KUR'AN FiHRiSTi C
CİHAD için Tıklayın
AZABIN BİR KISMI DÜNYAda.. BİR KISMI da AHİRETE ( Ahiret kesin olarak vardır. Zariyat, 6- Ceza ve hesap günü şüphesizolacaktır.
ZÂRİYÂT-6
Ve inned dîne le vâkıu(vâkıun).
1. ve inne : ve muhakkak
2. ed dîne : dîn (hesap, ceza)
3. le : elbette, mutlaka, kesinlikle
4. vâkıun : tahakkuk edecektir, vuku bulacaktır, gerçekleşecektir
Yaşar Nuri Öztürk : Ve din, şaşmaz bir olgudur.)
RÛM-41 : Zaharel fesâdu fîl berri vel bahri bimâ kesebet eydin nâsi, li yuzîkahum ba’dallezî amilû leallehum yerciûn(yerciûne).
1. zahare : zahir oldu, ortaya çıktı
2. el fesâdu : fesat
3. fî el berri : karada
4. ve el bahri : ve deniz
5. bimâ : şey sebebiyle
6. kesebet : kazandı
7. eydi : eller
8. en nâsi : insanlar
9. li yuzîka-hum : onlara tattırmak için
10. ba'dallezî (ba'de ellezi) : bir kısmı ki o
11. amilû : yaptılar
12. lealle-hum : umulur ki böylece onlar
13. yerciûne : dönerler
Yaşar Nuri Öztürk:İnsanların ellerinin kazanmış oldukları yüzünden denizde ve karada bozgun
çıktı. Allah onlara, yaptıklarının bir kısmını tattırıyor ki geri dönebilsinler.
Tefhim-ül Kur'an Yorumu.
Rum 41, Bu, yine, bütün Ortadoğu'da konuşulan Bizans ile İran arasındaki savaşa bir kinayedir. "İnsanların elleriyle kazandıkları"; Şirk ve ateizmi kabul etmenin ve ahireti görmezden gelmenin kaçınılmaz sonucu olarak insan davranışlarında ve karakterinde ortaya çıkan baskı, zulüm ve istibdat anlamına gelir. "Belki dönerler" ifadesi, Allah'ın, insanların kötü hareketlerinin sonuçlarının bazılarını ahirette cezalandırmadan önce göstermesi anlamına gelir. Böylece onlar gerçeği anlayıp tahminlerinde ne kadar hatalı olduklarını hissedebilirler ve ilk zamanlardan beri Allah'ın Peygamberlerinin tebliğ ettiği ve insan davranışlarını sağlam temellere oturtabilecek tek yol olan hak dine döndürabilirler. Bu konu Kur'an'da birçok yerde ele alınmıştır. Tevbe: 126, Rad: 231, Secde: 21, Tur: 47.
32. Yaşar Nuri Öztürk : İşte bu yüzden biz, İsrailoğulları üzerine şunu yazdık: Kim bir kişiyi, bir kişiye karşılık yahut yeryüzünde bir fesat sebebiyle olmaksızın öldürürse, insanları toptan öldürmüş gibidir. Ve kim bir kişiye hayat verirse insanlara toptan hayat vermiş gibidir. Andolsun, resullerimiz onlara açık-seçik kanıtlar getirmişlerdir. Ama onlardan birçoğu bunun ardından da yeryüzünde zulüm ve azgınlığa sapmaktadır.
Hırsızlık demektir. Mülkiyet hakkına karşı işlenen temel suçlardan biri olan sirkat; başkasına ait bir malı,
SİRKAT
Hırsızlık demektir. Mülkiyet hakkına karşı işlenen temel suçlardan biri olan sirkat; başkasına ait bir malı, korunduğu yerden sahibinin bilgisi dışında gizlice almaktır. İslâm'a göre insanın hayatı, ırz ve namusu gibi malı da muhteremdir. Bu nedenle hırsızlık, hem hukuk düzeni açısından suç kabul edilerek cezalandırılmış, hem de dinen ve ahlâken büyük günah ve ayıp sayılmıştır (Mâide, 5/38). (İ.P.)
https://kurul.diyanet.gov.tr/SoruSor/DiniKavramlarSozlugu.aspx#.U8kY-JR_vJI
MÂİDE-38
Yaşar Nuri Öztürk : Hırsızlık yapan erkek ve kadının, yaptıklarına karşılık Allah'tan bir ceza olarak ellerini kesin. Allah Azîz'dir, Hakîm'dir.
Not: Yukarıda ki ayette yer alan "ellerini kesin" kısmını açıklamak gerekir. Arap geleneğinde hırsızların eli kesici aletle kesilirdi. Öğrendiğime göre bu kesme işi tamamen kesme değil hırsız olduğu bilinsin diye iişaretleme imiş. Damgalanma belki de bu damga ( işaret ) lamadan geliyordur. Damgalanmaktan, toplum içinde aşağılanıp, dışlamaktan çekinsinler de hırsızlık yapmasınlar diye bir caydırıcı yöntemdi bu belki de. F.L.A 27.09.2015
Hakkı Yılmaz'dan edindiğim görüşe göre el değişmece ( mecazi ) li olarak güç ve kuvvet anlamına geliyor.
Hakkı Yılmaz
http://istekuran.net/tebyin-ul-kuran/
Yazımın birini örnek olarak aşağıya aldım.
TEBBET 1
Yaşar Nuri Öztürk : Elleri kurusun Ebru Leheb'in; zaten kurudu ya!
Kur'an yorumcularına göre bu ayette yer alan eller, elleriyle kurduğu düzen anlamına geliyor. Tarihçilerin anlattığına göre Ebu Lehep gibi zenginler tefecilik yapıp zalimane bir şekilde aşırı faizi ödeyemeyenlerin erkeklerini köle yapıyor, kadınlarını ve kızlarını da şehrin arka sokaklarındaki genelevlerde satıyordu. İşte İslâm bu ve benzeri zulümlere dur demek için geldi. Zulüm, sömürü hala var ve hep birlikte sömürüye, haksızlığa karşı olmalıyız. İyi akşamlar.
Elin değişmeceli olarak kudret, güç kurulan düzen olduğunu gösteren diğer ayetler aşağıdadır.
sonuç olarak Maide 38'de hırsızın kurduğu hırsızlık düzenini elinden alın, onu bu kurduğu soygun düzeninden kurtarın anlamı da taşıyor, yorumculara göre.
FETİH-10
Yaşar Nuri Öztürk : O seninle el tutuşup sözleşenler var ya, onlar gerçekte Allah ile bey'atleşiyorlar. Allah'ın eli onların ellerinin üstündedir. Kim ahdi bozar, döneklik ederse kendi aleyhine döneklik etmiş olur. Ve kim Allah'a verdiği sözde vefalı davranırsa, Allah ona büyük bir ödül verecektir.
ÂLİ İMRÂN-73
Yaşar Nuri Öztürk : Dininize uyandan başkasına inanmayın." Söyle onlara: "Hidâyet, Allah'ın kılavuzlamasıdır. Size verilenin benzeri bir başkasına veriliyor yahut Rabbinizin katında tartışarak size üstün gelecekler diye mi bütün bunlar?" De ki: "Lütuf Allah'ın elindedir; onu dilediğine verir. Allah Vâsî'dir, varlığı sürekli genişletir; Alîm'dir, herşeyi en iyi şekilde bilir."
HADÎD-29
Yaşar Nuri Öztürk : Böylece, Ehl-i Kitap, Allah'ın lütfundan hiçbir şeyi kotarma gücünde olmadıklarını bilsinler. Lütuf, Allah'ın elindedir; onu dilediğine verir. Allah, büyük lütfun sahibidir.
YÂSÎN-83
Yaşar Nuri Öztürk : Herşeyin kaynağı/egemenliği elinde olan o yaratıcının şanı çok yücedir! Sonunda O'na döndürüleceksiniz.
MULK-1
Yaşar Nuri Öztürk : Mülk ve yönetim elinde bulunan o Allah ne yücedir! O, her şeye Kadîr'dir.
SÂD-75
Yaşar Nuri Öztürk : Allah dedi: "Ey İblis, iki elimle yarattığıma secde etmekten seni alıkoyan neydi?
Burnu büyüklük mü ettin, yoksa yücelenlerden mi oldun?" İyi günler. F.L.A.
48. Yaşar Nuri Öztürk : Şu bir gerçek ki, Allah kendisine şirk koşulmasını affetmez, bunun dışında kalanı/bundan az olanı dilediği kişi için affeder. Allah'a şirk koşan, gerçekten büyük bir günah işlemiştir.
112. Yaşar Nuri Öztürk : Kim bir hata yahut günah işler de sonra onunla bir suçsuzu itham ederse hiç kuşkusuz, büyük bir iftira ve açık bir günah yüklenmiş olur.
İFTİRALARIN ÖNÜNE GEÇMEK için SORGULAMA AYETLERİNE UYULMALIDIR.
CEZA AYETLERİ
CEZA AYETLERİ
İslam Dini'nde cihat, cehd yani çaba anlamındadır ve Hz.Allah'ın rızasına uygun her türlü çabayı kapsar. Allah için ölmek, ilim edinmek için çaba harcamak, nefis terbiyesi için çaba harcamak vs. vs. Kıtal da cihata dahildir ama kâfirler müslümanları öldürmekte ısrarlı bir şekilde müslümanlara saldırıyorsa nefsi müdaafa olarak İslâm'da vardır.
https://kurul.diyanet.gov.tr/SoruSor/DiniKavramlarSozlugu.aspx#.VNZ72-asWos
Tevbe, 5, Yaşar Nuri Öztürk: O haram aylar çıktığında artık müşrikleri, kendilerini bulduğunuz yerde öldürün. Yakalayın onları, kuşatın onları, tüm geçit noktalarını tıkayın onların. Bunun ardından tövbe eder, namazı gereğince kılar, zekâtı verirlerse, yollarını açın onların. Kesin olan şu ki, Allah Gafûr'dur, Rahîm'dir.
Tevbe, 5, ayetini Bakara 190-194 ayetleri ışığında okumak lazım. Bakara 190-194 nefs-i müdaafa ( insanın kendini savunma hakkı ) ile ilgilidir.
CİHÂD
Sözlükte "gayret etmek, bir işi yapabilmek için bütün imkânları kullanmak" anlamına gelen "cihâd" kavramı; Kur'ân ve hadislerde; Allah yolunda savaşmak anlamını ifade ettiği gibi dini öğrenmeyi, dinin emir ve yasaklarına uymayı, haram ve günahlara karşı nefis ile mücadele etmeyi, İslâm'ın bilinmesi, tanınması, yaşanması ve yücelmesi için çalışmayı da ifade eder. "Cihâd" kavramı; Mekke döneminde İslâm'ın tebliğ edilmesi ve dinin emir ve yasaklarının yerine getirilmesi anlamında kullanılmış; Medine döneminde ise fiili savaşların yapılmaya başlanması ile "kıtâl/savaş" anlamını da içermeye başlamıştır. Bunu hem Kur'ân'da hem de hadislerde görmekteyiz. "Cihâd" kavramı ile ilgili otuz bir âyetten onyedisi savaş bağlamında ve çoğunlukla Hz. Peygamber ve ashabının savaşlarının söz konusu edildiği Enfâl ve Tevbe sûrelerinde, ayrıca Bakara, Âl-i İmrân, Nisâ, Muhammed ve Mümtehıne sûrelerinde geçmekte ve Allah yolunda malları ve canlarıyla cihâd edenler övülmekte, onlara Allah'ın rahmeti, mağfireti, mükâfatı ve cenneti va'd edilmektedir. İmanları uğrunda hicret edenler ve bunlara yardım edenler, gerçek müminler olarak nitelendirilmektedir (Bakara, 2/218; Nisâ, 4/95-96; Enfâl, 8/74). Tevbe Sûresinin 20. âyetinin meâlini örnek olarak zikredebiliriz: "İman edip hicret eden ve Allah yolunda mallarıyla, canlarıyla cihat eden kimselerin mertebeleri, Allah katında daha üstündür. İşte ancak onlar, başarıya erenlerdir." Geriye kalan on dört âyetten ikisinde sözlük anlamında (Ankebût, 29/8; Lokmân, 31/15), on âyette (bk. Mâide, 5/35,69; Hac, 22/78; Nahl, 16/110?) mutlak anlamda kullanılmıştır. Özellikle Mekke'de inen âyetler; İslâm'ın bilinmesi, tanınması, yaşanması ve yücelmesi için gösterilen çabayı ifade eder. "Ey peygamber! Kafirlere ve münafıklara karşı cihat et ve onlara karşı çetin ol..." (Tevbe, 9/73; Tahrîm, 66/9) anlamındaki âyette Peygambere emredilen münafıklarla savaş, "kıtâl" anlamında savaş değildir. Dolayısıyla âyetteki cihâd kavramı; münafıklarla hak uğrunda dil ile mücadele etmek, İslâm gerçeği ile ilgili delilleri anlatmak, fitne ve fesatlarına engel olmak anlamındadır. Mekke'de ve henüz fiili savaşa izin verilmeyen bir dönemde inen Furkân sûresinin, "Öyle ise kafirlere itaat etme, onlara karşı bu Kur'ân ile büyük bir cihatta bulun" anlamındaki 52. âyetinde geçen "kâfirlere karşı Kur'ân ile büyük cihat", harp meydanında fiilen savaşmayı değil, onlara karşı Kur'ânî delillerle mücadele etmeyi, onlara boyun eğmemeyi ifade eder. Yine İslâm düşmanlarıyla fiilen savaşa izin verilmeden önce inen,"Bizim uğrumuzda cihat edenler var ya, biz onları mutlaka yollarımıza ileteceğiz. Şüphesiz Allah mutlaka yararlı işleri en güzel biçimde yapanlarla beraberdir" (Ankebût, 29/69) anlamındaki âyette geçen "Allah yolunda cihâd; düşmanlarla fiilen savaşmayı değil, Allah'ın dinine yardım etmeyi, İslâm'a karşı çıkanlarla en güzel şekilde mücadele etmeyi, zulmü önlemeyi, emr-i bi'l-ma'ruf ve nehy-i `anil-münker görevini yapmayı ve Allah'a itaat edebilmek için nefisle mücadele etmeyi ifade eder. Bu âyetler, cihâdın İslâm'ın doğuşundan beri var olduğunun ve sadece savaş anlamına gelmediğinin delilidir. Medine döneminde müşriklerin müslümanlara saldırıları ve savaş açmaları sebebiyle fiili savaşa izin verilmesi ve savaş yapılması üzerine "cihâd" kavramına, ağırlıklı olarak savaş anlamı yüklenmiş ve bu anlamda algılanmaya başlanmıştır. Mâide sûresinin 54., Hucurât sûresinin 15. ve Sâf sûresinin 11. âyetlerinde geçen Allah yolunda cihâd", Allah sevgisine mahzar olan, kurtuluşa eren, özünde, sözünde ve işlerinde dürüst müminlerin niteliği olarak zikredilmiştir. Allah'ın övdüğü bu kimseler; sadece Allah yolunda fiilen savaşanlar değil, İslâm'ın bilinmesi, tanınması, yücelmesi, emir ve yasaklarına uyulması için çaba gösteren her müslümanı ifade eder. "Allah uğrunda hakkıyla cihat edin?" (Hac, 22/78) anlamındaki âyetlerde geçen "Allah yolunda cihâd" emri, hem düşmanla savaş araç gereçleriyle fiilen savaşmayı hem İslâm'ın emir ve yasaklarına bizzat uymayı, nefsi kötülüklerden ve haramlardan alıkoymayı, hem de İslâm'ın bilinmesi, yücelmesi ve egemen olması için gösterilen sözlü, ekonomik ve her türlü çabayı ifade eder. Hadis kitaplarının "cihâd" bölümlerine baktığımızda, bu bölümlerde hem fiili savaş yapma, savaş araç gereci hazırlama (Tirmizî, 6, IV, 168), Allah yolunda infakta bulunma (Tirmizî, Fedâilü'l-Cihâd, 4, IV, 167, No: 1625) ve savaş hukuku ile ilgili hadislere yer verildiğini hem de doğrudan fiili savaş ile ilgili olmayan nefisle mücadele etmeyi, İslâm'ın bilinmesi, yücelmesi, emir ve yasaklarına uyulması için gösterilen çabayı ifade eden hadislere yer verildiğini görüyoruz. Bu da "cihâd" kavramının "harb, gazâ ve kıtal" kavramları ile özdeş olmayıp çok daha geniş bir içerikle kullanıldığını görmekteyiz. Mesela, "Allah'ı inkâr edenlerle savaşın" (İbn Mâce, Cihâd, 38, II, 953) "Kim Allah'ın kelimesinin yücelmesi için savaşırsa o, Allah yolundadır" (Buhârî, Cihâd, 15, III, 206) "Allah yolunda öldürülen kimse şehittir" (İbn Mâce, Cihâd, 17, II, 937-938) anlamındaki doğrudan savaş ile ilgili hadisler ve benzerlerine cihâd bölümünde yer verilmiştir. Allah'a itaat konusunda nefsi ile mücadele etmeyi ifade eden, "Mücâhid, nefsi ile mücadele eden kimsedir" (Tirmizî, Cihâd, 2, IV, 165) anlamındaki hadis, İslâm'ı müslüman olmayanlara tebliğ etmeyi ifade eden, "Müşrikler ile mallarınız, canlarınız ve dilleriniz ile cihâd edin" (Ebû Dâvûd, Cihâd, 17, III, 22) anlamındaki hadis, Oruç ibadeti ile ilgili, "Kim Allah rızası için bir gün oruç tutarsa Allah onu cehennemden bin (yıllık) bir mesafeye uzaklaştırır" (Buhârî, Cihâd, 36, III, 213) anlamındaki hadis cihâd bölümlerinde zikredilmiştir. Anne-babaya hizmet de cihattır. Abdullah ibn Amr anlatıyor: Bir sahâbî Hz. Peygambere geldi ve ondan cihâda (savaşa) katılmak için izin istedi. Bunun üzerine Hz. Peygamber ona, "Annen-baban var mı" diye sordu, Adamın "evet" demesi üzerine, "Sen onlara hizmet ederek cihâd et" buyurdu (Müslim, Birr, 5, III, 1975). Adaletsizlik ve haksızlık (zulûm) karşısında susmayıp doğru sözü söylemek de cihattır (Tirmizî, Fiten, 13, IV, 471): Yukarıda zikrettiğimiz âyet ve hadisleri birlikte değerlendirdiğimizde; cihâdı; iman edip sâlih ameller işlemek, hak dinde sebat etmek, kötülüklerden ve haramlardan geri durmak, İslâm'ı öğrenmek ve öğretmek, İslâm'ın bilinmesi, tanınması, yücelmesi, emir ve yasaklarına uyulması için çalışmak, müslümanları her türlü tehlike ve saldırılara karşı savunmak, fitne ve fesadı önlemek, güven ve huzuru sağlamak ve benzeri şekilde İslâm toplumunun yararına olan kişisel ve kurumsal bazda sözlü, yazılı, görsel, bilimsel ve ekonomik olarak yapılan her türlü çabayı göstermek; Allah rızasına yönelik her türlü gayret; gerektiğinde düşmanla canı ve malı ile savaşmak ve savaş araç gereci hazırlamak ve hazırlanmasına katkı sağlamak şeklinde anlayabiliriz. Buna göre cihâdı, üç kısma ayırmak mümkündür: a) İslâm'ı anlatarak ve bizzat yaşayarak tebliğ etmek; düşmanlar tarafından saldırı yapıldığında ve savaş açıldığında gerekeni yapmak (Buhârî, Rikâk, 34, VII, 188; Cihâd, 2, III, 201) b) Allah'a itaat konusunda sabırlı ve kararlı olmak, nefisle mücadele etmek, c) Şeytanın hile ve tuzaklarına karşı koymak (bk.Bakara, 2/ 44, 285; Âl-i İmrân, 3/173; Mâide, 5/67; Yûsuf, 12/ 108; Nahl, 16/ 125; Ankebût, 29/ 46; Sebe', 34/46) (İ.K.)
Cennete Girmesi Umulanlar.
1.
|
inne ellezîne
|
: muhakkak ki, hiç şüphesiz onlar
|
2.
|
âmenû
|
: âmenû oldular (Allah'a ulaşmayı dilediler)
|
3.
|
ve ellezîne
|
: ve o kimseler, onlar
|
4.
|
hâdû
|
: yahudiler
|
5.
|
ve en nasârâ
|
: ve hristiyanlar
|
6.
|
ve es sâbiîne
|
: ve meleklere veya yıldızlara tapanlar
|
7.
|
men
|
: kim, kimse(ler)
|
8.
|
âmene
|
: âmenû oldu (Allah'a ulaşmayı diledi), îmân etti, inandı
|
9.
|
biallâhi (bi allâhi)
|
: Allah'a
|
10.
|
ve el yevmi el âhiri
|
: ve son gün, ve sonraki gün, ruhun Allah'a ulaşma günü
|
11.
|
ve amile sâlihan
|
: ve salih amel, ıslâh edici (nefsi tezkiye edici) amel yaptı
|
12.
|
fe
|
: artık, böylece
|
13.
|
lehum
|
: onlar için, onların
|
14.
|
ecru-hum
|
: ecirleri, mükâfatları
|
15.
|
inde
|
: yanında, katında
|
16.
|
rabbi-him
|
: onların Rabbi, Rab'leri
|
17.
|
ve lâ havfun
|
: ve korku yoktur
|
18.
|
aleyhim
|
: onlara
|
19.
|
ve lâ hum yahzenûne
|
: ve onlar mahzun olmazlar
|
1.
|
belâ
|
: hayır, bilâkis, öyle değil
|
2.
|
men
|
: kimse, kişi
|
3.
|
esleme
|
: teslim etti
|
4.
|
veche-hu
|
: vechini, fizik vücudunu
|
5.
|
lillâhi (li allâhi)
|
: Allah'a
|
6.
|
ve huve
|
: ve o
|
7.
|
muhsinun
|
: muhsin, ahsen olan
|
8.
|
fe
|
: artık, o zaman
|
9.
|
lehu
|
: onun
|
10.
|
ecru-hu
|
: onun karşılığı, ecri, ücreti, mükâfatı
|
11.
|
inde rabbi-hi
|
: onun Rabbi katında, yanında
|
12.
|
ve lâ havfun
|
: ve korku yoktur
|
13.
|
aleyhim
|
: onlara
|
14.
|
ve lâ hum yahzenûne
|
: ve onlar mahzun olmazlar
|
1.
|
inne
|
: muhakkak ki
|
2.
|
ellezîne âmenû
|
: Allâh'a ulaşmayı, teslim olmayı dileyenler (yaşarken)
|
3.
|
ve ellezîne hâdû
|
: ve yahudi olanlar, yahudiler
|
4.
|
ve es sâbiûne
|
: ve sâbiîler
|
5.
|
ve en nasârâ
|
: ve nasrâniler, hristiyanlar
|
6.
|
men âmene
|
: kim iman etti, (Allâh'a) teslim olmayı diledi
|
7.
|
bi allâhi
|
: Allâh'a (cc.)
|
8.
|
ve el yevmi el âhıri
|
: ve âhir gün, sonraki gün, hayattayken Allâh'a ulaşma günü
|
9.
|
ve amile sâlihan
|
: ve nefsi tezkiye edici, ıslah edici amel yaptı
|
10.
|
fe lâ havfun aleyhim
|
: artık onlara korku yoktur
|
11.
|
ve lâ hum yahzenûne
|
: ve onlar mahzun olmaz
|
1.
|
ve men
|
: ve kim
|
2.
|
ya'mel
|
: yapar, amel eder
|
3.
|
min es sâlihâti
|
: salih ameller ( nefsi tezkiye edici, ıslâh edici ameller)
|
4.
|
min zekerin
|
: erkeklerden
|
5.
|
ev
|
: veya
|
6.
|
unsâ
|
: kadınlar
|
7.
|
ve huve
|
: ve o
|
8.
|
mu'minun
|
: mü'min olarak (amenu olmuş olarak)
|
9.
|
fe ulâike
|
: o taktirde işte onlar
|
10.
|
yedhulûne
|
: girerler
|
11.
|
el cennete
|
: cennete
|
12.
|
ve
|
: ve
|
13.
|
lâ yuzlemûne
|
: zulmedilmez, haksızlık yapılmaz
|
14.
|
nakîren
|
: hurma çekirdeğinin lifi kadar, kıl kadar, zerre kadar
|
1.
|
li
|
: için
|
2.
|
yecziye
|
: mükâfatlandırır
|
3.
|
ellezîne
|
: o kimseler, onlar
|
4.
|
âmenû
|
: âmenû olanlar, Allah'a ulaşmayı dileyenler
|
5.
|
ve amilû es sâlihâti
|
: ve salih amel, nefsi islâh edici amel yani nefs tezkiyesi yaparlar
|
6.
|
min
|
: dan
|
7.
|
fadli-hi
|
: onun fazlı
|
8.
|
inne-hu
|
: muhakkak o
|
9.
|
lâ yuhıbbu
|
: sevmez
|
10.
|
el kâfirîne
|
: kâfirler
|
1.
|
ve
|
: ve
|
2.
|
ellezîne
|
: onlar
|
3.
|
âmenû
|
: âmenû oldular (hayattayken Allah'a ulaşmayı dilediler)
|
4.
|
ve amilû es sâlihâti
|
: ve salih amel (nefs tezkiyesi) yaptılar
|
5.
|
le
|
: mutlaka, elbette
|
6.
|
nukeffiranne
|
: mutlaka örteceğiz
|
7.
|
an-hum
|
: onlardan
|
8.
|
seyyiâti-him
|
: onların seyyiatleri, günahları
|
9.
|
ve le
|
: ve mutlaka, elbette
|
10.
|
necziyenne-hum
|
: onları mutlaka mükâfatlandıracağız
|
11.
|
ahsene
|
: daha ahsen, daha güzel
|
12.
|
ellezî
|
: onlar
|
13.
|
kânû
|
: oldular
|
14.
|
ya'melûne
|
: yapıyorlar
|
1.
|
ve ellezîne
|
: ve onlar
|
2.
|
âmenû
|
: âmenû oldular, Allah'a ulaşmayı dilediler
|
3.
|
ve amilû es sâlihâti
|
: ve salih amel işlediler, nefs tezkiyesi yaptılar
|
4.
|
le nubevvienne-hum
|
: mutlaka onları mutlaka yerleştireceğiz
|
5.
|
min el cenneti
|
: cennette
|
6.
|
gurafan
|
: yüksek yerler, köşkler
|
7.
|
tecrî
|
: akar
|
8.
|
min tahti-ha
|
: onun altından
|
9.
|
el enhâru
|
: nehirler
|
10.
|
hâlidîne
|
: kalıcıdırlar, kalacak olanlar
|
11.
|
fî-hâ
|
: orada
|
12.
|
ni'me
|
: ne güzel
|
13.
|
ecru
|
: ecir, ücret
|
14.
|
el âmilîne
|
: amel edenler
|
Yaşar Nuri ÖZTÜRK'e göre;
Müslüman olmadan kimse cennete gidemez. O halde müslüman kimdir sorusu sorulmalıdır. Nüfus kâğıdında müslüman yazması yetmez. Müslümanın kim olduğunu anlamak için Kur'an'a bakmalıdır.
Bunlar yukarıdaki ayetlerden de anlaşılacağı üzere;
1. Allah'a şirksiz iman eden,
2. Ahirete ( hesaba çekileceğini bilip, Allah'ın rızasına aykırı işlerden kaçınmaya ) iman eden,
3. Salih Amelde bulunan kişilerdir. Fatih Lütfü AYDIN 02.03.2013
C İ N TASALLUTU YOKTUR.
CİNN
6. Yaşar Nuri Öztürk : "Gerçek şu ki, insanlardan bazı erkekler, cinlerden bazı erkeklere/cinlerin şerrinden bazı erkeklere sığınırlardı da onların şımarıklık ve azgınlığını artırırlardı."
13.Yaşar Nuri Öztürk : "Biz, doğruya ve güzele kılavuzlayanı dinleyince, ona inandık. Rabbine inanan kişi ne hakkının eksik verilmesinden korkar ne de tecavüze uğrayıp kuşatılmaktan."
EN'ÂM-112
Yaşar Nuri Öztürk : İşte böyle, biz peygambere insan ve cin şeytanlarını düşman yaptık. Bunlar aldatmak için birbirlerine lafın yaldızlısını fısıldarlar. Rabbin dileseydi onu yapamazlardı. Bırak onları, düzdükleri iftiralarla baş başa kalsınlar;
NÂS
4. Yaşar Nuri Öztürk : Kıvrılıp kıvrılıp saklanan, sinip sinip gizlenen vesvesenin/o sinsi, o aldatıcı şeytanın şerrinden,
Min şerril vesvâsil hannâs(hannâsi).
1. |
min şerri |
: şerrinden |
2. |
el vesvâsi |
: vesveseler |
3. |
el hannâsi |
: gizlice vesvese veren |
Vesvâs
Vesvâs, vesvese veren şeytan demektir. Bu, gizli, söz ve kişinin içinden geçen kelam mânâsına gelen "vesvese" kelimesinden türetilmiştir. A'şa şöyle der:
O dönüp gittiğinde, vesvese verici olarak zînetinin sesini duyarsın.[108]
Vesvâs, "vesvese" manasına ism-i masdar veya muzaf rubainin masdarı bu vezinden de geldiğine göre, masdar olmakla beraber çok vesveseci, "muvasvis" manasına, mübalağa için sıfat ve isim olarak kullanılmıştır.
Vesvese, kesilmiş, vesvese kaynağı demek gibidir. "El-vesvâs" şeytanın bir ismi olmuştur. Ebû Hayyân, "el-vesvâs" şeytanın ismidir, ancak, şehvetlerin fısıldadığı vesveseye de denilir. Vesvese, esasen, fis, hiş demek yavaş fısıltı yapmak, fiskos etmek gibi gizli sese denilir. Huliyyat fısıltısına, "vesvâsü'l-huliy" denilmesi bundandır, demiştir.
Kâmûs'ta geçtiği üzere, avcının ve köpeklerin yavaşça çıkardıkları seslere de "vesvâse" ve "vesvâs" denir. Bu nedenle, nefsin veya şeytanın kalbe ilka ve ilham ettiği, fısıldadığı, hayırsız, faydasız, alçak hatıra ve dağdağaya "vesvese" denilmesi genel kabul görmüştür.
"Vesvese" kelimesi Kur'ân'da hem nefsin ("nefsinin ona ne fısıldadığını biliriz"[109]) ve hem de şeytanın vesvesesi ("Şeytan ona vesvese verdi")[110] olarak kullanılmıştır.
http://meal.ihya.org/kurani-terimler/vesvas.html
5. Yaşar Nuri Öztürk : İnsanların göğüslerine kuşkular, kuruntular sokar o;
6. Yaşar Nuri Öztürk : Cinlerden de insanlardan da olur o!"
Sonuç olarak cin tasallutu yani saldırısı yoktur. Yukarıda ki ayetlerden anlaşılacağı üzere şeytanlaşmış cinlerin vesvesesi ve ayrıca iftiraları vardır. Veveseye karşı Felak ve Nas surelerinin okunması önerilmektedir.Zaten bu 2 surede özet olarak düğümlere üfleyenlerin, hased edenlerin ve vesvese verenlerin şerrinden Allah'a sığınılması isteniyor.
Fatih Lütfü AYDIN
28.12.2012
İslam’ a Çağrı
İslam’ da Cinsellik
Doğru Yerden Yaklaşma
Bakara Suresi
222. Sana âdet halini de sorarlar. De ki: "O, insana rahatsizlik veren bir haldir. Hayizli olduklari sirada kadinlardan uzak durun ve onlar temizleninceye kadar kendilerine yaklasmayin. Iyice temizlendiklerinde, Allah'in emrettigi yerden onlara gidin." Su bir gerçek ki Allah, çok tövbe edenleri sever, iyice temizlenenleri de sever.
Ve yes’elûneke anil mahîd(mahîdi), kul huve ezen, fa’tezilûn nisâe fîl mahîdi, ve lâ takrabûhunne hattâ yathurn(yathurne) fe izâ tetahherne fe’tûhunne min haysu emerekumullâh(emerekumullâhu) innallâhe yuhıbbut tevvâbîne ve yuhibbul mutetahhirîn(mutetahhirîne).
1. |
ve yes'elûne-ke |
: ve sana soruyorlar, sorarlar |
2. |
anil mahîdi (an el mahîdi) |
: (kadınların) hayz (ay) hallerinden |
3. |
kul |
: de, söyle |
4. |
huve |
: o |
5. |
ezen |
: eza, ıstırap |
6. |
fa'tezilû (fe ı'tezilû) |
: o taktirde, bu yüzden uzak durun |
7. |
en nisâe |
: kadın(lar) |
8. |
fî el mahîdi |
: hayz (ay) hallerinde, hayz zamanında |
9. |
ve lâ takrabûhunne |
: ve onlara yaklaşmayın |
10. |
hattâ yathurne |
: temizleninceye kadar |
11. |
fe |
: öyle olunca, (öyle) ise, artık, o zaman |
12. |
izâ tetahherne |
: temizlendikleri zaman |
13. |
fe |
: öyle olunca, (öyle) ise, artık, o zaman, |
14. |
e'tûhunne |
: onlara gelin, yanına gidin (biraraya gelin) |
15. |
min haysu |
: yerden |
16. |
emere-kum(u) allâhu |
: Allah size emretti |
17. |
inne allâhe |
: muhakkak ki Allah |
18. |
yuhibbu |
: sever |
19. |
et tevvâbîne |
: tövbe edenler |
20. |
ve yuhibbu |
: ve sever |
21. |
el mutetahhirîne |
: temizlenenler, temizlenmiş olanlar |
Tarla Benzetmesi
Bakara Suresi
223.Kadınlarınız sizin tarlanızdır. O halde tarlanıza dilediğiniz şekilde varın. Öz benlikleriniz için önceden bir şeyler gönderin. Allah'tan korkun ve bilin ki, O'na mutlaka ulaşacaksınız. İman sahiplerine müjde ver.
Nisâukum harsun lekum, fe’tû harsekum ennâ şi’tum ve kaddimû li enfusikum vettekûllâhe va’lemû ennekum mulâkûh(mulâkûhu), ve beşşiril mu’minîn(mu’minîne).
1. |
nisâu-kum |
: sizin kadınlarınız |
2. |
harsun |
: tarla |
3. |
lekum |
: sizin için, sizin |
4. |
fe |
: o zaman, artık, o halde |
5. |
e'tû |
: gelin, yaklaşın |
6. |
harse-kum |
: sizin tarlanız |
7. |
ennâ |
: nasıl |
8. |
şi'tum |
: dilediniz |
9. |
ve kaddimû |
: ve takdim edin |
10. |
li enfusi-kum |
: nefsleriniz için, kendiniz için |
11. |
vettekû (ve ittekû) |
: ve takva sahibi olun |
12. |
allâhe |
: Allah |
13. |
va'lemû (ve ı'lemû) |
: ve bilin |
14. |
enne-kum |
: sizin ..... olduğunu |
15. |
mulâkû-hu |
: ona mülâki olma, ruhunu ona ölmeden önce ulaştırma |
16. |
ve beşşir(i) |
: ve müjdele |
17. |
el mu'minîne |
: mü'minler |
Elmalılı Ahmet Hamdi Yazır’ dan
Bakara Suresi 223. ayet meali
Kadınlarınız, sizin için bir tarladır. O halde tarlanıza dilediğiniz gibi varın ve kendiniz için ileriye hazırlık yapın. Allah'tan korkun ve bilin ki siz mutlaka O'nun huzuruna varacaksınız. Ey Muhammed, müminleri müjdele!
Bakara Suresi 223. ayet yorumu
223-Rivayet olundu ğuna göre Yahudiler, bir kimse
karısının önüne arkasından yaklaşarak cinsel birleşmede bulunursa, doğacak çocuğu şaşı olur derler ve bunun Tevrat'ta olduğunu söylerlermiş, Resulullah'a bu aktarılmış, "Yahudiler yalan söylüyorlar." <D> buyurmuş ve şu âyet inmiş: Ey erkekler kadınlarınız sizin tarlanızdır.
HARS: aslında ziraat gibi ekin ekmek demek olup ekin yeri, ekilecek tarla anlamına isim de olur ki burada bu mânâdadır. Bu ifade ile kadının kadınlık organı bir yere, erkeğin spermi tohuma, doğacak çocuk da bitecek ürüne benzetilerek bir istiâre yapılmış ve bununla Allah'ın emrettiği ekin yeri açıklanmıştır ki anlam şu olur: Kadınlar sizin ekinliğinizdir, siz onlara insan ve müslüman tohumları ekip ürün olarak nesil, döl yetiştireceksiniz. Öyle is e tarlanıza (tarla anlamı unutulmamak ve ekin yerinden olmak şartıyla) dilediğiniz taraftan, hangi pozisyonda isterseniz gidiniz. Ve bununla birlikte kendiniz için ilerisini gözetip ona göre ihtiyatlı bulununuz, sadece şehvetinizi söndürmekle meşgul ol m ayıp geleceğiniz için salih ameller ile hazırlık görünüz. Ve Allah'a isyandan sakınınız da eğri yola gitmeyiniz. Ve biliniz ki, siz mutlaka Allah'a kavuşacak, O'nun huzuruna çıkacaksınız. Dolayısıyla yüzünüzü güldürecek şeyler kazanın da rezil olac a ğınız şeylerden kaçının.
Ey Muhammed! Bu hükümleri ve irşadları tebliğ et, ve bunları gönül hoşluğu ile kabul edip uygulayacak olan müminleri de müjdele.
Hayız ( Âdet Görme )
Bakara Suresi
222. Sana âdet halini de sorarlar. De ki: "O, insana rahatsizlik veren bir haldir. Hayizli olduklari sirada kadinlardan uzak durun ve onlar temizleninceye kadar kendilerine yaklasmayin. Iyice temizlendiklerinde, Allah'in emrettigi yerden onlara gidin." Su bir gerçek ki Allah, çok tövbe edenleri sever, iyice temizlenenleri de sever.
Kur’an şu 5 şeyi korumak için inmiştir.
1. Can ( canın ruhsal ve bedensel sağlığı ve mutluluğu ).
2. Mal.
3. Özgür irade ve düşünce ve özgür iradenin ( arzunun, isteğin ), özgür düşüncenin korkmadan söylenebilmesi.
4. Akıl sağlığı.
5. Aile.
Kadının o ay içinde döllenmeyen yumurtalarının kanlı et parçaları şeklinde vücuttan atılması fiziksel bir kirlilik olduğundan Kur’an bu ayette beden sağlığını koruyor olmalı ayrıca ayette O, insana rahatsızlık veren bir haldir dendiğine göre kadın o sırada ilişkiden acı duyuyor olabilir bu kadın için hem ruhsal hem de bedensel sağlık sorununa yol açtığı için Kur’an kadını korumak istemiş olabilir.
Demek ki. Hem cinsel olarak hem de mikrop kapacak şekilde bedensel olarak dokunma dışında kadınla normal yaşayışa devam edilebilir. Sonuç olarak Enbiya Suresi ayet 7’ ye göre işi uzmanına danışmak gerekir. Fatih Lütfü Aydın.
Enbiya Suresi
7. Senden önce de ancak kendilerine vahyettiğimiz erler gönderdik. Hadi, sorun zikir/Kur'an ehline, eğer bilmiyorsanız...
Elmalılı Hamdi Yazır’ dan
Bakara Suresi 222. ayet meali
Ey Muhammed! Sana kadınların ay başı halinden de soruyorlar. De ki: O bir eziyettir Onun için ay başı halinde oldukları zaman kadınlardan çekilin ve temizleninceye kadar onlara yaklaşmayın. İyice temizlendikleri zaman ise Allah'ın emrettiği yerden onlara varın, yaklaşın Şüphesiz ki Allah çok tövbe edenleri de sever, çok temizlenenleri de sever.
222. |
Ve yes'eluneke anil mehıyd* kul hüve ezen fa'tezilün nisae fil mehıydı ve la takrabuhünne hatta yathurn* fe iza tetahherne fe'tuhünne min haysü emerakümllah* innellahe yühıbbüt tevvabıne ve yühıbbül mütetahhirın |
Bakara Suresi 222. ayet yorumu
MAHÎZ: Mimli masdar, mekan ismi veya zaman ismi olabildiğine göre; hayız, (aybaşı kanı) hayız yeri, veya hayız zamanı demek olur. Hayız, aslında dilde seyelan (akmak) anlamında alınmış olarak kadınların âdeti olan kan akıntısının ismidir, rahimden zaman zaman gelen kirli bir tabii salgı olup kişilere ve durumlara göre süresi farklılık gösterir. Bununla birlik t e en azı üç, en çoğu on gündür. İmam Şâfiî, en azı bir, en çoğu on beş gün olduğu ve İmam Malik, en az ve en çok müddetin belirlenmesinin mümkün olmadığı kanaatine varmışlardır. İki hayız arasındaki temizlik süresine "tuhur" denilir. Hayzın şer'î hükümler i, namaz ve oruca engel olması, mescide girmekten, Kur'an okumaktan ve mushafa dokunmaktan kaçınılması, kadının bununla bülüğa ermesi ve bu halde cinsel birleşmenin haram olmasıdır ki burada açıklanan da budur. Şöyle ki:
Sana hayız hakkında soru soruyorlar. Burada ve daha önceki âyette atıf (ulama) vavı ile buyrulması dolayısıyla bu soruların şarap ve kumarla birlikte sorulmuş olması ihtimal dahilindedir. Veya bu atıf, bu soruların müslümanlar tarafından sorulmuş olduğuna işarettir. Cahiliye A r apları hayızlı kadınlarla birlikte durmazlar, beraber yemek yemezlerdi. Yahudilerin ve Mecusilerin âdetleri de böyleydi. Hıristiyanlar ise hayza önem vermezler, cinsel birleşmede bile bulunurlardı. Nihayet ashabdan bir kaç kişi ile birlikte Ebüddehdah - A l lah hepsinden razı olsun Peygambere sordular, ifrat (aşırı gitme) ve tefrit (ihmalkâr davranma) arasında orta bir yol olmak üzere şu cevap indi:
De ki, o bir kirlilik, bir pisliktir. Yani yaklaşana tiksinme ile eziyet verecek murdar bir şeydir. Kokusu fena, rengi bozuk, karışımı kirli, pis, değersiz bir salgıdır. Dolayısıyla kadınlardan hayız zamanına veya hayız yerine özel olmak üzere çekilin, temizleninceye, temizlik haline girinceye kadar o kadınlara yaklaşmayın, yani cinsel birleşmede bul u nmayın veya dizlik altına (göbekle diz kapağı arasına) yanaşmayın. Temizlik sonunda temizlendikleri, yani boy abdesti alıp iyice temizlendikleri zaman, onlara Allah'ın emrettiği yerden gidin, şüphe yok ki Allah insanlık gereği meydana gelebilecek kusu r lardan dolayı çok çok tövbe edenleri sever. Ve tertemiz olmağa çalışanları, terbiye ve ahlâka aykırı davranışlardan ve pislikten sıyrılıp pampak olanları sever. O halde siz de Allah'ın sevdiği gibi olun ve Allah'ın sevdiklerini sevin.