Sayac


Fatih Lütfü AYDIN
Hoş Geldiniz

ASIM

Bence Mehmet Akif Ersoy, gerçek bir muhafazakâr ( tutucu ) dır.

Muhafazakârlık (konzervativizm ) ya da Tutuculuk: Ulusal, dini ve kültürel değerleri, tutma, koruma ( muhafaza etme) , benimseme ve savunma demektir.


A:sap, saplar yani sinirler demektir. Bilindiği üzere
sinirler beyine körü körüne bağlıdır. Bu nedenle taasup, saplaşma yani körü
körüne bağlılık anlamına gelir. Muta:sıp da körü körüne bağlı olan, demek
oluyor.


O zaman doğrusu muhafazakâr yani tutucu olmak, olmalı. Yalnız bu tutuculuk, gerçek; dini, ulusal ve kültürel değerleri tutma, benimseyip yaşama geçirme, şeklinde olursa insan gerçek insan olmuş olur, bence. F.L.A.


Konserve, yiyecekleri taze  tuttuğu için konserve adını almıştır. Doğal olarak tanımda yer alan din şeriat değil. Hz. Allah’ın değişmez yasaları ve emirleridir.

 Ulusal değerler için bk… http://www.antoloji.com/gercek-milliyetci-siiri/

Dini değerler; Şeriat: yanlış ve kasıtlı yorumlanmış Kur'an ayetlerine gerçekten Peygamberimize ait olmayan yorumların ( hadislerin ) ve erkek egemen geleneklerin haksız uygulamalarının karıştırılmasından oluşan, haksız ve uydurma bir dindir. F.L.A.

Tanım karışık gelmiş olabilir.

Şeriatı oluşturan unsurlar.

1.Yanlış ve kasıtlı yorumlanmış Kur'an ayetleri

2. Gerçekten Peygamberimize ait olmayan yorumlar ( hadisler ).

3. Erkek egemen geleneklerin haksız uygulamaları.

 

İşte şeriat bu 3 unsurun birleşiminden oluşmuş uydurma bir dindir. F.L.A.

 Kur'an ile Şeriatı aynı sandıkça hiçbir yere varılamaz.

Kültür: bir ulusun; yiyecekleriyle, mimarisiyle, dini ve gelenekleriyle vs. ile ürettiği tüm değerlerdir.

Ek bilgi olarak, bebekler anne karnında göbeklerinden bir kuşak ( kordon ) la beslenme amaçlı olarak anneye bağlıdırlar. Bebek doğduğunda bu kuşak kesilir ve düğüm atılır.

 Nesil ( kuşak ) : birbirine yakın zamanlarda kuşakları kesilenlere denir. Örneğin, dedeler ve neneler 1. kuşaktır. Babalar ve anneler  2. Kuşaktır. Çocuklar ise 3. Kuşaktır. Doğal olarak torunlar da 4. Kuşaktır.

Cep telefonlarının,

1.     Kuşağında yani dedelerinde yalnızca ses iletişimi gerçekleştirilebiliyordu.

2.     Kuşaklarda sesin yanında yazı ve resim ( hareketsiz görüntü ) ile az da olsa internet olanağı vardı.

3.     Kuşaklarda yani 3G’ ( Third Generation = 3. Nesil ) cep telefonlarda, sesin, yazının ve resmin yanında video ( hareketli resim ) olanağı söz konusu oldu. Doğal olarak video aktarımı interneti de rahatça kullanabilme ortamı doğurdu.

4.     Kuşaklarda ise 3G özelliklerinin yanında akıllı evlerin kumandası kolaylığı getirildi. Yani eve ulaşmadan televizyon açılıyor, sıcak su hazır hale getirliyor vs.

 

 

Oysa ki Rabbena hep banacı, Amerika ve İsrail silah üretip, insanları birbirine kırdırarak silah satma sevdasında olmasa idi, ilmi çalışmalara daha çok pay ayrılır ve 4G ile ışınlanma söz konusu olabilirdi.

Sesin, yazının hareketli, hareketsiz görüntünün aktarımının ardından gelen teknoloji büyük bir olasılıkla maddenin aktarımı yani ışınlanmadır.

Safahat’da yer alan Asım Şiiri’nin yalnızca 1. Bölümünü okudum. Anladığım kadarıyla Mehmet Akif Ersoy o günkü yitirilen değerleri, tutuculuğu kuşak çatışması şeklinde ele almış.

 Köse eski kuşağın, Hocazade ise genç kuşağın örneği ( temsili ) olmaktadır. 05.01.2015       F.L.A.

 

Âsım, Köse İmam’ın Hocası İpekli Temiz Tahir Efendi’nin oğlu Hocazade’yi –ki bu şairdir- Harb-i Umûmî günlerindeki bir ziyaretiyle başlar.  Karşılıklı takılmalar ve tahrike de varan iğneleyici konuşmaların sonunda söz döner dolaşır, kırk altı yaşına gelmiş, ancak babası gibi bir itibara ulaşamamış olduğu düşünülen Hocazade’nin mesleğine gelmiştir. Köse İmam, “Hem benzemedin merhûma” dediği Hocazade’yi işe yaramayan bir “zübbe” olarak nitelendirir. Oysa Hocazade kendinden emin bir şekilde,  “şairim” der; babam âlim ise, işte ben de şairim… Böylece Âsım’da şiir, dönemin şiir anlayışı, divan şiiri ve tasavvuf bir muhalif mümin nazarıyla tartışma konusu olur.

 http://www.mehmetakifarastirmalari.com/index.php?option=com_content&view=section&id=2&layout=blog&Itemid=6&limitstart=95

Asım Şiiri’nin adresi…  http://www.dijitalsafahat.com/Detail.aspx?bID=11&pID=77

 

 

 

 

 






Kardeşim Fuad Şemsî’ye

Bu eser, bir muhâvereden ibârettir ki Harb-i Umûmî
içinde, ve Fâtih yangınından evvel, Hocazâde’nin Sarıgüzel’deki evinde geçer. Eşhâs-ı muhâvere şunlardır:

HOCAZÂDE : Merhum Hoca Tâhir Efendi’nin oğlu. 
KÖSE İMAM : Merhum Hoca Tâhir Efendi’nin şâkirdlerinden . 
ÂSIM : Köse İmam’ın oğlu. 
EMİN : Hocazâde’nin oğlu.

– Vay hocam! Vay gözümün nûru efendim, buyurun! 
Hangi rüzgârdır atan sizleri?.. Lütfen oturun. 
Mütehassirdik efendim, ne inâyet! Ne kerem! 
Öpmedik affediniz...

        – Çok yaşa... Lâkin... Veremem. 
– Bütün İstanbul’un ağzında gezen elleriniz, 
Bize nâz etmese olmaz mı, efendim? Veriniz. 
– Döktüğün dillere bittim, seni çok sözlü seni! 
Ayda, âlemde bir olsun aramazsın Köse’ni. 
Bu herif öldü mü, sağ kaldı mı, derler de ayol, 
Baba dostuysam eğer kalkıp ararlar bir yol. 
Yoksa yaşlanmaya görsün, adamın hâli yaman... 
Ne fenâ günlere kaldık, aman Allâh’ım aman! 
“Nesl-i hâzır” denilen şey pek acâib bir şey: 
Hoca rahmetliye bak, oğluna bak, hey gidi hey!.. 
– Amma tekdîr ediyorsun, canım ilkin adamı... 
Bir selâm ver bakalım; böyle Selâmsız’dan mı? 
– Selâmun aleyküm. 
        – Aleyküm selâm... 
Barıştık, yüzün gülsün artık, İmam. 
– Hele dur, öfkemi tekmilleyeyim... 
        – Tekmille! 
Zâten eksik bir o kalmıştı: Hudâyî sille... 
– Sanki dövsem ne yaparsın? Hocayız biz, döveriz... 
Gül biter aşk ile vurduk mu... 
        – İnandım, câiz... 
– Pek cılız çıktı bu “câiz”, demek îmânın yok? 
– Dayak “Âmentü”ye girdiyse, benim karnım tok, 
Gül değil, kıl bile bitmez sopa altında! 
        – Hele! 
– Öyle olsaydı, şu karşındaki yalçın kelle, 
Fark olunmazdı Kızanlık’taki güllüklerden! 
Bu dayak faslı da aç karnına bilmem nerden? 
Dur ki çay demleyelim, nargile gelsin, kerem et! 
– Söyle gelsin, hadi, zahmetse de... 
        – Hâşâ, rahmet. 
– Enfiyen var ya? 
        – Tabî’î! 
                – Çekilir boydan mı? 
– Burun aldatmaya kâfî. 
        – Bu nedir? Cerman mı? 
– Karışık. 
        – Neyse, zârurette pek a’lâ gidecek. 
Hocazâdem, bakalım, bir de bizimkinden çek. 
– Yerli mahsûlüne benzer mi desem?.. 
        – Kendisidir. 
– Sen de tiryâki değilsin ya, pek a’lâ yetişir. 
– Baban olsaydı da görseydi, işin vardı. 
        – Neyi? 
– Çektiğin murdarı. 
        – Sevmezdi, evet, böyle şeyi. 
– Neydi rahmetlide, lâkin, o temizlik, vay vay! 
Azıcık benzemiş olsaydı ya mahdûmu da... 
        – Ay! 
Şu babamdan nerem eksik, hadi, göster bakayım? 
– Ama hiddetleneceksen ne suyum var, ne sayım! 
Yok, eğer mum gibi dosdoğru cevâb istersen: 
Babanın kestiği tırnak bile olmazsın sen. 
– Ne nezâketli beyan: Hay gidi mum, tıpkı odun! 
– Böyle hiddetlenecektin, neye râzî oldun? 
– Oldum amma bu kadar doğrunun olmaz ki tadı... 
“Selâmun aleyküm behey kör kadı!” 
Seni çok sözlü dedin, yetmedi; tekdîr ettin, 
Yine az geldi... 
        – Hayır, söylemedim, söylettin. 
– Başladın şimdi de tahkîre ... Kızılmaz mı Hoca? 
– Zübbelik yok! 
        – O ne? Ben zübbe miyim? 
                – Oldukça. 
– Vâkıâ çok severim, her ne desen aldırmam; 
Bu, fakat hazmolunur parça değil.. Pîr ol İmam! 
– Sen de pîr ol. 
        – Ama kızdım. 
                – Ne tuhaf şeysin be: 
Bir sözümden kızıyorsun. 
        – Kime derler zübbe? 
– Sana derler. 
        – Niye? 
                – Hem benzemedin merhûma; 
Hem neden benzemedin, dersen, efendim, sorma, 
O ne hiddet, o ne şiddet! Çalışıp benzesene! 
İlme vakfettiği dirsek babanın: Elli sene. 
– Biz de az çok pala sürttük... 
        – Sana câhil demedik; 
Yalınız zübbe dedik... Bak yine baktın dik dik. 
Hoca rahmetli yetişmişti, düşün hem, nereden? 
Kimin oğluydu baban? Kimdi unuttun mu deden? 
İpek’in köylüsü, ümmî, yarı vahşî bir adam... 
– Bâri yamyam de! Ne mâni’ ki, evet, ak yamyam! 
– Dinle oğlum!.. 
        – Ne nezâhet bu Hocam? Hayrânım! 
– Lâfı ağzımda bıraktın be kuzum, dur be canım... 
– Cümle bitseydi, emînim ki, dedem gitmişti... 
Dar yetiştim! 
        – Ne o, sırtlan da mı olduk şimdi? 
– Neyse bahsinde devam et bakalım... 
        – İşte baban, 
Bir şey öğrenmedi elbette o ümmî babadan. 
Ne kazanmışsa, bütün, kendi kazanmış, kendi. 
Zât-ı devletleri, lâkin azıcık çöplendi. 
Sen duâ et babadan topladığın mîrâsa, 
Hep onun himmetidir üç satır ilmin varsa. 
– Üç satır hem de, İlâhî, ne tükenmez irfan! 
– Hadi üç yüz satır olsun mütehammilse kafan.. 
Hoca’nın kâ’bına yükselmen için dağlar var. 
– Tırmanırsam? 
        – Hadi tırman, bakalım, işte duvar. 
– Göreceksin, 
        – Bu bacaklarla mı? 
                – Hay hay! 
                        – Belli! 
Yaşınız kaçtı paşam, elli mi? 
        – Yoktur elli. 
– Aştınız kırkı ya? 
        – Kırk altıyı bulduk. 
                – A’lâ... 
Yüzü bulsan, yine “Hâlâ mı bu mektub, hâlâ!” 
Arzı olmazsa hayâtın ne çıkar tûlünden? 
Hani kırk altı yılın eldeki mahsûlünden? 
Hangi bir fende teâlî edebildin, evlât? 
Hangi san’atte rüsûhun göze çarpar? Anlat! 
Ulemâdan mı sayıldın, fukahâdan mı? 
        – Hayır. 
– Ya siyâsî mi nesin? Kendine bir meslek ayır! 
– Şâirim. 
        – Olmaz olaydın: O ne yüzler karası! 
Bence dünyâdaki işsizlerin en maskarası. 
– Afedersin onu! 
        – İmkânı yok etmem, ne demek! 
Şi’re meslek diye, oğlum, verilir miydi emek? 
Âh, vaktiyle gelip bir danışaydın Köse’ne, 
Senin olmuştu bugün belki o kırk altı sene. 
– Ama pek hırpaladın şi’ri... 
        – Evet hırpaladım: 
Çünkü merkep değilim, ben de mürekkep yaladım, 
Ben de târîh okudum; âlemi az çok bilirim. 
“Şuarâ ” dendi mi, birdenbire oynar sinirim. 
İyi gün dostu herifler, o ne yardakçı gürûh , 
O ne müstekreh adamlar! Hani bakmak mekrûh . 
Dalkavukluktaki idmanları sermâyeleri... 
Onlar azdırdı, evet, başlıca pespâyeleri . 
Bu sıkılmazlara “Medh et!” diye, mangır sunarak, 
Ne erâzil adam olmuş, oku târîhi de bak! 
Edebiyyâta edebsizliği onlar soktu; 
Yoksa, din perdesi altında bu isyan yoktu: 
Sürdüler Türk’e “Tasavvuf” diye olgun şırayı; 
Muttasıl şimdi “hakîkat” kusuyor Sıdkı Dayı! 
Bu cihan boş, yalınız bir rakı hak, bir de şarab; 
Kıble: Tezgâh başı, meyhâneci oğlan: Mihrab. 
Git o “Dîvan” mı, ne karn’ağrısıdır, aç da onu, 
Kokla bir kerre, kokar mis gibi “Sandıkburnu”! (*1) 
Beni söyletme, neler var daha! 
        – Tekmilleyiver! ... 
Sâde pek sövme ki, Peygamberimiz şi’ri sever. 
– Vâkıâ “İnne mine’ş-şi’ri...” büyük bir ni’met; 
Dikkat etsen: Yine sevdikleri, lâkin, hikmet. (*2) 
Ben ki Attâr ile Sa’dî’yi okur, hem severim; 
Başka vâdîleri tutmuşlara ancak söverim. 
Hem senin şi’re müdâfi’ çıkışın ma’nâsız: 
Sana şâir diyen, oğlum, seni gördüm yalnız: 
Kimi mevlidci diyor... 
        – Ah, olabilsem, nerde! 
Yetişilmez ki, Süleyman Dede yükseklerde. 
– Kimi bid’âtçi diyor... Duyduğum en çok bunlar. 
– Daha var mıydı, İmam? 
        – Var ya, unuttum: Baytar . 
– Keşke baytarlık edeydim... 
        – Yine et mümkünse. 
– Yapamam. 
        – Belki yapardın be... 
                – Unuttum be Köse. 
– Keşke zihninde kalaymış, ne kadar lâzımmış; 
Beni dinler misin evlâd? Yine kâbilse çalış: 
Çünkü bir tecrübe etsen senin aklın da yatar, 
Bize insan hekiminden daha lâzım baytar. 
– Hele bir çek bakalım! 
        – Sen de bizimkinden çek. 
– Hani çay gelmedi yâhu? 
        – Ay, unuttuk, gerçek. 
– Gitme seslen yalınız, nerde Emin, yok mu? 
        – Emin! 
Nerdesin? Baksana, çay demleyeceklerdi demin... 
– Demlemişler, baba. 
        – Sen gelsene, oğlum, buraya... 
El öperlerdi unuttun mu? 
        – Hayır. 
                – Oldu mu ya? 
– Demin öptüm, baba... 
        – Öptün mü, git öyleyse hadi. 
Hele yâ Rabbi şükür, çay da nihâyet geldi. 
Şeker istersen eğer bulduralım? 
        – Dört yüz mü? 
– Aldığım yok, yaşasın İzmir’in a’lâ üzümü; 
Hem ucuz, hem daha lezzetli. 
        – Çekirdeksiz de. 
– Buyurun! 
        – Başla canım, var mı merâsim bizde? 
– Hocam, evvelce üzüm çiğnenecek, üstüne çay... 
İçelim aşkına rindân-ı Hudâ’nın! 
        – Hay hay!

* * *



























































































































 SAFAHAT'da YER ALAN ASIM ŞİİRİ'ne ait ARAPÇA ve FARSÇA KELİMELER KARŞILIĞI.I.BÖLÜM

Köşeli parantez içinde Arapça kelime bulunanların adresi,

http://fatihltfaydin.tr.gg/-osmanli-.-~-.-turkcesi-.-~-.-sozlugu-.-~-.-girisi.htm

muhavere (A.) [ محاوره ] konuşma.

Harb-i Umûmî: 1. Dünya Savaşı. O yıllarda 2.Dünya Savaşı gerçekleşmediği için 1. Dünya Savaşına Harb-i  Umumi ( Genel Savaş ) deniyordu.

Eşhâs-ı muhâvere: Konuşan şahıslar yani kişiler.

şâkird (F.) [ 1 [ شاکرد .öğrenci. 2.çırak.

mütehassir (A.) [ متحسر ] özlem duyan.

Mütehassirdik: sizi özlemiştik.

inâyet (A.) [ عنایت ] iyilik.

Ne inayet, ne kerem.

Not: Bizi ziyaret etmekle bize şeref verdiniz yani bizi onurlandırarak, kerem ( cömertlik ) eylediniz. Bu şekilde bize iyilik etmiş oldunuz gibi bir şey olmakta.F.L.A.

 kerem (A.) [ کرم ] cömertlik.

kerem kılmak kerem etmek, iyilik etmek.

keremkâr (A.-F.) [ کرمکار ] cömert.

 lâkin (A.) [ لکن ] ancak, ne var ki.

 Nesl-i hâzır:

hazır (A.) [ 1 [ حاضر .huzurda. 2.hazır, mevcut.

Not: Bu durumda Nesl-i hâzır: Şimdi ki nesil ( şimdi ki gençlik ) olmaktadır.F.L.A.

tekmîl (A.) [ 1 [ تکميل .tamamlama. 2.bütün, tüm.

Hudâyî sille..:Allah'ın tokadı.F.L.A.

câiz (A.) [ جائز ] uygun.

Âmentü: İman Esasları; Allah'ın varlığı, birliği, meleklerine, peygambelerine, Kur'an'a olan inanç vs.F.L.A.

Yalçın :

1. sarp. 2. düz kaygan. 3. parlak, cilalı.

http://www.nedirnedemek.com/yal%C3%A7%C4%B1n-nedir-yal%C3%A7%C4%B1n-ne-demek

Kızanlık’taki güllükler:

Not: aşağıda ki alıntı Kızanlık'ın bir yerleşim yeri olduğuna işaret ediyor. F.L.A.

 Tarihi veriler gülün anavatanının İran olduğunu söylerler. Öteki ülkelere İran'dan yayılan gül son yıllarda dünya gülyağı pazarlarında önemli bir yer yapmış olan Bulgaristan'a da sınırlarımızın içinde bulunduğu yıllarda, Osmanlı Türkleri tarafından götürülmüş. O devirlerde Deliorman'da, Kızanlık'ta mayıs—haziran aylarında açan yağ gülleri gülhanelerde kurulan kazanlarda bir bayram neşesiyle kaynatılır, gülyağı çıkartılırmış. Mehmet Akif de Safahat'ta 'Hocanın/babanın vurduğu yerden gül biter' inancının gerçek olmadığını belirtirken eğer öyle olsaydı kendi kellesinin Kızanlık'taki güllüklerden farksız olacağını belirtir.

 http://www.aksiyon.com.tr/dosyalar/goller-yoresi-gullerle-bezendi_502672

hâşâ (A.) [ حاشا ] uzak dursun, hâşa.

rahîm (A.) [ 1 [ رحيم .merhametli. 2.merhamet eden Tanrı.

rahm (A.) [ رحم ] acıma, merhamet.

rahm etmek acımak, merhamet etmek.

rahm (A.) [ رحم ] rahim, döl yatağı.

rahman (A.) [ رحمان ] merhametli Tanrı.

rahmet (A.) [ 1 [ رحمت .acıma, merhamet. 2.yağmur.

 

Enfiye, toz haline getirilmiş tütünün burun deliklerine çekilerek tüketicide nefes yoluyla fizyolojik etki yapan bir tütün mamulüdür.

http://tr.wikipedia.org/wiki/Enfiye

 

kâfî: yeter, yeterli.

Cerman mı?

Not: herhalde Alman malı mı? demek istiyor. F.L.A.

zârurette pek a’lâ gidecek.

Not: Zorunluluktan, mecburiyetten, zorunlu olarak, çekeceğiz denmek isteniyor. F.L.A.

pek a’lâ: pek iyi.

mahsûl: Ürün.

tiryâki: tütün vs. düşkünü.

Murdar:sf. 1. Kirli, pis: "Bu murdar kümeste nasıl oturuyorsun bilmem?" -A. Midhat. 2. Cinsel birleşmeden sonra yıkanmamış (kimse). 3. Dinî kurallara uygun olarak kesilmemiş olan (hayvan).

http://www.tdk.gov.tr/index.php?option=com_yanlis&view=yanlis&kelimez=310

 

mahdûm: oğul, erkek çocuğu.

Ne nezâketli beyan: ne nazikçe açıklama ( nezakete bak! ) F.L.A.

tekdîr (A.) [ 1 [ تکدیر .azarlama. 2.bulandırma.

tahkîr (A.) [ تحقير ] küçümseme, aşağılama.

tahkîr edilmek aşağılanmak.

tahkîr etmek aşağılamak.

tahkîrâmiz (A.-F.) [ تحقير آميز ] aşağılayıcı.

Züppe sf. 1. Giyinişte, söz söyleyişte, dilde, düşünüşte toplumun gülünç ve aykırı saydığı yapmacıklıklara ve aşırılıklara kaçan: “Tuhaf, züppe bir muhit içine düştüm, diyordu.” -S. F.

Abasıyanık. 2. Seçkin görünmek için, bazı çevrelerdeki düşünceleri benimseyen, hayranlık duyan ve onlar gibi davranmaya özenen, snop: “Onlara göre ben sözde züppenin, cakacının biriyim.” -N. Hikmet.

 Güncel Türkçe Sözlük http://www.tdk.gov.tr/

Vâkıâ zf. (va:'kıa:) Gerçi, her ne kadar ... ise de: “Vakıa, bunlardan bir kısmını unutmamıştım.” -H. F. Ozansoy.

Güncel Türkçe Sözlük http://www.tdk.gov.tr/

hazmolunur: hazmedilir, yenilir yutulur.

İlme vakfettiği dirsek: İlim için emek verme, yazı yazıp, dirsek çürütme. F.L.A.

Pala sürtmek: çabalamak, uğraşmak: “Biz de az çok pala sürttük.” -M. A. Ersoy.

 http://www.nedemek.org/pala+s%C3%BCrtmek+nedir

ümmiyyet (A.) [ اميت ] ümmîlik, hiç okuma yazma bilmeyen.

mâni: engel.

Ne mâni’ ki: söylememe ne engel olabilir ki. F.L.A.

Ne nezâhet bu Hocam?

Nezâket yerine nezâhet yazıldıysa, nezâket (Osmanlıca>A.) [ 1 [ نزاکت .incelik. 2.hassaslık.

Yok nezâhet denmek istendiyse, nezih (A.) [ نزیه ] temiz. O zaman Nezahat, temizlik demek olur.F.L.A

Neyse bahsinde devam et bakalım.. Anlattığın konuya devam et. F.L.A.

Zat-ı Devletleri: Your Excellency http://www.seslisozluk.net/?word=Zat-%C4%B1+Devletleri

Zat-ı Devletleri ; Ekselansları: Yüksek düzeyde görevli devlet adamları için kullanılır. F.L.A.

himmet (A.) [ همت ] çaba.

himmet etmek çaba göstermek.

İlâhî: Ayol, çok yaşa emi. F.L.A.

irfân (A.) [ 1 [ عرفان .bilme. 2.kültür.

irfanperver (A.-F.) [ عرفان پرور ] kültürlü.

A’lâ:iyi.

tûl (A.) [ 1 [ طول .uzunluk. 2.boylam.

tûlânî (A.) [ طولانی ] uzunluğuna.

Arzı olmazsa hayâtın ne çıkar tûlünden? Hayatın arz ettiği, sunduğu güzelikler olmasa uzun yaşamışsın neye yarar. Önemli olan uzun değil güzel yaşamaktır, denmek isteniyor, olmalı. F.L.A.

teâlî (A.) [ تعالی ] yükselme.

RÜSUH (türkçe) anlamı

1. İlim ve fennin derinliğine vukufiyet. Sağlamlık. Devamlılık. Yerinde

2. sağlam

3. sâbit ve devamlı olmak.

4. Meharet

5. meleke

http://www.turkcebilgi.com/r%C3%BCsuh

Ulemâdan mı sayıldın, fukahâdan mı? Ulema:din alimleri, bilginleri.Fukaha: Fakihler: Fıkhla uğraşanlar. F.L.A.

fıkh (A.) [ فقه ] islam hukuku, fıkıh.

Şuarâ: Şairler. Kur'an'da faydalanmak için zenginlere övgüler dizen şairler, Şuara Suresi'nde eleştirilirler. Çağrı filminde Ebu Sufyan çarşıda gezerken, şairin biri ona "Ebu Süfyan'ın evinde şaire et ekmek verilir, vs." diyerek adeta yağ yakar ve kendisine atılan keseyi kapar.

ŞUARÂ-224

Yaşar Nuri Öztürk: Şairlere gelince, onlara da çapkınlar, sapkınlar uyar.

YÂSÎN-69

Yaşar Nuri Öztürk: Biz o peygambere şiir öğretmedik. Şiir ona yaraşmaz/layık olamaz da. Ona vahyedilen, bir öğütten ve apaçık bir Kur'an'dan başka şey değildir; F.L.A.

 gürûh (F.) [ گروه ] topluluk, zümre, bölük.

müstekreh: sıfat İğrenç http://www.tdk.gov.tr/

mekrûh (A.) [ مکروه ] iğrenç.

Pespaye: sıfat Alçak, soysuz, aşağılık

"Zaten yemişleri asil ve pespaye olarak ikiye tasnif etmek pek kolaydır." - R. H. Karay http://www.tdk.gov.tr/

Dalkavukluktaki idmanları sermâyeleri..

Onlar azdırdı, evet, başlıca pespâyeleri .

Bu sıkılmazlara “Medh et!” diye, mangır sunarak,

Ne erâzil adam olmuş, oku târîhi de bak!

Edebiyyâta edebsizliği onlar soktu;

Not:  Asım'dan bir dörtlük. anladığım kadarıyla, alçak, soysuz kişileri onlara övgüler dizerek şairler takımı azdırmış. O pespaye kişiler de şairlere para vererek bana övgüler diz demiş.Yağcılıktaki idmanları yani gelişmişlikleri sermayeleri yani zenginlerden aldıkları yağ çekme paraları.

 Erazil: reziller,ayak takımı kişiler.

 Medh etmek: birine övgü dizmek.

 muttasıl (A.) [ متصل ] sürekli, durmadan.

 mihrap:

1. isim, din b. (***) Cami, mescit vb. yerlerde Kâbe yönünü gösteren, duvarda bulunan ve imama ayrılmış olan oyuk veya girintili yer

"Cennetten, cehennemden bahseden ihtiyar imamı, mihrabın yanındaki kürsüye çıkardı." - Ö. Seyfettin

2. Umut bağlanan yer

"Bir mihrap istiyorum, önünde diz çökmeye." - B. K. Çağlar

http://www.tdk.gov.tr/

Sandıkburnu, Yenikapı’daki Galata’dır; meyhaneleriyle meşhur semt… Burada atıfta bulunulan Sıdkı Dayı kimdir? Belki bir Bektâşî Babası, ama hakkında malumatımız yok; ama burada onun şiir dili şairin ifadesiyle “pek hırpalanıyor”. Bu vesileyle biz de dönemin şiir eksenli tartışmalarına tanık oluyoruz; Recaizade’den Naci’ye eski yeni, söz ve mana gibi tartışmaları hatırlıyoruz. Divan şairinin dalkavukluğu, daha sonraki dönemlerde de temel polemik konularından birisi olacak; ama asıl bu tartışmalar, şairliği meslek olmaktan çıkarıp,”dünyadaki işsizlerin en maskarası” haline getirecektir. Şiir iktidarını nesre kaptıracak, şaire kız verilmez olacaktır.

Burada şunu da belirtmekte yarar var: Şiir dili eleştiri konusu edilen Sıdkı Dayı, Gölgeler’de Âkif’in dilini belirleyecektir. Diğer bir ifadeyle, Gölgeler’de karşımıza çıkan “yeni Âkif, Sıdkı Dayı’nın dilinden aldığı ilhamla eser verecektir. Bu bakımdan bendeniz iki Âkif var, diyorum; ilki hareket adamı, toplumu değiştirme çabasındaki Âkif, ki bu yenilikçi, meselelere eleştirel bakan, kendine güvenen, muttasıl cüz’i iradeyle her şeye müdahil olacağını sanan ve hep dışa dönük bir şair… İkincisi ise, bunca endişeye rağmen kurmak istediği yarını tesis edememiş, o bakımdan da kendine dönmüş, içindeki özle hasbıhal eden derviş Âkif. Bu ikinci Âkif, külli irâdeye teslim olmuş, rızaya ermiş ve bu bakımdan da Sıdkı Dayı’nın diline yaklaşmıştır.

 İlginçtir, Sıdkı Dayı’nın şiir dilini eleştiren Köse İmam, onun öncülleri olan Attar’ı ve Sa’dî’yi sever ve okur; ama Hocazade’nin bunlar gibi büyük şair olamadığına atıfta bulunarak,

 http://www.mehmetakifarastirmalari.com/index.php?option=com_content&view=section&id=2&layout=blog&Itemid=6&limitstart=95

Şiir ve şairlerin faziletleri hakkında îrad buyurulan hadîs-i şeriflerden bazıları

İnne mine'l-beyâni sihran ve inne mine’ş-şi’ri hikemen.”

Manası: Beyan ve ifadeden bir kısmı, sihir etkisi yapar (büyüleyicidir). Şiirlerden bir kısmında da hikmetler vardır.

http://www.halisece.com/component/content/article.html?id=291

müdâfi’ çıkış: savunmacı çıkış davranışı. F.L.A.

ma’nâsız: anlamsız.

bid’ât: dine sonradan yapılan eklemeler. Örneğin cami minaresi. F.L.A.

Baytar: veteriner.

kâbilse: mümkünse, olanaklıysa. F.L.A.

tecrübe: deneme.

1. Dünya Savaşı yılları olması ve dolayısıyla şekerin  pahalılığı nedeniyle çaylar üzümle içiliyor. F.L.A.

4. Sâkî! İçelim aşkına rindân-ı Hudâ'nın,

Rindân-ı Hudâ vâkıf-ı esrâr-ı nihândır.

Türkçesi,

4. Ey saki, Allah yolunda olanların aşkına içelim! (Çünkü) Allah yolunda olanlar, gizli kalmış sırları bilenlerdir.

https://www.facebook.com/sanatciplatformu/posts/856291231083313

 

 























































































































 
 
Sayfa Başına Dönün 

Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol