Sayac


Fatih Lütfü AYDIN
Hoş Geldiniz

Kelam 2

 

 http://dogm.meb.gov.tr/ders_kitaplari.html

 

Yukarıda ki kısa yolundan indirdiğim Kelam kitabının 2. Ünitesi mezheplerle ilgilidir.

 

Mezhebin tanımı İslâm Ansiklopedisi'nden alıntıdır.

MEZHEP

(المذهب)

Dinin inanç esaslarını veya amelî hükümlerini anlama ve yorumlama konusunda kendine özgü yaklaşımlara sahip düşünce sistemi; bu yaklaşımlar etrafında meydana gelen ekolleşmenin ürünü olan ilmî ve fikrî birikim.

Sözlükte “gitmek” anlamındaki zehâb kökünden hem masdar hem de “gidecek yer ve yol” mânasında mekân ismi olan mezheb kelimesi, terim olarak “dinin aslî veya fer‘î hükümlerinin dayandığı delilleri bulmakta ve bunlardan hüküm çıkarıp yorumlamakta otorite sayılan âlimlerin ortaya koyduğu görüşlerin tamamı veya belirledikleri sistem” diye tanımlanabilir. Tanımda yer alan aslî hükümler dinin inanç esaslarını, fer‘î hükümler ise ibadetler ile insanlar arası münasebetleri hedef almaktadır. İman esaslarını konu edinen mezhepler itikadî, diğerleri de fıkhî mezhepler diye isimlendirilmiştir. Muhammed Ebû Zehre gibi bazı çağdaş mezhepler tarihi müellifleri, fıkıh mezheplerinin dışındaki grupları siyasî (Şîa, Hâricîler) ve i‘tikadî (Mu‘tezile, Eş‘ariyye, Mâtürîdiyye vb.) olmak üzere taksime tâbi tutmuşsa da siyasî mezheplerin, sonraları kendilerine has itikadî ve fıkhî görüşleri de oluştuğundan sözü edilen taksimi esas almak isabetli görünmemektedir.

Tanımla ilgili açıklamaya geçmeden önce şunu söylemek isterim ki, mezhep yorumdur yani bir konuyu anlamak için  kafa yorup, o konuyla ilgili anlam çıkarmaktır. İngilizce'si doctrine ( doktrin ) dir.

http://fatihltfaydin.tr.gg/Temel-Dini-Bilgiler.htm kısa yolunda ki dosyadan daha iyi anlaşılacağı üzere dinimiz İnanç ( itikad ) Esasları ve Fıkıh olarak 2 ye ayrılır. Fıkıh'da İbadet ve Hukuk ( evlenme, miras, alım satım gibi toplumsal ilişkiler ) olarak 2 ye ayrılır. Kelam İnanç Esaslarını inceler.
 

Kelam; Allah’ın zatından ve sıfatlarından, peygamberlik ile ilgili konulardan, yaratılmışların başlangıcından ( mebde ) ve sonundan ( mead : ahiret ) vahyin ilkeleri ışığında bahseden bir ilimdir.

Fıkıh'ın ibadet ve hukuk bölümleri amelle yani davranışla ilgili olduğu için tanımda ameli hükümler sözü yer almaktadır.
Sonuç olarak itikadi ( inançla ilgili ) yorumlar Kelam'la ilgilidir, ameli yorumlar Fıkıh'la ilgilidir.

Tanımda geçen ekolleşme ise çığırı gözü kapalı bile izleyebilmedir.
Ekol tanımda değişmeceli olarak yer almıştır. Değişmeceli anlamı anlayabilmek için gerçek anlamı incelemeliyiz.

Ekol çığır demektir. Bilindiği üzere çığır gerçek anlamıyla dağın tepesinde ki kar yığının ( çığın ) yuvarlanarak aşağı düşerken oluşturduğu toprak yoldur. Artık kişiler toprağı görebildikleri için o yolu rahatça izleyebilirler. Yani yol kişiyi rahatlıkla amaca ulaştırır. Fakat yolda kar olsaydı çukur ya da uçurum olup olmadığını anlamak için insanlar sopa kullanmak ve çok dikkatli olmak zorunda kalacaklardı. Ekolleşme de bir konuda çığır açılması demektir. Ekol için okul kelimesi de kullanılmaktadır.

O zaman değişmeceli olarak Ekol bir âlimin bulduğu ve herkesin kolayca izleyebileceği yoldur, bence.

Yalnız, biz Zuhruf, 44 gereği Kur'an'dan sorumlu olacağımızdan hadisleri ve yorumları; akıl, mantık, vicdan ve Kur'an cetvelleriyle ölçmeliyiz. FLA

Not: 
Fer' sözlükte; ayrıntı, bir asıldan ayrılan kolların herbiri ve şu'be, esas olmayıp ikinci derecede önemli olan şey anlamlarına gelir. Asl'ın karşıtıdır. Çoğulu fürû'dur. Fer'i ise asla ait olmayıp fer'a ait olana denir. 
http://samil.ihya.org/ansiklopedi/fer-i-mesele.html

Prof.Dr.Süleyman Ateş'e ait Kur'an Ansiklopedisinde ki Hizipler maddesi kısa yolu aşağıdadır ve mezhepleşmenin yanlışlığını anlatmaktadır.

Hizb: katı, kaba davranan cemâate denilir. Parti, grup anlamında kullanılır. Dinin amacı insanları ayrıntılara boğup bölmek değil, tevhîd özünde birleşmektir. Tevhîd dini kolaylık dinidir. Onda güçlük yoktur. İnsanın doğasına uygun olan tevhîdi yerleştiren peygamberlerin ardından zaman geçince insanlar ayrılığa düşmüşlerdir. Bir olan dinlerini zebûrlara (ayrı ayrı Kitâblara) bölmüşler ve her fırka (fraksiyon), dini kendi anlayışına göre yorumlamağa başlamıştır. Ve her fırka, kendi görüşünü en doğru kabul ederek onunla sevinmekte, övünmektedir. Bu, önceki uluslarda böyle olduğu gibi bu ümmet içinde de böyledir. İslâm tarihi boyunca çeşitli inanç ve amel fırkaları doğmuş, bunların her biri kendi yolunun en doğru olduğunu iddi'â etmiş ve kendi mezhebiyle sevinmiştir. Yine bu mezhep ihtilâfları sebebiyle ortaya atıldığında kuşku olmayan: "Ümmetin yetmiş üç fırkaya ayrılacağını ve bunlardan yalnız birinin kurtulup diğerlerinin ateşte olacağını"
[4] söyleyen hadîs karşısında da her fırka, kendisini firka-i nâciye (kurtuluşa erecek fırka) sanmıştır. Aslında kimin kurtulacağını Allah bilir. 

http://fatihltfaydin.tr.gg/Hiziplesmeler-Prof-.-Dr-.-Suleyman-Ates.htm

 


 

1. Yorum Farklılıklarının Ortaya Çıkış Sebepleri

İslam dininin temel kaynakları Kur’an-ı Kerim ve Hz. Peygamberin sünnetidir. Hz. Peygamber hayattayken Müslümanların inanç ve ibadet alanıyla ilgili tüm sorunlarına çözüm getirdiği için Müslümanlar arasında dinî konularda farklılaşmaya sebep olacak görüş ayrılıkları ortaya çıkmamıştır. Hz.Peygamberin vefat etmesiyle birlikte Müslümanlar arasında ortaya çıkan siyasi ve dinî sorunlar ve bu sorunlara getirilen çeşitli cevaplar farklı yorumların ortaya çıkmasını da beraberinde getirmiştir. Yorum veya mezhep, dinin anlaşılması ve uygulanmasıyla ilgili olarak ortaya çıkan fikrî ve beşerî  oluşumlardır. Müslümanlar arasında dinî konularla ilgili olan farklı yorumların ortaya çıkmasının birçok sebebi vardır. Bunların başında toplumsal, kültürel, siyasi, coğrafî, insanî farklılıklar, dinî metinler ve bireysel anlayış farklılıklarından kaynaklanan sebepler gelmektedir.

İnsanın Yapısından Kaynaklanan Sebepler: Dinin anlaşılması ve yaşanması için dinî metinlerin doğru bir şekilde anlaşılarak yorumlanması gerekir. Bu anlama ve yorumlama, insan tarafından yapılır. İnsan, düşünen, sorgulayan, sebep ve sonuçları araştıran akıl sahibi bir varlıktır. İnsanlarınanlayış ve düşünceleri birbirinden farklıdır. Bu farklılık Allah’ın onlara verdiği akıl, tefekkür ve düşünce kabiliyetinin doğal bir sonucudur. İnsanların kabiliyetleri, huyları, ilgileri, ihtiyaç ve beklentileri, dünyaya bakışları ve algılamaları birbirinden farklıdır. Mesela aynı resme bakan kişiler, birbirinden farklı duygular hissederler, aynı kitabı okuyanlar, onun üzerine değişik yorumlar yapar ve farklı sonuçlar elde ederler. Aynı resim üzerinde farklı duyguların hissedilmesi ve aynı kitaptan farklı sonuçlar elde edilmesi insanların olay ve olgulara farklı yaklaşımlarının bir sonucudur. Dolayısıyla düşünce ve sorgulama yeteneğine sahip insanın yapısındaki farklılıklar dini anlama ve açıklamalarına da yansır. Böylece çeşitli ekol ve mezheplerin ortaya çıkmasına neden olur.

Sosyal sebepler: Sosyal hayat sürekli bir değişme, gelişme ve yenilenme içindedir. Her zaman ve mekânda geçerliliğini koruyan evrensel nitelikli ilkeler varlığını sürdürürken yerel nitelik taşıyan unsurlar da zamanla varlıklarını yitirirler. Dolayısıyla sosyal bir ortam içinde yaşayan bir varlık olan insanın sosyal sebeplere bağlı olarak sürekli bir değişim ve yenilenme içinde olması kaçınılmazdır. Sosyal hayatın kendine özgü yapısı her alanda olduğu gibi İslam düşüncesinde de farklı yorum biçimlerinin ortaya çıkması üzerinde etkili olmuştur. Mesela köy yaşamı ile şehir yaşamının sosyal yapısı birbirine benzemez. Bundan dolayı da şehir ve köylerdeki dinî hayat ve dinî anlayışların birbirinin aynı olmaması doğaldır. Ayrıca, toplumları derinden etkileyen savaş, doğal afet, siyasi ve ekonomik krizler de sosyal yapıları doğrudan etkilediği için çeşitli yorumların ortaya çıkmasının önemli nedenlerindendir.

Kültürel Sebepler: İslam dini kısa bir zaman içinde Arabistan Yarımadası’nın dışına yayıldı ve Suriye, İran, Irak, Mısır gibi bölgeler İslam coğrafyasının bir parçası haline geldi. Bu bölgelerde Hristiyanlık, Yahudilik, Mecusilik ve Zerdüştlük gibi inançlar yaygın bir şekilde bulunuyordu. Müslümanlar fethettikleri bu bölgelerde karşılaştıkları din ve inanç mensuplarıyla bir arada yaşamak zorunda kalmışlardır. Dolayısıyla bazı Müslümanlar yaşadıkları coğrafyadaki kültür, örf, adet ve geleneklerinden etkilenerek İslam dininin anlaşılması, yorumlanması ve yaşanmasında farklı bir yaklaşım benimseyebiliyordu. Ayrıca yeni Müslüman olan bireyler de daha önceki din, kültür, örf ve adetlerinden tamamen sıyrılamadıkları için dinî konuları anlamada ve yorumlamada bunların etkisinden tamamen kurtulamıyorlardı. Mesela hicri birinci asırdan itibaren kelamî tartışma konuları arasında yer alan cebr, ihtiyar, Allah’ın zatı ve sıfatları gibi konular İslamiyetten önce diğer din mensupları tarafından tartışılmıştır. Müslümanların yaşamış oldukları bölgeler birbirlerinden tamamen farklı kültürel ortamlara sahiptir. Bu sebeple aynı dinî sorunlara farklı çözümler üretilmiştir. Ancak bu farklı çözümler dinin değişmez esaslarıyla ilgili değildir.

Coğrafî Sebepler: Fetihlerle birlikte İslam coğrafyası farklı iklimlere sahip, çeşitli kültür ve dinlere mensup milletleri içine alan geniş topraklardan oluşuyordu. İslam dini, sıcak ve kurak bir coğrafyada doğmuş olmasına rağmen kısa bir süre içerisinde birçok farklı iklim ve coğrafyalaraulaşmıştır. Akdeniz sahillerindeki iklim ile Kafkasya ve Orta Asya coğrafyasındaki iklim birbirinden farklı olduğu gibi Hindistan yağmur ormanlarından oluşan coğrafya ile kurak ve sıcak bir iklime sahip olan Arabistan Yarımadası da birbirinden farklı özelliklere sahiptir. Çeşitli coğrafyalarda yaşayan Müslümanların yaşam şekilleri ve ihtiyaçları da bulundukları bölgenin özel koşullarından etkilenir. Dolayısıyla coğrafî sebeplere dayanan yaşam biçimlerindeki çeşitlilik dinin uygulamaya yönelik alanlarına farklı şekilde yansıyarak değişik yorum ve uygulamaların ortaya çıkması üzerinde etkili olmuştur. Mesela coğrafî sebeplere bağlı olarak kıyafet, yemek kültürü ve diğer alanlardaki örf ve adetlerin çeşitlilik arz etmesi İslam düşüncesindeki yorumlar üzerinde de belirgin bir biçimde etkisini göstermiştir.
 

Siyasi Sebepler: İslam düşüncesindeki birçok yorum farklılığının ortaya çıkmasının başlıca nedenlerinden biri siyasî sebeplerdir. Siyasî sebepler dinin anlaşılmasında ve uygulanmasında doğrudan veya dolaylı olarak etkisini göstermiştir. Belirli bir dinî yorumun öne çıkarılması, diğer yorumların görmemezlikten gelinmesi veya siyasi iktidarın zaaflarını herhangi bir dinî yorumla meşrulaştırılması gibi hususlar bu sebepler arasında yer almaktadır. Hz. Peygamber ve ilk dört halife dönemlerinde meydana gelen bazı olayların farklı şekillerde yorumlanması Müslümanlar arasında çeşitli mezheplerin ortaya çıkmasında etkili olmuştur. Mesela peygamberimizin vefatından sonra kimin halife olacağıyla ilgili tartışmalar, ileri sürülen görüşler ve her görüşün ayet ve hadislerle delillendirilmesi çabaları birçok mezhebi ortaya çıkarmıştır. Şiîlik ile Sünnîlik bu meselelerin çözümü konusundaki farklılıkların bir sonucudur. Hz. Ali ile Hz. Aişe arasında meydana gelen Cemel Vakası ile Hz. Ali ve Muaviye b. Ebu Süfyan arasında meydana gelen Sıffin savaşı; Haricîlik ve Şiîlik gibi siyasî - itikadî ekollerin ortaya çıkmasında etkili olmuştur. Ayrıca bu savaşlarda ölen ve öldürülen Müslümanların dünya ve ahiretteki durumlarının ne olacağıyla ilgili tartışmalar da Mürcie ve Mutezile gibi itikadî yorumların doğmasına zemin hazırlamıştır.

Dinî Metinlerden Kaynaklanan Sebepler: İslam dininin ana kaynakları olan Kur’an-ı Kerim ve hadisler dinî metinlerin başında yer alır. Ayet ve hadislerin tamamı anlam bakımından açık ve seçik değildir. Bazıları daha kolay anlaşılırken bazılarının anlamı kapalıdır ve bu sebeple yoruma açıktır. Bu metinlerde geçen bazı kavram ve ifadeler farklı anlayış ve yorumların ortaya çıkmasında etkili olmuştur. Örneğin Kur’an-ı Kerim’de zor anlaşılan, benzer anlamlar içeren ya da birden fazla anlama gelen müteşabih ayetler vardır. Bu ifadeler yorum farklılığına zemin hazırlamıştır. Mesela Kur’an’daki “Allah’ın eli”1 ve “Allah’ın yüzü”2 gibi ifadeler, bazı İslam âlimleri tarafından herhangi bir yoruma tabi tutulmadan anlaşılmış, bazı alimlerce Allah’ın, insan gibi eli ve yüzü olduğu şeklinde anlaşılmış, bazı alimler de bu ifadeleri “Allah’ın kudreti” ve “Allah’ın zatı” şeklinde yorumlamayı tercih etmişlerdir.

 Mezheplerin çıkış nedenini Kelam kitabının 37.- 39. Sayfalarından kopyaladım. F.L.A.

Prof.Dr.Yaşar Nuri Öztürk'e göre mezhepler dinleştirilmemelidir.
Yani dinin dolayısıyla Allah'ın emri gibi alınmamalıdır. Bunun nedeni de Zuhruf 44'e göre bizim Kur'an'dan sorumlu tutulmamızdır, bence.

Yukarıda değindiğim gibi biz Kur'an'dan sorumlu olacağız. Bunun için de Kur'an'ı anlayabilmemiz gerekir. Bunun için de onu anladığımız dilde okumanın yanında muhkem ve müteşabih ayetlerle ilgili bilgi sahibi olmamız gerekir. Muhkem çok anlamlı olmayan anlamı kesin ve anlaşılır olan demektir, Örneğin, Allah birdir dendiğinde bunun anlamı tek ve kesindir ki o da Allah'ın bir tane olduğudur.

Aşağıda ki ayet ( Âli İmrân Suresi 7 ) muhkem ve müteşabihden söz eder. Müteşabihe en güzel örnek darp kelimesidir. FLA

Nisa Suresi

34. Erkekler; kadınları gözetip kollayıcıdırlar. Şundan ki, Allah, insanların bazılarını bazılarından üstün

kılmıştır ve erkekler mallarından bol bol harcamışlardır. İyi ve temiz kadınlar saygılıdırlar; Allah'ın

kendilerini koruduğu gibi, gizliliği gereken şeyi korurlar. Sadakatsizlik ve iffetsizliklerinden korktuğunuz

kadınlara önce öğüt verin, sonra onları yataklarında yalnız bırakın ve nihayet onları evden

çıkarın/bulundukları yerden başka yere gönderin! Bunun üzerine size saygılı davranırlarsa artık onlar

aleyhine başka bir yol aramayın. Allah çok yücedir, sınırsızca büyüktür.

Er ricâlu kavvâmûne alen nisâi bi mâ faddalallâhu ba’dahum alâ ba’dın ve bi mâ enfekû min emvâlihim fes sâlihâtu kânitâtun hâfizâtun lil gaybi bi mâ hafizallâh(hafizallâhu) vellâtî tehâfûne nuşûzehunne fe ızûhunne vehcurûhunn(vehcurûhunne) fîl medâcıı vadrıbûhunne fe in ata’nekum fe lâ tebgû aleyhinne sebîlâ(sebîlen) innallâhe kâne aliyyen kebîrâ(kebîren).

Fadribu emrinin kökü olan darb kelimesinin 30’a yakın anlamı içinde en önemlilerinden dördü, vurmak-dövmek, hurûc (çıkmak), zehâb (gitmek) ve dolaşmaktır. (bk. İbn. Manzûr, Lisanül Arab, darb md.- Yaşar Nuri Öztürk Kur’an’ daki İslam sh 554)

Yukarıda ki alıntı vadrıbû kelimesinin çok anlamlı yani müteşabih olduğunu ortaya koyuyor.

Yukarıda ki ayette darp kelimesinin tevilini yani ayette hangi anlamının kullanıldığını bilmek için Âli İmrân Suresi 7 ye göre ilimde derinleşmek gerekir. Benim acizane önerim kişinin anladığı dilde

muhkemleri okurken, bir yandan da takvaya ( Allah'ın azabından sakınıp, rızasına uygun

yaşamaya, yap dediğini yapıp, yapma dediğini yapmamaya ) sarılıp ilimde

derinleşmesidir. Hz. Allah Bakara, 282 de takva sahiplerine öğretmenlik yapacağını

söylemektedir.

Tevilin daha iyi anlaşılması için şu söylenebilir. Hz. Allah ayette kadınları darp edin derken darbın hangi anlamını kullanmıştır, Dövmek mi, bir yerden uzaklaştırmak mı? işte ayette hangi anlam kullanılmıştır bunu bilmek tevildir. 

Sonuç olarak, öyle diyorlar, sen hocadan daha mı iyi bileceksin demek yerine, takvaya sarılıp Hz. Allah'ımızın öğrencisi olmalıyız. FLA 03.02.2016

 

http://fatihltfaydin.tr.gg/Kad%26%23305%3Bn-Dovme.htm

 

http://www.antoloji.com/ogretmeni-allah-olan-kitap-siiri/



http://www.antoloji.com/oyle-diyorlar-7-siiri/


Âli İmrân Suresi

7.Kitap'ı sana indiren O'dur: Onun ayetlerinden bir kısmı muhkemlerdir ki; onlar Kitap'ın anasıdır. Diğer ayetlersemüteşâbihlerdir. Şu var ki, kalplerinde bir eğrilik ve bozukluk bulunanlar, fitne aramak, onun yorumuna öncelik tanımak için Kitap'ın sadece müteşâbih kısmının ardına düşerler. Onun tevilini ise bir Allah bilir, bir de ilimde derinleşmiş olanlar. Bunlar, "Ona inandık, hepsi Rabbimizin katındandır." derler. Gönül ve akıl sahiplerinden başkası gereğince düşünemez.

 

Sözlükte benzeyen anlamına gelen müteşâbih ise terim olarak; manası kolaylıkla anlaşılmayan, bir çok manaya ihtimali olup bunlardan birini tayin edebilmek için haricî bir delile ihtiyaç duyulan, ne anlama geldiği, ne anlatmak istediği ilk bakışta anlaşılmayan, manası açık ve net olmayan, niteliği (seçikliği) belli olsa da içeriği (açıklığı) belli olmayan, şaban ayında değil de ramazan ayında oruç tutulması ve namazların sayısı gibi manası akılla kavranamayan lafızlara ve âyetlere denir ( Diyanet İşleri Başkanlığı internet sayfasından alınmadır).

Kur'an açısından mezhepler için aşağıda ki alıntıyı tıklayabilirsiniz.

 

http://www.kurandakidin.com/2012/03/kuran-mezhepler-konusunda-ne-sekilde-bir-yaklasimda-bulunmaktadir/

 


Dosyanın bundan sonra ki bölümü Kelam kitabından alıntıdır.

2. Ünitede geçen mezhepler ve İslâm Ansiklopedisi'nden alıntıları.

Belli Başlı İtikadî Mezhepler

İslam düşüncesinde çeşitli siyasi, itikadi ve ameli sorunların çözümü için ileri sürülen yorumların kurumsallaşması mezhepleri doğurmuştur. Mezhep kelimesi sözlükte görüş, tutum, fikir, takip edilen yöntem ve gidilen yol anlamında kullanılır. Terim olarak ise mezhep, kendi içinde tutarlı bir metot ve düşünce sistemine sahip olup belli fikir ve şahıslar etrafında oluşan hareketlerdir. İslam düşüncesinde mezhepler itikadî ve amelî-fıkhî olmak üzere ikiye ayrılır. İtikadî mezhepler dinin inanç alanıyla ilgili konular üzerinde yoğunlaşırken amelî –fıkhî mezhepler dinin uygulama alanıyla ilgili konuları ele alır.

Fikir ve düşünce özgürlüğünün bir ürünü olan ve akla önem veren çeşitli yorum ve mezheplerin ortaya çıkması doğal bir durumdur. Bundan dolayı da tarih boyunca Müslümanlar arasında dinî konularda pekçok görüş ve düşünce ileri sürülmüştür. Bu yorum zenginliğinin hakikatin ortaya çıkmasına katkı sağlayan çabalar olarak görülmesi gerekir. Bunun için de İslam dünyasında ortaya çıkan ve vahyin özüne ters düşmeyen tüm mezhepler ve yorumlar kültürel zenginlik olarak görülmeli ve hoşgörü temelinde değerlendirilmelidir.

Havaric, Şia, Mürcie, Mutezile, Eş’ariye ve Maturidiye gibi oluşumlar müslümanların inanç ve siyaset konusunda karşılaştıkları sorunların çözümü için farklı görüş ve düşünceler ileri sürmüş başlıca itikadî ve siyasi mezheplerdir.

 

2.1. Havariç

Müslümanlar arasında ortaya çıkan ilk itikadî fırka haricîliktir. Sıffin Savaşı’nda Hz. Ali’yi destekleyen bir grup savaşın sonlarında gündeme gelen Hakem Olayı ile birlikte desteğini çekerek ayrılmıştır.

Haricîler, “Lâ hükme illâ lillah” (Hüküm yalnızca Allah’a aittir.) sloganıyla ortaya çıkmış, Hakem Olayını kabul ettiği için Hz. Ali’yi de reddetmiş ve belli bir süre sonra da itikadî boyut kazanmış bir gruptur. Daha sonraları kendi aralarında da siyasî ve itikadî birçok konuda ihtilafa düşerek çok farklı fırkalara ayrılmışlardır.

Haricîlere göre İslam’ın en ideal uygulaması Hz. Ebu Bekir ve Hz. Ömer dönemlerinde gerçekleşmiştir. Hz. Osman hilafetinin son altı yılındaki uygulamalarıyla, Hz. Ali de Muaviye karşısındaki haklı davasını hakeme götürmeyi kabul ettiği için küfre düşmüşlerdir. Halife olmak için Kureyşli olmak diye bir şart yoktur ve köle bile olsa ilim ve cesaret sahibi her Müslüman halife olabilir. Ayrıca Haricîlere göre amel ve iman birbirinden ayrılmaz bir bütün olduğu için büyük günah işleyen bir kimse İslam dairesi dışına çıkmış olur.

Haricîlik, birçok konuda benimsemiş olduğu değişik fikir, düşünce ve tutumlarından dolayı İslam dünyasında fazla tutunamamış ve zamanla yok olmuştur. Ancak hariciliğin bir alt kolu olarak ortaya çıkan İbadiyye ekolü günümüze kadar varlığını devam ettirerek gelmiştir. Günümüzde İbadîler, daha çok Fas, Tunus, Cezayir, Madagaskar, Zengibar ve Umman Sultanlığında yaşamaktadırlar.
 

2.2. Şia

Şia, Hz. Ali’nin Hz. Peygamberden sonra nass ve tayinle imam olduğuna, imametin kıyamete kadar onun soyunda devam ettiğine inanan şahıs veya toplulukların müşterek adıdır. Şiîler, imamet konusunu inanç esaslarından biri olarak kabul ederler. Onlara göre imamet konusu hem ayetlerle hem de Hz. Peygamberin vasiyetiyle sabit olmuştur ve her ikisi de Hz. Ali için gerçekleşmiştir. Dolayısıyla Hz. Ali’den önce hilafet makamına gelenlerin yönetimleri meşru değildir. Tarih içinde gelişerek itikadî, siyasî ve fıkhî konularda kendine özgü fikirleriyle bağımsız bir ekol olarak varlığını sürdürmüştür.

Şiîlik zamanla kendi içinde birçok konuda farklı tutum ve görüşler benimseyerek değişik kollara ayrılmıştır. Zeydiye, İsmailiye ve İsnâ Aşeriye-İmamiye bu ana kollardan günümüze ulaşarak varlığını devam ettirmişlerdir. Günümüzde Şiilik denildiği zaman imamiye ekolü anlaşılır. Nas ve tayinle imam olanların sayısının on iki olduğuna inandıkları için “İsnâ aşeriyye” olarak da isimlendirilen İmamiye İran’da resmi mezhep olarak benimsenmiştir. İmamiye ekolüne göre dinin temel esasları tevhit, nübüvvet, imamet, ahiret ve adalet olmak üzere beştir. İman esasları içinde yer alan imamet inancına göre imamların sayısı on ikidir ve on ikinci imam halen sağdır ve günü geldiğinde tekrar taraftarları arasına dönecek ve yeryüzünü adaletle dolduracaktır. 

Şianın diğer önemli bir ekolü olan Zeydiye, İmamiyenin dördüncü imamı Ali Zeynelabidin’in oğlu Zeyd’i imam kabul eder. Bugün Yemen’de yoğun olarak yaşayan Zeydîler, imamet konusundaki bazı görüşleriyle diğer şiî fırkalardan ayrılırlar. Onlara göre Hz. Peygamber isim ve şahıs belirterek kimseyi imam olarak tayin etmemiştir. Haşimoğullarına mensup, ilim, cesaret ve takva sahibi bir kimse imametini ilan ederek ayaklanırsa imamlığı hak etmiş olur. İmamlar hatasız ve günahsız değillerdir. İmamların sayısı oniki değildir.

İsmailiye ekolü ise Cafer-i Sadık’ın ölümünden sonra imametin oğlu İsmail’e ve onun soyundan gelenlere ait olduğunu iddia ederler. İsmailîler, Fatımî Devleti’nin kurulmasıyla güçlenmişler, ancak bu devletin yıkılmasıyla zayıflamışlardır.

 

2.3. Mürcie

Mürcie, irca kelimesinden türemiş olup tehir eden, erteleyen, geriye bırakan anlamlarına gelir. Terim anlamına gelince mürcie, büyük günah işleyenin ahlaksız (fasık) mümin olduğunu, ancak ahiretteki durumunun Allah’a bırakılması gerektiğini kabul eden şahıs veya toplulukların müşterek adıdır. Onlara göre büyük günah işleyen dinden ve imandan çıkmaz. Genel olarak Haricîliğe karşı bir tepki olarak doğan Mürcie, Müslümanlar arasında yaşanan siyasî çatışmalara karışanlar ve bunun sonucunda ölen ve öldürülenleri tekfir edenler karşısında sessiz kalmayı tercih etmiştir. Çünkü onlara göre bir kişi iman ettikten sonra işlediği günahlar imanına zarar vermez. Günah işlemekle iman eksilmez, amelleri yerine getirmekle de iman artmaz. Onlara göre Allah dilerse affeder, dilerse cezalandırır.

Mürcie Hz. Osman, Hz. Ali ve Sıffin ile Cemel olaylarına karışanları tekfir etmemiş, onların ve büyük günah işleyenlerin durumlarını Allah’ın vereceği karara bırakmış, bunların cennetlik veya cehennemlik oldukları konusunda görüş belirtmemiş bir gruptur.

Mürcienin doğuşunda dönemin siyasî olayları etkili olmuştur. Haricîlerin aşırı fikirleri ve şiddet içerikli eylemleri, Emevî-Haşimî çekişmesi gibi olaylar karşısında Mürcie İslam toplumunun birliğini savunmuş, siyasî olaylara karışmamış ve bu tavrını da itikadî alana taşıyarak ilkeleştirmiştir.

Mürcie tarafından benimsenen fikirler daha çok Hz. Ebu Bekir ve Hz. Ömer taraftarlarının yoğun olarak yaşadıkları Mekke ve Medine’de ortaya çıkmıştır. Daha sonra Basra, Kufe ve diğer şehirlerde yayılmıştır. Özellikle Orta Asya’da ve Horasan’da yayılmış ve türklerin islamlaşmasında önemli katkıda bulunmuştur. Ayrıca Maturidiliğin sistemleşmesinde de bazı fikirleriyle önemli rol oynamıştır.3

Mürcieye göre; iman bilgi ve tasdikten ibarettir, iman artmaz ve eksilmez. Ayrıca işlenen günahlar da imana zarar vermez.

3 Sönmez Kutlu, Türklerin İslamlaşma Sürecinde Mürciye ve Tesirleri, s. 274.

 

MÜRCİE’NİN BAZI TEMEL GÖRÜŞLERİ

1. Bir Müslüman işlediği büyük günah sebebiyle imandan çıkmaz ve küfre düşmez. Bu dünyada mümin muamelesi görür ancak işlediği günah dolayısıyla fasıktır. Onun ahiretteki durumu Allah’ın dilemesine bağlıdır. Allah isterse onun günahını bağışlar isterse onu cezalandırır.

2. Şartlı ve şüpheli iman olmaz. Bir mümin imanını ve mümin olduğunu hiçbir kuşkuya yer bırakmadan ifade etmelidir ve “ben gerçekten müminim” demesi gerekir.

3. İmanın gerçekleşmesi ya dilin ikrarı veya kalbin tasdiki ya da her ikisiyle mümkün olur. İslam’ı benimseyen biri Allah’ın birliğini ve Hz. Muhammed’in peygamber olduğunu gönülden benimsediğini diliyle söylemekle mümin sıfatını kazanmış olur.

4. Ameller imanın bir parçası olmadığı için amelleri işlemekle iman artmaz, onları terk etmekle veya günah işlemekle de azalmaz. Böyle bir kişi sadece günahkâr olur ve cezasını çeker. Ancak hafife alarak veya günah olduklarını inkâr ederek işlerse imanını kaybeder.

5. Bütün Müslümanlar iman bakımından birbirine eşittir. Birinin imanı diğerinden daha üstün veya daha az değildir. Farklılık sadece amellerde söz konusudur.

 

(Sönmez Kutlu, Türklerin İslamlaşma Sürecinde Mürciye ve Tesirleri, s. 101-147.)

 


2.4. Mutezile

İslam toplumunu derinden etkileyen iç savaşlar ve bu savaşlarda ölenlerin durumlarıyla ilgili sorunlara çözümler üretmek amacıyla ortaya çıkan fırkalardan biri de Muteziledir. Hasan Basri’nin ilim meclisinde iç savaşa katılanlar ile büyük günah işleyenlerin durumları tartışılırken Vasıl b. Ata büyük günah işleyenlerin ne mümin ne de kafir olduğunu, bu iki yer arasında bir yerde olduklarını ileri sürerek Mutezilenin temellerini atmıştır. Emeviler, kendi iktidarlarını sağlam temellere oturtmak ve toplumdaki muhalefet hareketlerinin direncini kırmak için her şeyi Allah’ın iradesiyle ilişkilendirmek istiyorlardı. İlahi irade sonucu iktidara geldiklerini, toplumdaki buhranların ve yönetimdeki olumsuzlukların kendileriyle bir ilgisinin olmadığını ve her şeyin Allah’ın takdiriyle olduğunu ileri sürüyorlardı. İşte Emevi iktidarının bu olumsuz yaklaşımları ve insan iradesini yok saymaları sonucu Mutezilenin savunduğu fikirlerin yaygınlaşmasına zemin hazırlamıştır.

Mutezile, İslam dünyasının genişlemesi, farklı din ve kültürlerle karşılaşılması ve başlayan tercüme faaliyetleriyle birlikte İslam dünyasına giren ve İslam’ın inanç esaslarına ters düşen dini ve felsefi görüşlerle mücadele etmiştir. Mutezile, İran ve Hint kökenli inançlar ile Yahudilik ve Hristiyanlık gibi dinlere karşı İslam’ın inanç ve ibadetle ilgili esaslarını savunmuştur. Abbasiler döneminde faaliyetlerini artıran Mutezile, İslam’ın inanç esaslarını açıklamada ve savunmada naklî deliller yanında akli ve felsefi delilleri de kullanarak Kelam ilminin temellerini de atmıştır. Mutezilenin görüşleri tevhid, adalet, vaad ve vaîd, el- menzile beyne’l-menzileteyn, el-emru bi’l-ma’ruf ve’n-nehyu ani’lmünker şeklinde beş esas olarak sistemleştirilmiştir. Ayrıca Mutezile, Allah’ın ahirette kesinlikle görülemeyeceğini, Kur’an’ın mahluk olduğunu ve bir şeyin iyi ya da kötü olduğunun akıl yoluyla bilinebileceğini söylemiştir.

 

MUTEZİLE’NİN BEŞ TEMEL ESASI

1. Tevhid: Allah zatında, sıfatlarında ve fiillerinde birdir. Kıdem Allah’a mahsus en özel sıfattır. Allah’ın diğer sıfatları onun zatının aynısıdır. Allah zatı ile bilir, zatı ile görür ve zatı ile işitir.

2. Adalet: Allah, çirkin ve kötü olan şeyleri yaratmaz. İnsan özgür ve sorumlu bir varlıktır, kendi fiillerinin yaratıcısıdır. Eğer insan fiillerinin yaratıcısı Allah olsaydı, Allah’ın iradesine uymayan fiillerinden dolayı bu insanı cezalandırması anlamsız olurdu. İnsanın yaptıklarından sorumlu tutulması için tam bir irade ve eylem hürriyetine sahip olması gerekir. Dolayısıyla insanın özgür bir iradesi vardır ve Allah bu iradeye müdahale etmez. Çünkü insanın iradesine müdahale Onun ilahi adaletiyle bağdaşmaz.

3. Vaad ve vaîd: Allah’ın, dünyada güzel amel ve davranışlarda bulunan kimseleri ahirette mükâfatlandıracağına söz vermesi vaad, Allah’ın kötü ameller işleyenleri cezalandırmakla tehdit etmesine de vaîd denir. Bu durum adalet ilkesinin doğal bir sonucudur. İyilik yapana mükâfat, kötülük yapana da ceza vermek Allah için vaciptir. Çünkü Allah ne vaadinden ne de vaîdinden döner.

4. el- menzile beyne’l-menzileteyn: Büyük günah işleyen kimse ne mümindir ne de kafirdir, iman ile küfür arasında bir yerdedir.

5. el-emru bi’l-ma’ruf ve’n-nehyu ani’l-münker: İyiliği emredip kötülükten sakındırmak her Müslüman için farz olan bir görevdir.


 

2.5. Ehl-i Sünnet

Hz. Muhammed’in sünnetine uyan, onun ve ashabının yolunda yürüyen kimseler Ehl-i sünnet olarak adlandırılmıştır. Hz. Peygamber hayattayken Ehl-i sünnet dahil hiçbir mezhep yoktu. İslam ve ona gönül verenlerin tümü için Müslüman kavramı kullanılmıştır. Zamanla birçok siyasî, kültürel ve sosyal sebeplerden dolayı Müslümanlar arasında dinî konularla ilgili olarak bazı görüş farklılıkları ortaya çıktı ve buna bağlı olarak da bu farklı yorumlar, toplumda taban buldu. Haricîlik, Mürcie, Mutezile ve Şia gibi bazı mezhepler, fikir ve tutumlarıyla ana bünyeyi ve çoğunluğu oluşturan Müslümanlardan farklılaşmışlardır. İşte bu gruplardan herhangi birine mensup olmayan ve ana merkezde yer alan çoğunluğun temsil ettiği çizgiyi sürdürmeye çalışanlar Ehl-i sünnet olarak isimlendirilmişlerdir. Ehl-i sünnetin inanç ve amel konusundaki görüşlerinin şekillenmesinde Hasan Basri’nin önemli katkıları olmuştur. Hasan Basri, siyasi olarak Emevi iktidarını tenkit etmekle beraber onlara karşı ayaklanma girişimlerini onaylamamış ve Müslümanlardan bu isyanlara katılmamalarını istemiştir. Ayrıca bu ekolün inançla ilgili görüşlerinin şekillenmesinde İmam Azam Ebu Hanife’nin fikirleri yoğun bir şekilde belirleyici olmuştur. Diğer mezheplerin inançla ilgili görüşleri belirginleşmeye başlayınca Ehl-i sünnet çizgisinde yer alan alimler de bazı prensipler tespit ederek Ehl-i sünnetin bir ekol olarak varlığını sürdürmesine katkı sağlamışlardır.

Ehl-i sünnet İslam dininin temel inanç esaslarında genel olarak aynı düşündüğü hâlde bu inanç esaslarının yorumlanmasında ve açıklanmasında farklı görüşler benimseyerek kendi içerisinde Maturidilik ve Eş’arilik olmak üzere iki ana ekole ayrılmıştır. Bu ikisine ilaveten önceleri hadis taraftarları olarak bilinen, daha sonra Selefilik adı verilen bir grup daha vardır. Selefiliğin en belirgin özelliği inanç konularında akla yer vermeden ayet ve hadislerle yetinmek, anlamı açık bir şekilde anlaşılmayan, yoruma ihtiyaç duyan ve başka anlamlara gelme ihtimali bulunan ayet ve hadisleri yorumlamaktan kaçınmaktır.

 

EHL-İ SÜNNETİN BAZI TEMEL GÖRÜŞLERİ

1. Allah vardır, birdir, eşi benzeri yoktur. Allah’ın kendine özgü çeşitli sıfatları vardır.

2. Allah, kâinatın tamamını yaratan yegâne yaratıcıdır.

3. İman, dil ile ikrar ve kalp ile tasdiktir. İman ve amel birbirinden farklıdır.

4. İnsanlar özgür irade sahibi varlıklardır ve yaptıklarından sorumludurlar.

5. İnsanlık tarihinin her döneminde peygamberler gönderilmiştir. Allah, Hz.

Muhammed’i son peygamber, İslam’ı da son din olarak göndermiştir.

6. Kur’an-ı Kerim, Allah tarafından Hz. Muhammed’e indirilmiş vahiydir. Hiç bozulmadan

vahyedildiği günden kıyamete kadar varlığını koruyacaktır.

7. İnsanlar öldükten sonra tekrar diriltilerek yaptıklarının karşılığını cennette veya cehennemde

göreceklerdir.

8. İlk dört halifenin hilafet sırası Hz. Ebu Bekir, Hz. Ömer, Hz. Osman ve Hz. Ali

şeklindedir.

9. Günah işleyen bir Müslüman bu işlediği günahtan dolayı dinden çıkmaz. Bir Müslümana

her ne sebeple olursa olsun kâfir demek doğru değildir.

10. Ehl-i kıble olan hiçbir kimse tekfir edilemez.


 

3. İslam Düşüncesinde Fıkhî Yorumlar

İslam düşüncesindeki fıkhî yorumlar, İslam dininin ibadet ve muamelat alanıyla ilgili sorunlara çözüm üretmek amacıyla büyük fakihlerin yetiştiği hicri ikinci asrın başlarından itibaren ortaya çıkmaya başlamıştır. Fıkhî mezhepler genellikle kurucuları kabul edilen müctehid imamların isimleriyle anılmaktadır. İmam Ebu Hanife, İmam Malik, İmam Şafiî, İmam Ahmed b. Hanbel ve İmam Cafer Sadık gibi büyük fakihler bugün İslam dünyasında yaşamakta olan Hanefî, Malikî, Şafiî, Hanbelî ve Caferî mezheplerinin oluşmasına öncülük yapmışlardır.

Hanefî mezhebi, Sünnî fıkıh ekollerinden biri olup İmam Azam Ebu Hanife’nin görüşlerine dayanır. Ebu Hanife, kendinden önceki fıkhî görüş

ve rivayetleri, dönemindeki şartları ve ihtiyaçları dikkate alarak değerlendirmiştir. Dinin genel ilkelerini göz önünde bulunduran Ebu Hanife, nakil ile akıl

ve hadis ile re’y arasında dengeli bir yol benimsemeye çalışmıştır. Dinî bilgi üretirken ve fıkhi ictihatlarda bulunurken akla ve akıl yürütmeye başvurması

ve aklın nüfuz alanını genişletmesi sebebiyle Ebu Hanife ve taraftarlarına rey (akıl) taraftarları da denilmiştir. Dinin genel ilkelerini, toplumun

geleneklerini 
ve insan için faydalı olanı dikkate alarak yapmış olduğu ictihadlar, Hanefî mezhebinin yaygınlaşmasını sağlamıştır. Ebu Hanife’nin önde

gelen öğrencilerinden İmam Muhammed ve Ebu Yusuf gibi âlimlerin bu mezhebin gelişmesine ve yayılmasına önemli katkıları olmuştur.

Irak’ta doğan Hanefî mezhebi, Abbasîler döneminden itibaren İslam coğrafyasının özellikle doğu bölgelerinde yaygınlaşarak büyük bir gelişme

göstermiştir. Hanefîlik, günümüzde daha çok Türkiye, 
Balkanlar, Hindistan, Pakistan, Afganistan, Irak, Suriye ve Türk Cumhuriyetlerinde yaşayan

Müslümanlar 
arasında yaygındır.


Malikî mezhebi, büyük hadis ve fıkıh âlimi olan Malik b. Enes’in görüşlerine dayanır. Görüş ve uygulamalarında Kur’an, sünnet, sahabe ve tabiin

sözlerine sırasıyla riayet eder. Malikî 
mezhebinin en önemli özelliği, Medine halkının uygulamalarına diğer mezheplerden daha fazla önem vermesidir.

Bunun için de Medine 
halkının örfü, dinin anlaşılmasında önceliklidir. Çünkü Hz. Peygamber, yaklaşık on yıl burada yaşamış, onların örf ve âdetlerinden

dine 
aykırı olanları kaldırmış, bir kısmını düzeltmiş ve bazılarına da dokunmamıştır. İmam Malik’in görüşleri Hicaz bölgesinde yayılmış, ardından

öğrencileri aracılığıyla 
Mısır, Kuzey Afrika ve Endülüs’e taşınmıştır. İspanya’da kurulan Endülüs Emevî Devleti, bir dönem Malikîliği resmi mezhep

olarak benimsemiştir. 
Günümüzde Malikî Mezhebi Mısır, Tunus, Cezayir, Fas ve Sudan’da yaşayan Müslümanlar arasında yaygındır.


Şafiî mezhebi, Muhammed b. İdris eş-Şafiî’nin dinî yorum ve görüşlerini esas alır. Dönemin birçok 
ilim merkezini gezen ve buralardaki gelenekler

hakkında bilgi sahibi olan İmam Şafiî, bazı fetvalarını 
bulunduğu çevrenin şartları doğrultusunda zaman zaman gözden geçirmiştir. Bundan dolayı da

onun Bağdat’ta bulunduğu dönemde yaptığı içtihatlar için mezheb-i kadîm (eski görüşü), Mısır’daki içtihatları için de mezheb-i cedid (yeni görüşü)

tabirleri kullanılmıştır. 
Şafiî mezhebi de diğer mezhepler gibi herhangi bir meselenin çözümü için ilk önce Kur’an ve sünnete başvurur. Eğer bir mesele

hakkında hüküm Kur’an ve sünnette varsa başka delile başvurulmaz, 
yoksa önce icma ardından da kıyas deliline gidilir. Şafiî mezhebi, Ülkemizin Doğu

ve Güneydoğu 
Anadolu bölgeleri ile Mısır, Suriye, Filistin, Irak ve Endonezya gibi ülkelerde yaşayan Müslümanlar arasında yaygındır. 


Hanbelî mezhebi, ünlü hadis ve fıkıh 
âlimi Ahmed b. Hanbel’in görüşlerini esas alan bir yorumdur. Hanbelî mezhebi, rivayetlere önem vermekle birlikte

naslardan 
hüküm çıkarma konusunu da ihmal etmemiştir. İbadet konularında nasları ve önceki âlimlerin eserlerini önceleyen Hanbelî mezhebi,

muamelat konularında da “Eşyada asıl olan mübahlıktır.” ilkesine dayanmıştır. Tabiin fetvalarını da kaynak olarak benimser ve hakkında hüküm

bulunmayan konularda 
icma ve sahabe kavline başvurur. Hanbelî mezhebinin en önemli özelliği re’y ve kıyastan daha çok ayet, hadis ve sahabe

kavli gibi nakli delillere dayanmasıdır. Bunun için de mezhepte hadise dayalı bir fıkıh anlayışı hakimdir. Bağdat’ta ortaya çıkan Hanbelî mezhebi, Ahmed

b. Hanbel’in 
önde gelen öğrencileri tarafından İslam dünyasının diğer bölgelerine de yayılmıştır. Bu mezhep günümüzde daha çok Hicaz bölgesi,

Irak, Suriye, Filistin ve Mısır’da yaygındır. Ayrıca Hanbelî mezhebi, Suudi Arabistan’da resmi mezhep konumundadır.


Caferî mezhebi, İmam Cafer-i 
Sadık’ın inanç, ibadet ve muamelat konusundaki görüşlerini esas alan bir oluşumdur. Caferîler, dinî konularda Kur’an-ı

Kerim ve sünnetin yanı sıra 
masum kabul ettikleri on iki imamın sözlerini de delil olarak kullanırlar. Dinî konularda içtihat etme yetkisine

sahip olmayanlar hayatta olan bir müçtehidi kendisine rehber edinerek taklit etmek zorundadır. Sözleri hadis kabul edilen on iki imamdan

nakledilen rivayetlerle birlikte diğer hadisleri de içinde barındıran dört temel eser Caferî mezhebinin ana kaynaklarını oluşturur. Günümüzde İran, Irak,

Suriye, 
bazı körfez ülkeleri ile Afganistan ve Pakistan gibi yerlerde yaşayan Müslümanlar arasında yaygın olan Caferîlik, ülkemizin bazı yörelerinde

sınırlı düzeyde benimsenen bir mezheptir.

 


4. Tasavvufi Bir Yorum Olarak

 

Alevilik-Bektaşilik

İslam’ın itikadî ve fıkhî yorumları olduğu gibi tasavvufî yorumları da vardır. Tasavvufî yorumlar, İslam’ın ahlak esasları üzerinde yoğunlaşarak insanın manevi açıdan arınmasını amaçlar. Tasavvufî yorumlar, İslam dininin farklı kültür ve medeniyetlere mensup insanlara ulaşmasında büyük bir rol oynamıştır. İslamiyetin Horasan, Hindistan, Türkistan, İran, Anadolu, Balkanlar ve Kuzey Afrika’ya yayılmasında da tasavvufî düşüncenin önemli katkıları olmuştur.

 

İnsanların ve toplumların manevî açıdan eğitilmesine ve yücelmesine katkı sağlamış birçok tasavvufi yorum kültürümüzü ve dinî hayatımızı şekillendirmiştir. Hoca Ahmed Yesevî, Yunus Emre, Hacı Bektaş Velî, Mevlana, Ahi Evran ve Hacı Bayram Velî gibi şahsiyetler Anadolu’da sevgi, saygı ve hoşgörü kültürünün yaygınlaşmasını sağlamışlardır. Bu şahsiyetlerin temel görüşlerini esas alarak ortaya çıkan tasavvufi yorumların başında Yesevilik, Nakşilik, Mevlevilik ve Alevilik-Bektaşilik gelmektedir.

4.1. Alevîlik ve Bektaşîlik Kavramları

Alevi kelimesi sözlükte “Ali’ye mensup, Ali taraftarı, Ali’yi seven, sayan ve ona bağlı olan Ali’ye ait ve Ali’nin soyundan gelen” gibi anlamlarda kullanılır.4 Bu anlamda Hz. Ali’yi seven, sayan ve ona taraftar olan kişiye de Alevi denir. Terim olarak Alevilik, Hz. Ali’yi en üstün sahabe olarak gören,onun Hz. Muhammed’den sonra halifeliğe Allah ve Hz. Peygamber tarafından tayin edildiğine inananlar için kullanılır. Bektaşîlik, Hacı Bektaş Veli’ye bağlı olan ve onun yolundan gidenlerin oluşturduğu yolun adıdır. Hacı Bektaş Veli, kendisinden sonra gelen birçok kimseye mürşitlik yapmış,Bektaşiliğin temellerini oluşturan birçok konuya ışık tutmuş bir şahsiyettir.

Hacı Bektaş Veli, Anadolu’da yaşayan toplulukları Bektaşîlik adı altında bir araya toplamış ve onlara önderlik yapmıştır. Kendisinden sonra gelen birçok Alevî-Bektaşî ozanına ve mürşidine ruh vermiştir.5 Alevilik adı, Anadolu’da yaşayan Bektaşi ve Kızılbaşlar için 19. Asrın ortalarından itibaren kullanılmıştır. Daha önce günümüzde Alevi olarak bilinen dinî-toplumsal yapıya farklı isimler verilmekteydi. Mesela Kızılbaş, Bektaşi, Babaî, Torlak, Işıklar, Abdallar ve Tahtacılar bu isimler arasında yer almaktaydı. Alevîliğin törenleri, cemleri, semahları, ağızdan ağza dolaşan deyiş, duvaz venefesleri hep onun tasavvufi düşüncesini dile getirmiştir. Bunun için de Alevîlik ve Bektaşilik iç içe geçmiş bir tasavvufi yorum olarak varlığını günümüze kadar devam ettirmiştir.

Alevîlik-Bektaşîlik düşüncesi diğer tasavvufi oluşumlar gibi İslam’ın ahlaki prensipleri üzerinde önemle durur ve bu prensiplerin insanlar arasında yaygınlaşmasını sağlar. Alevîlik-Bektaşilik yolunun sevgi ve dostluk yolu olduğunu gösteren temel ahlaki prensipler
şu şekilde 
dile getirilir: “Yolumuz sevgi ve dostluk üzerine kurulmuştur. Dergâhımızda kışkırtıcı, bozguncu ve karıştırıcılara yer yoktur. Çekememezlik, kıskançlık, kendini beğenme, kin, inat, arkadan konuşma, dedikodu, başkasını suçlama, iftira, küfür, zulüm, yalan ve cinayet Tanrı’nın yasak ettiği işlerdir. Bir talip tüm bu kötülükleri benliğinden uzaklaştırıp yüreğinden silmelidir. Talip, gerekmezse söz söylemez. Eli ile koymadığını almaz. Gözü ile görmediğine “gördüm”, kulağı ile duymadığına “duydum” demez…”6 

4 Ethem Ruhi Fığlalı, Çağımızda İtikadî İslam Mezhepleri, s. 233.; Sönmez Kutlu, Alevîlik-Bektaşîlik Yazıları, s. 16.

5 Mehmet Yaman, Alevilik, s. 107

6 Buyruk, Neşr. Fuat Bozkurt, s. 39.

Günümüz Alevîlerinin Alevîlik Tanımı “Alevîlik İslam’dır. Hak- Muhammed Ali yolunun Kırklar Meclisinde olgunlaştığı ve On iki imamlarla devam eden, İmam Cafer-i Sadık’ın akıl ölçüsünü rehber olarak alan, Horasan erenlerinin himmetleriyle Anadolu’ya gelen, Hazreti Pir’le ve ulu ozanlarımızın nefesleriyle hayat bulan inancın adıdır.”

(Türkiye Alevi Dedeler Kurultayı, Sonuç Bildirgesi,

 

29-30 Ekim 2005, Karacaahmet Sultan Dergâhı)



Daha ayrıntılı bilgi edinmek isteyenler Kelam Kitabını indirip okusunlar. Saygılar ve Sevgiler.F.L.A. 03.02.2016

 


Sayfa Başına Dönün 

Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol