilecek ayetler,

Araf,
32. Yaşar Nuri Öztürk : De ki: "Allah'ın, kulları için çıkardığı süsü, güzel ve tatlı rızıkları kim haram etmiş?" De ki: "Dünya hayatında inananlar için de var. Kıyamet gününde ise yalnız inananlar içindirler." Bilgiden nasipli bir topluluk için biz, ayetleri böyle ayrıntılı kılıyoruz.

156. "Bize hem bu dünyada güzellik yaz hem de ahirette. Dönüp dolaşıp sana geldik." Buyurdu ki: "Azabıma dilediğimi çarptırırım. Rahmetime gelince, o herşeyi çepeçevre kuşatmıştır. Ben onu; sakınıp korunanlara, zekatı verenlere, ayetlerimize inananlara yazacağım."

AHZÂB-43 O, odur ki sizi karanlıklardan aydınlığa çıkarsın diye size acıyor/destek veriyor. Melekleri de öyle yapıyor. Zaten O, inananlara karşı çok merhametlidir.

YÛSUF-56 İşte böylece biz Yûsuf'a yeryüzünde imkân ve mevki verdik. Ülkede, istediği yerde konaklayabiliyordu. Biz dilediğimiz kimseye rahmetimizi ulaştırırız; güzel düşünüp güzel davrananların ödülünü yitirmeyiz.

Okuduğum yazılardan Rahman ve Rahim için bu sonuçları çıkardım. İnşallah doğrudur. F.L.A.

RAHMET
(الرحمة)

Şefkat gösterip lutufta bulunma anlamında bir Kur’an terimi.

Sözlükte masdar olarak “merhamet etmek, severek ve acıyarak korumak”, isim olarak “şefkat, merhamet” anlamına gelir. Râgıb el-İsfahânî, rahmet kavramının temel mânasının “acınacak durumda bulunan kimseye yönelik yufka yüreklilik ve şefkat” olduğunu, Allah’a nisbet edildiğinde merhametin ürünü olan “lutufta bulunma” mânasına alınması gerektiğini söyler (el-Müfredât, “rĥm” md.; ayrıca bk. MERHAMET).

Alıntı... Abdülhamit Birışık İslâm Ansiklopedisi

RAHMÂN
(الرحمن)

Allah’ın isimlerinden (esmâ-i hüsnâ) biri.

Sözlükte “merhamet etmek, severek ve acıyarak korumak” anlamındaki rahmet (ruhm, merhamet) kökünden türeyen rahmân kelimesi “şefkat ve merhamet eden, acıyan” demektir. Kelimenin kök mânasında “yufka yürekli olmak, acımak, birinin üzüntüsüne ortak olmak” gibi beşerî-duygusal unsurlar bulunduğundan Allah’a nisbet edildiğinde “sonsuz merhametiyle lutuf ve ihsanda bulunan” şeklinde anlam verilmiştir (Râgıb el-İsfahânî, el-Müfredât, “rĥm” md.; İbnü’l-Esîr, en-Nihâye, “rĥm” md.; Lisânü’l-ǾArab, “rĥm” md.). Bazı lugat âlimleri rahmân kelimesinin İbrânîce olduğunu ileri sürmüş, ayrıca Câhiliye döneminde tevhid inancı çerçevesinde kullanılmasının Yahudiliğin etkisini gösterdiği iddia edilmiştir (Cevâd Ali, VI, 31, 37-41; Yıldırım, sy. 4 [1980], s. 25-29, 33-40). Fakat âlimlerin büyük çoğunluğu birinci iddiayı reddetmiş, rahîm gibi rahmânın da “rahmet” kökünden türediğini belirtmiştir (meselâ bk. Fahreddin er-Râzî, s. 164-166). Arapça ile İbrânîce arasındaki yakınlık ise bilinen bir husustur. Kelimenin Câhiliye döneminde tevhid inancı çerçevesinde kullanılmasını ise tabii görmelidir, çünkü bütün ilâhî dinler tevhid ilkesinde birleşmiştir..................................................................

Rahmân ve rahîmin ilâhî isimler olarak anlam farkları üzerinde durulmuştur. Yaygın kanaate göre rahmân dünya hayatında herkesi, rahîm ise âhirette sadece müminleri kapsayan ilâhî rahmeti ifade eder. Nitekim Kur’an’da Allah, rahmetinin her şeyi kuşattığını beyan ettikten sonra onu son peygambere iman edip belli niteliklere sahip olan kimselere ileride ayrıca lutfedeceğini belirtmiştir (el-A‘râf 7/156-157; Râgıb el-İsfahânî, el-Müfredât, “rĥm” md.). Hattâbî iki isim arasındaki farkı, “Rahmân mevsufuna nisbet edilişinde hususilik, mânasında umumilik ifade ederken rahîm nisbetinde umumilik, mânasında hususilik taşır” cümlesiyle dile getirmiştir (Şeǿnü’d-duǾâǿ, s. 39). Aslında her iki ismin tecellileri hem dünya hem âhiret hayatı için geçerli olup belirgin etkileri açısından bir hususiliğin atfedilebileceği söylenebilir. Çünkü Allah’ın isim ve sıfatlarını zamanın öncesi ve sonrası açısından sınırlandırmak mümkün değildir. Bu anlayış, birçok âlim tarafından benimsenen rahmân ile rahîm arasında mâna farkının bulunmadığı görüşüne de uyar. Esmâ-i hüsnâ eserlerinin hemen hepsinde Abdullah b. Abbas’a nisbet edilen, “Rahmân ve rahîm şefkat ve merhamet (rikkat) ifade eden Allah’ın iki ismi olup her biri ötekinden daha rakiktir” sözü de bunu anlatır.

Bekir Topaloğlu İslâm Ansiklopedisi

Not:
rakik: İnce, narin
Örnek: Yazılarında olduğu gibi konuşurken de kelimelerin en asil ve en rakiklerinden seçiyordu. O. S. Orhon

Merhametli, yufka yürekli.
1. ince. yufka yürekli. 2. köle veya cariye.
(Rikkat. den) Yufka yürekli, ince merhamet ve şefkat sahibi olan.

https://www.nedirnedemek.com/rakik-nedir-rakik-ne-demek

2. El hamdu lillâhi rabbil âlemîn (âlemîne).

Yaşar Nuri Öztürk : Hamt, âlemlerin Rabbi Allah'adır.

a. el hamdu : hamd, övgü, sena, manevî ni'metlere şükür
b. lillâhi (li allâhi) : Allah için, Allah'a
c. rabbi : Rab
d. el âlemîne : âlemler
Alıntı.. Kur’an Meallerini Kıyasla programı.

Hamd:
a) Hz.Allah'ı övmek, yüceltmek
b) O'na şükretmektir.

1.Dille hamd:
a) Senden daha yücesi yok, seni tesbih ederim yani ulularım, yüceltirim demek.
b) Şükürler olsun Allah'ım demek.

2.Halle ( davranışla ) hamd:
a) Mademki Hz.Allah'dan yücesi yok, sığınılacak tek yer O diyerek, ortak koşmamak yani hem Hz.Allah'a hem de başkalarına kulluk etmemek.
b) Değer üretmek, Salih Amel ( Hz. Allah'ın rızasına uygun davranışlar) de bulunmak. F.L.A.

Lâ İlâhe İllallah

Lâ İlâhe İllallah
Yalnız dille
değil halle de,
Lâ ilâhe illallah de.

O zaman İnşallah,
Allah işini hallede.
Kalı hal eylemeden.
Dindarlığı halledemesin sen.

Kal sözdür, hal davranış.
Hayata geçirerek hakikat ipine yapış.
Yalnız dille şükredersen,
Salih amel eylemeden,
Hak yolunda değer üretmeden,
Rabb’ inden azar işitirsin sen.

Halle şükür salih amel demektir.
Halle şükür baya bir emektir.
Şems Mevlana’ ya demiş.
Kalı hal eyle ey derviş.

Eyleyemezsen kalı hal.
Çökmez ruhuna manevi hal.
Ağustos böceği gibi ötersin ancak,
Yiyemeden manevi bal.

Lâ ilâhe illallah demek,
Anlamına gelir hiç put edinmemek.
Halle demek için Lâ ilâhe illallah.
Kasayı, masayı, nisayı put edinme.
İner yoksa ruhuna vijdani inme.

Edep; Eline, Diline Beline sahip olmaktır.
Gerçekten dindar kişi,
Kasayı, masayı, nisayı put edinmekten uzaktır.
Gerçek dindar kişi,
Yaşar kasayı, masayı, nisayı,
Gözeterek İlahi rızayı.

Kasa demektir, mal, mülk, servet.
Maddi olan her şey duhan (duman) *1olacak elbet.
Masa demektir, makam ve şöhret.
Maddi olan her şey ve her kişi duhan (duman) olacak elbet.
Nisa demektir, kadınlar dolayısıyla şehvet.
Çürüyüp gidecek şehvetle sarılan her et.
Baki kalan Hz. Allah’ tır elbet.

Ya! Rab gerçek sevgililer gününde,
Bizi (hepimizi) *2
sevgili kulluğuna kabul et.
Amiin.

Saygılar ve Sevgiler
07.02.2011

*1.DUHÂN-10
Yaşar Nuri ÖZTÜRK Artık sen göğün açıkça izlenen bir duman getireceği günü gözle.
Fertekib yevme te’tîs semâu bi duhânin mubîn(mubînin) .

*2 Edilmeli her dua,
Tüm yaratılmış adına.
Olmazsa duada bencillik,
Kalkar belki senlik benlik.

Not: Yukarıda ki şiiri Lâ ilâhe illallah diyenin cennete gireceğinden bahseden ve bence uydurma olan hadis üzerine yazdım. Cennet Allah’ ın olduğu için kimi cennetine sokacağına ancak ve ancak kendi karar verir.
Eğer bu hadis sahih ise bence Efendimiz Lâ ilâhe illallah diyen gereğini de yaparak inşallah cennete girer demiştir. 07.02.2012 Fatih Lütfü Aydın.

Cennete girişin kolay olmadığını gösteren ayetler.

BAKARA-214
Yaşar Nuri ÖZTÜRK: Yoksa siz, sizden önce gelip geçmiş olanların karşılaştıklarının benzeri başınıza gelmeden cennete gireceğinizi mi sandınız? Onlara şiddetler, belalar ve zorluklar gelip çattı; sarsıldılar. Öyle ki, resul ve onunla birlikte inananlar, "Allah'ın yardımı ne zaman? " diye yakarıyordu. Haberiniz olsun ki, Allah'ın yardımı çok yakındır.

A'RÂF-40
Yaşar Nuri ÖZTÜRK Ayetlerimizi yalanlayan ve onlar karşısında büyüklük taslayanlar var ya, gök kapıları açılmayacaktır onlar için ve deve iğne deliğinden geçinceye kadar cennete giremeyeceklerdir onlar. Suçluları böyle cezalandırırız biz.

Diliyle değil de, gönlüyle yani yaşayarak, Lâ ilâhe illallah diyen yani kasayı, masayı ve nisayı put edinmeyen ve bunları put edinmemek için eline, diline ve beline sahip olma savaşı veren herkes cennete girer inşallah. Fatih Lütfü AYDIN

Not: Kasa; sembol olarak mal, mülk ve para.
Masa: sembol olarak makam ve şöhret tutkusu.
Nisa (kadınlar): sembol olarak şehvet, tutku halini almış cinsellik

……………………………………………………………………………………………………………………………….

Aşağıda ki yazı İslâm Ansiklopedisi’nden alıntıdır.

RAB
(الربّ)
Allah’ın isimlerinden biri.

Sözlükte “bir şeyi yetkinlik noktasına varıncaya kadar kademe kademe inşa edip geliştirmek” mânasındaki rab (rabb) kelimesi mübalağa ifade etmek üzere daha çok sıfat gibi kullanılır ve kelimeye hepsi de Allah Teâlâ hakkında olmak üzere “mâlik, seyyid, idare eden, terbiye eden, gözetip koruyan, nimet veren, ıslah edip geliştiren, mâbud” gibi anlamlar verilir (Râgıb el-İsfahânî, el-Müfredât, “rbb” md.; İbnü’l-Esîr, en-Nihâye, “rbb” md.). İbn Cerîr et-Taberî bu mânaların mâlik, seyyid ve muslih kelimelerinde yoğunlaştığını kaydeder. Mâlik “evreni yaratan ve yöneten”, seyyid “hâkimiyetinde dengi ve benzeri olmayan”, muslih de “lutfettiği nimetler vasıtasıyla yaratılmışların halini düzeltip geliştiren” demektir (CâmiǾu’l-beyân, I, 93-94). Ebü’l-Bekā el-Kefevî rab kelimesinin Allah için kullanıldığında içerdiği mânaları şu şekilde sıralar: Rab “mâlik” anlamına alındığı takdirde Allah’tan başka bütün varlıklarla, “muslih” olarak düşünüldüğünde kendi başına mevcudiyeti bulunmadığından ıslaha elverişli olmayan arazların dışındaki nesnelerle, “seyyid” diye açıklandığında sadece akıllı yaratıklarla, “mâbud” mânası verilmesi halinde ise mükelleflerle ilgili bir muhteva taşır (el-Külliyyât, s. 466).

Kur’ân-ı Kerîm’de rab kelimesi 962 yerde Allah’a doğrudan nisbet edilmektedir (M. F. Abdülbâkī, el-MuǾcem, “rbb” md.). Bunun dışında beş yerde “hükümdar” mânasında Hz. Yûsuf dönemindeki Mısır meliki için kullanılmış (Yûsuf 12/23, 41, 42, 50), bir âyette Hz. Mûsâ devrindeki Firavun’un tanrılık iddiasıyla kendisi hakkında kullanımı şeklinde (en-Nâziât 79/24), bir âyette de Allah’tan başka rab aranmamasının gerektiği vurgulanırken (el-En‘âm 6/164) zikredilmiştir. Rabbin çoğulu olan erbâb da birden fazla rab edinmenin eleştirisi çerçevesinde dört âyette yer almıştır (Âl-i İmrân 3/64, 80; et-Tevbe 9/31; Yûsuf 12/39). Başta Hz. Mûsâ olmak üzere geçmiş peygamberlerin bağlıları için kullanılan ribbiyyûn, rabbâniyyûn (Rabbe bağlı olup ilmi ve ameli yetkin derecede bulunanlar) dört âyette geçmektedir (Âl-i İmrân 3/79, 146; el-Mâide 5/44, 63). Kur’an’da rab çeşitli isimlere ve zamirlere, en çok da tekil ikinci şahıs zamirine muzaf olarak kullanılmıştır. 242 yerde tekrarlanan bu hitabın 200’den fazlası Hz. Peygamber’e yöneliktir. “Sizin rabbiniz, onların rabbi” biçimindeki çoğul zamiriyle 243, “ey rabbim, ey rabbimiz” şeklindeki niyaz ifadesiyle 178 defa geçmektedir. Rabbin sıfat tamlaması ve mübtedâ-haber konumundaki cümle içi bağlantılarının tamamına yakın kısmında Allah’ın azameti, aşkınlığı, lutufkârlığı, bağışlayıcılığı, şefkat ve merhameti, rızık verici, yol gösterici, yardım edici ve koruyucu oluşu ifade edilmektedir.

Bekir Topaloğlu

………………………………………………………………………………………………………………………………………..

R. İhsan Eliaçık’ın Fatiha Suresi Tefsir videosundan edindiğim bilgiye göre Rab Hz.Allah’ın terbiye eden, yetiştiren sıfatının yanında aynı zaman da rızık veren, doyuran sıfatı da demek. Eliaçık bu özelliğiyle Rızkı verenin Allah olduğu, devletin, patronun vs. nin rızka aracı, veli olduğunu söylemekte ve ayrıca Eliaçık, Hz.Allah’ın Rab sıfatının eve ekmek getiren babaya benzetildiği için Rab’ın değişmeceli olarak baba anlamına da geldiğini söylemektedir.

Bu durumda veli nimet sözü daha iyi anlaşılır olmakta. Bilindiği üzere Hz.Allah her şeye gücü yetmesine rağmen kendisine veliler ( yardımcılar ) edinmiştir. İşte bir işyeri için rızkın ( nimetin ) vericisi Allah iken velisi yani rısk işinin yardımcısı müşteridir. Bu yüzden “Müşteri veli nimetimdir” denmiştir. Bunun bilinciyle rıska yardımcılık ( velilik ) eden; yöneticilere, patronlara değil Allah’a kulluk edilmelidir. Aksi halde hem Allah’a hem de kula kulluk ederek şirke batılmış olunur. F.L.A

………………………………………………………………………………………………………………………………………..

Bundan sonra ki bölüm Prof. Dr. Yaşar Nuri Öztürk’ün Yeni Boyut - İslâm Nasıl Yozlaştırıldı kitabının 53. sayfasından alıntılara aittir.

Rableştirme, Allah’ın sıfatlarından biri olan Rab sıfatını ismen veya fiilen birine vermek, birilerini rab haline getirmek demektir. Kur’an bunu ‘Allah’ın berisinden rabler edinme’ şeklinde ifadeye koymaktadır. Rableştirme, Hz.Yusuf’un ağzından eleştirilirken şu ürpertici soru sorulmaktadır.: “Fırkalar oluşturmuş rabler mi hayırlıdır, yoksa Vâhid ve Kahhar olan Allah mı?” ( Yusuf, 39 )

Bu beyine ( tanrısal kanıt ), dolaylı olarak şunu da göstermektedir: Rableştirme ve rableştirenler mutlaka ve muhakkak fırkalar oluşturur, parçalanma ve bölünme getirir, tevhit gerçeğinden uzaklaştırır. Bir kansorejen bölünmedir ki o, Allah’tan başka hiçbir güç önüne geçemez.

Şirkin bir belirişi olan rableştirme, üç temel görünüm arz eder.

1. Melekleri rableştirme ( Âli İmran, 80 ),
2. Peygamberleri rableştirme ( Âli İmran, 80 ),
3. Diğer insanları rableştirme.

Diğer insanları rableştirme de iki türlüdür:

1. Din adamlarını, din sınıfını rableştirme ( Tevbe 31 )
2. Kişilerin birbirini rableştirmesi ( Âli İmran, 64 )

Rableştirmenin dini yozlaştırmaya sebep olanları, peygamberleri rableştirmeyle din sınıfını rableştirmedir. Çünkü bu rableştirmeler inkârcılar tarafından değil, inananlar tarafından kutsal adına yapılır. Bu yüzden en büyük yıkımı dinedir ve bu yüzden en tehlikeli rableştirme türüdür.

Âli İmran, 64
De ki: "Ey Ehlikitap! Sizin ve bizim aramızda aynı olan şu söze gelin: "Allah'tan başkasına kulluk etmeyelim, O'na hiçbirşeyi ortak koşmayalım. Allah'ı bırakıp da birbirimizi rabler edinmeyelim." Eğer yüz çevirirlerse şöyle söyle: "Tanık olun, biz müslümanlarız/Allah'a teslim olanlarız."

Âli İmran, 80
Ve size melekleri ve peygamberleri rabler edinmenizi de emretmez. Siz, müslümanlar haline geldikten sonra inkârı mı emreder size?

Tevbe, 30
Yahudiler: "Uzeyr, Allah'ın oğludur." dediler; Hıristiyanlar da: "Mesih, Allah'ın oğludur." dediler. Kendi ağızlarının sözüdür bu. Kendilerinden önce inkâr edenlerin sözlerine benzetme yapıyorlar. Allah onları kahretsin! Nasıl da yüz geri çevriliyorlar!

Tevbe, 31
Allah'ın yanında hahamlarını ve ruhbanlarını da rabler edindiler. Meryem oğlu Mesih'i de öyle. Oysa kendilerine, tek olan Allah'tan başkasına ibadet/kulluk etmemeleri emredilmişti. İlah yok o tek Allah'tan başka. Onların ortak koştuklarından arınmıştır O.

 

Başa Dön

 

J Grubu

  

 

 

5B



Başa Dön

 

K Grubu

  

 

 

5B



Başa Dön

 

L Grubu

  

 

 

5B



Başa Dön

 

M Grubu

  

 

 

Masiva


K I Z L A R

Öpersin beyefendi değilsin öpmezsen adam değilsin.
iltifat edersin yalan der etmezsin bırakır gider.
Her istediğine evet dersin karaktersiz olursun karşı çıkarsın anlayışsız der.
Çok yanına gidersin sıkılır az gidersin küser.
İyi giyinirsin çapkın der dikkat etmezsin rüküş der.
Kıskanırsın huyun kötü der klskanmazsın sevmiyorsun der.
Bir dakika geç kal kıyamet kopar kendisi bir kaç saat geç kalsın bunda ne var.?
Arkadaşlarınla buluşursun adı ihmal olur.
O buluşur adı "Bizim.kızlar" olur.
Başka kızlara bakacak olursun gözün oyulur başka adam ona baktığında adı hayranlık olur.
Konuştuğu an dinlemeni ister dinlediğin anda "Neden konuşmuyorsun."der.... Ah siz kızlar ahhhhhhh..

Alıntı...

MASIVA

Allah dışındaki her şeye denir masiva.
Masiva az güldürür çok ağlatır daima,
Gerçek aşkı, Allah aşkını istersen,
Allah imlihan gereği ağlatır ama,
İmtihanı başarabilene,
Mutluluk üstüne mutluluk verir daima.

Özellikle Kendisini arayalım diye,
Masivaya olumsuzluk vermiş.
İbrahim Peygamber masivayı terk etmiş niye?
Çünkü herşeyde bir eksiklik görmüş.

Allah der kuluna gel bana gel,
Masiva hava civa, esip geçen yel.
Masiva bazen vaha, çoğunlukla çöl.
Ölürsen Allah yolunda öl.

22.06.2012
Saygılar ve Sevgiler.
Fatih Lütfü AYDIN

Enam Suresi, Yaşar Nuri Öztürk:

74: İbrahim, babası Âzer'e şöyle demişti: "Putları tanrılar mı ediniyorsun? Seni de toplumunu da açık bir sapıklık içinde görüyorum."
75: Böylece biz İbrahim'e göklerin ve yerin melekûtunu gösteriyorduk ki, gerçeği görüp bilerek inananlardan olsun.
76: Gece onun üstünü örtünce bir yıldız gördü de "İşte Rabbim bu!" dedi. Yıldız battığında ise "Batıp gidenleri sevmem!" diye konuştu.
77: Ay'ı doğar halde görünce, "Rabbim bu!" dedi. O batınca da şöyle konuştu: "Eğer Rabbim bana kılavuzluk etmeseydi sapıtan topluluktan olurdum."
78: Nihayet Güneş'in doğmakta olduğunu gördüğünde, "Benim Rabbim bu, bu daha büyük!" dedi. O da batıp gidince şöyle seslendi: "Ortak koştuğunuz şeylerden uzağım ben."
79: "Ben bir hanîf olarak yüzümü gökleri ve yeri yaratana döndürdüm. Müşriklerden değilim ben."

Dünya Avuntuları

Kadın, mal mülk ve çocuk,
Bunlar dünya avuntuları.
Verirler azıcık mutluluk,
Sonra takarlar boyuna yuları.

Haksızlık etmeden tadlarını tadalım ama
Yuları kaptırıp da,
Köle olmayalım onlara.
Gelmeyelim oyunlara.

Kehf, 46
Servet ve oğullar, dünya hayatının süsüdür; kalıcı olan iyi davranışlar ise rabbinin nezdinde hem sevapça daha hayırlı hem de ümit bağlamaya daha lâyıktır.

Servet ve oğullar, dünya hayatının süsü,
Büyüler süsü, büyüsü.
Açıp da gözü,
Kalıcı olan iyi davranışlara,
Adamalı özü.

Salih amel, Hakk rızasına uygun iştir,
Kalıcı olan iyi davranışlar.
Hayata geçerse bu davranışlar,
İblis yer boyuna şamar.

FLA


Başa Dön

 

 

Mekasid-i Hamse



Mekasid-i Hamse ve Genel Olarak Kul Hakkı Yeme.

Mekasid-i Hamse, İslâm'ın korumayı amaçladığı 5 şeydir.

Kul hakkı yeme,
Korunması amaçlanan bu 5 şeye yapılan her türlü haksızlığa da kul hakkı yeme denebilr. Haksızlık da insanın kendisine yapılmasını istemediği her şeydir..

Mekasıd-ı hamse ( Kur'an'ın Korumayı Amaçladığı 5 Unsur / Amaçlanan 5 şey ) : Akıl, Mal, Aile, Can, Düşünce ve İnanç Özgürlüğü.

Örnek 1: yanlış bir kullanım oalarak, ırza geçmeye taciz deniyor. Taciz aciz, çaresiz bırakma demek. Irza geçmenin amaçlanan 5 şeyle ilgisi Can ile kurulabilir. bence can, insanın ruh ve beden bütünlüğü olduğundan ve ırza geçme de insanın ruh ve beden bütünlüğüne zarar verdiği için bu durum amaçlanan 5 şeyden cana yapılan bir haksızlıktır.

Örnek 2: Kur'an'daki adıyla sirkat yani hırsızlık da amaçlanan 5 şeyden mal ile ilgilidir.

Örnek 3: Herkes, haksızlık içerecek şekilde eyleme dökmedikçe her şeyi düşünüp sorgulayabilmeli ve istediği şeye inanabilmeli. Bu yüzden hiç kimseye şöyle düşünüp, şuna inanacaksın dememeli.

Yalnız insanlar başkalarına, kişilerin izin verdiği sürece, öneride bulunabilirler.Benim insanlara acizane önerim, insanlar her türlü düşünceyi, inancı ve yorumu; akıl, mantık, vicdan ve Kur'an cetvelleriyle ölçmeliler. Aksi halde şeytanın ardına düşüp, perişan olabilirler. Elbette ki Kur'an'a inanmayanlar da Evrensel Ahlak ve Hukuk İlkelerini cetvel olarak kullanmalıdırlar.

Şeytanın Rehberliği şiiri

Evrensel Hukuk ve Ahlak İlkeleri

Korunması amaçlanan bu 5 şey ile insan Hz.Allah’ın da izni ve yardımıyla aklına takılan her sorunun yanıtını bulabilir, inşallah.

Önce akla takılan soru 5 ögeden hangisiyle ilgili bunu belirlemek gerekir.
Örneğin dövme, can ile yani can sağlığıyla ilgilidir ve bu da uzmanlık gerektirdiğinden, bir bilene sor ( ehline, uzmanına sor ) ayeti gereği, dermatoloğa ( deri uzmanına ) sorulmalıdır. Sonuçta Hz.Allah’ımız bizim can sağlığımızı düşünmektedir.

Televizyonda dinlediğim bir soru altın günü günah mı? şeklindeydi.
Şimdi altın ne ile ilgili 5 ögeden mal ile ilgili. Mala zarar veren şeyler nelerdir. Hırsızlık ( sirkat ), haram lokma, aşırı borçlanma, aşırı ve gereksiz harcama ve bir de kumar. Bilindiği üzere kumar; biri ya da birilerinin bir şeyler kazanırken, biri ya da birilerinin bir şeyler kaybettiği düzendir. Eğer altın günü sırayla birinin evinde düzenlenip, sırası gelene toplanan altın bırakılıyorsa bu dayanışmadır ve İslâm’a uygundur. Öyle olmayıp da kurayla dağıtılıyorsa bu da kumar demektir. Hz.Allah’ımız insanın malını korumak amacıyla kumarı yasaklamıştır.

Bilmiyorsan bir bilene sor.
Enbiya Suresi
7. Senden önce de ancak kendilerine vahyettiğimiz erler gönderdik. Hadi, sorun zikir/Kur'an ehline, eğer bilmiyorsanız...

Nahl Suresi
43. Biz senden önce de elçi olarak kendilerine vahyettiğimiz erkeklerden başkasını göndermedik. Eğer bilmiyorsanız, zikir/Kur'an ehline sorun.

Not: “Sebebin hususiyeti nassın umumiyetine engel değildir” yani bir hükmün ( Kur’an ayetinin), özel olması ( burada Kur’an ehli ) genellemeye engel değildir. Yalnızca Kur’an ehline değil her konunun ehline, uzmanına sorulabileceği anlamına gelir. Fatih Lütfü Aydın.

Haramı belirleme yetkisi Hz.Allah'a aittir. Şu günah mı gibi soruların cevabı Kur'an'da yasaklanmışsa evet günahtır olmalıdır. Kimse Kur'an dışı bir şekilde şu helal bu günah diyemez. İbaha serbestlik ilkesi gereği bir şey Kur'an'da yasak edilmemişse helaldır.

Yasaklar Enam, 151-153 ( Sırat-ı Müstekim ayetleri ) 'de belirtilmiştir.Eğer akıla gelen şey Kur'an'da yasak edilmemişse, sağlığa aykırı olup olmadığı düşünülmelidir. Emaneti ehline ver ve uzmanına sor ayetleri gereği uzmanına danışılmalıdır. Örnek: ojeyle abdest alma, küpe, dövme vs.

Emaneti Ehline Verme.

Nisa 58. Yaşar Nuri ÖZTÜRK Şu bir gerçek ki, Allah size emanetleri, onlara ehil olanlara vermenizi ve insanlar arasında hükmettiğinizde adaletle hükmetmenizi emrediyor. Allah size bu şekilde ne güzel öğüt veriyor. Allah Semî'dir, çok iyi duyar; Basîr'dir, çok iyi görür.

İnsanlar arasında ki üstünlük ölçüsü ehliyet, bir işte ehil olma, usta olma olmalı. Layıklık ya da laiklik budur. Allah katında ki üstünlük ölçüsü olan takva, insanlar arasında ki üstünlük ölçüsü olursa, dini kılığa bürünmüş dinciler, insanları Allah ile aldatılar.

Not: Bilindiği üzere emanet eksiksiz ve sağlam olarak geri almak üzere birisine bırakılan şeydir. Hüküm yani yargı, bir konuda söz söyleme hakkı Hz.Allah'a aittir.Böyle olmasına rağmen belkide onurlandırmak amacıyla işlerini velileri ( yardımcıları ) aracıyla yapar. İşte uzmanlık gerektiren konuda uzmana söz söyleme hakkı emanet edilmiştir. Yani başka işlerde olduğu gibi danışma işini de uzmanına bırakmalı ve ona danışmalıdır.

Ek bilgi olarak, bedenimiz, malımız hepsi bize emanettir. Tam ve sağlam bir şekilde bunu sahibi olan Hz.Allah'a teslim etmek için uğraştıkça emin kişi oluruz. Emin kişi haksızlık etmediği için Hz.Allah'tan emin olan kişi olup, aynı zamanda varlığa asla zarar vermiyeceği bilindiği için varlık a:leminin de ondan emin olduğu kişi yani kendisine güven duygusu beslenen kişi olur. 21.10.2016

HARAMI BELİRLEME YETKİSİNİN ALLAH’ A ait OLDUĞUNU GÖSTEREN KUR’AN AYETLERİ

KEHF-26
Yaşar Nuri Öztürk: De ki: "Onların ne kadar kaldıklarını Allah daha iyi bilir. O'nun elindedir göklerin ve yerin gaybı. Ne güzel görendir O, ne güzel işitendir. Onların, O'ndan başka bir dostları da yoktur. Ve O, hükmüne hiç kimseyi ortak etmez."

MÂİDE-87
Yaşar Nuri Öztürk : Ey iman sahipleri! Allah'ın size helal kıldığı şeylerin temiz ve güzel olanlarını haramlaştırmayın; azıp sınırı aşmayın; Allah azıp sınırı aşanları sevmez.

NAHL - 116.
Yalan düzerek Allah'a iftira etmek için, dillerinizin uydurma nitelendirmeleriyle "Şu helaldir, şu da haramdır!" demeyin. Yalan düzerek Allah'a iftira edenler kurtulamazlar.

YÛNUS-59
De ki: "Ne oldu size de Allah'ın size rızık olarak indirdiği şeylerden bir haram yaptınız bir de helal?" De ki: "Allah mı size izin verdi, yoksa Allah'a iftira mı ediyorsunuz?"

EN'ÂM
119. Size ne oluyor da üzerine Allah'ın adı anılmış olanlardan yemiyorsunuz? Zorda kalışınız dışında üzerinize haram kıldığını bizzat kendisi size ayrıntılı olarak açıklamıştır. Birçokları ilimsiz bir biçimde kendi keyiflerine uyarak halkı şaşırtıyorlar. Hiç kuşkusuz, senin Rabbin sınır tanımaz azgınları çok iyi bilmektedir.

IZTIRAR ( ZARURET, ZORUNLULUK )

145. De ki: "Bana vahyolunanlar içinde, bu haram dediklerinizi yiyecek birine yasaklanmış bir şey bulamıyorum. Yalnız şunlardan biri olursa başka: leş, akıtılmış kan, domuz eti -ki o bir pisliktir- Allah'tan başkası adına boğazlanmış bir murdar." Iztırar haline düşen, başkasının hakkına dokunmamak, zorunluluk sınırını da aşmamak şartıyla bunlardan yiyebilir. Çünkü senin Rabbin çok bağışlayıcı, çok merhametlidir.

151. De ki onlara: "Hadi gelin, Rabbinizin size neleri haram kıldığını yüzünüze karşı okuyayım: Hiçbir şeyi O'na ortak koşmayın. Ana-babaya çok iyi davranın. Yoksulluk endişesiyle çocuklarınızı öldürmeyin; biz sizi de onları da rızıklandırırız. Kötülüklerin görünenine de gizli kalanına da yaklaşmayın. Allah'ın saygın ve aziz kıldığı cana, bir hakkı savunmak dışında kıymayın. Allah size bunları önerdi ki, aklınızı işletebilesiniz."

ARAF
32. De ki: "Allah'ın, kulları için çıkardığı süsü, güzel ve tatlı rızıkları kim haram etmiş?" De ki: "Dünya hayatında inananlar için de var. Kıyamet gününde ise yalnız inananlar içindirler." Bilgiden nasipli bir topluluk için biz, ayetleri böyle ayrıntılı kılıyoruz.
33. De ki: "Rabbim, ancak şunları haram kıldı: İğrençlikleri -görünenini, gizli olanını- günahı, haksız yere saldırmayı, hakkında hiçbir kanıt indirmediği şeyi Allah'a ortak koşmayı, bir de Allah hakkında bilmediğiniz şeyler söylemeyi."

TAHRÎM-1
Ey Peygamber! Allah'ın sana helal kıldığı şeyi, eşlerinin hoşnutluğunu isteyerek neden haramlaştırıyorsun? Allah Gafûr'dur, Rahîm'dir.

ŞÛRÂ-21
Yoksa onların, dinden, Allah'ın izin vermediği şeyi kendileri için yasalaştıran ortakları mı var? Kesin ayrıma ilişkin söz olmasaydı, aralarında hüküm mutlaka verilirdi. O zalimler var ya, onlar için acıklı bir azap öngörülmüştür.

Herşey İnsan İçin.

Bakara Suresi
29. O Allah'tır ki, yeryüzündekilerin tümünü sizin için yarattı. Sonra göğe saltanat kurdu da onları yedi gök halinde düzenledi. O Alîm'dir, her şeyi çok iyi bilir.

Bilindiği üzere ruhsal, düşünsel ve bedensel olmak üzere sağlık 3 bölümdür. Düşünsel olanı akıl bölümüne, bedensel olanı da can bölümüne dahildir. Kötü alışkanlıklar ve geçirilen şoklar bedenle ilgili olup ruhsal sorunlara yola açtığından sağlığın ruhsal olanı da can bölümüne dahil olmalı. Sağlam kafa sağlam vücutta bulunur atasözü gereği mutluluk hormonlarının sağlıklı çalışabilmesi için can sağlığına dikkat edilmesi gerekir. Özetle ruhsal, bedensel ve düşünsel sağlık akıl ve can bölümüne dahildir.

 

Mekasid-i Hamse


1. AKIL

MÂİDE-90
Yâ eyyuhellezîne âmenû innemel hamru vel meysiru vel ensâbu vel ezlâmu ricsun min ameliş şeytâni fectenibûhu leallekum tuflihûn(tuflihûne).
Ey iman edenler! Uyuşturucu/şarap, kumar, tapılmak için dikilen taşlar, fal okları şeytan işi birer pisliktir; bunlardan uzak durun ki kurtuluşa eresiniz.

HAMR
Sözlükte "örtmek, gizlemek, mayalamak" gibi anlamlara gelen hamr, aklı örttüğü için özelde şarap için, genelde bütün sarhoşluk veren maddeler için kullanılmaktadır.
İslâm'ın geldiği dönemde çok yaygın bir şekilde kullanılan içki, bir kerede yasaklanması halinde insanların alışkanlıklarından hemen kurtulamayacakları dikkate alınarak tedricen dört merhalede yasaklanmıştır. İlk önce içki, güzel rızktan ayrılmış (Nahl, 16/67); ikinci olarak kesin bir şekilde yasaklanmamakla birlikte içkide büyük günah ve faydalar bulunduğu, ancak zararının daha büyük olduğu belirtilmiş (Bakara, 2/219); üçüncü merhalede sarhoş iken namaza yaklaşmak yasaklanmış (Nisâ, 4/43), son olarak da kesin bir şekilde haram kılınarak şeytan işi bir pislik olduğu bildirilmiştir (Mâide, 5/90).

Hz. Peygamber, "çoğu sarhoşluk veren şeyin azı da haramdır" (Tirmizî, Eşribe, 3); "içkiden sakının, çünkü içki bütün pisliklerin anasıdır" (Camiu'l-Usul fî Ehadîsi'r-Rasûl, V/103) buyurmuştur.
İçkinin haram kılınmasında pek çok hikmetler bulunmaktadır. İçki, insanlar arasına kin ve düşmanlık sokabilmekte, Allâh'ı anmaktan ve namazdan alıkoymaktadır. Yüce Allâh içkiyi yasakladığı âyette, "Şeytan, içki ve kumar yoluyla ancak aranıza düşmanlık ve kin sokmak; sizi, Allah'ı anmaktan ve namazdan alıkoymak ister. Artık (bunlardan) vazgeçtiniz değil mi?" buyurmaktadır (Bakara, 2/91). İçki, insanı diğer canlılardan ayıran ve mükellef yapan özelliği olan aklını örtmektedir. Bu sebeple, can ve mal kaybına sebep olan ve pek çok kimsenin sakat kalması sonucunu doğuran trafik kazalarının önemli bir kısmını alkollü sürücüler yapmaktadır. Sinir sistemini bozduğu için, cinâyetlere varan kavgalara yol açmaktadır. İçki boşanmalara kadar varan aile huzursuzluklarına sebep olmaktadır. Bunun yanında, insan sağlığını olumsuz yönde etkilemekte, mide ve karaciğer başta olmak üzere iç organlarında tahribata neden olmaktadır. Bu nedenle Hulefâ-i Raşidin döneminden itibaren, sarhoşa hadd cezası tatbik edilmesi kabul edilmiştir. (İ.P.)

HAMR BAŞLIKLI BU YAZI DİYANET İŞLERİ BAŞKANLIĞI SİTESİ’ NİN DİNİ KAVRAMLAR SÖZLÜĞÜ BÖLÜMÜNDEN ALINMIŞTIR.

Ayrıca insanın hayatını fallara göre düzenlemesi de aklını kullanmayıp, devre dışı bırakması demektir. Sürekli kumarda kaybedip hep bir gün kazanma hırsı da akıl sağlığını bozar. Fatih Lütfü AYDIN. 10.12.2011


2. MAL

NİSÂ-29
Ey inananlar! Mallarınızı aranızda bâtıl bir yolla/tutarsız bahanelerle yemeyin. Kendi hoşnutluğunuzla gerçekleşmiş bir ticaret olursa başka. Kendi canlarınıza kıymayın/intihar etmeyin. Hiç kuşkusuz, Allah, size karşı çok merhametlidir.

MÂİDE-38 ( Hırsızlık )
Yaşar Nuri Öztürk : Hırsızlık yapan erkek ve kadının, yaptıklarına karşılık Allah'tan bir ceza olarak ellerini kesin. Allah Azîz'dir, Hakîm'dir.

HÛD-85 ( Kul Hakkı Yememe )
Yaşar Nuri Öztürk : "Ey toplumum! Ölçüyü ve tartıyı tam bir dürüstlükle yapın. İnsanların eşyalarını tırtıklamayın. Yeryüzünde bozgunculuk yaparak dolaşmayın."

HARAM

Sözlükte "yasak, memnu" anlamına gelen haram, dini bir terim olarak, kesin bir delille, açık bir şekilde yapılmaması istenen fiildir. Hanefîlere göre bir fiilin haram olması için, âyet, mütevatir veya meşhur sünnet gibi kesin bir nassla sabit olması ve açık bir şekilde haramlığa delalet etmesi gerekir. Bu nedenle, açık bir şekilde delalet etmeyen veya ahad yolla sabit olan hadisle haramlık sabit olmaz.

Haramlar, li-aynihi haram ve li-gayrihi haram olmak üzere ikiye ayrılır. Kendisinde bulunan kötülük sebebiyle, baştan itibaren haram kılınan fiillere li-aynihî haram denir. Zina, hırsızlık, adam öldürme bu türden haramlardandır. Aslında haram olmamakla birlikte, başka bir şeyden dolayı haram kılınan fiiller de, li-gayrihî haramdır. Bayram günü oruç tutma, Cuma vaktinde alışveriş, avret mahallinin açılması böyle yasaklardandır.

Haram, dinî bir kavram olup, bunu tespit ve tayin yetkisi sadece Allâh'a aittir. Bu konuda insanların yetkisi yoktur. Hz. Peygamber'in bu konudaki hadisleri, Allâh'ın koymuş olduğu hükmü açıklamaktan ibarettir. Bu nedenle İslâm âlimleri, hakkında nass bulunmayan konularda ihtiyatlı davranarak haram tabirini kullanmaktan kaçınmışlardır.

Haramı işleme ve harama ulaşma konusunda iyi niyet, dolaylı yollar ve vasıtalar haramı helal kılmaz. (İ.P.)

SİRKAT ve HARAM BAŞLIKLI BU YAZILAR DİYANET İŞLERİ BAŞKANLIĞI SİTESİ’ NİN DİNİ KAVRAMLAR SÖZLÜĞÜ BÖLÜMÜNDEN ALINMIŞTIR.

SİRKAT

Hırsızlık demektir. Mülkiyet hakkına karşı işlenen temel suçlardan biri olan sirkat; başkasına ait bir malı, korunduğu yerden sahibinin bilgisi dışında gizlice almaktır. İslâm'a göre insanın hayatı, ırz ve namusu gibi malı da muhteremdir. Bu nedenle hırsızlık, hem hukuk düzeni açısından suç kabul edilerek cezalandırılmış, hem de dinen ve ahlâken büyük günah ve ayıp sayılmıştır (Mâide, 5/38). (İ.P.)

Alıntı.. Diyanet - Dini Kavramlar.

MÂİDE-38
Yaşar Nuri Öztürk : Hırsızlık yapan erkek ve kadının, yaptıklarına karşılık Allah'tan bir ceza olarak ellerini kesin. Allah Azîz'dir, Hakîm'dir.

Not: Yukarıda ki ayette yer alan "ellerini kesin" kısmını açıklamak gerekir. Arap geleneğinde hırsızların eli kesici aletle kesilirdi. Öğrendiğime göre bu kesme işi tamamen kesme değil hırsız olduğu bilinsin diye işaretleme imiş. Damgalanma belki de bu damga ( işaret ) lamadan geliyordur. Damgalanmaktan, toplum içinde aşağılanıp, dışlamaktan çekinsinler de hırsızlık yapmasınlar diye bir caydırıcı yöntemdi bu belki de.
Ayrıca Hakkı Yılmaz'dan edindiğim görüşe göre el değişmece ( mecazi ) li olarak güç ve kuvvet anlamına geliyor.

F.L.A 27.09.2015

Yazımın birini örnek olarak aşağıya aldım.

TEBBET 1
Yaşar Nuri Öztürk : Elleri kurusun Ebru Leheb'in; zaten kurudu ya!

Kur'an yorumcularına göre bu ayette yer alan eller, elleriyle kurduğu düzen anlamına geliyor. Tarihçilerin anlattığına göre Ebu Lehep gibi zenginler tefecilik yapıp zalimane bir şekilde aşırı faizi ödeyemeyenlerin erkeklerini köle yapıyor, kadınlarını ve kızlarını da şehrin arka sokaklarındaki genelevlerde satıyordu. İşte İslâm bu ve benzeri zulümlere dur demek için geldi. Zulüm, sömürü hala var ve hep birlikte sömürüye, haksızlığa karşı olmalıyız.

Elin değişmeceli olarak kudret, güç kurulan düzen olduğunu gösteren diğer ayetler aşağıdadır.

Sonuç olarak Maide 38'de hırsızın kurduğu hırsızlık düzenini elinden alın, onu bu kurduğu soygun düzeninden kurtarın anlamı da taşıyor, yorumculara göre.

FETİH-10
Yaşar Nuri Öztürk : O seninle el tutuşup sözleşenler var ya, onlar gerçekte Allah ile bey'atleşiyorlar. Allah'ın eli onların ellerinin üstündedir. Kim ahdi bozar, döneklik ederse kendi aleyhine döneklik etmiş olur. Ve kim Allah'a verdiği sözde vefalı davranırsa, Allah ona büyük bir ödül verecektir.

ÂLİ İMRÂN-73
Yaşar Nuri Öztürk : Dininize uyandan başkasına inanmayın." Söyle onlara: "Hidâyet, Allah'ın kılavuzlamasıdır. Size verilenin benzeri bir başkasına veriliyor yahut Rabbinizin katında tartışarak size üstün gelecekler diye mi bütün bunlar?" De ki: "Lütuf Allah'ın elindedir; onu dilediğine verir. Allah Vâsî'dir, varlığı sürekli genişletir; Alîm'dir, herşeyi en iyi şekilde bilir."

HADÎD-29
Yaşar Nuri Öztürk : Böylece, Ehl-i Kitap, Allah'ın lütfundan hiçbir şeyi kotarma gücünde olmadıklarını bilsinler. Lütuf, Allah'ın elindedir; onu dilediğine verir. Allah, büyük lütfun sahibidir.

YÂSÎN-83
Yaşar Nuri Öztürk : Herşeyin kaynağı/egemenliği elinde olan o yaratıcının şanı çok yücedir! Sonunda O'na döndürüleceksiniz.

MULK-1
Yaşar Nuri Öztürk : Mülk ve yönetim elinde bulunan o Allah ne yücedir! O, her şeye Kadîr'dir.

SÂD-75
Yaşar Nuri Öztürk : Allah dedi: "Ey İblis, iki elimle yarattığıma secde etmekten seni alıkoyan neydi? Burnu büyüklük mü ettin, yoksa yücelenlerden mi oldun?" F.L.A.

MAL ile ilgili KUL HAKKI

KİTABINA UYDURMAK, KANUNİ KILIF UYDURMAK

Mirasla ilgili haksızlıklar da bu bölüme dahildir.

Burada ( vakfa bağış kılıfıyla ) rüşvet verene, ihale bırakılarak, adam kayırıcılığı yapılıyor. Diğer ihaleye girenlere haksızlık yapılıyor, dolayısıyla bu yönüyle de bir kul hakkı yeme söz konusu. İhaleye söz konusu inşaat ile doğa katlediliyorsa, o zaman hem doğaya haksızlık, hem de bu toprağın insanlarına haksızlık yapılıyor demektir.

Yani rüşvet kul hakkı yemek, kulun hakkından çalmak demek olduğundan, rüşvet de hırsızlıktır, bence.

BAKARA-188 Yaşar Nuri Öztürk : Mallarınızı aranızda haksız ve uydurma yollara baş vurarak yemeyin; bilip durduğunuz halde insanların mallarından bir kısmını günaha saparak yemek için onları yargıçlara aktarmayın.

HAKKI YILMAZ YORUMU

BAKARA-188 Hakkı Yılmaz : Aranızda mallarınızı da bâtıl sebeplerle yemeyin. İnsanların mallarından bir kısmını bilerek ve günah ile yemek için mallarınızı hâkimlere aktarmayın.

Bu âyette yer alan sosyal ilkeler, bâtıl sebeplerle ve rüşvetle kazanç sağlamanın engellenmesine yöneliktir.
Tüm insanlara, özellikle de Müslümanlara hitap eden âyetin, Aranızda mallarınızı da bâtıl sebeplerle yemeyin ifadesiyle hırsızlık, kumar, gasp, aldatma, alış-verişte hile, hakkı saklamak, gayr-i meşru ticaret, emanet mala tecavüz, yalancı şâhitlik, çalışanın hakkını eksik vermek veya hakk ettiğinden fazlasını almak gibi tüm yanlış kazanımlar yasaklanmıştır. Buradaki “yemeyin” ifadesi, kullanımın nihai noktasını gösterir. O nedenle sadece yemek değil, bâtıldan her türlü yararlanmak yasaklanmıştır, ki buna dair Kur’ân'daki onlarca âyetten bazıları şunlardır:

29. Ey iman etmiş kişiler! Mallarınızı –kendi rızanızla yaptığınız ticaret şekli hariç olmak üzere– aranızda haksız yolla yemeyin, kendinizi öldürmeyin. Şüphesiz Allah, size çok merhametlidir.
30. Ve kim, düşmanlık ve şirk koşmak sûretiyle yanlış; kendi zararlarına iş olarak bu yasakları işlerse, yakında Biz, onu ateşe sokarız. Ve onu ateşe atmak, Allah'a çok kolaydır.
(Nisâ/29-30)

275. O ribayı [emeksiz, risksiz, çalışıp çabalamadan kolayca elde edilen kazançları] yiyen şu kişiler, şeytânın bir dokunuşuyla çarptığı kişinin kalkışından başka türlü kalkamazlar. Bu, şüphesiz onların, “Alış-veriş, riba gibidir” demeleriyledir. Oysa ki Allah, alış-verişi helâl, bu ribayı harâm kılmıştır. Kendisine Rabbinden bir öğüt gelip de yaptığından vazgeçenin geçmişi kendisine, işi Allah'adır. Ve kim ki yeniden dönerse, işte onlar ateşin dostlarıdır. Onlar orada sürekli kalacaklardır.
276. Allah, ribayı yok eder, sadakaları da artırır. Allah, tüm aşırı nankör ve günahkâr kimseleri sevmez.
277. Şüphesiz iman eden ve düzeltmeye yönelik işler yapan, salâtı ikame eden [mâlî yönden ve zihinsel açıdan destek olma; toplumu aydınlatma kurumlarını oluşturan-ayakta tutan] ve zekâtı/vergiyi veren kişilerin Rableri katında mükâfâtları vardır. Ve onlar üzerine hiçbir korku yoktur, onlar üzülmezler de.
278. Ey iman etmiş kimseler! Eğer mü’minler iseniz, Allah'ın koruması altına girin ve ribadan kalanı bırakın. 279. Artık böyle yapmazsanız, o zaman Allah ve Elçisi'nden size savaş olduğunu/ bozuma uğratıacağınızı; perişan edileceğinizi bilin. Eğer tevbe ederseniz, artık sermayeleriniz sizindir. Haksızlık etmezsiniz, haksızlığa da uğramazsınız.
(Bakara/275-279)

Âyetteki, İnsanların mallarından bir kısmını bilerek ve günah ile yemek için, mallarınızı hâkimlere aktarmayın ifadesiyle de, mal kazanmak için hakimlere, yöneticilere rüşvet vermek yasaklanmaktadır.

Bu âyetin nüzûl sebebi hakkında nakledilenler şöyledir:

Mallarınızı aranızda bâtıl yollarla yemeyin.. buyruğu, denildiğine göre Abdan b. Eşva el-Hadramî hakkında nâzil olmuştur. Bu kişi Kindeli İmru'1-Kays'tan alacağı bir mal bulunduğunu iddia etti. Bu konuda Peygamber'in (s.a) hakemliğine başvurdular. İmru'1-Kays böyle bir şeyin olmadığını söyledi ve yemin etmek istedi. Bunun üzerine bu âyet-i kerîme nâzil oldu, o da yeminden vazgeçti, kendisine ait olan arazide Abdan'ın tasarruf sahibi olmasını kabul etti ve onunla davalaşmadı.

NİSA 48
Yaşar Nuri Öztürk: Şu bir gerçek ki, Allah kendisine şirk koşulmasını affetmez, bunun dışında kalanı/bundan az olanı dilediği kişi için affeder. Allah'a şirk koşan, gerçekten büyük bir günah işlemiştir.

Not: Konuyla ilgisi olmasa da çok önemli olduğu için yukarıda ki ayetle ilgili olarak bir öngörüde bulunmak istiyorum.

Biz geleneksel olarak Hz. Allah’ın yalnızca kul hakkını affetmeyeceğini, bunun dışında kalan günahları dilerse, affedebileceğini öğrendik.

Bu ayette ise şirkin asla affedilmeyeceğini bunun dışında kilerin affedilebileceği, görülüyor. Hz. Allah, şirk günahını asla affetmeyecekse, o zaman kul hakkı da dahil bütün günahları affedecektir, gibi bir yanlışa düşmemek gerekir. Keyfiyet kendisinin olduğuna göre kul hakkı yeme günahını ya affedecektir ya da affetmeyecektir. Yani bu konuda kimse kesin konuşmamalıdır.

Şimdi Hz. Allah asla zalim değildir. Hakkı yenen kuluna sahip çıkar ve intikam alan anlamına gelen bir Esma-ül Hüsna’sıyla hakkı yenen kulun intikamını alır. Böylece kul hakkı yiyen kulun, günahını ödetmiş olur.

Azabın bir kısmını da bu dünyada tattırır. Çevremizde etme bulma dünyası sözü gereği belasını bulanlara şahit olmuşuzdur. Öteki dünyada nasıl olabilir? Öngörüme göre yeniden dünyaya geliş inancına göre, hak yiyen kul, bir başka kuldan yaptığının aynısını görerek, cezasını tamamlar. Böylece işlediği zulmün iyi bir şey olmadığını yaşayarak öğrenmiş olur.

Ya da, belki de hak yiyen kulun, ne şekilde hak yedi ise o ( mal, mülk vs. ) bir sonra ki hayatta hakkı yenen kula geçiyordur. Doğrusunu Hz. Allah bilir.

Daha fazlası için...

Kul Hakkı.htm

Saygılar ve Sevgiler. Fatih Lütfü Aydın. 28.09.2015

Not: Durum böyle olsa bile elbette ki hakkı yenen kullar, zulme sapmadan haklarını aramalılardır.

İlgili bir yazım.

Allah rahmet eylesin, sevgili Atatürk'ümüzün getirdiği kanunlar, Hz.Allah'ımızın Kur'an'da cezası olan 4 günahla özetlenen kanunlarına uygundur. F.L.A.

Not:Kur'an'da cezası olan 4 günaha dikkat et.
Kur'an'dan sorumlusun der, Zuhruf Suresi'indeki , 44. ayet.
Bu 4 günahı sayacak olursak,
Haksız yere adam öldürme, hırsızlık, iftira ve zinadır,

Bilir misin Nedir Günah şiiri

Hırsızlığı, yaratılmışdan hakkını çalmak olarak genelleyebiliriz. Örneğin insan sigara içerse kendinden sağlıklı, huzurlu nefes alma hakkını çalmış, olur. Yoksulluğa neden olanlar da yoksulların huzurlu ve mutlu aş ve iş sahibi olma hakkını çalmış olurlar. Atatürk'ümüzün kanunları dinimize uygundur. 11.11.2018


3. AİLE; AİLENİN, NESLİN KORUNMASI

İlişkiler ne ata erkil ne ana erkil ne de çocuk erkil olmalı. Haklı erkil olmalıdır. Kocasından gördüğü haksızlık üzerine Peygamberimize şikâyette bulunan kadın üzerine Mücadile ( mücadele eden kadın ) adında bir sure inmiştir. Sonuç olarak haklı olanın yanında yer almalı, haksızlık edene de incitmeden yanlışlığı kendisine anlatılabilmeli. FLA

Diyanet'in zina tanımına göre, zina evlilik dışı cinsel ilişki olmakta.

Bazı tanımlar insan mantığının kabul ettiği ve kalıplaşan tanımlardır.

Haksızlık: İnsanın kendisine yapılmasını istemediği her şey.
Kumar: Biri ya da birilerinin bir şeyler kazanırken, biri ya da birinin bir şeyler kaybettiği düzen.
Zina da her mantığın kabul ettiği kalıplaşmış bir tanıma sahip. O da evlilik dışı cinsel ilişki.

Neslin, nesebin ( kimin kimin çocuğu olduğunun belli olması ), kısaca neslin korunması amacı zarar görüyor mu?. Hz.Allah buna bakar. Yani bir amel ( davranış ) Hz.Allah'ın bizim ulaşmamızı istediği amacı sakatlıyor mu? ona bakar. Bazı ülkelerde eşcinsel evliliklere yasalar izin vermektedir. O zaman bu kişiler evlilik dışı cinsel ilişkiye girmiyor, bu durumda da zina etmiyorlar, diyebilir miyiz?

Hz. Allah eşcinsel ilişkiye olumlu bakmadığından bu tür evlilik de Hakk katında kabul görmeyen bir evlilik olmaktadır.

Şimdi kulların tuttuğu yol ( burada eşcinsel evlilik ) ile Hz.Allah'ın tuttuğu yol ( Sünnetullah ) çelişmektedir. Bu durumda biz müslümanlar, Zuhruf, 44 ayeti gereği Kur'an'dan sorumlu olduğumuz için Hz. Allah'ın tuttuğu yolu doğru yol olarak benimsemeliyiz.

ZİNÂ

Evlilik dışı cinsel ilişki anlamına gelmekte olup, dinen kesinlikle yasaklanmış büyük günahlardandır. İslâmî hükümlerin gerçekleştirmeye çalıştığı ve nassların açıkladığı hakîkî ve gerçek 5 maslahattan birisi de neslin muhafazasıdır. Neslin korunması, bütün insan türünü korumak ve yeni nesillerin yetiştirilmesi anlamına gelir. Bu ise, ancak evlilik hayatının düzenlenmesi ve evlilik hayatına, kişilerin ırz ve namuslarına yönelik saldırı ve tecavüzlerin önlenmesiyle gerçekleşir. Bu nedenle zinâ, en şiddetli bir şekilde yasaklanmıştır. Çünkü zinâ, sadece tarafları ve onların yakınlarını ilgilendiren şahsî bir suç değil, bütün toplumu ilgilendiren; toplumun temel taşını oluşturan aileyi kökünden sarsan, insanlardaki namus ve iffet duygusunu rencide eden, ahlâksızlığın yaygınlaşmasına neden olan sosyal bir suç, cinayettir. Kur'ân-ı Kerim'de, "Zinâya yaklaşmayın, çünkü o bir hayasızlıktır. O ne kötü bir yoldur." (İsrâ, 17/32) denilmek suretiyle zinânın çirkinliği ve kaçınılması gerektiği bildirilmiştir. Zinânın önlenebilmesi için sadece zinâ değil, zinaya götüren sebepler de yasaklanmıştır. Nitekim Yüce Allah, "Ahlâksızlığın açığına da gizlisine de yaklaşmayın." buyurmaktadır (En'âm 6/151). Bu çerçeveden olarak, zinaya götüren ve zinayı kolaylaştıran yollardan uzak durulmalı, cinsel duyguları tahrik edici ve sömürücü yayın ve telkinlerden küçükler ve gençler korunmalıdır. Ayrıca fertlerin manevî eğitiminin sağlanması ve evlilik müessesesinin korunması zarûrîdir. (İ.P.)

Alıntı.. Diyanet-Dini Kavramlar.

İsra, 32,
Ve lâ takrabûz zinâ innehu kâne fâhışeten, ve sâe sebîlâ(sebîlen).

1. ve lâ takrebû : ve yaklaşmayın
2. ez zinâ : zina
3. inne-hu : muhakkak o, çünkü o
4. kâne : oldu, ...'dır
5. fâhışeten : fuhuş, hayasızlık
6. ve sâe : ve kötü
7. sebîlen : bir yol

Yaşar Nuri Öztürk: Zinaya yaklaşmayın. Çünkü o iğrenç bir iştir; yol olarak da çok kötüdür.

ZİNÂ - Diyanet İşleri Başkanlığı - DİYANET.GOV.TR

Karı Koca Arasını açmak için Büyü Yaptırma

BAKARA-102

Yaşar Nuri Öztürk : Süleyman'ın mülk ve saltanatı konusunda onlar, şeytanların okuyup durduklarına uydular. Halbuki Süleyman küfre sapmamıştı. Ancak şeytanlar küfre sapmıştı; insanlara büyüyü öğretiyorlardı. Ve Babil'de Hârût ve Mârût adlı iki melek üzerine indirileni öğretiyorlardı. Oysa ki o iki melek, "Biz bir imtihan aracıyız, sakın küfre sapma!" demedikçe hiç kimseye bir şey öğretmiyorlardı. İnsanlar onlardan erkekle eşinin arasını açacakları şeyi öğreniyorlardı. Ne var ki, onlar onunla Allah'ın izni olmadıkça hiç kimseye zarar veremezler. Onlar kendilerine zarar vereni, yarar vermeyeni öğreniyorlardı. Yemin olsun ki, onu satın alanın âhırette hiç bir nasibi olmayacağını açıkça bilmişlerdir. Öz benliklerini sattıkları şey ne kötüdür! Bir bilebilselerdi...

Karı Kocanın Arasını Bulma

Nisa, 35, Yaşar Nuri Öztürk : Eğer karı-kocanın aralarının açılmasından endişe ederseniz, bir hakem erkek tarafından, bir hakem de kadın tarafından gönderin. Bunlar, barıştırmak isterlerse Allah, kadınla erkeğin aralarını düzeltmede onları başarılı kılacaktır. Allah Alîm'dir, her şeyi bilir; Habîr'dir, her şeyden haberdardır.

Mahremiyet ( Kur'an'da Evlenilmesi Yasak Olan Kişiler )

NİSÂ
23. Yaşar Nuri Öztürk : Size, şu kadınlarla evlenmek haram kılınmıştır: Analarınız, kızlarınız, kız kardeşleriniz, halalarınız, teyzeleriniz, erkek kardeş kızları, kız kardeş kızları, sizi emziren süt anneleriniz, süt kız kardeşleriniz, karılarınızın anneleri, kendileriyle birleştiğiniz hanımlarınızdan doğmuş olup evlerinizde oturan üvey kızlarınız -eğer anneleriyle birleşmemişseniz o takdirde sizin için bir günah yoktur- ve sulbünüzden gelen oğullarınızın karıları. İki kız kardeşi birlikte almanız da haram kılınmıştır. Eskide kalanlar müstesna. Allah çok affedici, çok merhametlidir.

24. Yaşar Nuri Öztürk : Harpte elinize geçmiş kadınlar hariç olmak üzere, nikâhlı kadınlarla evlenmeniz de haram kılınmıştır. Bu, üzerinize Allah'ın yazdığıdır. Bunlar dışındakileri, mallarınızı vererek almanız; şunu bunu dost tutmayarak iffetli yaşamanız, zina etmemeniz şartıyla size helal kılınmıştır. Kendilerinden nimetlendiğiniz kadınların mehirlerini onlara bir hak olarak verin. Mehir kesişmeden sonra karşılıklı hoşnutluğa bağlı hallerde üzerinize günah yoktur. Allah, her şeyi bilir, tüm hikmetlerin sahibidir.

İyi akşamlar! Baba, kız çocuğu ve şehvet gündemi, anayasa ve başkanlık gündeminden dikkatleri başka yöne çekmek için ortaya atılmış olabilir Ayrıca bu yaşanan olay hadislerin ve fetvaların sahte olma olasılığına karşı onların; akıl, mantık, vicdan ve Kur’an cetvelleriyle ölçülmesinin ne derece önemli olduğunu göstermiştir.

Şehvet; paraya, mala, makama , mevkiye ve bitki dışında ki bir canlıya cinsel amaçlı duyulan aşırı arzudur.

Olayı akıl ve Kur’an’la incelersek, evlilik dışı cinsellik zinadır ve zina dinen haramdır. Ailenin korunması için de ensest (aile içi cinsellik ) den uzak durulmalıdır. Yine aklımızı çalıştıracak olursak, aile içi bireyler evlenmeye kalksalar, nesep ( kimin kimden doğduğu ) belli olmaz. Zaten Nisa 23 ayeti buna izin vermez.

NİSÂ, 23. Yaşar Nuri Öztürk : Size, şu kadınlarla evlenmek haram kılınmıştır: Analarınız, kızlarınız, kız kardeşleriniz, halalarınız, teyzeleriniz, erkek kardeş kızları, kız kardeş kızları, sizi emziren süt anneleriniz, süt kız kardeşleriniz, karılarınızın anneleri, kendileriyle birleştiğiniz hanımlarınızdan doğmuş olup evlerinizde oturan üvey kızlarınız -eğer anneleriyle birleşmemişseniz o takdirde sizin için bir günah yoktur- ve sulbünüzden gelen oğullarınızın karıları. İki kız kardeşi birlikte almanız da haram kılınmıştır. Eskide kalanlar müstesna. Allah çok affedici, çok merhametlidir.
FLA

Ailenin korunmasına çocukların yetiştirilmesi de dahildir.

Anne ve baba iyi bir rol model olmalıdır. Dünya bir tiyatro sahnesi olduğu için her canlıya düşen çeşitli roller vardır. İşte çocuk bu rol modelleri ( örnek rolleri ) gözlemleyip taklit ederek dünyayı anlamaya çalışır. Bu yüzden örneğin bir baba, nasıl bir baba, erkek, koca olunması gerekiyorsa öyle davranmalıdır. Aynı şekilde anne de öyle…

Birbirine hizmetçi işlemi ( muamelesi ) yapmadan ve haksızlık etmeden iş paylaşımın nasıl yapılması gerektiğini, çocuğun şehvetsiz sevgi gereksiniminin nasıl giderileceğini vs. vs. doğal ve doğru bir şekilde anne baba yaşayarak, çocuğa örnek olmalıdır. İyi bir örnek rol sergilemelidirler.

Çocuk aile de şehvetsiz sevgiyi öğrenmelidir. Örneğin çocuğun dudağından değil yanağından öpüleceğini, ön ve arkasına şaplak vurulmaması gerektiğini, özetle şehvetsiz bir şekilde çocuğun nasıl sevileceğini doğru ve doğal bir şekilde, çocuk büyüklerinden görmelidir.

Arka tekerlerin ön tekerleri izlediği unutulmamalıdır. 07.11.2014 Fatih Lütfü Aydın.


4. CAN

MÂİDE-32
İşte bu yüzden biz, İsrailoğulları üzerine şunu yazdık: Kim bir kişiyi, bir kişiye karşılık yahut yeryüzünde bir fesat sebebiyle olmaksızın öldürürse, insanları toptan öldürmüş gibidir. Ve kim bir kişiye hayat verirse insanlara toptan hayat vermiş gibidir. Andolsun, resullerimiz onlara açık-seçik kanıtlar getirmişlerdir. Ama onlardan birçoğu bunun ardından da yeryüzünde zulüm ve azgınlığa sapmaktadır.

29. Ey iman etmiş kişiler! Mallarınızı –kendi rızanızla yaptığınız ticaret şekli hariç olmak üzere– aranızda haksız yolla yemeyin, kendinizi öldürmeyin. Şüphesiz Allah, size çok merhametlidir.
30. Ve kim, düşmanlık ve şirk koşmak sûretiyle yanlış; kendi zararlarına iş olarak bu yasakları işlerse, yakında Biz, onu ateşe sokarız. Ve onu ateşe atmak, Allah'a çok kolaydır.
(Nisâ/29-30)


5. DİN, DÜŞÜNCE VE İNANÇ ÖZGÜRLÜĞÜ

KEHF-29
Yaşar Nuri Öztürk: Ve de ki: "Hak, Rabbinizdendir. Artık dileyen inansın, dileyen inkâr etsin." Biz, zalimler için öyle bir ateş hazırladık ki, çadırı/duvarı/dumanı onları çepeçevre kuşatmıştır. Eğer yardım dileseler, erimiş maden gibi yüzleri pişiren bir su ile yardımlarına koşulur. O ne kötü içecek, o ne kötü sığınak/dayanak!

Hz. Allah Ayet-el Kürsi ( Bakara, 255 ) de çok yüce ve her şeye gücü yeten olduğunu belirtmiş ve her şeye gücü yetmesine rağmen hemen devamında Bakara Suresi Ayet 256 da ilk cümlede dinde zorlama olmadığını belirtmiştir. Fatih Lütfü AYDIN 10.12.2011

Maide 2 Yaşar Nuri Öztürk : Ey iman edenler! Allah'ın ibadet, iyilik ve güzellik alâmeti kıldığı şeylere, çarpışmanın yasak olduğu haram aya, kurbanlık hediyelere, gerdanlıklara, Rablerinden bir lütuf ve rıza niyaz ederek Mescid-i Haram'a gelmiş olanlara saygısızlık etmeyin!İhramdan çıktığınız vakit avlanın. Bir topluluğun, sizi Mescid-i Haram'dan uzak tutmak için sergilediği kötülük, sizi saldırganlık ve düşmanlığa sakın itmesin! Hayırda erginlik/dürüstlk ve takva üzere yardımlaşın! Kötülük/çirkinlik, düşmanlık/saldırganlık üzere yardımlaşmayın. Allah'tan sakının! Kuşkunuz olmasınü ki, Allah'ın azabı çok şiddetlidir.

İniş sebebi; Zeyd b. Eslem de şöyle dedi: “Rasulullah (s.a.v.) ve Ashabı, müşrikler kendile­rini Ka’be’yi ziyaretten men ettikleri zaman Hudeybiye’de bulunuyorlardı. Bu alıkonma işi kendilerine pek ağır gelmişti. Derken müşriklerden umre yapmak isteyen bir grup in­sanlar kendilerine uğramış, bunun üzerine Rasulullah (s.a.v.)’ın Ashabı; “Onların adamları nasıl bizi alıkoydularsa biz de şunları alıkoyalım.” demişlerdi. Bu sebebten ötürü Allah Teâlâ bu âyetini indirdi.

Alıntı..

Maide, 2 İniş Sebebi

Not: Müşrikler, Allah’a ortak koşan kişiler oldukları için hem Allah’a hem de put edindikleri varlıklara tapıyorlardı. Yalnızca Allah’a değil Allah’a da kulluk ettikleri için Kâbe’yi ziyaret ediyorlardı. Müslümanlar Kâbe müşriklerin elindeyken kendilerini Kâbe’ye sokmadıkları için onların Kâbe’ye yaklaşmalarını istemiyordu. Bu yüzden Maide 2’ ayetinin indiği söyleniyor.

Bu da dinimizin düşünce ve inanç özgürlüğüne duyduğu saygının bir göstergesidir.

YÛSUF-76
Yaşar Nuri Öztürk : Bunun üzerine Yûsuf öz kardeşinin heybesinden önce, öteki kardeşlerin heybelerini aramaya başladı. Nihayet su kabını, öz kardeşinin heybesinden çıkardı. Yûsuf'a böyle bir tuzak öğretmiştik. Yoksa Yûsuf, Allah'ın dilemesi dışında, kralın dinine göre öz kardeşini alamazdı. Dilediklerimizi derece derece yükseltiriz biz. Her bilgi sahibinin üstünde bir başka bilen vardır.

İSRÂ-81
Yaşar Nuri Öztürk : Ve de ki: "Hak geldi bâtıl yıkılıp gitti. Bâtıl, yok olmaya zaten mahkûmdu."

Sus sen hocadan daha mı iyi bileceksin dememeli, herkes hakaret içermeyecek şekilde düşüncesini açıklayabilmeli. Her bilgi sahibinin üzerinde bir başka bilen vardır. Bu yüzden düşüncelere kilit vurulmamalı.Yanlış düşünce nasıl olsa İsra 81 ayeti gereği yok olacak ya da çürüyecektir. Hakaret içermeyecek şekilde herkes düşüncesini söylemeli seçimi insanlara bırakmalı.

Düşünce zorla kabul ettirmeye dönüşürse bu zorbalık ( zorlayıcılık, desspotluk ) ya da faşizm olur.

Fatih Lütfü AYDIN 16.04.2013

GÂŞİYE
21. Yaşar Nuri Öztürk: Artık uyar/düşündür! Çünkü sen bir uyarıcı/düşündürücüsün.
22. Yaşar Nuri Öztürk: Üzerlerine musallat bir despot değilsin.

EN'ÂM-107
Yaşar Nuri Öztürk: Allah dileseydi, şirke batmazlardı. Biz seni onlar üzerine bekçi yapmadık. Sen onlara vekil de değilsin.
ZUMER-41

Yaşar Nuri Öztürk: Kuşkusuz, bu Kitap'ı biz sana insanlar için hak olarak indirdik. Artık kim doğru yolu seçerse kendi lehinedir; kim de saparsa kendi aleyhine sapmış olur. Sen onlar üzerine vekil değilsin.

kuran.diyanet.gov.tr/tefsir/Hac-suresi/2634/39-41-ayet-tefsiri

Hac, 40, ayeti ile ilgili yukarıdaki alıntıdan İslâm'da ibadethanelere saygı gösterilmesi sonucu çıkmaktadır.

 

kuran.diyanet.gov.tr/tefsir/Nis%C3%A2-suresi/633/140-ayet-tefsiri

Yukarıdaki bağlantısı bulunan Nisa, 140 ayetinde de Allah'ın âyetlerinin inkârı ya da ayetleriyle alay edilmesi durumunda bile inananlara o kişilere saldırma hakkı tanınmamış.



Başa Dön

 

N Grubu

  

 

 

5B



Başa Dön

 

O-Ö Grubu

  

 

 

5B



Başa Dön

 

P Grubu

  

 

 

5B



Başa Dön

 

R Grubu

  

 

 

5B



Başa Dön

 

S-Ş Grubu

  

 

 

Ş İ R K

 

Tevhit Hz.Allah'ı birleme yani O'ndan başka Allah olmadığına inanma.
Bir başka deyişle şirksiz Allah inancı olmakta.
Tevhit X Şirk
Her şey zıttına bakarak daha iyi anlaşılacağından, şirki iyi bilir ve yaşantımızdan uzak tutarsak, tevhit üzere yaşarız, inşallah. FLA

Alıntı…… https://www.facebook.com/erenerdemnet/photos/a.10150207968196841.300373.197517611840/10151262015061841/



KUR'AN'DA ŞİRK'İN ŞİFRESİ / Eren Erdem

Şirk’i anlamanın “klavuzu” Kur’an’ın temel itirazlarını dikkate almaktan geçer. Kur’an’da şirk ortaklık manasında kullanıldığına göre, “Kur’an her neyin Allah’a ait olduğunu ısrarla
vurguluyorsa, şirk; onları Allah dışında bir takım kişi ya da güçlere ait kılıyor demektir.”

Bu nedenle “Lehu“ ile başlayan ifadeleri alt alta dizdiğimizde resim kendisini bariz biçimde gösterecektir.

Lehu, “bir şeyin Allah’a ait olduğunu” vurgulayan bir ifadedir. Şimdi birlikte göz atalım;

Lehul “mülk”(Mülk O’nundur) : Bakara 247, Enam 73, Tegabun 1, Fatır 13, Zümer 6

Lehul “hamd”(Övgü O’nundur): Kasas 70, Rum 18, Sebe 1, Tegabun 1

Lehul “hüda” (Hidayet/Doğru yola iletme O’nundur) : Nisa 115

Lehul “hükmü” (Hüküm O’nundur) : Enam 62, Kasas 70, Kasas 88

Lehul “halku” (Yaratma O’na aittir): Araf 54

Lehul “esma’ül hüsna” (Güzel isimler O’na aittir) : İsra 110, Taha 8

Lehul “emsal” (Örneklemeler O’na aittir): Furkan 39, Rum 27

Lehul “azab” (Azab O’na aittir) : Furkan 69

Görüldüğü üzere 8 temel olgu “ısrarla vurgulanmaktadır.” Israrla bunların Allah’a ait olduğu söylendiğine göre “Kur’an’ın şirk dediği şey” temelde bir teolojik yani inançsal olgu
olmaktan ziyade, bu 8 temel olguya sahip olma iddiasına yöneliktir.


Mülk, mertebe(hamd), hidayet etme, hükmetme, yaratma, güzel sıfatlar, tarihsel perspektif inşa etme (mesel/emsal) ve azap etme/kaderleri tayin etme iddiası, şirkin Kur’an’sal içeriğini
oluşturan yegane olgulardır.

Dolayısı ile müşrikler Allah’ı reddetmekten ziyade, bu olguların “sadece Allah’a ait olduğunu” reddeden aklı temsil etmektedirler. Dün de öyleydi, bugün de durum aynen böyledir.
Hatta, Bedir savaşında “müşriklerin öncülerinden Ebu Cehil’in” ellerini açarak Allah’a hitaben şu duayı yapmış olması çok ilginçtir;

Ey Allah’ım! Bizimle akrabalık ilişkilerini kesen, bize bilmediğimiz (senin dinine aykırı) şeyleri getiren bu kafirleri, bu mal mülk düşmanlarını helak et. Bugün burada haklıyı galip,
haksızı perişan kıl. (Bkz.Esbab’ı Nüzul kaynakları, Enfal Suresi 19. Ayet iniş sebepleri)

Hatta Ebu Cehil’in bu duası Müslümanlar tarafından da işitilmiştir. Ve nihayetinde şu ayetler nazil olmuştur;
Fetih istiyorsanız, fetih size geldi. Eğer vazgeçerseniz hakkınızda daha hayırlı olur. Eğer dönerseniz biz de döneriz. Cemaatiniz çok da olsa size zerre kadar yarar sağlayamaz. Allah,
inananlarla beraberdir (Enfal suresi 19. Ayet)

Ebu Cehil’in Allah’a yakararak dua etmesine karşılık olarak okunan bu ayetler, o gün Bedir harbinde olan tüm Müslümanların, bahsettiğimiz realiteyi biliyor olduğunu gösterir.

Bedir’de “Allah’a inanan, namaz kılan, Hacc yapan iki topluluk savaşmıştır.”

Hatta öylesine ilginçtir ki, İslam tarihi ile ilgili eserlerin büyük çoğunluğunda yer alan şu hakikatlerden bahseden kitaplar bulmanız gayet güçtür;

İbnu Abbâs anlatıyor: “Müşrikler (haccederken şu şekilde telbiyede bulunurlardı): “Lebbeyke lâ şerî-ke leke: ‘ Resûlullah da: “Yazık size, yeter, yeter” buyururdu. Müşrikler
(telbiyelerinin devamında): “Yalnız bir şerik müstesna, o senin şerikindir, sen ona da, onun mâlik olduğu şeylere de mâliksin” derlerdi. Onlar, bunu, Kâbe’yi tavaf ederken söylerlerdi.”
(Müslim, Hacc 22, (1185).

Bu hususta önemli bir İslam mütefekkiri olan Fahreddin Razi şu hayati tespiti bizlere armağan etmiştir;

Onların derdi, peygamberin, ‘’adetlerine aykırı işler yapmasıdır.’’ (Fahreddin Razi, 24/92)

Evet. Kavganın temel nedeni “onların adetlerine aykırı bir önerinin yapılması idi.” Şimdi şirkin cinnetine sebep olan bu adeti açmak adına yukarıda izah ettiğimiz “lehul” ile başlayan
vurguları teker teker açalım...

Eğer bir beldede; mülk, hükmetme, övgü-bağımlılık, azap, hidayete iletme bilgisi, tarihsel perspektif inşası, güzel sıfatlar ve yaratma iddiası “birilerine ait ise” orada şirk var demektir.
Bu tespite kulak verin, çünkü bu; örtünün kalkışıdır...
Bugün Türkiye; mümin maskeli şirk bataklığında çırpınmaktadır!
Teşhis ortada, fazla söze ne hacet!

Eren Erdem
AYDINLIK GAZETESİ
www.erenerdem.net

NİSA 48

Yaşar Nuri Öztürk: Şu bir gerçek ki, Allah kendisine şirk koşulmasını affetmez, bunun dışında kalanı/bundan az olanı dilediği kişi için affeder. Allah'a şirk koşan, gerçekten büyük bir
günah işlemiştir.

Not: Konuyla ilgisi olmasa da çok önemli olduğu için yukarıda ki ayetle ilgili olarak bir öngörüde bulunmak istiyorum.

Biz geleneksel olarak Hz. Allah’ın yalnızca kul hakkını affetmeyeceğini, bunun dışında kalan günahları dilerse, affedebileceğini öğrendik.
Bu ayette ise şirkin asla affedilmeyeceğini bunun dışında kilerin affedilebileceği, görülüyor.
Hz. Allah, şirk günahını asla affetmeyecekse, o zaman kul hakkı da dahil bütün günahları affedecektir, gibi bir yanlışa düşmemek gerekir. Keyfiyet kendisinin olduğuna göre kul hakkı
yeme günahını ya affedecektir ya da affetmeyecektir. Yani bu konuda kimse kesin konuşmamalıdır.

Şimdi Hz. Allah asla zalim değildir. Hakkı yenen kuluna sahip çıkar ve intikam alan anlamına gelen bir Esma-ül Hüsna’sıyla hakkı yenen kulun intikamını alır. Böylece kul hakkı yiyen
kulun, günahını ödetmiş olur.

Azabın bir kısmını da bu dünyada tattırır. Çevremizde etme bulma dünyası sözü gereği belasını bulanlara şahit olmuşuzdur. Öteki dünyada nasıl olabilir? Öngörüme göre yeniden
dünyaya geliş inancına göre, hak yiyen kul, bir başka kuldan yaptığının aynısını görerek, cezasını tamamlar. Böylece işlediği zulmün iyi bir şey olmadığını yaşayarak öğrenmiş olur.

Ya da, belki de hak yiyen kulun, ne şekilde hak yedi ise o ( mal, mülk vs. ) bir sonra ki hayatta hakkı yenen kula geçiyordur. Doğrusunu Hz. Allah bilir.

Daha fazlası için... https://fatihltfaydin.tr.gg/Kul-Hakki.htm

Saygılar ve Sevgiler. Fatih Lütfü Aydın. 28.09.2015

Not: Durum böyle olsa bile elbette ki hakkı yenen kullar, zulme sapmadan haklarını aramalılardır.


Kur’an’da Lehu ile Başlayan İfadeler.

1. Lehul “mülk”(Mülk O’nundur) : Bakara 247, Enam 73, Tegabun 1, Fatır 13, Zümer 6

ZÂRİYÂT 58

Yaşar Nuri Öztürk: Hiç kuşkusuz, Allah Rezzâk'tır, bol bol rızık verir. Kuvvet sahibidir, Metîn'dir, güçlü ve dayanıklıdır.

Not: rısk da mülke dahil olduğu için rıskı da mülk maddesine ekledim. F.L.A.


HUD SURESİ

Yaşar Nuri Öztürk:

1-Elif, Lâm, Râ. Hakîm ve Habîr olandan bir kitaptır ki bu, ayetleri önce muhkem kılınmış, sonra ayrıntılı hale getirilmiştir.(açıklanmıştır)

2-Ki başkasına değil, yalnız Allah'a ibadet edesiniz! Kuşkusuz, ben size O'ndan gelen bir uyarıcı ve müjdeciyim.


TEVBE 31

Yaşar Nuri Öztürk: Allah'ın yanında hahamlarını ve ruhbanlarını da rabler edindiler. Meryem oğlu Mesih'i de öyle. Oysa kendilerine, tek olan Allah'tan başkasına ibadet/kulluk
etmemeleri emredilmişti. İlah yok o tek Allah'tan başka. Onların ortak koştuklarından arınmıştır O.


Enam, 162

Yaşar Nuri Öztürk : De ki: "Benim namazım, kulluğum/bağışım, hayatım, ölümüm âlemlerin Rabbi olan Allah içindir."

Not: biz evrenin dolayısıyla mülkün bir parçası olduğumuza göre O’nun kuluyuz ve kulluğumuzu yani ibadetlerimizi O’nun için, O’na yapmalıyız.İbadet yani kulluk da mülke dahil
olduğu için ibadeti de mülk maddesine ekledim. F.L.A.



Bakara, 247

Yaşar Nuri Öztürk : Peygamberleri onlara dedi ki: "Allah, Tâlût'u size kral gönderdi." Şöyle konuştular: "O bizim üzerimizde nasıl saltanat kurabilir? Yönetimde biz ondan daha çok
hak sahibiyiz. Ona bir mal genişliği de verilmemiştir." Peygamber dedi ki: "Allah onu seçip size üst olarak gönderdi. Onu bilgi ve beden gücü yönünden üstün kıldı." Allah, mülkünü
dilediğine verir. Allah, mülkü genişletendir, her şeyi bilendir.



Yukarıda ki ayetten bir bölüm ve Latin Harfli Arapça’sı.

….Şöyle konuştular: "O bizim üzerimizde nasıl saltanat kurabilir?...



….. kâlû ennâ yekûnu lehul mulku aleynâ …….

kâlû : dediler

12. ennâ : nasıl (olur)

13. yekûnu : olur

14. lehu : onun

15. el mulku : melik, hükümdar

16. aleynâ : bizim üzerimize, bize

Not: Yani mülk [( evrende ki her şey )( dolayısıyla insanlar da mülke dahildir)] Allah’ınken o bizim nasıl sahibimiz olabilir, anlamına geliyor, ayetin bu bölümü bence.

Enam,73

Yaşar Nuri Öztürk : Gökleri ve yeri hak olarak yaratan da O'dur. "Ol!" dediği gün, hemen oluverir. Sözü haktır O'nun. Sûra üfleneceği gün de mülk ve yönetim O'nundur. Âlim'dir,
görünmeyeni de görüneni de bilen O'dur. O'dur Hakîm, O'dur Habîr.


Tegabün, 1

Yaşar Nuri Öztürk : Göklerdekiler ve yerdekiler Allah'ı tespih ediyor. O'nundur mülk ve yönetim; O'nun içindir tüm övgüler. Her şeye gücü yetendir O.


Fâtır, 13

Yaşar Nuri Öztürk : Allah, geceyi gündüzün içine sokar, gündüzü de gecenin içine sokar. Güneş'i ve Ay'ı buyruk altına almıştır. Herbiri belirlenen bir süreye kadar akıp gidiyor. İşte
Rabbiniz Allah bu; mülk ve yönetim O'nundur. Onun berisinden yakardıklarınız ise bir çekirdek zarına bile hükmedemezler.


Zümer, 6

Yaşar Nuri Öztürk : Sizi bir tek canlıdan yarattı; sonra o canlıdan onun eşini vücuda getirdi. Ve sizin için davarlardan sekiz çift indirmiştir. Sizi annelerinizin karınlarında üç karanlık
içinde, bir yaratıştan öbürüne geçirerek oluşturuyor. İşte Allah! Budur sizin Rabbiniz! Yalnız O'nundur mülk ve saltanat! İlah yoktur O'ndan başka! Hal böyle iken nasıl oluyor da
gerçeğin tersine döndürülüyorsunuz?!


2. Lehul “hamd”(Övgü O’nundur): Kasas 70, Rum 18, Sebe 1, Tegabun 1


KASAS-70

Yaşar Nuri Öztürk : O, Allah'tır! Tanrı yoktur O'ndan başka. İlkte de sonda da hamt yalnız O'nadır. Hüküm de yalnız O'nundur/O'nun içindir. Ve siz yalnız O'na döndürüleceksiniz.


RÛM-18

Yaşar Nuri Öztürk : Göklerde ve yerde hamt da O'na; gün sonunda da öğleye erdiğinizde de.


SEBE-1

Yaşar Nuri Öztürk : Hamt, göklerde ve yerde bulunanlar kendisine ait olan Allah'adır. Ölüm ötesi âlemde de hamt O'nadır. Hakîm'dir O, Habîr'dir.


Tegabün, 1

Yaşar Nuri Öztürk : Göklerdekiler ve yerdekiler Allah'ı tespih ediyor. O'nundur mülk ve yönetim; O'nun içindir tüm övgüler. Her şeye gücü yetendir O.


3. Lehul “hüda” (Hidayet/Doğru yola iletme O’nundur) : Nisa 115

NİSÂ-115

Yaşar Nuri Öztürk : Erdirici kılavuzluk kendisine ayan-beyan geldikten sonra, resulden kopup müminlerin yolunun dışını izleyeni biz, yöneldiğiyle kaynaştırır, sonra da cehenneme
sallarız. Ne kötü bir dönüş yeridir o!

4. Lehul “hükmü” (Hüküm O’nundur) : Enam 62, Kasas 70, Kasas 88

EN'ÂM-62

Yaşar Nuri Öztürk : Nihayet onlar gerçek Mevlâ'ları olan Allah'a götürülürler. Gözünüzü açın! Hüküm yalnız O'nundur. Ve hesap görenlerin en süratlisi de O'dur.

KASAS

70. Yaşar Nuri Öztürk : O, Allah'tır! Tanrı yoktur O'ndan başka. İlkte de sonda da hamt yalnız O'nadır. Hüküm de yalnız O'nundur/O'nun içindir. Ve siz yalnız O'na döndürüleceksiniz.

88. Yaşar Nuri Öztürk : Allah'ın yanında diğer bir tanrıya daha kulluk etme. İlah yok O'ndan başka. O'nun yüzü dışında herşey helâk olacaktır. Hüküm yalnız O'nundur ve O'na
döndürüleceksiniz.

5. Lehul “halku” (Yaratma O’na aittir): Araf 54

A'RÂF-54

Yaşar Nuri Öztürk : Rabbiniz o Allah'tır ki, gökleri ve yeri altı günde yaratmış, sonra da arş üzerinde egemenlik kurmuştur. Geceyi gündüze bürüyüp örter. O bunu, bu da onu aralıksız
ve titiz bir biçimde kovalar durur. Güneş, Ay, yıldızlar O'nun emrine boyun eğmiş. Gözünüzü açın; yaratış da O'nundur, emir veriş de/yaratış da O'nun içindir, emir veriş de. Alemlerin
Rabbi olan Allah çok yücedir.

6. Lehul “esma’ül hüsna” (Güzel isimler O’na aittir) : İsra 110, Taha 8

İSRÂ-110

Yaşar Nuri Öztürk : De ki: "İster Allah diye yakarın, ister Rahman diye yakarın. Hangisiyle yakarırsanız yakarın, en güzel isimler/Esmâül Hüsna O'nundur. Namazında sesini yükseltme,
kısma da. İkisi ortası bir yol tut."

TÂHÂ-8

Yaşar Nuri Öztürk : Allah'tır O. İlah yok O'ndan başka. Esmaül Hüsna, en güzel isimler O'nundur.

7. Lehul “emsal” (Örneklemeler O’na aittir): Furkan 39, Rum 27

FURKÂN

39. Yaşar Nuri Öztürk : Bunların her birine türlü türlü örnekler verdik. Ve bunların hepsini perişan edip batırdık.

RÛM-27

Yaşar Nuri Öztürk : Yaratmaya ilk başlayan/yaratılanları ilk yaratan O'dur. Sonra onları çevirip yeniden yaratacaktır. Bu O'nun için çok da kolaydır. Göklerde ve yerde en yüce
örnekler/en yüce sıfatlar O'nundur. O'dur Azîz, O'dur Hakîm...


8. Lehul “azab” (Azab O’na aittir) : Furkan 69

FURKÂN

69. Yaşar Nuri Öztürk : Kıyamet günü azap kendisi için katkat artırılır da hor ve ezik halde onun içinde sürekli kalır.



Saygılar ve Sevgiler. Fatih Lütfü Aydın 28.09.2015


İslâm'ın Özü - Allah'ı Vekil Edinin Dosyasından şirkle ilgili bir alıntı...


TEVBE

113

Akraba bile olsalar, cehennem halkı oldukları açıkça belli olduktan sonra müşrikler için af dilemek ne peygambere yakışır ne de iman edenlere.

114

İbrahim'in, babası için af dilemesi, sadece ona verdiği bir söz yüzündendi. Onun Allah düşmanı olduğu kendisi için açıklık kazanınca, ondan uzaklaştı. Şu bir gerçek ki, İbrahim başkaları
için gamlanıp ah eden ince yürekli, yumuşak bir insandı/tam bir evvâhtı.

Not: Tevbe 113’ün yorumu niteliğinde olan Tevbe 114’e göre İbrahim peygamber babasına verdiği söz nedeniyle Allah’ın işine karışmış ve sonra yanlışından dönmüştür.

İslam'ın Özü dosyasını hazırlarken, Yeni Boyut yayınevinden çıkmış, Yaşar Nuri Öztürk Kur'an'ın Temel Buyrukları ( Emirler ve Yasaklar ) adlı kitaptan yararlanmaktayım.
Hoca kitabında Tevbe 113’ü de yazdığından bu açıklamayı gerekli gördüm.


Sonuç olarak, hoca ayet ile tevekkülün kulun üzerine düşeni yaptıktan sonra, Allah’ın işine karışmama yönünü de anlatmış oluyor bence.

Ayrıca Hoca kitabın tevekkül kısmında tevekkül ile ilgili olarak şirki de işlemiş. Televizyonda birinden işttiğime göre şirk bir anlamıyla da kulun Allah'la olan işlerinde birini torpilci
olarak belirlemesi yani Allah seni sever araya gir de şu işim olsun demesidir. İşte İbrahim peygamberin babası da oğlundan Allah için torpil yapmasını istemiş olmalı.

Bu durumda duanızda beni unutmayın, benim için de dua edin sözünün şirk olduğu ortaya çıkmaktadır.
Çünkü böyle bir söz torpıl anlamında olmakta ve dolayısı ile şirke girmektedir



Başa Dön

 

T Grubu

  

 

 

Tasavvufun Basamakları
O K U

Beynimiz düşünsel, duyuşsal ve bedensel olmak üzere 3 tür eylem yürütür.
1. IQ Intelligence ( Zekâ ) Quotient ( Bölüm ), Düşünsel Bölüm, Düşünsel Eylemlerin Yürütüldüğü Bölüm.
2. EQ Emotional (Duyuşsal ) Quotient (Bölüm )

a) Duygusal ya da duyuşsal Eylemler’ in Yürütüldüğü Bölüm.
b) Hareketlerin ve Hücresel Eylemlerin Yürütüldüğü Bölüm.

Psikiyatrist ( Beyinbilimci ) Doç.Dr.Nusret Kaya’ ya göre IQ’ ya zekâ katsayısı denebilir ama EQ’ ya duygusal zekâ denemez. Nedenine gelince EQ beynin duygusal ya da duyuşsal eylemlerinin yürütüldüğü kısmı olup zekâ, düşünce, akıl türünden eylemleri içermez.

Bir öneri olarak IQ için Düşünsel Bölüm Katsayısı ( DüBK ) ve EQ için de Duyuşsal Bölüm Katsayısı ( DuBK ) tanımlamaları yapılabilir. Psikiyatrist ( Beyinbilimci ) Doç.Dr.Nusret Kaya beyni anlatmak için ceviz örneğini vermiş. Örnekte cevizin kabuğu kafatasını, zarı düşünsel bölümü ve cevizin yenen kısmını da beyin hücrelerinin % 72 sini kullanan duygusal bölümü simgelemekte. Beynin düşünsel bölümüne yani Tıp Bilimi’ndeki karşılığıyla Korteks’e üst beyin, duygusal bölümüne de alt beyin adını vermiş.

Halk arasında beynin düşünsel eylemlerinin yürütüldüğü üst beyne, beyin; duygusal eylemlerinin yürütüldüğü alt beyine ise kalp, yürek ya da gönül adı verilmiş. Düşünsel eylemler çok yoğun olduğunda beyin yorulduğu için üst beyine halk arasında beyin denmiş olabilir. Yine aynı şekilde duygusal eylemler deki yoğunluk ta kalbi hızlı hızlı attırdığından halk arasında alt beyine kalp denmiş olabilir.

İnsanoğlu kötü alışkanlıklara hoş ve yoğun bir şekilde duygusal eylemleri yaşattığı için başlar. Tabii ki bu duyguları yaşayış şekli Allah’ ın rızasına aykırı olduğu için kalp yavaş yavaş mühürlenir, kararır ve gönül hastalığına yol açar. Burada sorun o hoş ve yoğun duyguları yaşamaktan değil Allah’ ın rızasına aykırı bir şekilde yaşamaktan dolayı ortaya çıkmaktadır. Dinimiz İslâm barış demektir. Barış Allah’ ın ve doğanın kurallarıyla barışık olmaktan gelir. Savaş Allah ve Doğa’ yla değil zalimlerle olmalıdır. En büyük zalim Baş Şeytan İblis’ tir. Daha sonra onun uşakları olan diğer şeytanlar ve nefsi emmare denen nefsimizin kötülüğü emretme özelliği de diğer zalimleri oluşturur.

Eğitim: Olumlu yönde, davranış değiştirmedir.
Olumlu yönde, insanlık yönünde davranış değiştirmedikten sonra,Tüm Evren'i okusan hepsi boşuna.

Eğitim: Bireyde olumlu yönde, yaşantıyla, istendik ve kalıcı davranış değiştirme sürecidir.

Olumlu yönde: Haksızlık içermeyecek şekilde.Birey olumsuz yönde olan, içkiyi, kumarı vs’ yi de öğrenebilir, olumlu yönde olan ahlaklı insan olmayı da öğrenebilir. Olumlu yönde öğrenme içindeyse eğitim söz konusu olur. Öğretim ise eğitimin planlı, programlı bir şekilde bilimsel olarak okulda yapılanına denir.

Yaşantıyla: yani deneyimleyerek.

İstendik: İnsanın kendi isteği ile olmalıdır. Baskı ile olursa kişi baskı kalktığında, olumsuz davranışını sergilemeye devam eder.

Kalıcı: Kalıcı olmalı, kişi olumlu davranışı hep yapmalı, benimsemeli, ruhuna işlemeli.

Süreç: İşlem,sistemde, girdilerin çıktıya dönüşünceye kadar ki geçirdiği aşamalardır.

Sistem: Girdilerin, belli işlemlerden geçirilerek çıktıya dönüştürüldüğü ve geri bildirimlerle beslendiği düzendir.İnsanoğlu da Tam insan üretme sistemi olan bu dünyada bir girdi olarak çeşitli imtihan işlemlerinden, sürecinden geçer.

Hataların geri bildirimle tekrarlanmaması sağlanırsa, sistemden Kamil ( Tam ) İnsan olarak çıkılabilir, Hz. Allah'ımızın izniyle. F.L.A.

Not: Sistemin daha iyi anlaşılabilmesi için bir bardak portakal suyu, sistemin çıktısı olacak şekilde, örnek olarak verilebilir.

Girdiler ( inputs ): İnsan, bardak, su, portakal sıkacağı ve bıçak.
İşlem ( süreç, process ): İnsan girdileri yıkayıp temizledikten sonra bıçakla portakalı keser ve portakal sıkacağında sıkar. Çekirdekleri ayıkladıktan sonra portakal suyunu bardağa döker.
Çıktı (output): Bir bardak portakal suyu.
Geribildirim ( Feedback ): Sistemdeki hataların ve eksikliklerin not alınarak bir sonraki süreçde yinelenmemesini sağlamak.
Örnek: Bıçak kör olduğu için portakal düzgün kesilememekte ve parçalanması nedeniyle portakladan tam verim alınamamakta ( yani portakal suyunun bir kısmı ziyan olmakta ). Ayrıca kör bıçak insanın elini kesmesine ve zaman kaybına yol açmakta. Bu notlar alınarak bir dahaki süreç için düzgün bir bıçak kullanılır. F.L.A.
EĞİTİMİN BASAMAKLARI

1.Bilgi Basamağı
a) Ezberleme
b) Kavrama

2. Uygulama Basamağı
3. Analiz
4. Sentez

TASAVVUFUN BASAMAKLARI

1.Şeriat Basamağı
a) Ezberleme ( zikir )*1
b) Kavrama ( fikir, tefekkür, düşünme ) *2

2. Tarikat Basamağı*3
3. Marifet Basamağı
4. Hakikat Basamağı

Aslında şeriat hayvanların suya ulaşmak için izledikleri yolmuş. Kur’an’ ın manevi suyuna, huzuruna ulaşmak için biz insanların Kur’an’ ı anlayarak okuma ve hayata geçirme gibi yolları izleme ve Kur’an’da ki emirleri, şartları yerine getirme durumunda olmamız , Kur’an’ın Şeriat, Tarikat ve Marifet aşamalarını aşıp Hakikate ulaşmanın şartları olduğunu ortaya çıkarır.

Kur’an Allah’ın sevgili kulu olmak için gereken şartlar bilgisi olup,
Eğitimin basamaklarında bilgi basamağına karşılık gelir.

Toparlayacak olursak, şeriat amaca ulaşmak için izlenmesi gereken yollar, yerine getirilmesi gereken şartlar olduğuna göre Kur’an da bir şeriattır ama başka şeriatlardan ayırmak için Kur’an Şeriatı diyerek Kur’an kastedilmelidir. Yoksa her şeriatı Hakiki Din İslâm zannetmek kişiyi Allah’ın Nuruna, İlâhi Suyu’na değil şeytana götürebilir.

Düşünsel Bölüm Katsayımızı ( DüBK ) arttırabilmemiz için Evrensel Ahlak İlkelerine uygun olan şeyleri okumalı zıttıyla karşılaştırmalı ve okuduğumuzu kavramalı yani tam olarak ne olduğunu anlamalıyız.
Duyuşsal Bölüm Katsayımızı ( DuBK ) arttırabilmemiz için ise Evrensel Ahlak İlkelerine uygun davranışları haksızlık içermeyecek şekilde yani Hakk’ ın rızasına uygun olarak, hayata geçirmeli yani o davranışları yaşamalıyız.

*1 ALAK-1
Yaratan Rabbinin adıyla oku/çağır!

Bir bilgiyi gerektiğinde kullanmak üzere önce okumalı sonra hıfz etmeli yani bellekde saklamalı yani ezberlemeli. Burada adıyla ya da ismiyle okumak, Hz. Allah’ ı anarak, onun rızasını gözeterek okumak olmalı. Öğrenmek olumlu şeyler için de söz konusu olabilir olumsuz şeyler için de. Eğitim ise olumlu şeyleri okuyup hayata geçirmekle olanaklı olabileceğinden. Hz. Allah’ ın adını anarak, yani onun rızasına uygun şeyleri okuyarak onları hayata geçirmeli. Hz. Allah Alak Suresi Ayet 1’ de Yaratan Rabbinin adıyla oku/çağır! Derken olumlu şeyleri öğren yani kendini eğit demek istiyor olmalı.

KALEM-1
Nûn! Yemin olsun kaleme ve satır satır yazdıklarına

Okumak ve yazmak beyni geliştirir yani Düşünsel Bölüm Katsayımızı ( DüBK ) arttırır. Yazmak aynı zamanda gerektiğinde kullanmak üzere bilgiyi bellekde saklamamızı, kafaya kazımamızı da sağlar.

*2 MUZZEMMİL
4.Yahut buna biraz ekle! Ve Kur'an'ı ağır ağır, düşüne düşüne oku!

Birşeyi ağır ağır, düşüne düşüne okumak o şeyi anlamaya, kavramaya çalışmaktır. Anladığımız dilde okumazsak bir şeyi yalnızca ezberleriz kavrayamayız. Kavrayamadığımız şeyi de hayata geçiremeyiz. Öğrenmek için okuma, ezberleme, kavrama ve uygulama aşamalarını hakkıyla yerine getirmeliyiz.

Bu durumda fıkıh*4 şeriat basamağının kavrama bölümüyle ilgili olmaktadır.

5. Doğrusu, biz senin üzerine ağır bir söz bırakacağız.

Bu Kur’an’ ın ruhta oluşturduğu fizik ötesi güç ve güzellikler olabilir. Kur’an’ ın bu suyunu içebilmek için onu iyi anlayıp Hak rızasına uygun hayata geçirmeliyiz. Demek ki Kur’an’ ın Arapça söylenişini ( telafuzunu ) okuyup ezberlemek şayet doğru kavrama ve hayata geçirme söz konusu değilse o yolu, şeriatı ( Kur’an Suyunu, Nurunu içme yolunu), boşa yürümek demektir. Kavramak için de anladığımız dilde okumalıyız.

*3 MUDDESSİR,
4, Temizle giysilerini!
5. Uzaklaştır kendinden pisliği!

Bunlar da Tarikat basamağını anlatır. Pisliği her türlü pislik yani olumsuzluk ( negativite ) olarak düşünmeliyiz. Tarikat olumsuzluğu terk etmektir. Tarikat ve terk aynı kökten gelirler.Cemaat dini örgüt demek olduğundan tıpkı örgütlerde ya da derneklerde olduğu gibi cemaatlerde başkan ya da lider ile üyeler vardır. Tarikat ise dini okul olduğu için tarikatlerde öğrenci ( mürid, derviş ) ve öğretmen ( mürşid – i kâmil ) olur. Tarikatlerde şeyh ( dini lider ) olmaz. şeyh cemaat lideridir. İster şeyh desinler ister mürşid desinler filanca kişi şeyh ya da mürşid, ermiş dediklerinde sahte olup olmayacağının ölçüsü (Sah)Tezkiye*5 ( sen ona istediğin kadar şeyh de ölçmeliyim onu ya çıkarsa sahte) ayetidir.

16.02.2012
Fatih Lütfü AYDIN

*4 Fıkıh: Lûgatta bilmek, anlamak veya ince anlayış sahibi olmak mânâlarına gelir. Fıkıh kelimesi İslâm Ansiklopedisi’ nde “Anlayış inceliği ve bilgi ” olarak kaydedilmektedir. M. Ebû Zehra fıkhı, “ söz ve fiillerin amaçlarını kavrayacak şekilde kesin ve derin anlayış “ olarak tarif etmektedir. Kur’ân-ı Kerîm’ de fıkıh kelimesi, ince ve derin anlayış “ olarak yer almıştır. ( Yusuf Kerimoğlu - KELİMELER KAVRAMLAR )

Fıkıh : kişinin amel yönünden hak ve vazifelerini bilmesi ( Ebu Hanife - İslâm Ansiklopedisi – Milliyet Yayınları ).
Fıkıh: dinin ameli ( iş ve işlemlere ilişkin ) hükümlerini muayyen delil ve kaynaklardan elde ederek bilmektir ( Şafii - İslâm Ansiklopedisi – Milliyet Yayınları ).
Bu durumda fıkıh insanın kendisi için lazım olan dini bilgileri; öğrenip anlaması, kavraması ( idrak etmesi, iyice anlaması ) demektir. Fatih Lütfü Aydın.

Araf Suresi
179. Yemin olsun ki biz, insanlardan ve cinlerden birçoğunu cehennem için yarattık. Kalpleri var bunların, onlarla anlamazlar; gözleri var bunların, onlarla görmezler; kulakları var bunların, onlarla işitmezler. Davarlar gibidir bunlar. Belki daha da şaşkın. Gafillerin ta kendileridir bunlar.

Nisa suresi
78. Nerede olursanız olun ölüm sizi yakalayacaktır. Titizlikle korunan muhteşem kulelerde olsanız bile. Onlara bir iyilik isabet ettiğinde, "Bu, Allah katındandır!" derler. Ama kendilerine bir kötülük dokunduğunda, "Bu senin yüzündendir." derler. De ki: "Hepsi, Allah katındandır." Şu topluluğa ne oluyor ki, neredeyse hiçbir sözü anlamıyorlar!

*5 NECM-32
Öyle kişilerdir ki onlar, günahın büyüklerinden ve iğrençliklerden çekinip kaçınırlar. Bazı küçük sürçmeler hariç. Hiç kuşkusuz, senin Rabbin affı geniş olandır. Sizi en iyi bilen O'dur: Hem sizi topraktan oluşturduğu zaman hem de annelerinizin karınlarında ceninler halinde bulunduğunuz zaman. O halde kendi kendinizi temize çıkmış göstermeyin; kimin sakındığını en iyi bilen O'dur.

Tezkiye kişilerin kendini Allah katında temiz ve takva sahibi gibi göstermesidir.

Eğer takva sahibini ( Allah’ ın sevgisine ulaşamama korkusuyla Allah’ tan sakınıp onun rızasına uygun yaşayanı ) en iyi Allah biliyorsa, biz nasıl bileceğiz, neye, kime inanacağız? sorularına da Allah’ ın öğretmen olduğundan söz eden ayetler cevap verebilir.

Bakara Suresi
282. Ey iman sahipleri! Belirli bir süre için birbirinize borç verdiğinizde onu yazın. Aranızda bir yazıcı adaletle yazsın. Yazıcı, Allah'ın kendisine öğrettiği şekilde yazmaktan kaçınmasın, yazsın. Borç altına giren kişi de onu kayda geçirtsin ve Rabb'inden korksun da borcundan hiç bir şey eksiltmesin. Borç altına giren, aklı ermez yahut zayıf, çaresiz biri ise yahut yazdırmaya gücü yetmiyorsa, velisi adaletle yazdırsın. Erkeklerinizden iki kişiyi de tanık tutun. Eğer iki erkek yoksa rızanızla kabul edeceğiniz tanıklardan bir erkek ve iki kadın gerekir. Bu, kadınlardan biri şaşırırsa / unutursa ötekisi ona hatırlatsın diyedir. Tanıklar, çağırıldıklarında çekimser davranmasınlar. Küçük veya büyük, borcu, süresine kadar yazmaktan üşenmeyin. Böyle yapmanız Allah katında adalete daha yakın, tanıklık için daha sağlam, kuşkuya düşmemeniz için daha elverişlidir. Ancak aranızda döndürüp durduğunuz tamamen peşin bir ticaret söz konusu ise onu yazmamanızda sizin için bir sakınca yoktur. Karşılıklı alışveriş yaptığınızda da tanık bulundurun. Yazıcıya da tanığa da zarar verilmesin. Böyle bir şey yaparsanız bu, kendinize kötülük olur. Allah'tan korkun. Allah size öğretiyor. Allah, her şeyi en iyi biçimde bilendir.

Enfal Suresi
29.Ey iman sahipleri! Eğer Allah'tan korkarsanız, Allah size hakla bâtılı/iyiyle kötüyü ayırma gücü verir, kötülüklerinizi örter. Allah, o büyük lütfun sahibidir.

Kıyame Suresi
18. O halde, biz onu okuduğumuzda, sen onun okunuşunu izle.
19. Sonra onu açıklamak da bizim işimiz olacaktır.

Demek ki önce kendimiz sahte kul olmamalıyız yani tüm sahtelerden ( hadis, mürşid, şeyh vs) korunmak için Allah’ tan hakkıyla sakınan sevgili kul olmak amacıyla çabalamalıyız. Allah’ ın kitabını Nasrettin Hoca’ nın eşeği gibi arpa için ya da yağlı pilav için yüzünden okumamalıyız. Anladığımız dilde okuyup, anlayıp Allah’ ın rızasına uygun şekildhayata geçirmeliyiz.

17.02.2012 Fatih Lütfü AYDIN




Başa Dön

 

 

Temel Dini Bilgiler
DİN : Allah’ ın insanlar için koyduğu kurallar bütünüdür.
Not: Düyun-u Umumiye Genel Borçlar demek olup Osmanlı İmparatorluğu’nun tüm borçlarını Genç Türkiye Cumhuriyeti’nden almaya kalktılar ama şu anki topraklarımız Osmanlı İmparatorluğu’nun 1/8 i diyerek borçların 1/8 ini ödedik. F.L.A.
Yukarıdaki örnekten de anlaşılacağı üzere, din borç, düyun da borçlar demektir. Elbette ki bu yazıda borç Hz.Allah’a olan kulluk borcumuz olarak ele alınmıştır. F.L.A.
İman Esasları
( Akaid )* ( itikadi yani inançla ilgili bölüm)
Fıkıh
( ameli yani iş ve işlemlere ilişkin bölüm)
Bakara Suresi
177. Yüzlerinizi doğu ve batı yönüne çevirmeniz zafer ve mutluluğa ermek değildir. Zafer ve mutluluğa ermek o kişinin hakkıdır ki, Allah'a, âhıret gününe, meleklere, kitaplara, peygamberlere inanır; İbadet Hukuk ( Haklar ) akrabaya, yetimlere, çaresizlere, yolda kalmışa, yoksullara, özgürlüğüne kavuşmak gayretinde olanlara malı seve seve verir, namazı kılar, zekatı öder. Böyleleri söz verdiklerinde ahitlerine vefalıdırlar; bolluk ve bereket zamanı kadar, zorluk, sıkıntı ve şiddet zamanında da sabırlıdırlar. İşte bunlardır özüyle sözü bir olanlar. Ve işte bunlardır korunan takva sahipleri.

285. Resul, Rabb'inden kendisine indirilene inanmıştır; müminler de. Hepsi; Allah'a, onun meleklerine, kitaplarına, resullerine inanmışlardır. Allah'ın resullerinden hiç birini ötekinden ayırmayız. Şöyle demişlerdir: "Dinledik, boyun eğdik. Affet bizi, ey Rabb'imiz. Dönüş yalnız sanadır."

Nisa Suresi 136. Ey iman edenler! Allah'a, onun resulüne, resulüne indirmiş olduğu Kitap'a, daha önce indirmiş olduğu Kitap'a inanın. Kim Allah'ı, O'nun meleklerini, kitaplarını, resullerini ve âhiret gününü inkâr ederse geri dönüşü olmayan bir sapıklığa gömülmüş olur.

Fıkıh
Araf Suresi
179. Yemin olsun ki biz, insanlardan ve cinlerden birçoğunu cehennem için yarattık. Kalpleri var bunların, onlarla anlamazlar; gözleri var bunların, onlarla görmezler; kulakları var bunların, onlarla işitmezler. Davarlar gibidir bunlar. Belki daha da şaşkın. Gafillerin ta kendileridir bunlar.
Bismillâhirrahmânirrahîm
Ve lekad zere’nâ li cehenneme kesîren minel cinni vel insi lehum kulûbun lâ yefkahûne bihâ ve lehum a’yunun lâ yubsırûne bihâ ve lehum âzânun lâ yesmeûne bihâ, ulâike kel en’âmi bel hum edallu, ulâike humul gâfilûn(gâfilûne).
1. ve lekad : ve andolsun ki
2. zere'nâ : yarattık, hazırladık
3. li cehenneme : cehennemi
4. kesîren : çok
5. min el cinni : cinlerden
6. ve el insi : ve insanlar
7. lehum : onların vardır
8. kulûbun : kalpler
9. lâ yefkahûne : fıkıh edemezler, idrak edemezler
10. bi-hâ : onunla
11. ve lehum : ve onların vardır
12. a'yunun : gözler
13. lâ yubsırûne : göremezler
14. bi-hâ : onunla
15. ve lehum : ve onların vardır
16. âzânun : kulaklar
17. lâ yesmeûne : işitemezler
18. bi-hâ : onunla
19. ulâike : işte onlar
20. ke el en'âmi : hayvanlar gibi
21. bel hum : hayır onlar, hatta onlar
22. edallu : daha çok dalâlette
23. ulâike : işte onlar
24. hum el gâfilûne : onlar gâfil olanlardır

Nisa suresi
78. Nerede olursanız olun ölüm sizi yakalayacaktır. Titizlikle korunan muhteşem kulelerde olsanız bile. Onlara bir iyilik isabet ettiğinde, "Bu, Allah katındandır!" derler. Ama kendilerine bir kötülük dokunduğunda, "Bu senin yüzündendir." derler. De ki: "Hepsi, Allah katındandır." Şu topluluğa ne oluyor ki, neredeyse hiçbir sözü anlamıyorlar!
Bismillâhirrahmânirrahîm
Eyne mâ tekûnû yudrikkumul mevtu ve lev kuntum fî burûcin muşeyyedeh(muşeyyedetin), ve in tusıbhum hasenetun yekûlû hâzihî min indillâh(indillâhi), ve in tusıbhum seyyietun yekûlû hâzihî min ındik(ındike), kul kullun min ındillâh(ındillâhi), fe mâli hâulâil kavmi lâ yekâdûne yefkahûne hadîsâ(hadîsen).

1. eyne mâ : nerede
2. tekûnû : olursunuz
3. yudrik-kum : size yetişir, erişir
4. el mevtu : ölüm
5. ve lev : ve eğer ... olsa
6. kuntum : siz oldunuz
7. fî burûcin : kalelerde, burçlarda
8. muşeyyedetin : sağlam, muhkem, yüksek
9. ve in : ve eğer, olsa
10. tusıb-hum : onlara isabet etti
11. hasenetun : hayır, iyilik
12. yekûlû : derler
13. hâzihî : bu
14. min indi : katından
15. allâhi : Allah
16. ve in : ve eğer
17. tusıb-hum : onlara isabet etti
18. seyyietun : kötülük
19. yekûlû : derler
20. hâzihî : bu
21. min ındi-ke : senin katından, senin tarafından, senden
22. kul : de, söyle
23. kullun : hepsi
24. min ındi : katından
25. allâhi : Allah
26. fe : artık
27. mâ li hâulâi : bunlara ne oluyor
28. el kavmi : kavim, topluluk
29. lâ yekâdûne : neredeyse olmayacak, olmuyor
30. yefkahûne : fıkıh ediyorlar, anlıyorlar
31. hadîsen : söz, konuşulan kelâm

* Dinimiz Akaid ( İnanç esasları ) ve Fıkıh olmak üzere 2 bölümdür. Akaid, akd etme yani sözleşme yapma demek. Yeniçeriler maaş konusunda anlaşınca önlerine konan akide şekerlerini yermiş. Bu bir tür sözleşme imzalama oluyor. Biz de Bezm-i elest'de ( Ben sizin Rabbiniz değil miyim? sorusunun sorulduğu meclis ) beli evet diyerek Hz.Allah'ımızla sözleşme yaptığımız için inanç esaslarına Akaid denmiş olmalı. Bezm-i elest Fıkıh da bilmemiz gereken dini bilgiler anlamında ibadetler ve muamelatdan oluşur. Muâmelât: İnsanların birbirleri arasında gerçekleştirdikleri, hukuki nitelikteki; alma, satma, kiralama, sözleşme yapma, şirket kurma, münâkehat ( nikâh, boşanma, nafaka ) türündeki işlemleri.
Bir başka sınıflandırma da ruhsal alan ve sosyal alan sınıflandırmasıdır. Bu durumda inanç esasları ve ibadetle bölümü ruhsal alan, muamelat bölümü de sosyal alan olmakta. Haksızlığı Hz.Allah'a yapıyorsak bu ruhsal alanla ilgilidir. İnsanlar, hayvanlar v.s. olmak üzere varlık a:lemine yapıyorsak bu da sosyal alanla ilgilidir.
Fıkıh: Lûgatta bilmek, anlamak veya ince anlayış sahibi olmak mânâlarına gelir. Fıkıh kelimesi İslâm Ansiklopedisi’ nde “Anlayış inceliği ve bilgi ” olarak kaydedilmektedir. M. Ebû Zehra fıkhı, “ söz ve fiillerin amaçlarını kavrayacak şekilde kesin ve derin anlayış “ olarak tarif etmektedir. Kur’ân-ı Kerîm’ de fıkıh kelimesi, ince ve derin anlayış “ olarak yer almıştır. ( Yusuf Kerimoğlu - KELİMELER KAVRAMLAR )
Fıkıh : kişinin amel yönünden hak ve vazifelerini bilmesi ( Ebu Hanife - İslâm Ansiklopedisi – Milliyet Yayınları ). Fıkıh: dinin ameli ( iş ve işlemlere ilişkin ) hükümlerini muayyen delil ve kaynaklardan elde ederek bilmektir ( Şafii - İslâm Ansiklopedisi – Milliyet Yayınları ). Bu durumda fıkıh insanın kendisi için lazım olan dini bilgileri; öğrenip anlaması, kavraması ( idrak etmesi, iyice anlaması ) demektir. Fatih Lütfü Aydın.
Not:1. Yukarıda ki İman Esasları ile ilgili ayetlerde kader 6 yer almamaktadır.
2. inanç bölümüne ters gelen bir şey yapan kişi dinden çıkar kâfir olur. Örneğin Allah’ ı inkâr ederse ya da şirke batarsa yani Allah’a tapmanın yanında başka varlıklara da tapar onların Allah’la aynı güce sahip olduğunu düşünürse müşrik ve kâfir olup, dinden çıkar.
Kişi ameli kısımla ilgili olarak Kur’an’a ters düşerse yalnızca günahkâr olur. Örneğin haksız yere adam öldürüse ya da namazını kılmaz, oruç tutmaz, haram yerse dinden çıkmaz günahkâr olur. Toprağa tohumu gömüp gizlediği için çiftçiye kâfir denir. Benzetme yaparak Allah gerçeğini gizlemeye kalkanlara da kâfir denmiş.
Müşrik Allah’a şirk koşan ortak koşan demektir. Bir müşrik Allah’a denk güce sahip varlıklar olduğunu kabul etmek suretiyle Allah’ın her şeye gücü yeten tek varlık olduğu gerçeğini reddettiği ya da gizlemeye kalktığı için aynı zaman da kâfirdir de olmuş olur.
3. Kışın dağlara yağan kar yazın eriyerek sel sularını kabartıp taşkınlara sebep olur. Bu Hz. Allah’ın doğa kanunu olarak belirlediği bir ölçüdür. Yani sel taşkınları kader olup, dere yatağına ya da kenarına bina inşa etmek ise, haksızca hırs ve beyinsizliktir.Başka bir örnek verilecek olursa, depremin Hz.Allah’ ın bir kaderi ; çürük, elverişsiz zemine yetersiz ve çürük malzemeyle bina inşa etmenin haksızca hırs ve beyinsizlik olduğu söylenebilir.
Bununla beraber Hz.Allah’ ın bir kulunun bir olayı deneyimleyerek ruhsal gelişim sağlamasını istemesi sonucu kulun başına gelenlere belki kader denebiliyordur. Bu deneyimin kaynağı kulun önceki bir zamanda yaptığı haksızca bir davranışı da olabilir, Hz.Allah’ ın sırf kuluna sevap yazabilmek amacıyla, bu deneyimi ona yaşatması da olabilir. Doğrusunu Hz.Allah bilir.

Fatih Lütfü AYDIN 13.12.2011

AKÂİD İLMİ
Akâid "akîde" kelimesinin çoğuludur. Akid ise sözlükte düğüm bağlamak, düğümlemek ve kesinlikle inanılan şey anlamlarına gelir. Buna göre, "İslâm akâidi" İslâm dininde kesinlikle inanılan hususlar mânâsına gelir ki bunlara "îmân esasları" da denir. Buna göre îmân esaslarını ihtiva eden ilme de "akâid ilmi" denir. Nitekim Seyyid Şerif Cürcânî de "Akâid"i tanımlarken "İslâm dininin amelî değil, itikadî hükümlerini ihtiva eden ve bunlardan bahseden bir ilim" olarak ifâde etmiştir (Ta'rîfât).
Hangi devirde ve hangi metodla olursa olsun îmân esaslarından bahseden ilim akâid ilmidir. Bu tür kitaplara da akâid kitapları denir. Fakat hususi mânâda akâid îmân esaslarından kısa olarak bahseden bir ilim olmuştur.
Akâid ilmi, Allah'ın varlığından, sıfatlarından, fiillerinden bahseden bir ilimdir. Her ne kadar nübüvvet ve ahiret ile ilgili konular da anlatılmakta ise de bunlar, ilâhî fiillere râcidir. Zira bütün itikadî meselelerin konusu Yüce Allâh'tır. Akaid ilminin gayesi, taklidden kurtulmak, tahkikî îmân derecesine ulaşmaktır." (F.K.)
AKAİD İLMİ BAŞLIKLI BU YAZI DİYANET İŞLERİ BAŞKANLIĞI SİTESİ’ NİN DİNİ KAVRAMLAR SÖZLÜĞÜ BÖLÜMÜNDEN ALINMIŞTIR.
KADER
Sözlükte "ölçmek, tahmin etmek ölçüp takdir ederek tayin etmek; gücü yetmek ve kudret" anlamlarına gelen kader, din ıstılahında, Allah'ın ebede kadar olacak şeyleri zaman ve yerini, özellik ve niteliklerini, nasıl ve ne zamanda olacaklarsa onların tamamını ezelde bilip o şekilde sınırlaması ve takdir etmesine denir. Bu durumda kader Allah'ın ilim sıfatını ilgilendirmektedir. O halde kader, Allah'ın ilmi doğrultusunda, kainatı ve ondaki her çeşit yaratığı belli bir düzen ve ölçüye göre idare eden ilâhî bir kanundur. Bu konuda Kur'ân'da şöyle buyurulmaktadır: "Biz her şeyi bir ölçüye göre yarattık." (Kamer,54/49); "O'nun katında her şey bir ölçüyledir."(Ra'd,13/8); "Kâinatta mevcut her şeyin hazineleri ancak bizim yanımızdadır. Biz onu ancak belli bir miktar ile indiririz." (Hicr,15/21); "Her şeyi yaratıp ona bir nizam veren ve mahlûkatın mukadderatını tayin eden Allah, yüceler yücesidir."(Furkân,25/2) (F.K.)
KADER BAŞLIKLI BU YAZI DİYANET İŞLERİ BAŞKANLIĞI SİTESİ’ NİN DİNİ KAVRAMLAR SÖZLÜĞÜ BÖLÜMÜNDEN ALINMIŞTIR.
İMAN ESASLARI ile İLGİLİ KUR’AN AYETLERİ
Yaşar Nuri ÖZTÜRK
Bakara Suresi
177. Yüzlerinizi doğu ve batı yönüne çevirmeniz zafer ve mutluluğa ermek değildir. Zafer ve mutluluğa ermek o kişinin hakkıdır ki, Allah'a, âhıret gününe, meleklere, kitaplara, peygamberlere inanır; akrabaya, yetimlere, çaresizlere, yolda kalmışa, yoksullara, özgürlüğüne kavuşmak gayretinde olanlara malı seve seve verir, namazı kılar, zekatı öder. Böyleleri söz verdiklerinde ahitlerine vefalıdırlar; bolluk ve bereket zamanı kadar, zorluk, sıkıntı ve şiddet zamanında da sabırlıdırlar. İşte bunlardır özüyle sözü bir olanlar. Ve işte bunlardır korunan takva sahipleri.
285. Resul, Rabb'inden kendisine indirilene inanmıştır; müminler de. Hepsi; Allah'a, onun meleklerine, kitaplarına, resullerine inanmışlardır. Allah'ın resullerinden hiç birini ötekinden ayırmayız. Şöyle demişlerdir: "Dinledik, boyun eğdik. Affet bizi, ey Rabb'imiz. Dönüş yalnız sanadır."
Nisa Suresi 136.
Ey iman edenler! Allah'a, onun resulüne, resulüne indirmiş olduğu Kitap'a, daha önce indirmiş olduğu Kitap'a inanın. Kim Allah'ı, O'nun meleklerini, kitaplarını, resullerini ve âhiret gününü inkâr ederse geri dönüşü olmayan bir sapıklığa gömülmüş olur.
AMELİ BÖLÜMLE ilgili KUR'AN AYETLERİ

Fıkıh
Araf Suresi
179. Yemin olsun ki biz, insanlardan ve cinlerden birçoğunu cehennem için yarattık. Kalpleri var bunların, onlarla anlamazlar; gözleri var bunların, onlarla görmezler; kulakları var bunların, onlarla işitmezler. Davarlar gibidir bunlar. Belki daha da şaşkın. Gafillerin ta kendileridir bunlar.
Bismillâhirrahmânirrahîm
Ve lekad zere’nâ li cehenneme kesîren minel cinni vel insi lehum kulûbun lâ yefkahûne bihâ ve lehum a’yunun lâ yubsırûne bihâ ve lehum âzânun lâ yesmeûne bihâ, ulâike kel en’âmi bel hum edallu, ulâike humul gâfilûn(gâfilûne).
1. ve lekad : ve andolsun ki
2. zere'nâ : yarattık, hazırladık
3. li cehenneme : cehennemi
4. kesîren : çok
5. min el cinni : cinlerden
6. ve el insi : ve insanlar
7. lehum : onların vardır
8. kulûbun : kalpler
9. lâ yefkahûne : fıkıh edemezler, idrak edemezler
10. bi-hâ : onunla
11. ve lehum : ve onların vardır
12. a'yunun : gözler
13. lâ yubsırûne : göremezler
14. bi-hâ : onunla
15. ve lehum : ve onların vardır
16. âzânun : kulaklar
17. lâ yesmeûne : işitemezler
18. bi-hâ : onunla
19. ulâike : işte onlar
20. ke el en'âmi : hayvanlar gibi
21. bel hum : hayır onlar, hatta onlar
22. edallu : daha çok dalâlette
23. ulâike : işte onlar
24. hum el gâfilûne : onlar gâfil olanlardır
Nisa suresi

78.Nerede olursanız olun ölüm sizi yakalayacaktır. Titizlikle korunan muhteşem kulelerde olsanız bile. Onlara bir iyilik isabet ettiğinde, "Bu, Allah katındandır!" derler. Ama kendilerine
bir kötülük dokunduğunda, "Bu senin yüzündendir." derler. De ki: "Hepsi, Allah katındandır." Şu topluluğa ne oluyor ki, neredeyse hiçbir sözü anlamıyorlar!
Bismillâhirrahmânirrahîm
Eyne mâ tekûnû yudrikkumul mevtu ve lev kuntum fî burûcin muşeyyedeh(muşeyyedetin), ve in tusıbhum hasenetun yekûlû hâzihî min indillâh(indillâhi), ve in tusıbhum seyyietun

yekûlû hâzihî min ındik(ındike), kul kullun min ındillâh(ındillâhi), fe mâli hâulâil kavmi lâ yekâdûneyefkahûne hadîsâ(hadîsen).
1. eyne mâ : nerede
2. tekûnû : olursunuz
3. yudrik-kum : size yetişir, erişir
4. el mevtu : ölüm
5. ve lev : ve eğer ... olsa
6. kuntum : siz oldunuz
7. fî burûcin : kalelerde, burçlarda
8. muşeyyedetin : sağlam, muhkem, yüksek
9. ve in : ve eğer, olsa
10. tusıb-hum : onlara isabet etti
11. hasenetun : hayır, iyilik
12. yekûlû : derler
13. hâzihî : bu
14. min indi : katından
15. allâhi : Allah
16. ve in : ve eğer
17. tusıb-hum : onlara isabet etti
18. seyyietun : kötülük
19. yekûlû : derler
20. hâzihî : bu
21. min ındi-ke : senin katından, senin tarafından, senden
22. kul : de, söyle
23. kullun : hepsi
24. min ındi : katından
25. allâhi : Allah
26. fe : artık
27. mâ li hâulâi : bunlara ne oluyor
28. el kavmi : kavim, topluluk
29. lâ yekâdûne : neredeyse olmayacak, olmuyor
30. yefkahûne : fıkıh ediyorlar, anlıyorlar
31. hadîsen : söz, konuşulan kelâm

İman Esasları ile Fıkıh bölümünün İbadet dışında kalan kısmı yani Muamelat ( İnsanların birbirleriyle olan muameleri, işlemleri ) bir başka deyişle Hukuk ( Haklar ) Sosyal Alandır.
Zaman değişince ahkâm yani Kur'an ayetleri değişebilir. Bu da ancak sosyal alanda olabilir. Ruhsal alanda yani inanç esaslarında ve doğa kanunlarında değişme olmaz.

1. Allah bir tanedir. Ortağı yoktur.
2.Su 100 derecede kaynar.
Sosyal alandaki hacca atla, deveyle ya da herhangi bir binitle gidin ayeti elbetteki günümüze güncellenmiş yani otobüs, uçak vs. ile gidilir, olmuş. Sosyal alandaki uyarlamalar da Kur'an'ın özüne uygun olmalı yani haksızlık içermemelidir. F.L.A..
Mirasla ilgili yazımdan bir alıntı.
Miras hakkında, tarla, bahçe, mal (sığır, davar vs.) gibi varlıkların miras nedeniyle aşırı bölünmesi verimin düşmesine neden olup, geçimi üstlenen erkek için büyük bir ekonomik yıkıma sebebiyet vermesin, diye kızlara az pay emredilmiştir şeklinde yorumlar vardır.
İkinci bir yorum da, ilkel toplumların geliştirilmesi amacıyla bazı ayetlerin tıpkı içki ile ilgili ayetlerde olduğu gibi derece derece, alıştıra alıştıra indirilmiş olduğudur.Ayrıca ayetin emir kipinde değil de öneri kipinde olması bu işin zamana bırakıldığının bir göstergesidir.Ruhsal alanla ilgili ahkâm yani Kur’an ayetleri değişmez ama miras gibi sosyal alana yönelik ayetler zaman değişince ahkâm değişir sözü gereği haksızlık içermeden zamana uydurulmalıdır. 11.05.2018 Fatih Lütfü Aydın.
Tezkiye
NECM-32
Ellezîne yectenibûne kebâirel ismi vel fevâhışe lemem(lememe), inne rabbeke vâsiul magfireh(magfireti), huve a'lemu bikum iz enşeekum minel ardı ve iz entum e cinnetun fî butûni ummehâtikum, fe lâ tuzekkû enfusekum, huve a'lemu bi menittekâ.
1. ellezîne : o kimseler ki
2. yectenibûne : kaçınırlar
3. kebair : büyük
4. el ismi : günah
5. ve : ve
6. el fevâhişe : çok çirkin yüz kızartıcı olanından
7. illa : dışında, hariç
8. el lememe : küçük günahlar
9. inne : muhakkak ki
10. rabbeke : senin Rabbin
11. vâsiu : geniş olandır
12. magfireti : mağfireti
13. huve : o
14. a'lemu : daha iyi bilendir
15. bikum : sizi
16. iz enşeekum : (inşa ettiği) yarattığı zaman
17. min el ardi : topraktan
18. ve iz : ve o zaman
19. entum : siz
20. ecinnetun : bir cenin
21. fî butûni : karınlarında
22. ummehâtikum : annelerinizin
23. fe : öyleyse
24. lâ tuzekkû : temize çıkartmayın
25. enfusekum : nefslerinizi
26. huve : o
27. a'lemu : iyi bilendir
28. bi men : kimseyi
29. ittekâ : takva sahibi

Öyle kişilerdir ki onlar, günahın büyüklerinden ve iğrençliklerden çekinip kaçınırlar. Bazı küçük sürçmeler hariç. Hiç kuşkusuz, senin Rabbin affı geniş olandır. Sizi en iyi bilen O'dur: Hem sizi topraktan oluşturduğu zaman hem de annelerinizin karınlarında ceninler halinde bulunduğunuz zaman. O halde kendi kendinizi temize çıkmış göstermeyin; kimin sakındığını en iyi bilen O'dur.
Tezkiye kişilerin kendini Allah katında temiz ve takva sahibi gibi göstermesidir.
Eğer takva sahibini ( Allah’ ın sevgisine ulaşamama korkusuyla Allah’ tan sakınıp onun rızasına uygun yaşayanı ) en iyi Allah biliyorsa, biz nasıl bileceğiz sorusuna da Allah’ ın öğretmen
olduğundan söz eden ayetler cevap verebilir.

Neye, Kime İnanacağız

Bakara Suresi
282. Ey iman sahipleri! Belirli bir süre için birbirinize borç verdiğinizde onu yazın. Aranızda bir yazıcı adaletle yazsın. Yazıcı, Allah'ın kendisine öğrettiği şekilde yazmaktan kaçınmasın, yazsın. Borç altına giren kişi de onu kayda geçirtsin ve Rabb'inden korksun da borcundan hiç bir şey eksiltmesin. Borç altına giren, aklı ermez yahut zayıf, çaresiz biri ise yahut yazdırmaya gücü yetmiyorsa, velisi adaletle yazdırsın. Erkeklerinizden iki kişiyi de tanık tutun. Eğer iki erkek yoksa rızanızla kabul edeceğiniz tanıklardan bir erkek ve iki kadın gerekir. Bu, kadınlardan biri şaşırırsa / unutursa ötekisi ona hatırlatsın diyedir. Tanıklar, çağırıldıklarında çekimser davranmasınlar. Küçük veya büyük, borcu, süresine kadar yazmaktan üşenmeyin. Böyle yapmanız Allah katında adalete daha yakın, tanıklık için daha sağlam, kuşkuya düşmemeniz için daha elverişlidir. Ancak aranızda döndürüp durduğunuz tamamen peşin bir ticaret söz konusu ise onu yazmamanızda sizin için bir sakınca yoktur. Karşılıklı alışveriş yaptığınızda da tanık bulundurun. Yazıcıya da tanığa da zarar verilmesin. Böyle bir şey yaparsanız bu, kendinize kötülük olur. Allah'tan korkun. Allah size öğretiyor. Allah, her şeyi en iyi biçimde bilendir.

Enfal Suresi
29.Ey iman sahipleri! Eğer Allah'tan korkarsanız, Allah size hakla bâtılı/iyiyle kötüyü ayırma gücü verir, kötülüklerinizi örter. Allah, o büyük lütfun sahibidir.

Yâ eyyuhellezîne âmenû in tettekullâhe yec’al lekum furkânen ve yukeffir ankum seyyiâtikum ve yagfir lekum, vallâhu zul fadlil azîm(azîmi).

1. yâ eyyuhâ : ey, onlar ki
2. ellezîne âmenû : inanan, âmenû olan, Allah'a ulaşmayı dileyen kimseler
3. in : eğer
4. tetteku allâhe : Allah'a (karşı) takva sahibi olun
5. yec'al : kılar, yapar
6. lekum : sizin için, sizi, size, siz
7. furkânen : bir furkan (hak ve bâtılı ayırma özelliği)
8. ve yukeffir : ve örter
9. an-kum : sizden
10. seyyiâti-kum : günahlarınızı
11. ve yagfir-lekum : ve size mağfiret eder
12. ve allâhu : ve Allah
13. zu el fadli el azîmi : büyük fazl sahibidir

Kıyame Suresi

18. O halde, biz onu okuduğumuzda, sen onun okunuşunu izle.
19. Sonra onu açıklamak da bizim işimiz olacaktır.

Demek ki önce kendimiz sahte kul olmamalıyız yani tüm sahtelerden ( hadis, mürşid, şeyh vs) korunmak için Allah’ tan hakkıyla sakınan sevgili kul olmak amacıyla çabalamalıyız.
Allah’ ın kitabını Nasrettin Hoca’ nın eşeği gibi arpa için ya da yağlı pilav için yüzünden okumamalıyız. Anladığımız dilde okuyup, anlayıp Allah’ ın rızasına uygun şekilde hayata
geçirmeliyiz.

17.02.2012
Fatih Lütfü AYDIN

Tasavvufun Basamakları


Yukarıda ki alıntı aşağıda ki yazı için ayrıntılı bilgilere sahiptir.

ALAK-1
Yaratan Rabbinin adıyla oku/çağır!
Bir bilgiyi gerektiğinde kullanmak üzere önce okumalı sonra hıfz etmeli yani bellekde saklamalı yani ezberlemeli. Burada adıyla ya da ismiyle okumak, Hz. Allah’ ı anarak, onun rızasını gözeterek okumak olmalı. Öğrenmek olumlu şeyler için de söz konusu olabilir olumsuz şeyler için de. Eğitim ise olumlu şeyleri okuyup hayata geçirmekle olanaklı olabileceğinden. Hz. Allah’ ın adını anarak, yani onun rızasına uygun şeyleri okuyarak onları hayata geçirmeli. Hz. Allah Alak Suresi Ayet 1’ de Yaratan Rabbinin adıyla oku/çağır! Derken olumlu şeyleri öğren yani kendini eğit demek istiyor olmalı.

KALEM-1
Nûn! Yemin olsun kaleme ve satır satır yazdıklarına Okumak ve yazmak beyni geliştirir yani Düşünsel Bölüm Katsayımızı ( DüBK ) arttırır. Yazmak aynı zamanda gerektiğinde kullanmak üzere bilgiyi bellekde saklamamızı, kafaya kazımamızı da sağlar.

*2 MUZZEMMİL
4.Yahut buna biraz ekle! Ve Kur'an'ı ağır ağır, düşüne düşüne oku!
Birşeyi ağır ağır, düşüne düşüne okumak o şeyi anlamaya, kavramaya çalışmaktır. Anladığımız dilde okumazsak bir şeyi yalnızca ezberleriz kavrayamayız. Kavrayamadığımız şeyi de hayata geçiremeyiz. Öğrenmek için okuma, ezberleme, kavrama ve uygulama aşamalarını hakkıyla yerine getirmeliyiz.
Bu durumda fıkıh*4 şeriat basamağının kavrama bölümüyle ilgili olmaktadır.
5. Doğrusu, biz senin üzerine ağır bir söz bırakacağız.
Bu Kur’an’ ın ruhta oluşturduğu fizik ötesi güç ve güzellikler olabilir. Kur’an’ ın bu suyunu içebilmek için onu iyi anlayıp Hak rızasına uygun hayata geçirmeliyiz. Demek ki Kur’an’ ın Arapça söylenişini ( telafuzunu ) okuyup ezberlemek şayet doğru kavrama ve hayata geçirme söz konusu değilse o yolu, şeriatı ( Kur’an Suyunu, Nurunu içme yolunu), boşa yürümek demektir. Kavramak için de anladığımız dilde okumalıyız.
*3 MUDDESSİR
4. Temizle giysilerini!
5. Uzaklaştır kendinden pisliği!
Bunlar da Tarikat basamağını anlatır. Pisliği her türlü pislik yani olumsuzluk ( negativite ) olarak düşünmeliyiz. Tarikat olumsuzluğu terk etmektir. Tarikat ve terk aynı kökten gelirler.Cemaat dini örgüt demek olduğundan tıpkı örgütlerde ya da derneklerde olduğu gibi cemaatlerde başkan ya da lider ile üyeler vardır. Tarikat ise dini okul olduğu için tarikatlerde öğrenci ( mürid, derviş ) ve öğretmen ( mürşid – i kâmil ) olur. Tarikatlerde şeyh ( dini lider ) olmaz. şeyh cemaat lideridir. İster şeyh desinler ister mürşid desinler filanca kişi şeyh ya da mürşid, ermiş dediklerinde sahte olup olmayacağının ölçüsü (Sah)Tezkiye ( sen ona istediğin kadar şeyh de ölçmeliyim onu ya çıkarsa sahte) ayetidir.
16.02.2012
Fatih Lütfü AYDIN


Başa Dön

 

U-Ü Grubu

  

 

 

Ulûl elbâb


Recep İhsan Eliaçık - Yaşayan Kuran Türkçe Meal Tefsir - Ulûl elbâb Alıntısı.. Hocamızdan Allah razı olsun.

ÂLİ İMRÂN, 7- Sana kitabı indiren O'dur. Bu kitapta, sağduyu sahibi herkesin ilk okuyuşta anlayabileceği ayetler(2) vardır; kitabın ana temasını bunlar oluşturur. Bir de, benzetmeler yapılan dolaylı anlatımlar vardır.(3) Kalplerinde eğrilik olanlar, konuyu saptırmak ve keyiflerince yorumlamak için dolaylı anlatımlara göz dikerler. Hâlbuki, bu tür ifadelerde ne denmek istendiğini(4) ancak Allah, bir de ilimde derinleşmiş olanlar bilir.(5) inandık, hepsi Rabbimizdendir” derler. Akıl ve vicdan sahipleri dışında düşünen yok!

(2) MUHKEM: Sözlükte [حكم] kökünden gelen [محكم], “sağlamca duran, engel olan” manasına geliyor. Araplar, “geri çevirdim, mani oldum” manasında ahkemet, hakemtu, hâkemtu diyorlar. Bunun için suçluyu suçundan men eden yargıç hâkim, atın başkaldırmasını önleyen gem hakemetu”-licâm, kendisine saldıracak kimseleri men eden sağlam yapı bindun muhkemun, uygun olmayan şeyleri engelleyen sağduyulu, aklıselim düşünme hikmet demek oluyor. Demek ki muhkem ayetler, sağduyu sahibi, aklıselim düşünebilen kimselerin konuyu saptırmadan, başka yönlere çekmeden ve gizli niyet taşımaksını ilk okuyuşta anlayabilecekleri ayetlerdir.

Esasında Kuran'ın genel olarak insanların sağduyusuna hitap ettiğini görüyoruz. Türkçe'de sağduyu, “mantıklı ve doğru düşünme duyusu, doğruyu yanlıştan ayırma özelliği” anlamında sağ kalan duyu, hâlâ ölmemiş, diri, canlı kalan duyu anlamındadır. Bu, Kur'an lisanında, Âdeme eşyanın ismini öğretme denilen şey olmalıdır. Yani yaratılıştan her insana verilen kavram üretme, eşyayı soyutlayarak kelimelerle ifade etme yeteneği... Her insan, yaratılıştan gelen bilgiyle suyu akışkan, taşı katı, pamuğu yumuşak, ateşi yakıcı olarak algılar. İşte bu henüz kelimelere dökülmeyen, duyu halindeki algılamaya, dilbilimde “k dili” denmektedir. (Chomsky). Her insan, işte bu ortak algılamayı, önce kendi beyninden diline indirir. Bu, anadil dediğimiz şeydir. Oradan da diller arasında çeviri olur. Sağduyu, işte bu henüz “dilbilim” konusu haline gelmemiş algılama olmaktadır; “k dili” budur. Yani eşyayı, aynı insani duyu ile algılama kabiliyeti... Örneğin İngiliz, Türk ve Arap; suyu önce bu yazılmayan k dilinde “akışkan” olarak algılar, bu hepsinde de aynıdır. Sonra buna, İngiliz “water”, Türk “su”, Arap “ma” der. İşte muhkem ayetler, doğrudan insanlardaki bu ortak duyuya, yani “k diline” hitabeden ayetlerdir. Bunlar kelimelere dökülünce, çeşitli anlam kaymalarına ve karışıklıklarına neden olur. Bu durumda, “k diline” tekrar tekrar dönmek icap eder. “K dilinden”, yani sağduyudan veya vicdanın sesinden onay almayan söylemleri, insanlık vicdanı dışına atar. Bu anlamda sağduyu, dile dökülmüş olanın getireceği zortukları, başka yönlere çekmeyi sürekli engeller, vicdanı sağlam ve diri tutar. Bu nedenle sağduyu sahipleri, vicdanının sesine kulak verenler ve fıtratını bozmayanlar, muhkem ayetlerle paralel yürür. Onların ne demek istendiğini hemen anlar Cünlkü söz tam da yerini bulmuştur.

(3) MUTEŞABİH: Sözlükte, [شبه] kökünden gelen [متشابه], “benzeyen, benzer olan” demektir. İki şey birbirinden ayrılamadığı zaman bu kelime kullanılır. Bu nedenle helâl ile haramı aynı görüp ihlâl edene ashâbu'ş-şubeh denmiştir. Kur'an'da “İnekler birbirine benzer” (Bakara;70); “ Birbirinin benzerleri olarak onlara sunuldu” (Bakara; 25); “Kalpleri birbirine ne kadar da benzemiş” (Bakara; 118) ayetleri ile ve “Helal bellidir, haram da bellidir. Bu ikisi arasında birbirine benzeyen şüpheli birçok şey vardır” hadisinde bu anlam kullanılmıştır. Keza Türkçe'de kuşku, zan, kuruntu, evham anlamlarına gelen şüphe bu köktendir. Kişi, iki şeyi birbirine karıştırdığı ya da ayıramadığı zaman şüpheye düşer, kuşkulanır. Kuşkunun ortadan kalkması için sağlam bilgiye, esasa, temele dönmesi gerekir. Bu esas, insanın sağduyusu veya vicdanının sesi dediğimiz şeydir. Yukarıda bunu “k dili” olarak açıklamıştık. Demek ki müteşabih ayetler çokanlamlı, benzetmeli (mecazi); imalı (istiare); dolaylı (kinaye) anlatım gibi edebi sanatlar kullanılarak ifade edilen; dile dökülmüş olmanın getirdiği güçlükleri içinde barındıran ifadelerdir. Muhkem ayetlerde bu durum nispeten azdır; ama insanın her iki durumda da sürekli olarak sağduyusuna, vicdanının sesine dönmesi gerekir. Çünkü Allah'ın vahyinin öbür yüzüne, sağduyunun veya vicdanın sesi diyoruz.

(4) TEVİL: Sözlükte [اول] kökünden gelir. Mastar olarak “ilk başa dönmek, aslına çevirmek” demektir. Evvel, evveliyat, müevvel, meal, te'vil vb. hepsi bu köktendir. Kur'an lisanında te'vil, sözü sahibine döndürme anlamına geliyor. Kur'an'ın sahibi Allah olduğu için, ne demek istediği yine O'na döndürülür; çünkü sözün merci O'dur. Allah bir kez söz söyleyip onu kitap haline getirdiği için ve sürekli olarak sözünü yenilemediği için ne demek istediğini anlamak zaman aktıkça güçlük çıkarabilir. Bu durumda söz, peygambere döndürülür. Keza söz, zaten sağduyu ve vicdanın öbür yüzü olduğu için ilimde derinleşmiş olanlar, sözü buraya da döndürebilirler. Demek ki te'vil, esas itibariyle sözü sağduyu ve vicdana döndürmek anlamındadır. Çünkü Allah, sözünü peygamberinin sağduyusu ve tertemiz vicdanı üzerinden söylemiştir. O sağduyu ve vicdan, her insana yaratılıştan verilmiştir. Âdeme öğretilen algılama ve kavrama yeteneği (eşyanın ismini öğretme) de, insanlığı ayakta tutan muhkem dayanak da budur.

(5) RASİHUN: Sözlükte [رسخ] kökünden gelir. Mastar olarak “tutarlı olmak, iyice yer- leşmek, derinleşmek, sabit olmak” demektir. Yerleşmek, sağlamlaştırmak (tersih); köklü,sağlam, yerleşmiş (râsih); tutarlılık ve sağlamlık (rusuh) kelimeleri bu köktendir... Türkçedeki derin âlim, derin hoca deyimlerindeki manayı çağrıştırır. Şu halde ilimde derinleşenler, “Allah'ın ne dediği” ortada olduğuna göre; “Allah ne demek istedi” veya “Allah ne derdi” soruları üzerinde derinleşenler demek olur. Bunları, “Allah'ın ne dediğinden” yani var olan vahiy metninden, ne dediğini ilk anlayan ve uygulayanlardan, maksatlarından, maslahatlarından ve son alarak da vahyin öbür yüzü dediğimiz sağduyu ve vicdanın sesinden çıkarırlar. Öte yandan te'vil veya asladöndürme, yani maksadı yakalama çabası, ayette ilimde derinleşenlere tanınmış görünüyor. Bunun tanınmamış olduğunu ve ayette buna yol olmadığını savunan görüş ise isabetli görünmemektedir. Çünkü “ilimde derinleşmek”, tam da bu iş için lâzımdır. Ayette, “İnandık, hepsi rabbimizdendir” sözünü söylemek için rasihun olmaya gerek yok. Bu sözü zaten ortalama her Müslüman söylüyor. Şu halde söz konusu ayet, “Ondan ne kastedildiğini (te'vilini) ancak Allah ve ilimde derinleşenler bilir” şeklindedir. Aradaki “ve”, vav-ı ibtidaiyye olarak değil, vav-ı takibiye olarak okunmalıdır. (ibn Abbas, Mücahid ve Rebi b. Enes vs.) Demek ki muhkem ayetler, “Allah ne dedi?” sorusuna ilk okuyuşta aldığımız cevapken; müteşabih ayetler, “Allah ne demek istedi?” sorusunu sormamızı gerektirecek ayetler oluyor. Bu durumda, temiz kalp ve halis niyetle ilimde derinleşmek ve maksadı anlamak için çaba sarf etmek gerekir. Bir de “Allah ne derdi?” sorusu vardır ki, bu durumda ilimde derinleşenler, Allah'ın herhangi bir söylemi olmadan, kendi kendilerine sağduyunun ve vicdanın sesini dillendirebilirler. Bu da daha çok, Allah'ın önceki demelerinin üzerinden uzun asırlar geçmesi, toplumların değişmesi, iklimlerin başkalaşması sonucu ortaya çakan bir zaruret halidir. Tâ ki, Allah'ın en son demeleri gelinceye kadar bu böyle devam eder...

________________________________________________________________________________________________________________________________________________________

Bir tahmin yani kestirim olarak dil bilimciler tarafından elbab sözcüğünden lob ya da bir başka deyişle lop sözcüğü çıkarılmış, olabilir. Bilindiği üzere lob iri et parçası ya da iri parça demek. Bu yüzden anatomide beynin loblarından bahsedilir. Bu durumda Ulûl elbâb beyin sahipleri demek olabilir ama gerçek anlamda değil de değişmeceli anlamda olabilir. Düşünce ve duygularını Hakk rızasına uygun gerçekleştirenler demek olabilir bu Ulûl elbâb denen kişiler. Doğrusunu Hz. Allah bilir. FLA

İlgili bir yazım.

Beynimiz düşünsel, duyuşsal ve bedensel olmak üzere 3 tür eylem yürütür.
1. IQ Intelligence ( Zekâ ) Quotient ( Bölüm ), Düşünsel Bölüm, Düşünsel Eylemlerin Yürütüldüğü Bölüm.
2. EQ Emotional (Duyuşsal ) Quotient (Bölüm )

a) Duygusal ya da duyuşsal Eylemler’ in Yürütüldüğü Bölüm.
b) Hareketlerin ve Hücresel Eylemlerin Yürütüldüğü Bölüm.

Psikiyatrist ( Beyinbilimci ) Doç.Dr.Nusret Kaya’ ya göre IQ’ ya zekâ katsayısı denebilir ama EQ’ ya duygusal zekâ denemez. Nedenine gelince EQ beynin duygusal ya da duyuşsal eylemlerinin yürütüldüğü kısmı olup zekâ, düşünce, akıl türünden eylemleri içermez.

Bir öneri olarak IQ için Düşünsel Bölüm Katsayısı ( DüBK ) ve EQ için de Duyuşsal Bölüm Katsayısı ( DuBK ) tanımlamaları yapılabilir. Psikiyatrist ( Beyinbilimci ) Doç.Dr.Nusret Kaya beyni anlatmak için ceviz örneğini vermiş. Örnekte cevizin kabuğu kafatasını, zarı düşünsel bölümü ve cevizin yenen kısmını da beyin hücrelerinin % 72 sini kullanan duygusal bölümü simgelemekte. Beynin düşünsel bölümüne yani Tıp Bilimi’ndeki karşılığıyla Korteks’e üst beyin, duygusal bölümüne de alt beyin adını vermiş.

Halk arasında beynin düşünsel eylemlerinin yürütüldüğü üst beyne, beyin; duygusal eylemlerinin yürütüldüğü alt beyine ise kalp, yürek ya da gönül adı verilmiş. Düşünsel eylemler çok yoğun olduğunda beyin yorulduğu için üst beyine halk arasında beyin denmiş olabilir. Yine aynı şekilde duygusal eylemler deki yoğunluk ta kalbi hızlı hızlı attırdığından halk arasında alt beyine kalp denmiş olabilir.

Kur’an’da ki ulûl elbâb : Gönül ve akıl sahipleri daha açıkçası duru, şeytanilikten arınmış akıl ve gönül sahipleridir. Bizlerin de duru akıl ve gönül sahiplerinden olmamız için; aklımızı, duygularımızı ve bedenimizi şeytanilikten arındırmamız gerekiyor.

FLA _________________________________________________________________________________________________________________________________________________________

ALİ İMRAN-7
Yaşar Nuri Öztürk : Kitap'ı sana indiren O'dur: Onun ayetlerinden bir kısmı muhkemlerdir ki; onlar Kitap'ın anasıdır. Diğer ayetlerse müteşâbihlerdir. Şu var ki, kalplerinde bir eğrilik ve bozukluk bulunanlar, fitne aramak, onun yorumuna öncelik tanımak için Kitap'ın sadece müteşâbih kısmının ardına düşerler. Onun tevilini ise bir Allah bilir, bir de ilimde derinleşmiş olanlar. Bunlar, "Ona inandık, hepsi Rabbimizin katındandır." derler. Gönül ve akıl sahiplerinden başkası gereğince düşünemez.

Huvellezî enzele aleykel kitâbe minhu âyâtun muhkemâtun hunne ummul kitâbi ve uharu muteşâbihât(muteşâbihâtun), fe emmellezîne fî kulûbihim zeygun fe yettebiûne mâ teşâbehe minhubtigâel fitneti vebtigâe te’vîlih(te’vîlihi), ve mâ ya’lemu te’vîlehû illâllâh(illâllâhu), ver râsihûne fîl ilmi yekûlûne âmennâ bihî, kullun min indi rabbinâ, ve mâ yezzekkeru illâ ulûl elbâb(elbâbi).

Gönül ve akıl sahipleri (ulûl elbâb) Al-i imran, 7'ye göre gereğince düşünen kişler olduğundan bunlar ilimde derinleşmeye adaydırlar.Hz.Allah ne demiş diyerek kulak kabartır ve O'nun öğrencisi olurlar. Takva sahiplerine öğreten Hz.Allah'ın öğrencisi olmak için takvaya sarılırlar. FLA

Not: Takva şiiri en sonda yer almaktadır.

Öğretmeni Allah Olan Kitap

Öğretmeni Allah olan kitap,
Eder mi hiç saçma sapan hitap.

En yüce öğretmen Hz.Allah’tır.
“Rabbim ilmimi arttır.”* Diyene,
İlmini aktarır da aktarır.
O şah damarımızdan*1 da yakınımızdadır.

ÖĞRETMENLER GÜNÜN KUTLU OLSUN YA RABB!
KİTABINI İYİ ÖĞRENİP YAŞAMA GEÇİRELİM DE,
VERELİM SANA LAYIKIYLA HESAP.

24.11.2017 FLA
Saygılar ve Sevgiler.

*Yaşar Nuri Öztürk, Tâhâ Suresi,
114: O Melik/o hak hükümdar olan Allah, yüceler yücesidir. Sana vahyi tamamlanmadan önce, Kur'an hakkında aceleci olma. Şöyle de:"Rabbim, ilmimi artır!"

*1 Yaşar Nuri Öztürk, Tâhâ Suresi,
16: Yemin olsun ki, insanı biz yarattık. Nefsinin ona neler fısıldadığını da biz biliriz. Biz ona, şah damarından daha yakınız.

Bakara 282'ye göre Hz. Allah takva sahiplerine öğretmenlik yapacağını söylemektedir. O zaman Zuhruf 44'e göre Kur'an'dan sorumlu olduğumuz için Kur'an'ı en iyi şekilde öğrenmek amacıyla takvaya sarılmalıyız.FLA

282.YaşarNuri Öztürk: Ey iman sahipleri! Belirli bir süre için birbirinize borç verdiğinizde onu yazın. Aranızda bir yazıcı adaletle yazsın. Yazıcı, Allah'ın kendisine öğrettiği şekilde yazmaktan kaçınmasın, yazsın. Borç altına giren kişi de onu kayda geçirtsin ve Rabb'inden korksun da borcundan hiç bir şey eksiltmesin. Borç altına giren, ermez yahut zayıf, çaresiz biri ise yahut yazdırmaya gücü yetmiyorsa, velisi adaletle yazdırsın. Erkeklerinizden iki kişiy detanık tutun. Eğer iki erkek yoksa rızanızla kabul edeceğiniz tanıklardan bir erkek ve iki kadın gerekir. Bu, kadınlardan biri şaşırırsa / unuturs ona hatırlatsın diyedir. Tanıklar, çağırıldıklarında çekimser davranmasınlar. Küçük veya büyük, borcu, süresine kadar yazmaktan üşenmeyin. Böyle yapmanız Allah katında adalete daha yakın, tanıklık için daha sağlam, kuşkuya düşmemeniz için daha elverişlidir. Ancak aranızda döndürüp durduğunuz tamamen peşin bir ticaret söz konusu ise onu yazmamanızda yazmamanızda sizin için bir sakınca yoktur. Karşılıklı alışveriş yaptığınızda da tanık bulundurun. Yazıcıya da tanığa da zarar verilmesin. Böyle bir şey yaparsanız bu kendinize kötülük olur. Allah'tan korkun. Allah size öğretiyor. Allah, her şeyi en iyi biçimde bilendir. sizin için bir sakınca yoktur. Karşılıklı alışveriş yaptığınızda da tanık bulundurun. Yazıcıya da tanığa da zarar verilmesin. Böyle bir şey yaparsanız bu, kendinize kötülük olur. Allah'tan korkun. Allah size öğretiyor. Allah, her şeyi en iyi biçimde bilendir.

BAKARA
31.Yaşar Nuri Öztürk: Ve Âdem'e isimlerin tümünü öğretti. Sonra onları meleklere göstererek şöyle buyurdu: "Hadi, haber verin bana şunların isimlerini, eğer doğru sözlüler iseniz."

32. Yaşar Nuri Öztürk: Dediler ki: "Yücedir şanın senin. Bize öğretmiş olduğunun dışında bilgimiz yok bizim. Sen, yalnız sen Alîm'sin, her şeyi en iyi şekilde bilirsin; Hakîm'sin, her şeyin bütün hikmetlerine sahipsin."

151.Yaşar Nuri Öztürk: Nitekim size aranızdan bir resul göndermişiz; size ayetlerimizi okuyor, sizi temizleyip arıtıyor, size Kitap'ı ve hikmeti öğretiyor, size, daha önce bilmediklerinizi belletiyor.

251.Yaşar Nuri Öztürk: Nihayet Allah'ın izniyle onları bozguna uğrattılar. Ve Dâvud Câlût'u öldürdü. Ve Allah, Dâvud'a mülk/saltanat ve hikmet verdi. Ve ona dilediği şeylerden öğretti. Eğer Allah'ın, bazı insanları diğer bazılarıyla savması olmasaydı, yeryüzü bozguna uğrardı. Ama Allah âlemlere karşı çok lütufkardır.

239. Yaşar Nuri Öztürk:Bir korku ve endişe duyarsanız yürüyerek veya binit üzerinde kılın. Güvene kavuştuğunuzda bilmediğiniz şeyleri size öğrettiği şekilde Allah'ı zikredin.

MÂİDE-4 Yaşar Nuri Öztürk: Sana soruyorlar, onlar için helal kılınan ne? Şöyle söyle: "Sizin için bütün temiz nimetler helal kılınmıştır. Eğittiğiniz avcı kuşların tuttukları ile eğittiğiniz av köpeklerinin tuttukları da size helal kılındı. Siz bu hayvanlara, Allah'ın size öğrettiklerinden öğretiyorsunuz. O halde onların sizin için tuttuklarından da yiyin ve üzerine Allah'ın adını anın. Allah'tan sakının! Allah gerçekten hesabı çok çabuk görür."

ALAK
1.Yaşar Nuri Öztürk: Yaratan Rabbinin adıyla oku/çağır!
2.Yaşar Nuri Öztürk: İnsanı, embriyodan/ilişip yapışan bir sudan/sevgi ve ilgiden/husûmetten yarattı.
3.Yaşar Nuri Öztürk: Oku! Rabbin Ekrem'dir/en büyük cömertliğin sahibidir.
4. Yaşar Nuri Öztürk: O'dur kalemle öğreten!
5. Yaşar Nuri Öztürk: İnsana bilmediğini öğretti.

RAHMÂN
1.Yaşar Nuri Öztürk: O Rahman,
2.Yaşar Nuri Öztürk: Öğretti Kur'an'ı,
3.Yaşar Nuri Öztürk: Yarattı insanı,
4.Yaşar Nuri Öztürk: Belletti ona duygu ve düşüncelerini ifade etmeyi.

MÂİDE-110
Yaşar Nuri Öztürk: Hani, Allah şöyle demişti: "Ey Meryem'in oğlu İsa! Senin ve annenin üzerindeki nimetimi hatırla. Seni Ruhulkudüs'le desteklemiştim, beşikte iken ve erginlik çağında insanlarla konuşuyordun. Sana Kitap'ı, hikmeti, Tevrat'ı, İncil'i öğretmiştim. Benim iznimle çamurdan kuş görünümünde bir şey yaratıyor, içine üflüyordun da o benim iznimle kuş oluyordu. Doğuştan körü, abraşı benim iznimle iyileştiriyordun. Benim iznimle ölüleri çıkarıyordun. İsrailoğullarını senden uzak tutmuştum. Hani, sen onlara açık-seçik ayetleri getirdiğinde, küfre sapanları şöyle deyivermişti: "Açık bir büyüden başka bir şey değil bu."

ÂLİ İMRÂN
47.Yaşar Nuri Öztürk: Meryem dedi ki: "Rabbim, çocuğum nasıl olur benim? Bana hiçbir insan dokunmadı ki! " Allah cevap verdi: "Allah dilediğini işte böyle yaratır. Bir iş ve oluşa karar verdiğinde sadece ona "Ol! " der; ve o hemen oluverir."

48.Yaşar Nuri Öztürk: Ona Kitap'ı, hikmeti, Tevrat'ı ve İncil'i öğretecek.

YÛSUF
6. Yaşar Nuri Öztürk : İşte böyle! Rabbin seni seçip yüceltecek, olayların ve sözlerin tevilinden, sana birşeyler öğretecek, hem senin hem Yakub soyunun üzerinde nimetini tamamlayacaktır. Tıpkı bundan önce ataların İbrahim ve İshak üzerine o nimeti tamamladığı gibi. Şu kesin ki, senin Rabbin Alîm'dir, Hakîm'dir.

37. Yaşar Nuri Öztürk: Yûsuf dedi ki: "Rızıklanacağınız herhangi bir yemek size gelmeden önce onun yorumunu ikinize mutlaka bildiririm." Bu, Rabbimin bana öğrettiği şeylerdendir. Ben, Allah'a inanmayan ve âhireti de tamamen inkâr eden bir toplumun milletini terk ettim."

68. Yaşar Nuri Öztürk: Babalarının emrettiği yerlerden kente girdiklerinde, bu onlardan Allah'ın herhangi bir takdirini uzak tutmamıştı; sadece Yakub'un içindeki bir isteği gerçekleştirmişti. Yakub, bizim ona öğretmemizden dolayı bilgi sahibi idi. Ama halkın çoğu bunu bilmezdi.

101.Yaşar Nuri Öztürk: "Rabbim, sen bana mülk ve saltanattan bir nasip verdin. Olayların ve düşlerin yorumundan ban bir ilim öğrettin. Ey gökleri ve yeri yaratan! Benim dünyada da âhirette de Velî'm sensin. Beni müslüman/sana teslim olmuş olarak öldür ve beni barışsever hayırlı kullar arasına kat."

KEHF-65
Yaşar Nuri Öztürk: Orada, kullarımızdan öyle bir kul buldular ki, biz ona katımızdan bir rahmet vermiş, lütfumuzdan bir ilim öğretmiştik.

ENBİYÂ-80
Yaşar Nuri Öztürk: Ona, sizi sizin şiddetinizden koruyacak olan zırh yapma sanatını öğrettik. Peki siz şükrediyor musunuz?

NİSÂ-113
Yaşar Nuri Öztürk: Eğer Allah'ın senin üzerindeki lütfu ve rahmeti olmasaydı, onlardan bir grup seni şaşırtmaya mutlaka yeltenecekti. Ama onlar kendilerinden başkasını saptıramazlar. Ve sana hiçbir şekilde zarar veremezler. Allah sana Kitap'ı ve hikmeti indirmiş ve sana bilmediğin şeyleri öğretmiştir. Allah'ın senin üzerindeki lütfu çok büyüktür.

NEML-6
Yaşar Nuri Öztürk: Emin ol ki, sen bu Kur'an'a Hakîm ve Alîm bir kudret tarafından muhatap kılınıyorsun.

NAHL
103.Yaşar Nuri Öztürk: Yemin olsun ki, biz, onların, "Kur'an'ı ona bir insan öğretiyor" demekte olduklarını biliyoruz. Nispet etmeye uğraştıkları adamın dili yabancıdır. Oysaki bu, apaçık Arapça bir dildir.

104.Yaşar Nuri Öztürk: Allah'ın ayetlerine inanmayanlara Allah kılavuzluk etmez. Onlar için acıklı bir azap öngörülmüştür.

ENFÂL-29
Yaşar Nuri Öztürk: Ey iman sahipleri! Eğer Allah'tan korkarsanız* Allah size hakla bâtılı/iyiyle kötüyü ayırma gücü verir, kötülüklerinizi örter. Allah, o büyük lütfun sahibidir.

Rahman Suresi Yaşar Nuri Öztürk

1. O Rahman,
2. Öğretti Kur'an'ı,
3. Yarattı insanı,
4. Belletti ona duygu ve düşüncelerini ifade etmeyi.

TAKVA

Takva*, Allah’ın azabından sakınıp,
Rızasına uygun yaşama.
Allah'ın yap dediğini yapıp,
Yapma dediğini yapmama.
Takva ruhta devrim, ruhta büyük aşama.

Allah'ın azabından sakınmak,
Önlem almaktır, değildir, korkmak.
Önlem almak, aklı işletmek, demek.
Bunun ayrımını iyi yapmak gerek.

Korku nefreti doğurur,
Nefret seveni sevdiğinden soğutur.
Ol! Allah'ın sevgisinin enerjisiyle yücelen.
Artsın böylece manevi seviyen, derecen.

Akılla, iradeyle en sonunda sevgiyle Allah’a ulaşılır.
Bunlar işletilmezse şeytana bulaşılır.

Takva ile, takva ile kurtulursun takva ile.
Allah’tan sakınmazsan, yersin şeytandan sille.
Tasavvuf günahtan, dünya hırsından arınma.
Şeytanla savaşıp, Allah’a sığınma.

Şartın çoğulu, şartlar kurallar demek şeriat.*
Hakk’ın rızasına uygun kuralları, hayatına kat.
İlahi şerbetin, şarab-ı kevserin malzemesidir şeriat.
Kur’an’dan bu tarifi alıp, ilk adımı at, bu tadı tat.

Kuralları ölç akıl, Kur’an cetvelleriyle.
Şeytan aldatmasın seni; hurafeleriyle, düzmeceleriyle.
Mezhep, müteşabih, benzer ve çok anlamlı ayetlerde yorum yapmak.
Önemli olan doğru ayette, doğru anlamı kapmak.

Darp; vurmak, darbe yapmak, sürmek birini bir yerden.
Yorum ister, çünkü çok anlamlı kelimelerden
Kur’an şirretlik eden eşinizi darp edin der.
Hadislerin, Kur’an’ın özüne uyanı bulamazsan, şeytan seni yer.
Peygamberimize bak ne yapmış, böyle durumlarda.
Onu örnek alırsan hata etmezsin mezheplerde, yorumlarda.
Hadis, bir hadise, olay karşısında peygamberimizin söz ve eylemidir.
Rivayete, söylentiye aldırma, Kur’an’a bak öylemidir, böylemidir.
Kur’an’a göre peygamberler, çıkmaz Hak rızası dışına.
Kur’an cetveliyle ölçmeli hadisleri, sahih, sahi olmayanı çıkabilir karşına.

Tasavvufun aşamaları şeriat, tarikat, marifet, hakikat.
Şeriat malzemesi yemeğin, pişirmesi tarikat.
En zor aşama, bilgilerin uygulanması bölümü,
Şeytandan görürken işkenceyi zulümü,
Beğen ölümlerden ölümü,
Tarikat, ayağı sertçe yere vurmak.
Hak yoluna oturmuş şeytana direnmek ona karşı durmak.

Tarikat, terk etme kökünden, direnmeler demektir.
Bayağı bir ter döküş, bayağı bir emektir.
Tarik, Peygamberimizin adı.
Şeytani arzuları terk ederek,
Zulüm karanlığını delerek,
Parlayan sabah yıldızı demek.

Usta bir Tarik oldun mu başlar marifet.
Orda sunulur sana ruhsal ziyafet.
Sahiplenirde böbürlenirsen, fizik üstü ruhsal halleri.
Yersin şamarı, düşersin uçuruma doğrulamazsın geri.

Ayağını sertçe yere vur, işte sana su.*2
Bu suyun adı nurdur, budur doğrusu.
Gönlünü Hak ateşiyle yaka yaka.
Yüzünü nur ile yıka,
Böyle varılır, HAKK’A, H A K İ K A T ’ A.

Kalkar ise Hakkın salatı, desteği,
Başlar şeytanın rehberliği,
Yaşarsın her türlü şeytani özelliği.
Demek ki 1. salat yani Hakk desteği,
İkincisinden daha önemli.

Destek sürsün istiyorsan,
Hiç ayrılma takvadan.
Araplar, takvaya Kur'an'dan önce de,
Deve tekmesinden sakınma dermiş.

Allah'ın sopası yok, demişler.
Takvasız namaz kılana,
Şeytan atar ne tekmeler.
Hz.Allah takvayı bize kalkan eder.

Kasas, 56
Yaşar Nuri Öztürk: Şu bir gerçek ki, sen istediğin kişiyi doğru yola iletemezsin. Ama Allah, dilediğine kılavuzluk eder. Hidayete erecekleri O daha iyi bilir.

Bakara, 2
Yaşar Nuri Öztürk: İşte sana o Kitap! Kuşku,çelişme, tutarsızlık yok onda. Bir kılavuzdur o, korunup sakınanlar için.

Kur'an bir ayetine bir başka ayetiyle açıklık getirir.
Kasas 56'da Allah istediğine kılavuzluk eder deniyor. Kim bunlar sorusunun yanıtını da Bakara 2'deki korunup sakın anlar yani takva sahipleri kısmı veriyor. Ayrıca doğru yola iletmenin şeyhlere vs. lere değil Allah'a ait olduğunu da Kasas 56'dan anlamış oluyoruz. Takva Allah''ın azabından sakınmak için rızasına uygun yaşamak demek. Araplar Kur'an'dan önce devenin tekmesinden sakınmak için biraz gerisinden
yürümeye takva dermiş.

Önlem alıp sakınmak en doğrusudur.
Biraz sakın biraz geri dur.
Öğrenemezsen haddi bilmeyi,
Yersin böyle tekmeyi.

01.08.2018
F.L.A.

Aslında şeriat hayvanların suya ulaşmak için izledikleri yolmuş. Kur’an’ ın manevi suyuna, huzuruna ulaşmak için biz insanların Kur’an’ ı anlayarak okuma ve hayata geçirme gibi yolları izleme ve Kur’an’da ki emirleri, şartları yerine getirme durumunda olmamız, Gerçek şeriatın Kur’an’ın Şeriat, Tarikat ve Marifet aşamalarını aşıp Hakikate ulaşmanın şartları olduğunu ortaya koyar. Yani gerçek şeriat Kur'an'ın kalıcı huzuruna, manevi suyuna götüren şartlar, yollar ve kurallardır. Bunun için de Kur'an insanın anlayacağı bir şekilde okunmalı ve Hakk'ın rızasına uygun bir şekilde hayata geçirilmelidir.

· Kur’an Allah’ın sevgili kulu olmak için gereken şartlar bilgisi olup,
Eğitimin basamaklarında bilgi basamağına karşılık gelir.
Bk. Tasavvufun Basamakları

Toparlayacak olursak, şeriat amaca ulaşmak için izlenen yollar, yerine getirilen şartlar olduğuna göre Kur’an da bir şeriattır ama başka şeriatlardan ayırmak için Kur’an Şeriatı diyerek Kur’an kastedilmelidir. Yoksa her şeriatı Hakiki Din İslâm zannetmek kişiyi Allah’ın Nuruna, İlâhi Suyu’na değil şeytana götürebilir.<br/><br/>

*Aşağıdaki İTTİKA alıntısından anlaşıldığı gibi, İttikânın isim şekline takva denir.

İTTİKÂ
Bir şeyi korumak, zarar verecek şeylerden sakınmak, bir şeyi başka bir şeyle tehlikelere karşı korumaya almak anlamındaki "vikâye" kökünden gelen ittikâ; sözlükte; kuvvetli bir himayeye girerek korunmak, sakınmak, kendini muhafaza altına almak, bunun gereği olarak korkmak ve çekinmek demektir. İttikânın isim şekline takva denir. Din ıstılahında ittika ve takva; imân edip emir ve yasaklarına uyarak, Allah'a karşı gelmekten sakınmak, dünya veya âhirette insana zarar verecek, ilâhî azaba sebep olabilecek inanç söz, fiil ve davranışlardan ve her türlü günahtan sakınmak anlamına gelir. Takva sahibine muttaki denir. (bk. Muttaki) Kur'ân, baştan sona kadar takva-ittikâ kavramı ile örülmüş, çeşitli formlarda 250 defa kullanılmıştır. 54 defa (ittekullah'a) şeklinde Allah'a karşı gelmekten sakınılması emredilmiştir. Peygamberler de ümmetlerine hep takvayı tavsiye etmişlerdir (Âl-i İmrân, 3/138). Kur'ân'da ittikâ kavramı; îmân (Şu'arâ, 26/11), tevbe (Mâide, 5/65), itâat (Nahl, 16/52), ma'siyetleri terk etmek (Bakara, 2/189), korkmak (haşyet) (Hac, 22/1), ibâdet etmek (Nahl, 16/2) ve ihlas (Tevbe, 9/108. Hac, 22/37) anlamlarında kullanılmıştır. Takvanın üç mertebesi vardır; 1- Şirk, küfür ve nifaktan korunarak îmana sarılmak. (Fetih, 48/26) Kelime-i tevhid, (Lâilâhe illallah=Allah'tan başka ilâh yoktur cümlesi) kelime-i takvadır (Tirmizî, Tefsîr, 48). 2- Büyük günahları işlemekten, küçük günahlarda ısrar etmekten kendini alıkoymak ve dini görevleri, farzları yerine getirmek (A'râf, 7/96). 3- Kalbi, Hak'tan meşgul edecek her şeyden temizleyip bütün varlığı ile Allah'a yönelmektir (Âl-i İmrân, 3/102). İttikâ ve takva kavramının kapsamına îmân, ihsân, ihlas, ibâdet, itâat, sâlih amel, birr ve adalet gibi övme ifade eden bütün kavramlar girmektedir. Yani takva kavramı, bu kavramların ifade ettiği bütün anlamları içermektedir. Takva-ittikâ kavram adalet ve zulmün zıddıdır (Mâide, 5/2, 8; Bakara, 2/189, 237). "Takva, azıkların en hayırlısıdır." (Bakara, 2/197). (İ.K.)


*2 Ayağını yere vur işte sana su.
Bu suyun adı Nur’ dur budur doğrusu.

FLA

SÂD-42
Yaşar Nuri ÖZTÜRK "Ayağını yere vur! İşte yıkanacak bir yer, işte içilecek soğuk bir su! ..." dedik.

Not: Sadece bir tahmin olarak, bu ayağı yere vurma; kötülüğü emreden Nefs-i Emmare’ ye karşı spor yaparak, icabında ayağı sertçe yere vurarak direnme, iradeyi güçlendirme anlamında olabilir. Kötü alışkanlıklardan kurtuldukça ruhen bir serinlik, rahatlama bu düşünceyi kuvvetlendirmektedir. Ayrıca Tarık Suresi’ nde Tarık adı verilen sabah yıldızından onun karanlığı delmesinden bahsedilir. Tarık ayrıca yolcu demektir. Kısaca bir yolun zorluklarını, karanlığın (nefis terbiyesinin) sıkıntılarını aşıp ruhi ışıltıya Nur’ a kovuşan kişi anlamında kullanılıyor olmalı. Nur Suresi 35. Ayette Allah’ ın Nur’ undan bahsedildikten sonra, 36. Ayette Nur’ un, Kandil’ in nerelerde olduğu anlatılmaktadır.

Not: Bakara, 282, ayetinde Hz.Allah takva sahibine öğretmenlik yapacağını söylüyor. Demek ki Kur'an'ı anlamak için hadise değil takvaya gereksinimimiz, var.

02.01.2017 Fatih Lütfü AYDIN


Başa Dön

 

 

 

Ulu'l-emr



Recep İhsan Eliaçık - Yaşayan Kuran Türkçe Meal Tefsir - Ulu'l-emr Alıntısı.. Hocamızdan Allah razı olsun.

NİSA - 58- İYİ DİNLEYİN! Allah size emanetleri(51) ehline(52) vermenizi ve insanlar arasında hükmettiğiniz zaman adaletle(53) hükmetmenizi emrediyor. Gerçekten Allah, size ne güzel öğüt veriyor. Allah her şeyi işitiyor, her şeyi biliyor; bundan hiç şüpheniz olmasın.(54)

NİSA - 59- Ey iman edenler! Allah'a itaat edin, peygambere itaat edin, kendi ellerinizle iş başına getirdiğiniz yöneticilere de.(55) Sonra bir şeyde anlaşmazlığa düşerseniz, onu Allah'a ve Peygamberine götürün, eğer Allah'a ve ahiret gününe gerçekten iman ediyorsanız, bu hem hayırlı, hem de sonuç alma bakımından daha güzeldir.

(51) EMANET: Sözlükte | امن | kökünden gelir. Mastarı “inanmak, güvenmek, itimat etmek” demektir. Korkusuz ve asude olmak (emân); birine güven beslemek (emn); inanılır, güvenilir, mutemet olmak (emânet); birini sözünde tasdik etmek (imân); temin etmek, garanti vermek (te'min); güven, emanet (emânet); güçlü kuvvetli deve (el-amün); her şeyde kendisine itimat edilen kişi (umene); kalp sukunu, her duyduğuna inanan, güvenen (emene); bir şeyi koruyan, güvenilen, itimatlı adam, hain olmayan (el-emin) kelimeleri bu köktendir...

Emanet kelimesi Kur'an'da altı yerde geçer. Başlıca iki anlamda kullanılır; 1- İtimat etmek, güvenmek, 2- Görev ve sorumluluk. Terim olarak emanet, “Bir şeyi veya bir değeri gönül huzuruyla, güvenle başka birine teslim etmek veya aynı şeyi aynı şartlarla teslim almak” anlamındadır. Allah'ın insanlara verdiği bütün maddi ve manevi nimetler ile, insanların geri almak üzere verdikleri şeyler de birer emanettir. Emanetin ikinci anlamı, birinci anlamının uzanusı niteliğindedir. Görev bilinci, sorumluluk, iradesini kullanma yeteneği gibi manalara gelir. Tersi hiyanettir. Emanet ile hibe arasında fark vardır. Emanet, mülkiyeti başkasına ait olan, geri ödenmek zorunda olunan ve zarar verildiğinde tazmin edilmesi, ödetilmesi gereken şeyken; hibe, mülkiyeti ile birlikte geçen ve geri verilmek zorunda olunmayan ve zarar verildiğinde tazmin etme sorumluluğu olmayan şeydir. Bu anlamda bütün hükümet etme ve başa geçme durumları, bütün devlet makam, şan ve rütbeleri halkın birer emanetidir, geçicidir ve hesabı verilmek zorundadır. Hükümet etme, başa geçme işi, bir hibe ve ancak ölümle çıkarılan Allah'ın giydirdiği bir hırka değildir. İslam dünyasında saltanatın bu denli yer bulabilmiş olmasında, başa geçmenin halkın geçici bir emaneti değil; Allah'ın dilediğine verdiği mülkü, bağışı, hibesi olduğu anlayışı yatmaktadır...

(52)EHLİYET: Sözlükte (اھل) kökünden gelir Mastarı “alışmak, uyum sağlamak, layık olmak” demektir. Diğer âl |ال | şeklindeki okunuşu da, bu sözcüğün kısaltıl- mış halidir. Liyakat, uygunluk, yaraşırlık, hak (ehliyet); uygun görmek, yeterli duruma getirmek (tehil); evlenmek, yuva kurmak (teehhul); hak kazanmak (isti'hal); evli, evlenmiş (âhil); dolu, şen, şenlenmiş (âhilet); hoş geldiniz anlamında (ehlen ve sehlen); akraba, yakın, aile, eş, çevre, ocak, yol (ehil); yerli, iç, evcil, milli (ehliyyu); yerli üretim (intâc ehliyyu); yeterli, layık, uygun (müehhel); reva, layık, uygun (muste'hil) kelimeleri bu köktendir... | اھل| kökenli gelen kelimeler, Kur an'da 91 yerde geçer. Toplam dört anlamda kullanılır: 1- İnsan topluluğu (halk, ümmet, soy, aile, ocak, çevre) 2- Sahip 3- Liyakat-yeterlilik. 4- Yol, din. Görülüyor ki ehliyetin temel şartı, yine ayetin içinde adalete bağlanmıştır. İşle ilgili adalet, uzmanlık, yetenek ve ahlak sahibi herkes, o işin ehli demektir. Saf ehliyet budur.

(53)ADALET: Sözlükte (ادل | kökünden gelir. Mastarı “denk olmak, eşit olmak, düzeltmek, doğrultmak” manalarına geliyor. Değiştirmek, değişiklik yapmak, düzeli- mek, denkleştirmek (ta'dil); denkleştirmek, eşitlemek (muâdele); berabere kalmak (teâdül); ılımlı, insaflı olmak (itidal); adaletli insaflı (âdil); devenin heybesi (1dl) ba- canak, benzer (adil); eş, denk, benzer (muğdil); denklem (muâdele); oran, ortalama (muaddele); ılımlı, ılıman (mutedil) vb. kelimeler bu köktendir... | ادل | kökenli ke- limeler, Kur'an'da 28 yerde geçer. Hepsi de denge-eşitlik anlamında dört manada kullanılır: 1- Adalet, 2- Benzerlik-denklik, 3- Fidye, 4- Dürüst-sağlam karakter. Adalet kavramı, eşanlamlılarıyla (gıst , sevâ, vezn, vasat) birlikte ise 100'ü aşkın ayette yer alır. Terim olarak adalet eşitçe paylaştırma (et-tagsit ala's-sevâ) anlamına gelir; zıddı zulümdür (Rağıp). Görülüyor ki Kuran'ın dünyasında adalet, temel toplumsal değerdir. Bir otorite oluşturmanın, otoriteye itaat etmenin temel nedeni adalettir.

(54) Rivayetlere göre Mekke'nin fethi günü Hz. Peygamber, Kâbe'nin anahtarını yanındaki sahabelerinden birisine vermek istedi. Arap geleneklerine göre Kâbe anahtarı kime verilirse, onun kabilesi Mekke'nin yönetimine yani hükümet etmeye hak kazanmış sayılıyordu. Abbas, Ali ve Osman arasında çekişme oldu. İşte bu ayet, bunun üzerine nazil oldu (Razi). Bu ayetle Kur'an, hükümet etmenin, başa geçmenin temel şartını, “kabile, aşiret, soy” kavramalarını geçersiz kılarak; “adalet, emanet, ehliyet” kavramlarına dayandırmış oluyor. Bunlara daha sonra, “meşveret ve maslahat” kavramları da eklenmiştir. Bunlar, Islam siyaset felsefesi açısından hayati derecede önem arzeden, çok önemli kavramlardır.

(55) ULU'L-EMR: Sözlükte | اولى اﻻﻣﺮ | “emr (iş) sahipleri” demektir. Buradaki “sahipler” | اولى | ile önceki ayette geçen “layık, ehil olmak” | اھﻠﻳﺓ | kavramı ve bu ayetin sonunda geçen “sonuç alma bakımından” | ﺘاوﻳﻼ | sözcükleri, aynı köktendir; (ول |... Dilciler, bu kelimenin orta harfinin önce hemzeye, sonra da onun da elife dönüşmesi ile ehi, evi, âl kelimelerinin türetildiğini söylerler. (Nehhas) Şu halde ayetin manası, “Sizin emanete ehil görerek kendi ellerinizle seçip kamunun (halkın) işlerini sonuca bağlaması için iş başma getirdiğiniz kişilere, eğer sonuç almak istiyorsanız itaat edin, yaptıkları işte onlara destek olun” demek olur. Bu durumda “sizden olan” (minkum) ifadesi, “sizin rızanızla gelen, sizin seçerek iş başına getirdiğiniz” demek olur.

Muhammet Esed - Ulu'l-emr Alıntısı

Nisa, 59. Siz ey imana ermiş olanlar! Al-lah'a, Peygamber'e ve aranızdan (76) kendilerine otorite emanet edilmiş olanlara itaat edin; ve herhangi bir konuda anlaşmazlığa düşerseniz, onu Allah'a ve Peygamber'e götürün, (77) eğer Allah'a ve Ahiret Günü'ne [gerçekten] inanıyorsanız. Bu [sizin için] en hayırlısıdır ve sonuç olarak da en iyisidir. (78)

76 - Yani, "müminler arasından".
77 - Yani, Kur'an'a ve Hz. Peygamber'in sünnetine (sözlerine ve uygulamalarına). Ayrıca bkz. bu surenin 65. ayeti.
78 - Allah'tan "bütün mülkün sahibi" -ve bu nedenle, bütün ahlakî ve siyasî otoritenin nihaî kaynağı- olarak söz eden 3:26* ile bağlantılı olarak okununca yukarıdaki pasaj, hem tek tek müminler için temel davranış kurallarını, hem de İslam devletinin uygulamaları için gerekli kavramsal temeli ortaya koymaktadır. Politik güç, Allah'ın bir emanetidir (emânet) ve O'nun iradesi, İslam Hukuku'nu oluşturan emirlerde yansıtıldığı gibi, bütün hakimiyetin gerçek kaynağıdır. Bu bağlamda "aranızdan kendilerine otorite emanet edilmiş olanlar"ın vurgulanması, bir İslam devletindeki otorite sahiplerinin (ulu'l-emr) Müslüman olmaları gerektiğini açıkça göstermektedir.

Muhammet Esed Kur'an Tefsiri - Nisa, 59

*3:26 yani Al-i İmran, 26, DE Kİ: "Ey mutlak egemenlik sahibi Allahım! Sen egemenliği dilediğine verirsin, dilediğinden alırsın; dilediğini yüceltirsin, dilediğini alçaltırsın. Bütün iyilikler Senin elindedir. Doğrusu, Sen istediğini yapmaya kâdirsin".

_____________________________________________________________________________________________________________________________________________

Ulu'l-emr ( İş ve Yönetim Sahipleri ) teriminin yer aldığı Nisa, 59'dan önceki ayet olan Nisa, 58'de Adalet mülkün temelidir, sözüne açıklık getiren ve önemli olan emanet, ehliyet ve adalet terimleri geçmektedir. Adalet olmazsa mülk yani devlet çöker.
İhsan Eliaçık hocamız yukarıda bu terimlerle ilgili değerli blgiler vermiş. Hocamızdan Allah razı olsun.

Yani emanetler ehil ( işinin ustası ) olan kişilere verilmelidir. Ehliyet aslında liyakat ( bir işi layıkıyla yani tam hakkıyla yapabilmek ) demektir.

Liyakat deyince akla hemen o işle ilgili eğitim ve deneyim gelmekte ama bu ikisinden daha önemli olan özellikler dürüstlük ve özverili çalışkanlıktır.

YÖNETİMİN 5 İLKESİ

1. Adalet ( Denge, yalnızca insanlığa değil, kişinin kendi de dahil olmak üzere tüm yaratılmışa haksızlık etmemesi )
2. Meşveret ( Şûra; danışma, görüş alma, danışma meclisi, karşılıklı görüşme, oylama, danışmada tek adamlığa yer yoktur ).
3. Liyakat ( Emaneti ehline, layık olana verme )
4. Emanete Sadakat.
5. Maslahat ( Toplum Yararına İş Yapma )
https://www.cemilkilic.com/makale-67-islamin-bes-sarti-ya-da-hz-huseyin-neden-sehit-oldu.htm

1.Adalet ( Denge );
BAKARA-282 Yaşar Nuri Öztürk : Ey iman sahipleri! Belirli bir süre için birbirinize borç verdiğinizde onu yazın. Aranızda bir yazıcı adaletle yazsın. Yazıcı, Allah'ın kendisine öğrettiği şekilde yazmaktan kaçınmasın, yazsın. Borç altına giren kişi de onu kayda geçirtsin ve Rabb'inden korksun da borcundan hiç bir şey eksiltmesin. Borç altına giren, aklı ermez yahut zayıf, çaresiz biri ise yahut yazdırmaya gücü yetmiyorsa, velisi adaletle yazdırsın. Erkeklerinizden iki kişiyi de tanık tutun. Eğer iki erkek yoksa rızanızla kabul edeceğiniz tanıklardan bir erkek ve iki kadın gerekir. Bu, kadınlardan biri şaşırırsa / unutursa ötekisi ona hatırlatsın diyedir. Tanıklar, çağırıldıklarında çekimser davranmasınlar. Küçük veya büyük, borcu, süresine kadar yazmaktan üşenmeyin. Böyle yapmanız Allah katında adalete daha yakın, tanıklık için daha sağlam, kuşkuya düşmemeniz için daha elverişlidir. Ancak aranızda döndürüp durduğunuz tamamen peşin bir ticaret söz konusu ise onu yazmamanızda sizin için bir sakınca yoktur. Karşılıklı alışveriş yaptığınızda da tanık bulundurun. Yazıcıya da tanığa da zarar verilmesin. Böyle bir şey yaparsanız bu, kendinize kötülük olur. Allah'tan korkun. Allah size öğretiyor. Allah, her şeyi en iyi biçimde bilendir.

NİSÂ
58, Yaşar Nuri Öztürk : Şu bir gerçek ki, Allah size emanetleri, onlara ehil olanlara vermenizi ve insanlar arasında hükmettiğinizde adaletle hükmetmenizi emrediyor. Allah size bu şekilde ne güzel öğüt veriyor. Allah Semî'dir, çok iyi duyar; Basîr'dir, çok iyi görür.

135. Yaşar Nuri Öztürk : Ey iman edenler! Öz benliğiniz, anne-babanız, yakınlarınız aleyhine de olsa, zengin veya fakir de olsalar, adaleti dimdik ayakta tutarak Allah için tanıklık edenler olun. Allah, ikisine de sizden daha yakındır. O halde nefsinizin arzusuna uyarak adaletten sapmayın. Eğer dilinizi eğip büker yahut çekimser kalırsanız, Allah yapmakta olduklarınızdan haberdardır.

MÂİDE
8. ( Zulüme zulümle karşılık verilmez )Yaşar Nuri Öztürk : Ey iman edenler! Adalet ve dürüstlüğün tanıkları olarak Allah için kollayıp gözetleyenler olun! Bir topluluğun çirkinlik ve kötülüğü sizi adaletsiz davranmaya asla itmesin. Adaletli olun! Bu, takvaya/korunup sakınmaya daha uygundur. Allah'tan sakının. Allah, yapmakta olduklarınızdan haberdardır.

42. Yaşar Nuri Öztürk : Yalana iyice kulak verirler, haramı tıka-basa yerler. Sana geldiklerinde ister aralarında hüküm ver, ister onlardan yüz çevir. Eğer onlardan yüz çevirirsen sana hiçbir şekilde zarar veremezler. Ama aralarında hükmedersen, adaletle hükmet. Allah, adaletle hükmedenleri/adaleti ayakta tutanları sever.

EN'ÂM-115 Yaşar Nuri Öztürk : Rabbinin sözü hem doğruluk hem de adalet bakımından tamamlanmıştır. O'nun sözlerini değiştirecek hiçbir kuvvet yoktur. En iyi işiten, en iyi bilendir O.

A'RÂF
29. Yaşar Nuri Öztürk : Şunu da söyle: "Rabbim bana adaleti emretti. Her mescitte yüzlerinizi O'na doğrultun. Dini yalnız O'na özgüleyerek O'na yakarın. Tıpkı sizi ilk yarattığı gibi O'na döneceksiniz."

59. Yaşar Nuri Öztürk : Andolsun ki biz, Nuh'u toplumuna gönderdik de o şöyle dedi: "Ey toplumum! Allah'a kulluk ve ibadet edin. Sizin ondan başka tanrınız yok. Üstünüze çok büyük bir azabın inmesinden korkuyorum."

181. Yaşar Nuri Öztürk : Bizim yarattıklarımızdan bir ümmet var ki, hakka rehberlik eder ve onunla adalet sunarlar.

NAHL-90 Yaşar Nuri Öztürk : Şu bir gerçek ki Allah; adaleti, iyi ve güzel davranmayı, akrabaya vermeyi emreder. Tüm pisliklerden/edepsizliklerden, kötülükten, azgınlık, doymazlık ve kıskançlıktan yasaklar. Düşünüp ibret alırsınız ümidiyle size öğüt veriyor.

2. Meşveret; İstişare, Danışma (tek adamlığa yer yoktur)

Enbiya Suresi
7. Senden önce de ancak kendilerine vahyettiğimiz erler gönderdik. Hadi, sorun zikir/Kur'an ehline, eğer bilmiyorsanız...

Nahl Suresi
43. Biz senden önce de elçi olarak kendilerine vahyettiğimiz erkeklerden başkasını göndermedik. Eğer bilmiyorsanız, zikir/Kur'an ehline sorun.

Not: “Sebebin hususiyeti nassın umumiyetine engel değildir” yani bir hükmün ( Kur’an ayetinin), özel olması ( burada Kur’an ehli ) genellemeye engel değildir. Yalnızca Kur’an ehline değil her konunun ehline, uzmanına sorulabileceği anlamına gelir.

ÂLİ İMRÂN-159
Allah'tan bir rahmet sayesindedir ki, sen onlara yumuşak davrandın. Eğer kaba-saba, katı yürekli olsaydın senin çevrenden kesinlikle dağılır giderlerdi. O halde bağışla onları, af dile onlar için; iş ve yönetim konusunda da onlarla şûraya git. Bir kez azmettin mi de artık Allah'a güvenip dayan. Allah, tevekkül edenleri sever.

ŞÛRÂ-38
Yaşar Nuri Öztürk : Rablerinin çağrısına cevap verirler, namazı kılarlar. İşleri/yönetimleri, aralarında bir şûra'dır. Kendilerine verdiğimiz rızıklardan infak ederler.

3. Liyakat ( Emaneti ehline, layık olana verme );
Nisa 58. Yaşar Nuri ÖZTÜRK Şu bir gerçek ki, Allah size emanetleri, onlara ehil olanlara vermenizi ve insanlar arasında hükmettiğinizde adaletle hükmetmenizi emrediyor. Allah size bu şekilde ne güzel öğüt veriyor. Allah Semî'dir, çok iyi duyar; Basîr'dir, çok iyi görür.

İnsanlar arasında ki üstünlük ölçüsü ehliyet, bir işte ehil olma, usta olma olmalı. Layıklık ya da laiklik budur. Allah katında ki üstünlük ölçüsü olan takva, insanlar arasında ki üstünlük ölçüsü olursa, dini kılığa bürünmüş dinciler, insanları Allah ile aldatılar. Fatih Lütfü Aydın. 12.12.2012

EHLİYET, EMANET, EMNİYET.

Kulak verip de İslâm’ a, hakiki dine.
Vermeli emaneti ehline.
Gerçekten ehil kişi,
Üstlenir bir işi,
Alarak emanet.
Sağlar onunla,
Yaratılmış arasında emniyet.

Kasayı, masayı, nisayı put edinme.
İner yoksa ruhuna vijdani inme.
Edep; Eline, Diline Beline sahip olmaktır.
Gerçekten ehil kişi,
Kasayı, masayı, nisayı put edinmekten uzaktır.

Saygılar ve Sevgiler
02.06.2011
Fatih Lütfü AYDIN

İSRÂ
23. Yaşar Nuri Öztürk : Rabbin şöyle hükmetti: O'ndan başkasına kulluk / ibadet etmeyin, anaya babaya çok iyi davranın: Onlardan birisi yahut her ikisi senin yanında ihtiyarlık çağına gelirse sakın onlara "Öf!" bile deme; onları azarlama, onlara tatlı, iltifatlı söz söyle.

Not: Öf bile deme deniyor. İtaat et denmiyor. Ayrıca senin yanında yani kurallarını koyma hakkı senin olan evinde, kendi evinde deniyor. Tabi evin reisi olmak azarlamak hakkını vermez. Öf bile deme derken bu kasdediliyor. Çünkü evladın eline bakacak duruma düşüp de ondan azar işitmek baya bir çiledir. FLA

28. Yaşar Nuri Öztürk : Eğer onlardan, Rabbinden ümit ettiğin bir rahmeti bekleme yüzünden yüz çevirecek olursan, o zaman onlara yumuşak/tatlı bir söz söyle.

ANKEBÛT-8
Yaşar Nuri ÖZTÜRK Biz insana, anne babasına en güzel bir biçimde davranmasını, şunu söyleyerek önerdik: "Eğer onlar, hakkında hiçbir bilgin olmayan bir şeyle bana ortak koşman için seninle çekişirlerse, o takdirde onlara itaat etme. Yalnız banadır dönüşünüz. Nihayet ben size yapıp ettiğiniz şeylerin haberini bildireceğim."

LOKMÂN
14. Yaşar Nuri Öztürk : Biz, insana anne babasını önerdik. Annesi onu güçsüzlükle taşımıştır. Sütten kesilmesi de iki yılda olmuştur. O halde bana ve ana babana şükret. Dönüş banadır.
15. Yaşar Nuri Öztürk : Eğer onlar, hakkında hiçbir bilgin olmayan şeyi bana ortak koşman için seni zorlarlarsa, onlara itaat etme. Onlarla dünyada örfe uygun geçin; ama bana yönelenin yoluna uy. Sonunda dönüşünüz banadır. Yapıp ettiklerinizi size haber vereceğim.

Ebeveyne itaat ancak onların ulul emir olmaları yani hüküm ve yetki sahipleri ( iş ve yönetim sahipleri ) olmaları durumunda söz konusu olur. Çocuk rüştüne ermemişse ebeveyin hüküm ve yetki sahibidir itaat gerekir. Rüştüne ermişse itaat için ebeveynin ya patron, ya amir, ya da devlet görevlisi olması gerekir. Ya da ebeveyin, çocuk rüştüne erdiği halde kanunen değil de vicdanen destek oluyorsa haklı isteklere çocuk itaat etmelidir.Tabi ki itaat da iş kuralları ya da devlet kuralları çerçevesinde olacaktır.

Bütün bu durumların dışında ebeveyin benim dediğim olacak diyen bir davranış sergiliyorsa zulmediyor demektir. Sabırla kalbini kırmadan, tatlılıkla yanlışını anlatmak gerekir.

16.07.2011 Fatih Lütfü AYDIN

Not: NİSÂ-59
Ey iman sahipleri! Allah'a itaat edin. Resule ve sizin içinizden olan/sizin seçtiğiniz hüküm ve yetki sahiplerine de itaat edin. Sonra bir şeyde tartışmaya girdiniz mi, eğer Allah'a ve âhiret gününe inanıyorsanız, onu Allah'a ve resule arz edin. Böyle yapmanız hem daha hayırlı hem de sonuç bakımından daha güzeldir.

Yâ eyyuhellezîne âmenû atîûllâhe ve atîûr resûle ve ulil emri minkum fe in tenâza’tum fî şey’in fe ruddûhu ilallâhi ver resûli in kuntum tu’minûne billâhi vel yevmil âhir(âhiri), zâlike hayrun ve ahsenu te’vîlâ(te’vîlen).

1. yâ eyyuhâ: ey

2. ellezîne: olanlar

3. âmenû : âmenû oldular, îmân ettiler

4. atîû : itaat edin

5. allâhe : Allah

6. atîû : itaat edin

7. er resûle : resûl, elçi

8. ve ulî el emri : idareciler, komutanlar

9. min-kum : sizden

10. fe in : bundan sonra eğer

11. tenâza'tum : nizaya, anlaşmazlığa, ihtilâfa düştünüz

12. fî : hakkında, konuda, hususta

13. şey'in : bir şey

14. fe : o taktirde

15. ruddû-hu : onu arz edin, götürün

16. ilâ allâhi : Allah'a

17. ve er resûli : ve resûle, elçiye

18. in kuntum : eğer siz ... iseniz

19. tu'minûne : îmân ediyorsunuz

20. bi allâhi : Allah'a

21. ve el yevmi el âhiri : ve son güne

22. zâlike : bu

23. hayrun : daha hayırlı

24. ve ahsenu : ve daha güzel, en güzel

25. te'vîlen : te'vil, yorum bakımından

Bu ayetle ilgili olarak, şu vurguyu yapmak istiyorum. Ayette ki “Ey iman sahipleri! ve sizin içinizden olan/sizin seçtiğiniz” kısımlara dikkat çekmek gerekiyor.

İman sahiplerine min-kum : sizden

olan deniyor. Yani sizin çıkarınız için çalışan, size zulmetmeyen, anlamına geliyor bu kelime. İş ve yönetim sahipleri zalimse, hakaret ve haksızlık etmeden mücadele edip, yani üzerimize düşeni yapıp, gerisini Allah’a havale etmeliyiz bence.

Zulme Zulümle Karşılık Verilmez.

MÂİDE-8
Yaşar Nuri Öztürk : Ey iman edenler! Adalet ve dürüstlüğün tanıkları olarak Allah için kollayıp gözetleyenler olun! Bir topluluğun çirkinlik ve kötülüğü sizi adaletsiz davranmaya asla itmesin. Adaletli olun! Bu, takvaya/korunup sakınmaya daha uygundur. Allah'tan sakının. Allah, yapmakta olduklarınızdan haberdardır.

Zalimlere İtaat Felaket Getirir.

HÛD-59
Yaşar Nuri Öztürk : İşte buydu Âd. Rablerinin ayetlerine kafa tuttular, O'nun resullerine isyan ettiler. Ve her inatçı zorbanın emrine uydular.

ZUHRÛF
54. Yaşar Nuri Öztürk : İşte toplumunu böyle küçümsedi, onlar da ona itaat ettiler. Çünkü onlar yoldan sapmış bir toplum idiler.
55. Yaşar Nuri Öztürk : Onlar bizi bu şekilde öfkelendirince, biz de onlardan öç aldık; hepsini suya gömüverdik.
56. Yaşar Nuri Öztürk : Onları, sonra gelecekler için eski bir örnek yaptık.

YÛNUS-83
Yaşar Nuri Öztürk : Firavun ve kodamanlarının kendilerine kötülük etmelerinden korktukları için, kavmi arasından bir gençlik grubu dışında hiç kimse Mûsa'ya inanmadı. Çünkü Firavun, o toprakta gerçekten çok üstündü ve gerçekten sınır tanımaz azgınlardan biriydi.

Kodamanların desteği olmasa Fravun etten kemikten biri olarak zulmedemez. Demek ki Zulme destek veren kodamanlar da zalimdir ve zulümden sorumludur.
Çaresizlikten itaat edenlere ise Kur’an’ın affı vardır.

NAHL-106
Yaşar Nuri Öztürk : Her kim imanından sonra Allah'a küfür eder, kalbi iman ile yatışmış halde iken baskıyla zorlanan hariç olmak üzere, inkâra göğüs açarsa, böylelerinin üzerine Allah'tan bir gazap iner. Bunlar için büyük bir azap da öngörülmüştür.

Babalar Günü

Kutluyoruz kutsal günlerinde babaları.
Kutlanmaya değer, Alın teri ile dolu onurlu çabaları.
Sözüm siyasi babalara,
Karşı çıkarlar acabalara;

Kur'an babamızdan böyle gördük diyenlere,
Der, Allah pisliğini yağdırır,
Aklını işletmeyenlere.
Hep kafa sallarsan eğer,
Sömürgeciyle baban,
Vurur sırtına eğer.

Üretemezsin tüketirsin tükenerek.
Sömürgeciyle baban,
Sömürür seni semirerek.

Kur'an sizden! olan Ul-ul emre,
İş ve yönetim sahiplerine, uyun der.
Uymalı elbette bizden! iseler eğer.

Sıcak para girer çıkar, at koşturup borsada.
Hani adil finansal yasa,
Hani ekonomi siyasa.
Yok kimsede ses seda..

Ekonomi siyasa;
Ekonomiyi kalkındırmak için siyaset gütmek.
İşlerine gelmez, işlerine gelen;
Milli, dini duygularla halkı avutmak.

Dincilik, milliyetçilik, laiklik derken,
Sömürgeci kıs kıs güler kanımızı içerken.

Saygılar ve sevgiler
20.05.2007
Fatih Lütfü
Başa Dön

 

Y Grubu

  

 

 

5B



Başa Dön

 

Z Grubu

  

 

 

 

Zümrüd-ü Anka



Yüreğine oturtursan şeytanı,
Yakamazsın gözlerinde şamdanı.
İyi tanı sen şeytanı,
Doğru yola oturmuş, baş düşmanı.
O dünyayı çalanlar,
Dosdoğru yola oturmuş şeytandan,
Doğru yolu çalsalar
Da, Işıl ışıl ışıldasalar.
Kahır üstüne kahır verir o paralar.

Biri Allattin’e sihirli lambayı çaldırmış.
O biri Mürşid-i Kâmil, sihirli lamba günahla tozlanmış ruh.
Allattin sihirli lambayı Kâmil’in rehberliği ile şeytandan çalmış.
Lambanın günah tozları ovulunca,
Yani şeytan ruhtan kovulunca.
Ruh özüne kavuşmuş,
Kanatlanıp, olmuş bir kuş.

Belki de Zümrüd-ü Anka özgürleşmiş ruhtur.
Zümrüd-ü Anka olmak için, Hakk rızasına uygun çalış dur.
Ali Baba da Kırk Haramiler'den hazine çalmış.
Bu da Allattin ile aynı masal, aynı bir varmış.
40 haramiler nefsin 40 türlü günah halleri.
Şeytan dosdoğru yola oturarak,
Ulaşılmaz hale getirmiş, o ilahi güzellikleri.

Şeytanı kovup yoldan, nefsini yenen Ali Baba,
İlahi güzelliklere konmuş, has kul olup da Hz. Rab’ba.

25.02.2014
Saygılar ve Sevgiler.

A'RÂF
16.Yaşar Nuri Öztürk: Dedi: "Beni azdırmana yemin ederim ki, onları saptırmak için senin dosdoğru yolun üzerine kurulacağım."

17. Yaşar Nuri Öztürk: "Sonra onlara; önlerinden, arkalarından, sağlarından, sollarından musallat olacağım. Bir çoklarını şükreder
bulamayacaksın."

.......................................................................................

Alıntı Kıssaların anası Adem Kıssası - İhsaneliaçık.
Hocamızdan Allah razı olsun.

Sağlarından, sollarından, arkalarından, önlerinden sokulacağım”
temsilî ifadesi Türkçede “Akla hayale gelmedik yollardan”,
“Hiçbir fırsatı kaçırmadan, her fırsatta”, “Kafasında kırk tilki
dolaştırıp hiç birinin kuyruğunu birbirine değdirmeden” , “Bin bir dolap çevirip
düzen kurarak” diye ifade dediğimiz manayı çağrıştırır. İnsanın içinde böyle
dürtüler kanın damarda dolandığı gibi dolanır ve “kötülük” dediğimiz
şey buradan gelir…

Sağımızdan, solumuzdan, arkamızdan, önümüzden sokulmak nedir ve nasıl olur?
Şeytan devam ediyor: “Onlara yeryüzünde olan şeyleri süslü
göstereceğim (leuzeyyinenne).”(Hicr; 39-40). Peki, bize “süslü” kılınan şeyler nelerdir?

Kur’an kendi kendini tefsire devam ediyor: “Kadınlara,
evlat/çevre/taraftar toplamaya, çil çil altınlara ve deste deste
paralara, soylu atlara, sürülerle davarlara, geniş arazilere sahip olmak
insanlara süslendi (zuyyine li’nnâs). Bütün bu zevkler
dünya hayatının süsüdür (cazibe). Ancak asıl varılacak güzel yer
Allah’ın yanıdır.” (Al-İmran; 14).

Görüldüğü gibi ayette anlatılanlar, bugün, adına şehvet,
şöhret, servet ve siyaset dediğimiz iktidar araçlarıdır.
Kadınlara düşkünlük (hubbi’ş-şehevâti min’en-nisâ)
şehveti, evlat/çevre/taraftar (benîn) sahibi olmak şöhreti,
çil çil altın ve deste deste para (ganâtıri’l-mugantarati min’ez-zehebi
ve’l-fıdda) serveti, soylu atlar (ki yönetici takımı soylu atlara binerdi),
sürü gibi güdülecek halka ve iktidar olunacak geniş arazilere
(ülke/memleket) sahip olmak siyaseti ifade etmektedir.

Demek ki şeytanın yeryüzünde olanları süslü göstermesi bu oluyor.
Şeytan, bize sağımızdan (siyaset), solumuzdan (servet), arkamızdan (şöhret), önümüzden (şehvet)
sokulacağını ve içimizde bunlara dair hırsı harekete geçirerek bizi yoldan çıkaracağını
söylüyor. Başka bir tabirle, bizi, içimizdeki bu “negatif enerjiler” yoldan
çıkarır. Ne gelirse başımıza bunlara duyulan ihtirastan gelmektedir.

.................................................

Sad, 75. ayette Hz. Allah Adem için, "iki elimle yarattığım" diyor.

...halaktu bi yedeyye...

İblis de, Hz.Allah'a, "beni azdırmana karşılık (Araf, 16)

...............................................
Araf, 16
Yaşar Nuri Öztürk "Sonra onlara; önlerinden, arkalarından, sağlarından,
sollarından musallat olacağım. Bir çoklarını şükreder bulamayacaksın."


...............................................

onlara saldıracağım." diyor.

..min beyni eydiğim...
meallerde önlerinden olarak çevrilmiş.

...halaktu bi yedeyye.. ve ..min beyni eydihim..

Biri iki elimle yarattığım, biri de onların iki elleri arasından olmalı.

Ebu leheb'in iki eliyle kazandıklarının kuruduğunu söyleyen Tebbet Suresi aklıma geldi.

Şimdi yanlızca bir tahmin yani kestirim olarak bu iki elin diyalektik ūzere yaratılmış insanın helal ve haram kazançlarını simgelediğini

söyleyebilirim.

Demek azıp da Hz. Allah'a isyan eden ve şeytan olan İblis bizleri helal ve haram kazançlarımızla azdırıp, yoldan çıkartmaya yemin etmiş.

Yine bir kestirim olarak ön ve arka da, dūz cinsellik (ön) ile eş cinsellik (arka) olabilir. Doğrusunu Hz. Allah'ımız bilir.

Fıtrat, yaradılışda biz insanlara yūklenen hak rızasına uygun özellikler. Bir yandan da insan rezillik sergilemeyi yani hak rızasına aykırı iş yapmayı

seviyor.

Zıtlık oluşturan bu iki durum diyalektiğin bir sonucu elbette. O zaman bir başka kestirim olarak, "..iki elimle yarattığım..." sözū diyalektik

özellikler yūkleyerek

yarattığım, anlamînda olabilir. Yine doğrusunu Hz. Allah'ımız bilir.

O zaman bizlere dūşen bize saldırıp duran, baş şeytan İblis ve onun askerleri şeytanlara ve içimizdeki şeytan* nefsi emmareye karşı kendimizi

korumak olmalıdır.

Bunun için de takva ve salih amel kalkanları ve irade kıllıcıyla, Allah aşkıyla dūşmanlara karşı kendimizi korumalıyız. Hak rızasına aykırı iş

yapanların, kul hakkı yiyenlerin İblis'in askerleri olan şeytanlar olduğunu da aklımızdan

çîkarmamalıyız.


Takva için takva şiirime ve nefsi emmare için de aynı addaki şiirime bakılabilr. Salih amel de hak rızasına uygun iş demektir.

https://yavuzaslan1960.tr.gg/Siir.htm#Takva


Sonuç olarak,
Sağım helal kazanç*1,
Solum da haram kazanç.

Önūm dūz cinsellik,
Arkam eş cinsellik,
İblis ve ordusuna direnmezsem,
Olur, İblis ve ordusuna şenlik.

Direnirsem de,
Olur, özgūrce uçacak olan ruhuma şenlik.

Ya Rabbi! Utandırma,
Zafer sabahını,
Doğdur ruhuma.

Şu irade kılıcını,
Allah aşkıyla bile.
Sūrdūr nefis savaşını,
Bilki Allah senin ile.

Yılma Fatih, daim dene,
Kavuşursun bekleyene.

Nefehtu min ruhi*2, deyip,
Ūfūrdūn ruhundan,
Dönūş Ona'dır*3, dedin, sonradan.
Sana dönūş mūmkūn olmaz elbet,
Adem yani Adam olmadan.

* İçimizdeki Şeytan - Sabahattin Ali Allah rahmet eylesin.
*1 Şeytan helal kazançla nasıl saptırabilir? Kişi helal kazanır ama hırsından dolayı işkolik olur. Cimri olur. Eşiyle ve çocuğuyla kaliteli zaman geçiremez. Davetlerde eğlenmek
  yerine hep iş konuşur v.s.
*2 Hicir, 29
*3 Ankebut, 57
FLA
Fatih Lütfü Aydın
Kayıt Tarihi : 26.8.2014 22:17:00

İlgili Şiirler

Uç Canım Ten Kafesinden

Vaz geçip dünya hevesinden,
Uç Can’ım ten kafesinden.
Seni üfürdü Hakk'kım kendinden.
Doğdun Hakk'kın nefesinden

Dönüş yine Onadır.
Maddi hayat boşunadır.
Maddiyatı kasana kat,
Onunla değerler yarat,
Ama sinmesin gönlüne maddiyat.
Onun hırsını, sevgisini çöpe at.

Kasana haramı sokma.
Girmesin sakın,
Boğazına haram lokma.
Gönlüne kibri sokma.
Dikkat et sakın,
Yetimi itip, kakma.

O zaman Can’a yakılır Nur.
O Nur gözlere vurur.
Vakt erişir, Burak olur.
Seni Maşuk’ una uçurur.
Uçmağa bak, uçmağa bak.
Bu dünyadan kaçmağa bak.
Çağırır durur seni Hak.
Silkinip te yerinden kalk.

Açmağa bak, açmağa bak.
Kapıları açmağa bak.
Kimisini kapatıp ta,
Kimisini açmağa bak.

Bırak bu nefsi bırak.
Seni bekliyor Burak.
Çağırıp duruyor Hak.
Kavuş Rab’bine,
Kötü alışkanlıklardan sıyrılarak.

Saygılar ve Sevgiler
01/08/2006

Fatih Lütfü Aydın
Kayıt Tarihi : 19.8.2014 20:22:00

İçimizdeki Şeytan

Nefsi emmare, içimizdeki şeytan*,
Irza geç, çal çırp der, durmadan.
Allah aşkıyla çarpışmalı,
Kurtulmak için ondan.

İçimizdeki Şeytan,
Aklımızı işletip,
Kurtulmalıyız ondan.

FLA

*İçimizdeki şeytan Sabahattin Ali.
Allah rahmet eylesin.

Nefs-i Emmare

Tin Suresi ayet 5, bahseder esfel-i safilinden.
O düşüklerin en düşüğü, aşağıların en aşağısı,
Bu bizim zayıf, çaresiz beden.
Odur hakiki ayrılığa, derde neden.

Beden zayıf, çaresizdir ama,
Tarık Suresi 4. ayetteki koruyucu,
Korur seni, değilse kalp gözün âmâ.
Tarık, haksız nefsi arzuları terk eden,
Bağımsız, özgür yaşayan, nefs-i emmareden.

Geldik nefs-i emmareye,
Kur’an’ daki esas gayeye.
Nefs-i emmareyle güreşi öğretir, gerçek tarikat.
Bıraktırmaz o, nefsi emmarede, şeytanda takat.

Nefsi emmare içimizdeki şeytan*,
Irza geç, çal çırp der, durmadan.
Allah aşkıyla çarpışmalı,
Kurtulmak için ondan.

İçimizdeki Şeytan,
Aklımızı işletip,
Kurtulmalıyız ondan.

Nefsin emredici hali, özelliği nefsi emmare.
Odur ulaştırmayan Hakiki Yâre.
Durmadan der, çal, çırp, ırza geç, öldür.
Helalden, azlardan uzaklaştıkça, çıkar sesi hep gür.

Geliyor yeni bir yılbaşı.
Ağrıtmayalım sabaha mideyi, başı.
Nefs-i emmare, Yusuf Suresi ayet 53
Esnersen, gevşersen ona karşı koymak güç.

Nefs-i emmare kötülük emreden nefs, benlik.
Azıcık keyif, sonrası şeytana şenlik.
Yapışır masiva, esfel-i safilin ruhuna,
Ulaşamazsın ruhsal derinliğe, sılana, ilahi yurduna.

Eski Araplar kana nefs dermiş.*1
Azlarla kanı inceltirsen, olabilirsin ermiş.
Nefis fiziki bünyede bulunan ruhtur.
Bedene nüfuz eder, yapışır durur.

Nefis 7 aşama arz eder.
7. de biter dünya denen keder.
Emmare, levvame, mülhime, mutmainne, râziye, marziye ve kâmile.
Bakara Suresi 249. ayetteki ırmaktan yetin, bir avuç ile.

Bence malum sıvının sembolüdür bu ırmak.
Sıhhat, afiyet verseydi fazlası,
Konulur muydu bir avuçtan fazlasına yasak?
Ayıp diye bu sembolü açmazsak.
Esas ayıp o zaman olur,
Kendi kendine tatminle,
Kendini yiyip bitirene acımazsak.

Nur Suresi ayet 35
Sembol olarak çam zeytine eş.
Araf Suresi 56. ayet.
Işığa, nura der, Allah’tan rahmet.
O çam ağacının ışığı sönük olanısın.
Nefsini terbiye et de, sende de lamba yansın.
Işık, nur, çerağı, lamba, şamdan ve kandil.
Hepsi rahmete semboldür, böyle bil.

Müzemmil Suresi ayet 20,
“öz benliğiniz için önden gönderdiğiniz iyiliğin,
Allah katında hayrını daha çok, ödülünü daha büyük olarak bulacaksınız.

Bakara Suresi ayet 255, Ayet el Kürsi.
“O, insanların önden gönderdiklerini de bilir, arkada bıraktıklarını da! ...”

Kıyamet Suresi ayet 13,
“Haber verilir insana o gün önden gönderdiği de arkaya bıraktığı da.”

Müdessir Suresi ayet 38,
Her benlik öz kazancının bir karşılığıdır.

Öz kazanç salih ameldir.
Önden salih amel gitmezse, benlik hep rehindir.
Ölmeden önce yani önden gönder öz kazancını,
Böylece dindirirsin inşallah cehennem sancını.

Bakara Suresi ayet 62, Maide Suresi ayet 69
Cennetle müjdelenenlere rahmet sonsuz.
Allah’a (şirksiz) *2 iman,
Âhirete iman,
Barışa yönelik hizmetler sergilemek (Salih amel) .*3

Amele işçi amel iş.
Salih, işe yarar, elverişli, uygun, dindar.
Salih amel Allah’ın rızasına uygun iş.
Salah, rahatlık, barış, düzelme, iyileşme, iyilik,
Dine olan bağlılık.*4
Salah, salahiyet yani yetki.
Allah’a halife ol, salih amel et ki.

Salih iman sahibi kişi ve bu kişinin işlediği işler.
Salih sulh ve salah sahibi.
Salihler Allah’ımızın halifesi, dostu, habibi.
Rahmet yarışında göğüslemiş olanlar ipi.

Bakara Suresi ayet 30
Bozgunculuk edip, kan dökenlerden halife olmaz.
Bakara Suresi ayet 34
Daha önce meleklerden olan İblis,
Taşlananların yani şeytanların başı.
Halife olmayalım, salih olmayalım diye,
Başlattı bozgunculuğu, savaşı.

Salah bozgunculuğun, kötülüğün zıttı.
Salih olalım da bizim olsun halifelik tahtı.
Siyasi halifelik yani liderlik,
Devlet işinde; layıklıkla, liyakatla olur.
İlahi halifelik yani ermişlik,
Şeriat, Tarikat, Marifet ve Hakikat la olur.
Yani nefsi terbiyeyle, İblis’e tokatla olur.

* İçimizdeki Şeytan - Sabahattin Ali Allah rahmet eylesin. *1 Prof. Dr. Yaşar Nuri Öztürk Kur’an’ın Temel Kavramları sh. 404 *2 Maide Suresi ayet

116 *3 Prof. Dr. Yaşar Nuri Öztürk Kur’an’daki İslam sh.367 *4 Osmanlıca Türkçe Sözlük Cihan Yayınları

Saygılar ve Sevgiler

24/12/2007

........................................................................

Nefs-i Emmare şiirindeki Müdessir Suresi ayet 38,
Her benlik öz kazancının bir karşılığıdır, ayeti yani Rehine Ayeti için yazdığım bir yazı alttadır.

Ruhumuz Sağlıklı Olsun şiiri

Ölmeden Önce Ölme şiiri

Rehine bırakılan ( ya da ipotek edilen ) bir şeyi geri almak için bir bedel öderiz Ruhumuzu özgūrlūğūne kavuşturmak için ödeyeceğimiz bedel de

salih amel ve takvadır.


Rehine ayeti..

Salih amel için

Cennete Girmesi Umulanlar şiiri

Takva Allah''ın azabından sakınmak için rızasına uygun yaşamak demek. Araplar Kur'an'dan önce devenin tekmesinden sakınmak için biraz

gerisinden yürümeye takva dermiş. 

https://yavuzaslan1960.tr.gg/Siir.htm#Takva


FLA

Meta Fizik

Görmesek de ruhumuzun olduğunu hepimiz kabul ederiz. Öldüğümüzde ruhumuzun bedenimizi terk ettiğini de kabul ederiz. Metafizik, fizik ötesi

ya da madde ötesi demek yani ruhlar a:lemiyle ilgili olan demek. Öyleyse hepimiz metafiziğe inanıyoruz.


Bundan başka ben arınmayla ruhun bedeni özgürce ve beden sağ iken de terkedebileceğine de inanıyorum. Ölmeden önce ölme bu olmalı. Bu

durumda, telepati beş duyu organı kullanılmadan gerçekleştiğine göre, ruhsal sohbet olmalı. Bunun için ruhu ve bedeni her türlü haksızlıktan

arındırmak lazım. Bu özellikler üst düzey ruhlara ait olduğuna göre, arınma şart bence.


15.02.2018
F.L.A.

Fecr

Sos yemeğin zevki, süsü.
Sossuz yemeğin, olur mu keyfi, büyüsü?
Sossuz yemek olur yavan,
Ama yalnızca sos yesen,
Giremez vücuduna girmesi gereken gıdan.

Görgü kuralları ve dış güzellik,
İnsan güzelliğinin, ahlakın bir parçası, sosu, süsü.
Olmayınca insanlık ve İç güzellik,
Kaybolur estetiğin yani dış güzelliğin büyüsü.

İç güzelliğe ulaşmak isteyen etmeli riyazat.
Bunun için 4 kabı eylemeli hamallıktan azat.*
Hepsi helal olmak şartıyla,
Doğal şeylerle doldurmalı 4 kabı.
Her şeyde ana hedef olarak seçmeli Rabb’ ı.

Zihin zararlı ve abur cubur fikirlerden geçmeli,
Tüm yaratılanı da sevmeli ama
Hiç biri Allah’ın sevgisini geçmemeli.
Salih Amellerle, Allah’ ın rızasına uygun işlerle,
Gönüllere haç etmeli, göçmeli.

Az yemeli içmeli,
Tüm zararlıları iradeyle bedenden ruhtan biçmeli.

Geldik yine malum, bilinen kaba,
Olmadan kaba saba,
Tamamını nasıl anlatsak acaba.
Bu kabın iki tür kullanımı olur.
Biri kendi kendine, diğeri başkasıyla.
Her iki durumda da helale uygun iş olmazsa,
Kişi belayı bulur.
Kendi kendinenin de vardır 2 boyutu,
Normali * ve anormali.
Normali çağrıştırır Tâlût’ u.
Haftada en çok bir, belki yeniler için iki.
Ancak böyle yenebilirsin, Câlût’u, cildi.

Belkide Câlût cilt, ten, nefis demek.
Câlût’u yenmek için, hepsi de helal olmak şartıyla,
Az yemeli içmeli, uyumalı, konuşmalı ve az sıvı harcamalı.
Önemli olan sıvıda cimrilik.*1
Helaliyle insan ten temasından kaçmamalı.

Kendi kendinenin anormaline gelince,
Bu konu çok derin çok ince.
Kadını erkek, erkeği kadın yapar.
Kadının klitoris denen önündeki çıkıntı.
Erkek yapar onu yaşar daim sıkıntı.

Kadın da erkek olunca,
Bir ipte iki cambaz oynar mı?
Kaktüse Erkek gönlü kaynar mı?
Kadın içinden gelen sese kulak verecek.
Ya kaktüs olacak ya çiçek.

Erkek de ne kendi bağırsak ucunu eşeleyecek,
Ne de kadın ya da erkek,
Başkasının bağırsak ucuna yönelecek.
İşte o zaman şiddet ve sevgisizlik bitip,
Dünya’ ya gerçek bahar gelecek.

Erkeğe düşen bir görev daha var.
O da gerçekleşirse,
Şiddet biter her yer olur bahar.
Edepsizlik etmeden,
Bahsedebilsem sayıdan ve süreden.

Bir, iki, üç, dört ya da beş.
Bir şey anlamaz bundan,
Beraberlik kısa sürdükten sonra her iki eş.
Uzmanlara göre en az 15 dakika.
Ara vermemeli,
Tam anlamıyla birliktelik içindeki aşka.

Ağızlar cinsellik de değil de,
Güzel sözler söyleyip,
Helalinden beslenip,
Sevgiyle öpmek için,
Açıldığın da,
Tamamlanır doğal yasa.
Allah’ ın her yanı kuşattığı Rahmeti, ışığı,*2
Vurur ışıl ışıl 4 tasa.
Kalmaz o zaman hiç bir tasa.,*3
Fecr, tan yerinin ağarması,
Yavaş yavaş güneşin, ışığın, rahmetin doğması.
Bu surenin başında yemin edilir FECRE.
4 kabını doğallıkla dolduranlar,
İnşallah varacak sevaba, ECRE.

Saygılar ve Sevgiler
04.03.2009
Fatih Lütfü Aydın

*Beyin, yürek, mide, malum kap.
Kaplarımız zararlıyla dolmasın Yarap.
Dört kabımız, Dört kabımız.
Onlar huzura kapımız.

*1Not: Bu sıvıda cimrilik konusu; halk tarafından ve bilim dünyası tarafından bilinen bir gerçektir.

Eskiden pehlivanlar güreşe çıkmadan belli bir süre önce eşleriyle yataklarını ayırırlarmış. Doktorlar ağır ameliyata girecek hastalarının cinsel perhiz

yapmalarını istermiş. Bunlar da göstermektedir ki cinsel perhiz bedenin güçlenmesini sağlamaktadır.


Ben bundan başka cinsel perhizin ruhumuzu üst enerji boyutuna taşıyıp, özgürce bedenimizi
terkedebilir duruma getireceğine inanmaktayım.

Elbette ki önemli olan sıvı da cinsellik yani az sıvı harcamak şartıyla insan eşiyle her
türlü ten temasında bulunabilir, bence. Prof. Dr. Yaşar Nuri Öztürk Surelerin İniş Sırasına Göre
KUR’AN’I KERİM MEALİ
(Türkçe Çeviri) .

Bakara Suresi 249
Tâlût, askerleriyle yola çıkınca dedi ki: "Allah
sizi bir ırmakla imtihan edecektir. O halde, ondan içen benden değildir. Ama onu tatmayan bendendir.
Eliyle bir avuç alan kişi başka." Bunun ardından, pek azı müstesna olmak üzere ondan
içtiler. Nihayet o ve onunla beraber iman edenler ırmağı geçtiklerinde şöyle dediler:
"Bugün bizim Câlût'a ve ordusuna karşı hiçbir gücümüz yoktur."
Allah'a kavuşacaklarını düşünenler ise şöyle konuştular: "Sayıca az nice topluluk vardır ki,
sayıca çok nice topluluğa Allah'ın izniyle galip gelmiştir. Allah sabredenlerle beraberdir."

*2 Prof. Dr. Yaşar Nuri Öztürk Surelerin İniş Sırasına Göre
KUR’AN’I KERİM MEALİ
(Türkçe Çeviri) .

Araf Suresi 156.

"Bize hem bu dünyada güzellik yaz hem de âhirette! Dönüp dolaşıp sana geldik." Buyurdu ki: "Azabıma dilediğimi çarptırırım. Rahmetime gelince,

o her şeyi çepeçevre kuşatmıştır. Ben onu; sakınıp korunanlara, zekâtı verenlere, ayetlerimize inananlara yazacağım


*3 Prof. Dr. Yaşar Nuri Öztürk Surelerin İniş Sırasına Göre
KUR’AN’I KERİM MEALİ
(Türkçe Çeviri) .

Fecr Suresi
27. Ey sükûna kavuşmuş benlik!
28. Dön Rabbine, razı etmiş ve razı edilmiş olarak!
29. Gir kullarımın arasına!
30. Gir cennetime!

F.L.A.

Bk. Kün fe Yekün Şiiri
Fatih Lütfü Aydın
Kayıt Tarihi : 20.8.2014 18:20:00

 

 Kün fe Yekün

Helal kazanç, sağlık ve ahlak.
Üç ayaklı tabure.
Eksik olursa bir ya da iki ayak,
Düşersin yere.
Debelenirsin habire.

Sağlam ise üç ayak.
Bir ayak daha oluşur sevgi.
Şampiyon bitirirsin,
Dünya denen zorlu ligi.

Beyin, yürek, mide, malum kap.
Kaplarımız zararlıyla dolmasın Yarap.
Dört kabımız, Dört kabımız.
Onlar huzura kapımız.

Faydasız ilim denen büyüyle,
Dolmasın beynimiz.
Faydalı ilimle,
Işıldasın tertemiz.

Onunla aydınlatalım diğer beyinleri.
Bunun için düzenleyelim törenleri, ayinleri.
Kovalım beyinlerden şeytanları ve kötü cinleri.
Başkalarının topraklarına değil,
Allah’ın gönlüne girmeyi deneyin.
Bunun için,
Atmalı her yürek, çalışmalı her beyin.
Kibirle, kinle değil,
Dostluk, kardeşlik ve sevgiyle dolsun yüreğimiz.
İnşallah böylece,
Gerçekleşir Allah’a ulaşma ereğimiz.

Kötü alışkanlıklardan uzak az ve helal yiyerek.
Dolduralım midemizi.
Dengesiz ve çokça yiyerek,
Kalınlaştırmayalım kanımızı, demimizi.

Bizi Allah’a götüren yolumuza,
Şeytan oturmuş sinsice.
Kovmak için onu ordan.
Olmalı kanımız ipince.

3 günde yediğini,
Yersen iftarda ve sahurda.
Şeytan güler sana,
Yapar ruhunu hurda.

Hastalık ve kibir yapar.
Kötü alışkanlıklar ve çok yemek.
Ruhun dünyaya tapar.
Boşa gider onca emek.

Doldur dördüncü kabını helâlinle.
İstersen 24 saat sarılarak.
Tüm sapıklıklardan uzak.
Yok sana bunda yasak.
Sıvında cimri olmak şartıyla.
Sıvını kullan tartıyla.

Doktorlar,
Ağır ameliyata girecek hastalara,
Cinsel perhiz önerirmiş.
Pehlivanlar güreş öncesinde,
Cinsel perhize girermiş.

Cinsel perhize gir.
Şeytan karşısında başa güreşmek istersen.
O zaman şeytana kök söktürür elensen.

Bütün bunlar için önce,
Allah’ın ol, kün demesi lazım.
Kün fe yekün.
O ol deyince olur.
Meryem Suresi ayet 35
O dilemezse boşa gider bütün güreş.

Kün de Ya Rab! kün de.
Atayım şeytana künde.
Kün de Allah’ım kün.
Şeytan kahrolacak,
Kün dediğin gün.

Saygılar ve Sevgiler.
15/08/2007

Tevekkül yani Allah'a dayanma; kulun üstüne düşeni yaptıktan sonra sonucunu Allah'a havele etmesi, sonucu Allah'dan beklemesidir.

Bir adam birgün Peygamberimizin yanına gelip, devemi çalarlar mı diye sormuş?
Peygamberimiz de deveni bağladın mı diye sorunca, yok cevabını vermiş.
Peygamberimiz de önce deveni bağla sonra Allah'a havale et demiş.

Allah'ın dediği olur (Kün fe yekün) . Yalnız kulun amelleri (davranışları) da, Allah'ın dilemesi konusunda etkin rol oynar. Örneğin Kurallara uygun

bir şekilde not verme işinde öğretmenin dediği olur. Bu kararı, öğrencinin çalışıp, çalışmaması, arkadaşlarına ve öğretmenlerine haksızlık içeren

davranışlarda bulunup bulunmaması da etkiler.


BAKARA-117 Yaşar Nuri Öztürk: Gökleri ve yeri, güzelliklerle donatarak yaratan Bedî, O'dur. Bir şeyin olmasına karar verdi mi ona sadece "Ol'"

der. Artık o, oluverir.


Bismillâhirrahmânirrahîm. Bedîus semâvâti vel ard(ardı) , ve izâ kadâ emren fe innemâ yekûlu lehu kun fe yekûn(yekûnu) .

EN'ÂM-73 Yaşar Nuri Öztürk: Gökleri ve yeri hak olarak yaratan da O'dur. "Ol! " dediği gün, hemen oluverir. Sözü haktır O'nun. Sûra üfleneceği

gün de mülk ve yönetim O'nundur. Âlim'dir, görünmeyeni de görüneni de bilen O'dur. O'dur Hakîm, O'dur Habîr.


Bismillâhirrahmânirrahîm. Ve huvellezî halakas semâvâti vel arda bil hakk(hakkı) , ve yevme yekûlu kun fe yekûn(yekûnu) , kavluhul hakk(hakku) ,

ve lehul mulku yevme yunfehu fîs sûr(sûri) , âlimul gaybi veş şehâdeh(şehâdeti) , ve huvel hakîmul habîr(habîru) .


NAHL-40 Yaşar Nuri Öztürk: Biz birşeyi dilediğimizde, onun hakkında söyleyeceğimiz söz, "Ol! " demekten ibarettir; o hemen oluverir.

Bismillâhirrahmânirrahîm.İnnemâ kavlunâ li şey’in izâ erednâhu en nekûle lehu kun fe yekûn(yekûnu) .

YÂSÎN-82 Yaşar Nuri Öztürk: O birşeyi istediğinde, buyruğu sadece şunu söylemektir: "Ol! " Artık o, oluverir.

Bismillâhirrahmânirrahîm. İnnemâ emruhû izâ erâde şey’en en yekûle lehu kun fe yekûn(yekûnu) .

MERYEM-35 Yaşar Nuri Öztürk: Bir oğul edinmek Allah'a asla yakışmaz. O'nun şanı yücedir. Bir iş ve oluşa karar verdi mi, ona sadece "Ol! " der,

o hemen oluverir.


Bismillâhirrahmânirrahîm. Mâ kâne lillâhi en yettehıze min veledin subhâneh(subhânehu) , izâ kadâ emren fe innemâ yekûlu lehu kun fe

yekûn(yekûnu) .


Fatih Lütfü Aydın
Kayıt Tarihi : 21.8.2014 22:48:00

Ben Ruhumu İsterim

Ruhumdaki derinlik,
Estirir hafif hafif,
Hoş, tatlı serinlik.
Buradaki serinlik,

Sembol değil gerçek anlam.
Kevserin serinliğinde,
Direnene bitecek cümle gam.

Bulmak için serinliğe giden yolu.
Muhafaza etmeli dölü dolu dolu*
Böylece gerçeği haykırıyorum.
İnşallah zincirleri kırıyorum.

Kabardı duygularım, hislerim.
Bunun için akar terim.
Ben ruhumu isterim.
Ben ruhumu isterim.

Ben bir garip dervişim.
Bir bakmışsın ermişim.
Ben ruhumu isterim.
Ben ruhumu isterim.
Gel beri de, gel beri de.
Hal kalmadı bu deride.
Yandım Allah’ım yandım.
Yandım kapına dayandım.
Kovsan da kapından.
Düşerim damdan.
Bana da yakılsın şamdan.
Ben ruhumu isterim.
Ben ruhumu isterim.

Yılmam dökerim gözyaşı.
Bana da ver o öz aşı.
Ben ruhumu isterim.
Ben ruhumu isterim.

Ne olursun ereyim.
İstersen canımı vereyim.
Ben ruhumu isterim.
Ben ruhumu isterim.

Ben ruhumu isterim.
Ben ruhumu isterim.
Gerçek, kalıcı huzurumu isterim.
Ben ruhumu isterim.

Saygılar ve Sevgiler.
12.04.2007

Mesnevi Hikâyeleri Bakkal ve Papağanı



Mesnevideki bir papağan,
Çok güzel ötermiş.
Güzel sesli, yeşil renkli konuşkan,
Bekçilik edermiş,
Ondan sorulurmuş dükkân.

Oradan oraya atlarken,
Dökülmüş gül yağı,
Kabahat anlaşılınca sahibinden,
Yemiş dayağı.

Üzüntüden kel kalmış.
Ötememiş, oradan oraya,
Sel gibi akamamış.
Nefis terbiyesinden kel kalan birini görünce,
Gülmüş ona, demiş,
Sen de mi döktün yağı, her gün, her gece.

Anlaşılmaz geldiyse, bazılarına bu bilmece,
Anlatmaya çalışayım, edeplice.
Sembol anlamıyla düşünülürse o gül yağı.
Dünyaya gelmemizi sağlayan sıvıdır, basbayağı.

Cinsellik de azgınlık, saç hücrelerini öldürür.
Papağan misali, ele güne güldürür.
Olmamalı böyle bir papağan.
Gül yağını dökerek, an be an.

Taocu Felsefe’nin özü,
Yağı dökmeden ötmek,*
Dikkate almazsa insan bu sözü,
Yer sağlıktan, Hak’tan kötek.

Saygılar ve Sevgiler.
08.02.2008

*Bu Fecr ve Ben Ruhumu İsterim adlı şiirlerimde geçen sıvıda cimrilik konusu; halk tarafından ve bilim dünyası tarafından bilinen bir gerçektir.

Eskiden pehlivanlar güreşe çıkmadan belli bir süre önce eşleriyle yataklarını ayırırlarmış. Doktorlar ağır ameliyata girecek hastalarının cinsel

perhiz yapmalarını istermiş. Bunlar da göstermektedir ki cinsel perhiz bedenin

güçlenmesini sağlamaktadır.


Ben bundan başka cinsel perhizin ruhumuzu üst enerji boyutuna taşıyıp, özgürce bedenimizi terkedebilir duruma getireceğine inanmaktayım.

Elbette ki önemli olan sıvı da cimrilik yani az sıvı harcamak şartıyla insan eşiyle her türlü ten temasında bulunabilir, bence.


Fatih Lütfü Aydın Kayıt Tarihi : 4.6.2017 11:15:00 ................................................................................................

Not: Yılbaşı kutlamasıyla ilgili olarak,

Yılbaşı eğlencesi ile ilgili olarak bildiklerimi paylaşmak istiyorum. Aşağıdaki 2 ayetten de anlaşılacağı üzere eğlenmek müslümanların da hakkıdır.

Peki Kur'an'a göre bu eğlenmenin niteliği nasıl olmalıdır?


Deni yani rezilce yaşayış, insanın; kendi ruhu, bedeni ve düşüncesi de dahil olmak üzere yaratılmışa haksızlık içerecek her türlü yaşayışı Hz. Allah'ın

rızasına aykırıdır. Maruf ise Hz. Allah'ın rızasına uygun yaşayıştır. Herkese de akıl, vicdan ve irade verildiğinden hangi yaşayışa uygun eğleneceğine

de insanın kendisinin karar vermesi gerekir, bence. F.L.A.


A'RÂF

31. Yaşar Nuri Öztürk: Ey ademoğulları! Tüm mescitlerde süslü, güzel giysilerinizi kuşanın. Yiyin, için fakat israf etmeyin. Allah israf edenleri

sevmez.


32. Yaşar Nuri Öztürk: De ki: "Allah'ın, kulları için çıkardığı süsü, güzel ve tatlı rızıkları kim haram etmiş? " De ki: "Dünya hayatında inananlar

için de var. Kıyamet gününde ise yalnız inananlar içindirler." Bilgiden nasipli bir topluluk için biz, ayetleri böyle ayrıntılı kılıyoruz.


Ayrıca, Kur'an'a inananlar için Kur'an'ı, inanmayanlar için de Evrensel Ahlak ve Hukuk kurallarını terketmeden herkes her şeyi arzusuna bağlı

olarak kutlayabilir. Bu adalet ve haklılık içeren bir durumdur, saygıyla karşılamak gerekir. Yukarıdaki 2 şeyi terketmeleri de kendilerini ilgilendirir.


Fatih Lütfü Aydın.
31.12.2016

Amel, amel, amel.
Amel ile gerçekleşir, emel.

F.L.A.


Fatih Lütfü Aydın
Kayıt Tarihi : 21.8.2014 23:36:00


Semboller



Bilmem ki nasıl anlatsak.
Elmanın altına bak.
Neye benziyorsa,
Odur işte esas yasak.

O yılan başka yılan.
Babamızdaki,
Dünyaya gelmemizi sağlayan.

Yoksa bir elma yedik diye,
Kovsunlar cennetten niye.
Sanma onu gerçeği,
O elma başka elma.
Soyutla onu gerçeğinden.
Bak altında ki sembole, anlama.

Utanmış söyleyememişler.
Yılana leylek demişler.
Neye benziyor bak bakalım bacaya.
Anladıysan tenezzül etme elmaya.
Leylek ve baca bu işin tek doğrusu.
Elma güçten, cennetten düşürür,
Azdırıp, döktürerek çokça su.

Amacım edepsizlik değil.
Bilmeyene mesaj vermek.
Bunlar Kur’an’da da yazar ama
Kullanılır semboller ve başka dil.
Eşinize dosdoğru yoldan yaklaşın der.*
Ama ulaşamaz sana Arapça kelimeler.

Bakara, 222,
"Allah'ın emrettiği yerden yaklaşın." der.
Ağzın ve bağırsak ucunun,
Doğru yer olmadığını,
En cahiller bile söyler.

Saygılar ve Sevgiler
. 08.02.2007

*Bakara Suresi 222

. Yaşar Nuri Öztürk: Sana adet halini de sorarlar. De ki: "O, insana rahatsızlık veren bir haldir. Hayızlı oldukları sırada kadınlardan uzak durun

ve onlar temizleninceye kadar kendilerine yaklaşmayın. İyice temizlendiklerinde, Allah'ın emrettiği yerden onlara gidin." Şu bir gerçek ki Allah, çok

tövbe edenleri sever, iyice temizlenenleri de sever.


Evrensel Ahlak İlkeleri 13- Sorumluluğun Şahsiliği İlkesi: Herkes kendi işlem ve eyleminden sorumludur. Başkalarının işlem ve eyleminden

sorumluluğu mümkün kılacak kolektif ceza sorumluluğu kabul edilemez.


Her koyun kendi bacağından asılır.

EN'ÂM-164

Yaşar Nuri Öztürk: Şunu da söyle: "Allah herşeyin Rabbi iken O'ndan başka rab mı arayayım? Her benliğin kazandığı kendi üstünde kalır.

Hiçbir günahkâr, bir başka günahkârın yükünü taşımaz. Nihayet dönüşünüz Rabbinizedir. Tartışmaya girdiğiniz şeyleri O size haber verecektir."


Not: Her koyun kendi bacağından asılır ata sözünü bana dokunmayan yılan bin yıl yaşasın şeklinde düşünmemeli. O yılan bir gün bizi de sokabilir.

Haksızlık etmeden yılanlarla savaşmalıyız, bence. F.L.A.


Bilindiği üzere sembol bir şeyin ( eşyanın, resmin, işaretin ) taşıdığı, sahip olduğu anlam demektir. Örneğin bayrak fiziki olarak bez eşya iken,

sembol olarak bağımsızlık anlamını taşır. İşte hac sırasında şeytan taşlama da fiziki olarak boş iş iken, sembol olarak içimizdeki şeytanı ve kötülüğü

emreden nefsi arzularımızı ( nefs-i emmareyi ) daşlamak yani dışlamak demektir. Sembol içeren davranışların içi doldurulup sembol anlamları



yaşama geçirilmedikçe boşa kürek sallanmış olur. F.L.A.


Fatih Lütfü Aydın
Kayıt Tarihi : 23.8.2014 22:55:00


Başa Dön

 

 

Sayfa Başına Dönün 

Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol