Sayac


Fatih Lütfü AYDIN
Hoş Geldiniz

ASIM 11



Verdiğin tek silik onluktu, behey aksi İmam, 
Olacak söz mü dokuz kubbeli, çiçinli hamam? 
Bize devlet diye teslîm olunan şey neydi? 
Çarpacak sâhil arar, kupkuru bir tekneydi! 
On sekiz mil mi gideydik? Batırırdık... 
        – Lebbey ? 
Batmadık bir yeriniz kaldı mı, bilmem, cici bey? 
“Devr-i sâbık” mı dedin şimdi?.. Elindeyse, çevir, 
Ensesinden tutup eyyâmı da gelsin o devir. 
Milletin beş parasız onda, emîn ol, yedisi! 
Gündüzün aç dolaşır, akşama kırk ev kedisi! 
Yatırın âlemi çavdar karışık mezbeleye: 
Ne bu? Ekmek! diye dünyâyı verin velveleye. 
Hastalık, kehle, sefâlet saradursun, kol kol, 
Sâde siz seyre bakın! 
        – Harb-i Umûmî bu, ayol! 
– Devr-i sâbıkta gebermezdi adam böyle zelîl, 
Diri bir yanda uzanmış, ölü bir yanda sefîl. 
– Niye hürriyyet için sürgüne gittindi? 
        – Evet. 
Gittim amma bu değil beklediğim hürriyyet. 
Zâten i’lân edilirken işi çakmıştım ya... 
Çatlasan hayra yorulmazdı o miskin rü’ya! 
Ne herifler, ne kılıklar, ne nutuklardı, düşün! 
– Düşünür, arz ederim sonra!

        – Unutmam, bir gün, 
Bâbıâlî yokuşundan çıkıyordum, baktım; 
Yolu boydan boya tutmuş eli bayraklı takım. 
Geziyor başların üstünde genizden bir ses. 
Çömelip, salya sümük, ağlayadursun herkes, 
Ben görür görmez öten zurnayı bir irkildim... 
Ay, Zuhûrî’ye çıkan maskara! Bildim... Bildim... 
Değişen bir yeri yok, dinleyemem kim ne dese. 
Yine bir kıl keçe altında kapanmış ense; 
Yine yıllarca hamamsız ki boyun musmurdar; 
Yine parmak gibi, âfâka batan, tırnaklar; 
Yine merdâne geçirmiş gibi yatkın bir yüz, 
Ki hayâ nâmına tek ârıza bilmez, dümdüz! 
Yine bir tatsız alın, yassı burun, basma çene... 
Hep o, hiç başka değil, gördüğüm evvelki sene. 
– Kimdi, anlat şunu? 
        – Kuzguncuk’a geçtim bir gün, 
Molla’nın köşküne yaklaşmadan etmez mi sökün , 
Belki kırk elli köpek, havlayarak, nerdense... 
– Ama hiç saklama: Korkup da oturdun mu Köse? 
– Köse dünyâda senin söylediğin haltı yemez; 
Parçalar, belki, fakat üstüme itler siyemez . 
– Hadi öyleyse, Hocam, sell-i asâ et de yanaş! 
– Saldıran yoktu ki... Derken, kocaman bir karabaş, 
Karşıdan başladı ses vermeye... 
        – Lâkin bu yaman, 
Konağın bekçisi besbelli... 
        – Değilmiş, dur aman! 
O içerden, bu yiğitler de dışardan ürüdü; 
Bir ağız kavgasıdır aldı, tabî’î, yürüdü. 
Karabaş sustu neden sonra, köpekler yattı; 
Şimdi âfâkı gümüş kahkahalar çınlattı. 
Kapıdan bir göreyim şöyle, dedim, vay canına: 
Adam olmuş karabaş, geçti beyin ta yanına. 
Ben şaşırmış bakıyordum ki sadâlar dindi; 
Karabaş salta dururken dönerek silkindi, 
Oldu bir zilli köçek, oynadı hop hop göbeği; 
Hani varmış gibi karnında beş aylık bebeği! 
Karabaş sonra Zuhûrî’ye de çıksın mı sana? 
Hem nasıl, taş çıkarır, belki, Burunsuz Hasan’a 
Ne Arap kaldı, ne Lâz kaldı, ne Çerkes, ne Pomak, 
Öyle bir kesti ki taklidleri, bittim... 
        – Hele bak! 
Çok köpoğluymuş! 
        – Evet, pek de utanmaz şeydi... 
– Parsa çok muydu? 
        – Bırak, toplasın, oğlum, değdi... 
Kaçıranlar bile olmuş, o kadar gülmüştük. 
İşte yavrum, bu omuzlarda gezen dilli düdük, 
Havlayan, zil takınan, sonra Zuhûrî’ye dalan, 
O bizim soytarının kendi değil miydi? 
        – Yalan! 
– Karabaş gel! diyecektim... 
        – Dememiştin ya, sakın? 
– Ne dedim, bilmiyorum, tâ öteden bir çapkın, 
Gâlibâ sezdi ki, yekten dedi: “Halt etme sofu! 
Gördüğün fesli: Senin milletinin feylesofu. 
Bu ve emsâli dehâlar tutuyor memleketi. 
Sen bu şenlikleri gördünse kimin ma’rifeti?” 
Dedim: “Ezberleyelim, saysana, oğlum, bir bir, 
Şu dehâlar dediğin kaç kişidir, kimlerdir?” 
– “İçtimâî biri, dehşetli siyâsî öbürü; 
Hele mâliyyecimiz yok mu, bu ilmin pîri.” 
Sayı dolmuştu, fakat bende tükenmişti sıfır; 
Dön işin yoksa fırıldak gibi artık fır fır. 
Böyle bir korku geçirmiş değilim ömrümde; 
Benzedim gitti o gün neşvesi kaçmış Kürd’e. 
– Yine bir fıkra mı yerleştireceksin araya?

– Hani vâiz geçinen maskara şeyler var ya, 
Der ki bir tânesi peştahtayı yumruklayarak: 
Dinle dünyâ neyin üstünde durur, hey avanak! 
Yerin altında öküz var, onun altında balık; 
Onun altında da bir zorlu deniz var kayalık. 
Öteden Kürd atılır: 
        – Doğru mu dersin be hoca? 
– Ne demek doğru mu dersin? Gidi câhil amca! 
Sözlerim basma değil, yazma kitaptan tekmil; 
Kim inanmazsa kızıl kâfir olur böylece bil. 
– Rahatım yok benim öyleyse bugünden sonra; 
Gömülüp kurtulayım bâri hemen bir çukura. 
– Ne zorun var be adam? 
        – Anlatayım dur ki hocam: 
Ben bu dünyâyı görürdüm de sanırdım sağlam. 
Ne çürükmüş o meğer, sen şu benim bahtıma bak: 
Tutalım şimdi öküz durdu, balık durmayacak; 
Diyelim haydi balık durdu biraz buldu da yem, 
Ya deniz?.. Hiç dibi yokmuş bu işin... Ört ki ölem!

* * *



Asım 11 Kelime Açıklamaları.

İttihat ve TerakkiBaşlangıçta devletin anayasal bir düzene kavuşmasını

amaçlayan gizli bir dernek olarak

kurulan örgüt; anayasanın kabul edilip II. Meşrutiyet’in ilan edilmesinden

sonra 
iktidarı denetleyen bir siyası parti (İttihat ve Terakki Fırkası) halini almış;

1912 yılında ise iktidar partisi olmuştur. Üyeleri İttihatçılar olarak anılır. 

 

Cemiyetin 1918 yılında kendini feshetmesinden sonra üyelerinin çoğuMilli

Mücadele'de yer almıştır.

İttihat ve Terakki, bir siyasi örgütün olduğu kadar bir devrin ve bir kuşağın da

adı olarak düşünülür.[6] İttihatçılar, kendinden önce gelen Genç Osmanlılar

 kuşağının devamıdır; kendilerinden "Jön Türkler" diye de bahsedilir. 

 

Ancak "Jön Türkler" ifadesi yalnızca ittihatçıları değil dönemin diğer
muhalif kesimlerini de kapsar.

Alıntı… https://tr.wikipedia.org/wiki/%C4%B0ttihat_ve_Terakki

Not: Bilindiği üzere İttihat ve terakki derneği 2. Meşrutiyet* için 2. Abdülhamit’e

baskılarda 
bulunmuş  ve 2. Meşrutiyet ilan edilmişti. Yukarıda ki alıntıdan da

görüleceği üzere 1912’de dernek fırka 
( parti ) olarak iktidara gelmiştir.

*http://www.antoloji.com/23-nisan-184-siiri/

Asım 10. bölümde Köse İmam’ın hocasının oğlu Hocazade,

“– “Devr-i sâbık”ta , kazâ teknesi, bir köhne vapur,” diye başlayarak

bir fıkra anlatıyordu. Geminin batmasıyla fıkra son bulmuştu.

 Hocazade devr-i sabık yani eski devir derken 2. Meşrutiyet öncesi

2.Abdülhamit devrini, anlatıyor. Anlattığı fıkra ile 2.Abdülhamit

döneminden İttihatçiler olarak enkaz devraldıklarını anlatmaya çalışıyor,

bence. F.L.A.


Çınçınlı Hamam;


Çinili Külliyesi Hamamı veya Çınçınlı Hamam;  İstanbul Boğazı’nın Anadolu yakasında

Üsküdar Murat Reis Mahallesi Çavuşdere Caddesi adresine 1640 yılında Sultan I. Ahmet’in
karısı Mahpeyker Kösem Sultan tarafından yaptırılan külliyenin bir parçası olarak inşa ettirilmiştir.
Adını Çinili Camii’den alan hamam diğer Osmanlı Hamamları gibi çifte hamamdır.
Hamam 17.yüzyılın saray kadınlarının hanedanlıkta en etkili oldukları dönemden bir örnektir.

Alıntı… http://www.tas-istanbul.com/portfolio-view/uskudar-cinili-hamam/

çın -çınlı hamam,kubbesi tamam,bir gelin aldım,babası imam.( Saat )


Alıntı… http://www.forumsal.net/bilmeceler-ve-zeka-sorulari/
107024-cin-cinli-hamamkubbesi-tamambir-gelin-aldimbabasi-imam.html


Not: Çınçınlı hamam bilmecesinin yanıtı saat olduğuna göre, çınçınlı hamamı

Akif saat anlamında kullanmış olmalı. Herhalde saati, camının şekline bakıp

hamam kubbesine benzetiyorlardı. Belki de saatlerin içi çini süslüydü.

Verdiğin silik onluk dediğine göre o zamanlar 10 lira ile saat alınamıyordu, herhalde.


Bu durumda Akif, az parayla çok değerli şey alınamaz. Demek istiyor.

Bu bana ne kadar ekmek o kadar köfte sözünü akla getirdi. Örneğin köfteci

yarım ekmeğe 4 köfte, tam ekmeğe de 8 köfte koyarak servis yapıyor olsun.

Elbette ki yarım ekmek ile tam ekmeğin fiyatları farklı olacaktır. Yarım ekmekli

köfte alan bir müşteri, usta biraz daha köfte koy dediğinde, köfteci ne kadar

ekmek o kadar köfte diyecektir. Yani daha

değerli şey ya da bir şeyin  daha fazlasını istiyorsan fazla para vereceksin demektir, bu.


Ne verdin ki ne bekliyorsun gibi bir şey oluyor, Akif’in dizeleri. Daha açıkçası

2. Abdülhamit döneminden ne para kaldı ki, İttihatçılar olarak bir şey yapalım

demek istiyor. F.L.A.


   – Lebbey ? 


TELBİYE


(التلبية)


İhrama girenlerin lebbeyk şeklinde başlayan zikir cümlelerini söylemesi.


Sözlükte “çağrıda bulunana cevap vermek, bir davete icabet etmek”

anlamındaki telbiye fıkıh terimi olarak hac veya umre niyetiyle ihrama

giren kimsenin aşağıdaki sözleri söylemesini ifade eder: “Lebbeyk 

Allāhümme lebbeyk lebbeyk lâ şerîke leke lebbeyk inne’l-hamde 

ve’n-ni‘mete leke ve’l-mülk lâ şerîke lek” (Rabbim! Davetine sözüm

ve özümle tekrar tekrar icabet ettim, emrine boyun eğdim. Rabbim! 

Senin davetine icabet boynumun borcudur. Senin eşin ve ortağın yoktur. 

Rabbim! Bütün varlığımla sana yöneldim; hamd senin, nimet senin, 

 

mülk senindir. Senin eşin ve ortağın yoktur).

 

 

İslâm Ansiklopedisi Salim Öğüt 

 

Not: davete icabet etmek, davetin icabını yani gereğini yerine getirmek, davete
 
gitmek demektir.

İsra, 67

Yaşar Nuri Öztürk: Denizde size bir zorluk dokunduğunda, O'nun dışındaki

tüm yalvardıklarınız ortadan kaybolur. Fakat O, sizi kurtarıp karaya çıkarınca

yüz çevirirsiniz. İnsan çok nankördür.

 

Lebbeyk, senin çağrına geldim Allah’ım demek.

Akif, yukarıda ki ayete gönderme yaparak başımız dertteyken Allah’ı anıyoruz.

Halbu ki , O’nun çağrısına hep uysak sıkıntılar başımıza gelmez demek istiyor,

bence. F.L.A.

 

Devr-i sâbık: Eski devir, eski dönem. Asım 1915 1. Dünya savaşı başlangıcında

yazılmış  olduğuna göre, eski dönem diyerek 1908 2. Meşrutiyet öncesi mutlak

krallık dönemi, 2. Abdülhamit dönemi denmek isteniyor, olmalı. F.L.A.

 

Batmadık bir yeriniz kaldı mı, bilmem, cici bey?

“Devr-i sâbık” mı dedin şimdi?.. Elindeyse, çevir,

Ensesinden tutup eyyâmı da gelsin o devir.

Milletin beş parasız onda, emîn ol, yedisi!

Gündüzün aç dolaşır, akşama kırk ev kedisi!

Yatırın âlemi çavdar karışık mezbeleye:

Ne bu? Ekmek! diye dünyâyı verin velveleye.

Hastalık, kehle, sefâlet saradursun, kol kol,

Sâde siz seyre bakın!

        – Harb-i Umûmî bu, ayol!

 

Eyyam: günler.

Milletin beş parasız onda, emîn ol, yedisi!

Not: Köse’ye göre, milletin 7/10 u İttihat devrinde beş parasızmış.

 

Yatırın âlemi çavdar karışık mezbeleye:

Mezbele: çöplük.

Not:  Köse’ye göre, aaleme ( insanlara ) çöplük gibi ekmek yediriyormuş,

İttihat yönetimi.

 

kehle

 

 isim, eskimiş Arapça kehle

     Bit:

       "Günah kirli, kehle yüklü / Çamaşırlarımı yudum."- A. M. Dıranas.

http://www.nedemek.org/Kehle+nedir

 

Hastalık, kehle, sefâlet saradursun, kol kol,

Sâde siz seyre bakın!

Not: “Hastalık, bit ve yoksulluk her yanı sarmış, siz İttihatçiler, bir şey

yapmadan öyle seyrediyorsunuz, milletin halini” demek istiyor, Köse İmam. F.L.A.

 

Akif yukarıda ki dizelerde, ”Günleri tersine çevir de eski devri geri getir gücün

yetiyorsa ama bunu yapamasın, keşke yapabilsen, o günler günümüze göre

daha iyiydi” demek istiyor, Hocazade de,

        – Harb-i Umûmî bu, ayol!

 “Genel savaştayız ( 1.Dünya Savaşı’ndayız ) elbette ki sorunlar olacak” diyerek,

İttihat devrini savunuyor. F.L.A.

zelil

Hor görülen, aşağı tutulan, aşağılanan 

Örnek: Şımarık kantocu kim bilir hangi tesirler altında eski mütevazı, zelil,

ahiretlik olmuştu. R. N. Güntekin

 http://www.nedirnedemek.com/zelil-nedir-zelil-ne-demek

– Niye hürriyyet için sürgüne gittindi?
 

Açıklama: Bu soruyu Hocazade ( Köse İmam’ın Hocasının oğlu ) Köse İmam’a

soruyor. Köse İmam devr-i sabığı yani  eski devri ( özgürlüğün bir başka deyişle

hürriyetin olmadığı koyu 2.Abdülhamit dönemini ) savunmaktadır. Hocazade de

İmam’a eski devir iyiydi madem niye hürriyetçileri ( ittihatçıları ) savundun ve

bu yüzden 2.Abdülhamit devrinde seni sürgüne yolladılar diye soruyor.
 

Köse İmam’ın sonra ki sözlerine bakılırsa o da 2.Abdülhamit devrinden 

şikâyetçiymiş ama İttihatçılardan da beklediğini bulamamış. F.L.A.

Servet-i Fünûn edebiyatı, Türk edebiyatında 1860'tan beri devam eden 
 
"Doğu-Batı" mücadelesinin, Batı le­hine sonuçlandığı dönemdir.
 
Bu dönemde Türk edebiyatı ge­rek zihniyet, gerek içerik, gerekse 
 
teknik özellikler bakımından bütünüyle Batılı bir nitelik kazanmıştır.

Dönemin Siyasi Yapısı
 
Servet-i Fünûn edebiyatının anlaşılması için II. Abdülhamit döneminin 
 
çok iyi bilin­mesi gerekir. II. Abdülhamit (1876 -1909), Osmanlı Devleti'nin 
 
34. padişahıdır. II. Abdülhamit tahta çıktığında (1876), Os­manlı Devleti 
 
büyük bir bunalım içindeydi. Milliyetçi akımların etkisiyle Balkanlar'da
 
ayaklanmalar birbirini izliyordu. Yurt için­de meşrutiyet yanlısı görüşler
 
güçleniyor­du. Abdülhamit tahta çıkar çıkmaz, 23 Aralık 1876'da, Osmanlı'nın
 
ilk anayasası olan Kanun-ı Esasiyi ilan etti. Meclis-i Meb'ûsân ve Ayan Meclisi 
 
üyelerinden oluşan ilk Meclis, 19 Mart 1877'de açıldı. Böylece i. Meşrutiyet 
 
dönemi başladı.


 Alıntı… http://edebiyatforum.com/
lise-3-edebiyat-konu-anlatimi/servet-i-funun-edebiyatinin-olusumu.html

 

 

 

Yukarıda ki alıntıyla ilgili olarak genele yani ormana bakarsak eğer olayı şöyle görebiliriz.

Batı sömürgeciliği Osmanlı Devleti’ni ve Çarlık Rusyası’nı petrol yataklarına

sahip olmaları nedeniyle parçalayıp yutmak istiyoru. Bu 2 dev yapı milletlerden

ve farklı dinlere sahip insanlardan oluşmaktaydı. Bu yüzden milliyetçilik ve özgürlük

hareketini başlattılar. Balkan yenilgisi de bu hareketin bir sonucudur.

Bu siyasi ve kültürel çalkantılar Osmanlı ve Rus Edebiyatına yansımıştır.

Ünlü Rus Klasikleri bu döneme aittir.

Saltanatının elinden alınacağını gören 2.Abdülhamit milliyetçilik ve

özgürlükçülük ( hürriyetçilik ) akımlarını savunanlara karşı acımasız

davranıyordu. Paşa rütbesi ve maaşı vererek bir casuslar ordusu kurmuştu.

Namık Kemaller, Jön Türkler ( bir başka adıyla Genç Osmanlılar )

hep bu dönemin yansımalarıdır. Bu 2 imparatorluğun

( Osmanlı ve Çarlık Rusyası ) özünden çıkan Genç Türkiye Cumhuriyeti

ile SSCB batı sömürgeciliğine baraberce gereken dersi vermiştir.

Genç Türkiye Cumhuriyeti kurucusu olan Atatürk’ümüzden ve arkadaşlarından

Allah razı olsun. F.L.A.


Zuhûrî :
 Orta oyununda taklitçi.


(Ort. O.) Orta Oyunu kollarından biri olan zuhuri Kolu'-nu yöneten sanatçı.

Orta oyununda komik rolü yapan kimse.

 

 http://www.nedirnedemek.com/zuhuri-nedir-zuhuri-ne-demek

 

 


maskara

sıfat

.

1.    eğlendirici, güldürücü, hoş, sevimli.

 

2.    (sövgü sözü olarak) onursuz, soytarı, rezil (kimse).


https://www.google.com.tr/#q=maskara+ne+demek

 

 

Murdar         Farsça

Pis. Kirli. Mülevves. Temiz olmayan.

İslâmiyetin gösterdiği kaidelere uygun olmıyarak kesilmiş hayvan.

http://www.osmanlicaturkce.com/

Not: sapsarı veya kopkoyu çok fazla sarı ya da çok fazla koyu anlamına geldiğine göre,

Musmurdar da çok fazla kirli anlamına gelir. F.L.A.

 

 

Afak  

Ufuklar. Yerle göğün birleştiği gibi görünen uzak dâire.

Etraf. Cihetler.

Mc: Görüş ve dönüş sınırları. (Zıddı: Enfüs'dür.)

http://www.osmanlicaturkce.com/

Not: burada âfâkı etrafı, kenarı anlamına geliyor. F.L.A.

 

Merdane      Farsça

Erkekçesine. Merdcesine. Er'e yakışır surette.

Matbaada baskı, baskı makinelerinde ve ofset makinelerinde ise

plâteye değerek mürekkeb vermek; ve toprağı bastırmak gibi çeşitli

işlerde kullanılan silindir.

Yufka açmağa yarıyan oklava.

Erkek ayakkabısı.

http://www.osmanlicaturkce.com/?k=merd%C3%A2ne&t=%40

Not: Mert direnen demek olduğundan, haksızlıklara ve nefsani arzularına

karşı direnenlere yiğit, mert denir. Mert kelimesinin erkeklik anlamının

cinsiyetle ilgisi yoktur. Direnen erkek ve kadın cinsiyetine bakılmaksızın

mert olarak sıfatlandırılır. F.L.A.

 

Haya: Hicab, utanma, edeb, ar, namus. Allah korkusu ile günahtan kaçınmak.

 

siymek, -er(1. anlamı)

(nsz) Kedi, köpek işemek.

http://ne-demek.net/anlam%C4%B1/siymek-ne-demek.html

Not: Bu durumda siyemez işeyemez olmakta. Elbette ki burada değişmeceli

olarak, aşağılık insanlar bana zarar veremez, denmek isteniyor. F.L.A.

 sell-i asâ

Not: Sözlüklerde bulamadım ama bilindiği üzere asâ sopa demektir.

Ağaçlardan yemiş koparmak, saldıran köpeklere karşı korunmak ve

Baston gibi dayanmak amacıyla özellikle çobanlar tarafından kullanılır.

O zaman asâyı salla anlamına gelebilir. F.L.A.

 

Ürümek        Farsça

Havlamak. (İt ürür, kervan yürür) Ürüyen köpek ısırmaz: Tehdit savuran,

işi gürültüye boğan kimselerden yılmamak lâzım geldiğini anlatır.

http://www.osmanlicaturkce.com/?k=%C3%BCr%C3%BCmek&t=%40

 

tabî’î: elbette ki, doğal olarak. F.L.A.

sadâlar: sesler. F.L.A.

köçek: kadın giysisi giyerek kadınsı danslar eden erkek, erkek dansöz.

Bilindiği gibi dans eden kadına dansöz, erkeğe ise dansör denir.

Ek bilgi olarak, Osmanlıda erkeklerin dansöz seyretmesinin günah

olduğu düşünüldüğünden, dans eden köçekler seyredilirdi.

Elbette ki bu eşcinsel duyguların ortaya çıkmasına yol açan bir durumdur. F.L.A.

 

POMAKLAR KİMDİR ?

 

Pomaklar öncelikle Osmanlının  balkan coğrafyasına bıraktığı miraslardan

birisi ve belkide en  tartışmalı etnik  kimliktir. Tartışmalı bir kimlik olmasının

en önemli sebebi  balkanlarda politika sahibi ülkelerin  pomaklarların

herhangi bir özelliğini ön plana çıkartarak kendi  siyasi malzemeleri 

olarak  kullanma istekleridir. 

https://www.pomak.eu/board/index.php?topic=120.0

 

 

parsa (nedir ne demek)

Bir izleyici topluluğu önünde yapılan gösteriden sonra toplanan para

Örnek: Ali direkten indikten sonra eline aldığı bir tepsi ile ahaliye

sarıldı ve parsa toplamaya başladı. R. N. Güntekin

Yağlı güreşlerde karşılaşmaların bitiminde pehlivanların seyircilerden

bağış yollu topladıkları para.

http://www.nedirnedemek.com/parsa-toplamak-nedir-parsa-toplamak-ne-demek

 

yekten

Birden, birdenbire.Durup dururken.

http://www.nedirnedemek.com/yekten-nedir-yekten-ne-demek

 

feylesofu: düşünürü, filozofu. F.L.A.

 

emsâli dehâlar : Örnek oluşturan dahi kişiler.

Dahi: Eşine ender rastlanır, hârikulâde zekâ, fatanet ve hikmet sâhibi.

http://www.osmanlicaturkce.com/?k=dahi&t=%40

Ma'rifet       

Bilme, bir şeyi cüz'i vecihle bilmek. Hüner. Üstadlık. San'at.

Tuhaflık, garib hareket. Vasıta, tavassut.

İlim ve fenlerle tahsil olunan mâlumat. İrfan kazanmak. (Bak: İrfân)

http://www.osmanlicaturkce.com/?k=ma%E2%80%99rifet&t=%40

 

İctimaî: Topluluğa ait, birlikte yaşayanlara dair. Cemiyet hayatına

ait ve müteallik. Sosyal.

http://www.osmanlicaturkce.com/?k=%C4%B0ctim%C3%A2%C3%AE&t=%40

 

Neşve           

(Nişve - Nüşve) Sevinç, keyif.

Büyümek ve yetişmek.

Koklamak.

Rayiha.

Bir şeyi tekrarlamak.

Mest ve sarhoş olmak.

İyice duyup vâkıf olmak.

http://www.osmanlicaturkce.com/?k=ne%C5%9Fve&t=%40

 

vâiz: vaaz veren yani dini bilgileri anlatıp vaaz eden ( ortaya koyan ). F.L.A.

 

Peştahta ne anlama gelir?

Çalışma masası olarak kullanı­lan çekmece. 2. Sarrafların üstünde

para saydıkları tahta.

http://www.sozlukanlaminedir.net/pestahta-nedir-pestahta-ne-demektir/

 

Tekmil          

Bitirmek, tamamlamak. Kemâle erdirmek.Tam, bütün, eksiksiz.

http://www.osmanlicaturkce.com/?k=tekmil&t=%40

 

kızıl kâfir

Alıntı.. Yukarıdaki dizelerin II. Abdülhamid’e ait olduğuna dair kesin bir belirti yok.

Ancak o dönem Sultan Abdülhamid için çokça kullanılan “kızıl kafir” sözüyle başlıyor bütün bu yergiler.

https://foyuk.wordpress.com/

2014/08/05/yildizdaki-baykus-mehmet-akifin-ii-abdulhamid-hakkinda-gorusleri/

Not: alıntıdan anlaşıldığına göre kızıl kâfir Sultan II. Abdülhamit olmakta. F.L.A.

 

bahtıma: talihime, şansıma. F.L.A.

 


Sayfa Başına Dönün 

Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol