
https://fatihltfaydin.tr.gg/R-ihsaneliacik-Fatiha-Suresi.htm
Not: Fatiha Suresi'nin 12 terimi Kur'an'ı özetlediği için ek bilgi-
olarak yukarıdaki butonu bu sayfaya ekledim. F.L.A.
F A T İ H A S U R E S İ
1 2 3 4 5 6 7 8 9 10 11 12
Fatiha Suresi İslâm’ı özetler ve içinde adının harfleri adedince Kur’an terimi barındırır. F.L.A.
1. Bismillâhir rahmânir rahîm
(TÜRKÇE TEFSİR) MUHAMMED ESED TEFSIRI
( MUHAMMED ESED )
1 - Fatiha
RAHMÂN, RAHÎM ALLAH ADINA (1)
1 - Otoritelerin çoğunluğuna göre, (9. sure -Tevbe- hariç bütün surelerin başında yer alan) bu ifade Fâtiha'nın ayrılmaz bir parçasını
oluşturur. Bu nedenle 1. ayet olarak numaralandırılmıştır. Bütün diğer örneklerde ise besmele, surelerin başında yer alır ve fakat
ayet sayılmaz.
Rahmân ve Rahîm ilahî sıfatlarının her ikisi de "bağışlama", "merhamet", "şefkat" anlamına gelen ve fakat daha da kapsayıcı bir
mana ifade eden rahmet isminden (bu ismin masdarından) türetilmişlerdir. İlk zamanlardan bu yana İslam alimleri, bu iki terimi
birbirinden ayıran anlam nüanslarını tanımlamaya çalışmışlardır. Bu açıklamaların en ikna edici ve sade olanı İbni Kayyım'a aittir
(Menâr I, 48'den naklen): (Ona göre,) Rahmân terimi, Allah'ın Varlığı kavramında içkin (mündemiç) bulunan ve ondan koparılması
mümkün olmayan rahmet saçıcılığı vasfını kapsarken, Rahîm, bu rahmetin O'nun mahlukatı üzerindeki tezahürünü ve onlar
üzerindeki etkisini, başka bir deyişle O'nun aktivite (faaliyet) tarafını ifade eder.
Alıntı... https://www.kuran.gen.tr/?x=s_main&y=s_middle&kid=31&sid=1
Kur'an'daki öteki bütün surelerin içinde bir istisna olarak, Tevbe suresinin başında Besmele cümlesi yer almıyor. Belli bir amaca ya da
hikmete dayandığında şüphe olmayan bu durum, Hz. Peygamber'in çoğu sahâbîsinin, vahyedildikleri dönemler arasında yedi yıllık bir aralık
bulunmasına rağmen, Tevbe suresini aslında Enfâl suresinin bir devamı olarak görmelerinin ve bu iki surenin birlikte tek bir bütün oluşturduğunu
düşünmelerinin de sebebidir (Zemahşerî). Her ne kadar Hz. Peygamber'in kendisi bu yolda herhangi bir açıklamada bulunmamış ise de (Râzî),
yine de Tevbe ile Enfâl arasındaki derin ve köklü ilişki ya da bağlantı fark edilmeyecek gibi değildir.
Alıntı... https://www.kuran.gen.tr/?x=s_main&y=s_middle&kid=31&sid=9
Not: Bilindiği üzere mastar eylemin şahsa ve zamana bağlı olmayan kipi yani türüdür. Örnek gelmek eyleminin geldim kipi şahıs ve
zaman içerdiğinden mastar değildir. Gelme ya da gelmek şahıs ve zaman içermediğinden mastardır. Rahmet terimini de rahmet etme
şeklinde düşündüğümüzde, Rahmet terimi, şahıs ve zaman almadığından mastar olur. O zaman Rahman ve Rahim terimleri de Rahmet etme
mastarından rahmet eden anlamına gelir.
Nüans 2 şey arasındaki küçük farklar.
Tezahür
1.
ortaya çıkma, belirme, görünme, oluşma.
2.
belirme, belirti. Örneğin evren Hz.Allah'ın belirtisi yani tezahürüdür, evren ve onun mükemmelliği ( tamlığı ) bir yaratıcının varlığının
göstergesidir. 25.03.2017 F.L.A.
Şu halde…
“Her işe besmele ile başlamak” yani “Rahmân ve Rahîm ismi ile başlamak” şu demek oluyor: Her işe sevgi ve merhamet ile yaklaşmak!
Çünkü sevgi her buzu eritir. Merhamet her katıyı yumuşatır.
Sevginin dili her kapıyı aralar. Merhametin dili her düşmanlığı yok eder.
Kur’an der ki: “Rahmân, iman edip iyilik, güzellik, doğruluk için çalışanların (amel-i salih işleyenlerin) etraflarında bir sevgi (vudd) halesi
oluşturur.” (Meryem; 20/90).
www.ihsaneliacik.com/2009/03/16/besmele/
Demek ki bu durumda besmele, Hz.Allah’ın rahmet yani sevgi, acıma ve esirgeme özelliklerini hak etmeyi amaçlıyarak, bir işe girişme
demek oluyor, bence. F.L.A.
Rahmet için bk. Rableştirme. https://fatihltfaydin.tr.gg/islam-Nasil-Yozlastirildi.htm#Rablestirme
Not: bu amacı gerçekleştirebilmek için her iş O’nun rızası doğrultusunda yapılmalıdır, elbette.
2. El hamdu lillâhi rabbil âlemîn (âlemîne).
3. Er rahmânir rahîm(rahîmi).
4. Mâliki yevmid dîn(dîne).
5. İyyâke na’budu ve iyyâke nestaîn(nestaînu).
6. İhdinâs sırâtel mustakîm(mustakîme).
7. Sırâtallezîne en’amte aleyhim gayril magdûbi aleyhim ve lâd dâllîn(dâllîne).
Yaşar Nuri Öztürk.
1.Rahman ve Rahîm Allah'ın adıyla...
2.Hamt, âlemlerin Rabbi Allah'adır.
3.Rahman'dır, Rahîm'dir O.
4.Din gününün Mâlik'i, sultanıdır O...
5.Yalnız sana ibadet ederiz ve yalnız senden yardım dileriz.
6.Dosdoğru giden yola ilet bizi...
7.Kendilerine nimet verdiklerinin, üzerlerine gazap dökülmemişlerin,
karanlık ve şaşkınlığa saplanmamışların yoluna...
Not: Ek bilgi olarak, Terim: Bir bilim, sanat, spor veya meslek dalıyla ilgili belirli bir kavramı* karşılayan sözcüklerdir.
Örneğin üçgen, Matematik ilim alanına ( dalına ) ait ( özgü ) bir kelime olduğundan, terimdir.
İbadet: İla:hiyat ( Din Bilimleri ) ilim alanına özgü bir kelime olduğundan, terimdir.
*Kavram: Bilim, sanat, spor ve meslek dallarıyla ilgili beynimizde oluşan resimlerdir. Bu resimleri anlatmak için kullan-
dığımız kelimeler de terim denir.
Aklımıza izlediğimiz bir futbol maçını getirdiğimizde, beynimizde kale, kaleci, oyuncu, hakem vs. gibi resimler yer alır.
İşte bu resimler kavram olup, bu resimleri anlatmak için kullandığımız, kale, kaleci, oyuncu, hakem gibi kelimeler de terimdir. F.L.A. 19.03.2017
R. İhsaneliaçık Fatiha Suresi Tefsiri.
https://www.youtube.com/watch?v=3u-uXhxRlBE
Youtube indirme sitesi
https://www.clipconverter.cc/
1. Hamd.
2. Rab.
3. A:lem.
4. Rahman ve Rahim
5. Malik-i Yevmiddin.
6. İbadet.
7. Yardım.
8. Hidayet.
9. Sırat-elMüstakim
10.Gazap.
11.Nimet.
12.Delalet.
Bu terimleri açıkladığı için, Hz.Allah'a şükürler olsun, değerli hocamız, R. İhsaneliaçık'dan da Allah razı olsun.
Hocamız R.İhsaneliaçık'ın söz konusu videodaki, Hamd, Rab ve a:lem terimleri ile ilgili sözlerinden
edindiğim notlar.
Birebir olmasa da Hocamızın sözleri,
Hamd;
Fatiha'daki a:lemler kelimesi, aslında insanlık anlamına geliyor. O zaman El hamdu lillâhi rabbil âlemîn(âlemîne), Hamd -
yani bütün övgüler; insanlığın Rabb'ine, insanlığın rızık vericisine yani doyurucusunadır.
Rabb, rızık veren yani yağmur, bitki, arpa, buğday kısaca nimetler verip, insanlığı aç bırakmayandır, doyurandır. Rabb
rızık vericidir ve rızık verici özelliği ile ön plana çıkar. Eve ekmek getiren babaya Araplar:"Rabb" demiş. Eski Aramice'de
İsa Peygamber zamanında Hz.Allah'a da Rabb denmiştir. Hz.Allah rızık verici olduğundan baba gibidir yani babanın
yaptığı işi yapar. Elbetteki buradaki baba, değişmeceli anlamdadır. Babanın aileyi doyurma özelliğinden benzerlik
kurulmuş ve babaya Rabb denmiş. Putpreset inançta bu değişmeceli anlam gerçek anlama dönüşmüş ve putperestler, İsa
Peygamberi ha:şa Hz.Allah'ın oğlu yerine koymuştur.
Sonuç olarak, El hamdu lillâhi rabbil âlemîn(âlemîne), insanlığın rızık vericisinedir, bütün övgüler anlamına gelir.
El A:lem;
İnsanın kendisi dışındaki herkes demektir. "Ela:lemin işine karışma." deriz. "Yani başkasının işine karışma." deriz.
Arapça'da da a:lem insanlık olarak kullanılıyor.
Kur'an neden Hamd'dan söz ediyor. Başkasını öven mi var ki? Evet. "Bize rızık veriyor, doyuruyor, iş veriyor." diye ne
kadar; lider, patron vs. varsa, hepsi övülüp, duruluyor. İşimiz övmek ve övülmeyi beklemekle geçiyor. Dini cemaatlerde
bir şeyh göklere çıkarılıyor. Ayrıca kişi kendisini de övüyor.
Kur'an:"Bırakın birbirinizi övmeyi, eğer övülmeye la:yık biri varsa O da sizi sabah akşam doyuran ve hergün yaşamanızı
sağlayan Hz.Allah'tır, patron, devlet ya da siya:si liderler değil, diyor.
YAŞAR NURİ ÖZTÜRK KUR'AN'IN TEMEL KAVRAMLARI HAMD, ALLAH MADDELERİ
HAMD
Kur'an-ı Kerim'in en önemli kavramlarından biri olan hamd, 50'den fazla ayette geçmektedir. Türkçe'de tek kelimeyle karşılığı olmayan hamd (günümüz Türkçesindeki yazılışı: hamt), bir güzelliğin veya nimetin kaynağı ve sahibi olan kudreti, övgü ve yüceltme duygularıyla anmaktır. Bunu, övmek diye tek kelimeyle ifadeye koymak yeterli olmaz. Türkçemizde yine övmek olarak bildiğimiz medih (methetmek) herhangi bir güzellik ve nimeti, yüceltme duygusu taşımadan övmektir ki, hamdin yerini tutmaz. Bir başka deyimle, her hamdde bir medih yönü vardır; fakat her medihte hamd yoktur. Hamd, bütün müfessirlerin ve Arap lügatçilerinin ortak kanaatlerine göre, en geniş anlamda şükürdür. Şükürle farkı, hamdin dille yapılmasıdır. Şükürse hem dille hem de hareket ve davranışlarla ifade edilebilen bir yüceltme yoludur, (bk. burada, Şükür mad.) Ayrıca şükür, mutlaka elde edilen bir nimet karşılığında yapılır. Halbuki hamd, nimetin Yaratıcısına, o nimet fiilen bize ulaşmasa da yapılmaktadır. Bu yüzden, Allah'a hamd, her hal ve şartta, şükürse bize ulaşan nimetler karşılığında yapılır. Ve bu yüzden, fazlalaşmasını istediğimiz şeyler için şükrederiz.Hamdin şükür ve medihle farkları şu tespiti zorunlu kılıyor:Hamd, Yaratıcı dışında hiçbir şahıs ve kuvvete yöneltilmeyecek bir övgü türüdür. "Hamd, nimetleri sınırsız ve sonsuz olan kudrete yapılır ki, o da Allah'tır." (Taberî) Hamd, kişisel ve basit menfaatler karşılığı ifade edilen bir övme değildir. Evrensel ve küllî değerlere duyulan hayranlığın bir ifadesidirki, kişisel yararlarımıza ters düşen durumlarda da dile getirilebilir. Kişisel çıkarların hareket noktası yapıldığı övmelerin, Kur'an'ın gösterdiği hamde ters düştüğüne dikkat çekilmiş HAMDtir. Müfessir Fahreddin Râzî (ölm. 606/1209) bu noktada bizeçok ilginç bir anekdot sunuyor:Tasavvuf tarihinin büyük isimlerinden biri olan Seri
es-Sakatî (ölm. 251/865) yaşadığı devirde Bağdat'ın en büyük tüccarlarından biri idi. Bir gün evinde oturmakta olduğu bir sırada, bir haberci heyecanla içeri girdi ve Serî'ye, Bağdat Çarşısı'nın yandığını söyledi. Haberi duyan Serî, şaşkınlık ve ürpertisini ifadeyegeçmeden haberci şunu ilave etti: "Fakat sizin dükkânınıza birşey olmadı." Olayın bizi ilgilendiren kısmı bundan sonrasıdır. Yıllar sonra bir gün Serîye "Nasılsınız" diye sorulduğunda o, şöyle demiştir: "Yıllar önce ağzımdan çıkan bir 'Elhamdü lillah' sözü için Allah'tan affımı dilemekle meşgulüm." Bunu hayretle karşılayan dostuna Serî'nin verdiği cevapsa şudur:"Bağdat Çarşısı'nın yandığını söyleyen haberci benim dükkânımın kurtulduğunu ilave ettiğinde, nefsim bana elhamdü lillah dedirtti. Başkalarının mutsuzluğu yanında benim çıkarımın korunmuş olması üzerine hamd etmiş olmanın acısı ve utancı içinde yıllardır Allah'tan beni bağışlamasını diliyorum." Demek oluyor ki hamd, Allah'ın tanrılık vasfının sayısız hikmetlerini düşünerek tanrılık sıfat ve kudretini övmektir. Bu kudretin karşımıza çıkardığı varlık veya olay bizim kişisel hesabımıza ters düşse de hamd yapılmalıdır. Bu yüzdendir ki, Fâtiha'nın ilk ayetinde "Ben hamdederim" veya "Biz hamdederiz" yerine "Hamd Allah'a mahsustur" gibi, evrensel ve küllî bir ifade kullanılmıştır. Böylece hamd, insanların kişisel bağlarından kurtarılmış, Yaratıcı Kudret'in bir hakkı olarak tescil edilmiştir. Hamd, insanlar yapsa da, yapmasa da ve insanların hamdlerinden önce de, sonra da Allah'a mahsustur, O'nun hakkıdır. "Ben hamd ederim" veya "Biz hamd ederiz" tabirlerinin kullanılması Yaratıcı Kudret'e hamdi, ölümlü varlık insanın istek ve iradesiyle kayıtlamak olurdu. Kur'an, hamdin, başlangıçta ve sonda, ezelde ve ebedde Allah'ın hakkı olduğunu söylemektir:"İlkte de sonda da hamd, Allah'a mahsustur." (Kasas, 70) Ve hamd yalnız insanlık dünyasından değil, bütün varlıklardan Yaratıcı'ya yükselmektedir, (bk. 30/18)
Bu noktalan değerlendiren Kur'an müfessirleri; hamdi, 'eşi ve benzeri olmayan ilahî rahmete duyulan fıtri övme ve yüceltme duygusu' şeklinde ifade etmişlerdir. Kur'an, Allah'a inananların'son söz ve isteklerinin âlemlerin Rabbi olan Allah'a hamd etmek' olduğunu söyler. (10/10) Dikkat edilirse Fâtiha'nın hamd cümlesindeki mastarın öznesi ve tümleci yoktur. Oysaki, harfi tarifle belirli hale getirilen mastarlar, özne ve tümleç (fail ve mefûl) alırlar. Hamd ayetinde almamıştır. Bu durumda, hamd cümlesinin ifade ettiği anlam, müfessirlerin ortak kanaatlerine göre şudur: Hamd, kime yapılırsa yapılsın, kim yaparsa yapsın, Allah adıyla anılan Yaratıcı Kudret'e mahsustur. Hamdle ilgili olarak dikkat çekeceğimiz bir başka nokta da şudur: Bütün varlıklar ve oluş, Yaratıcı Kudret'e bir hamd seyri içinde olmakla birlikte en mükemmel hamd, en mükemmel varlık olan insandan çıkar. Hamd etmeye, hamdele denir. Bunun en kısa şekli ise "Elhamdülillah" (Hamd Allah'a özgüdür) demektir. Kur'an bünyesinde Elhamdü lillah ile başlayan 4 sure vardır: Fatiha, En'am, Kehf ve Fâtır sureleri. Elhamdü lillah deyiminin geçtiği ayetlerin sayısı ise 23'tür. Allah'ın güzel isimlerinden biri de Hamîd'dir. Çok hamdedilen demektir. Ne ilginçtir ki, Son Peygamber'in ismi olan Muhammed ve Alnned de hamd kökünden gelmektedir
ALLAH
Kur'an'ın tanıttığı yaratıcı, yapıp-edici, varlığında kimseye muhtaç
olmayan (varlığı kendinden olan) mutlak kudretin özel-zât
ismidir.
Allah, Kur'an'ın bir numaralı konusu olan ulûhiyetin ifadeye
konulusunda temel kelimedir. Ve Yaratıcı Kudret'i ifade için
Kur'an'da en çok kullanılan kelimedir. İsim olarak, Allah şeklinde,
2690 küsur, bu isme işaret eden zamir olarak da 4000 civarında
yerde kullanılmaktadır.
Allah kelimesinin etimo-filolojik yapısı da tıpkı delâlet ettiği
kudret gibi bir sır olarak kalmıştır. Bu kelimenin kökü, dil
kaynağı, türeyişi hakkında bugüne kadar kesinlik kazanmış hiçbir
açıklama yapılamamıştır. İkili (tesniyesi) ve çoğulu olmayan,
kendine özgü yapısıyla gramer kurallarının çoğuna uymayan bir
kullanım sergileyen Allah sözcüğü bir iman konusu olarak kalmaktadır.
Bununla birlikte doğulu ve batılı filolog ve ilahiyatçılar Allah
kelimesinin kökü ve etimolojisiyle ilgili bazı tahminlerde bulunmaktan
geri kalmamışlardır. Arap dilinin en önemli lügatlarından
biri olan Lisanu'l-Arab'a göre, Allah kelimesinin etimolojisi
hakkında otuza yakın görüş vardır. Çoğunluk, Allah kelimesinin,
Arapça'daki 'ilah' sözcüğünün zaman içinde aldığı bir şekil olduğuna
kanidir. Batılı yazarların bir kısmına göre bu kelime, Cahiliye
Arap Yarımadası'nın putlarından birinin adı olan el-Lât kelimesinin
zamanla oluşmuş bir kullanımıdır. Kelimenin Âramîce'deki
'elâhâ' sözcüğünden türediğini söyleyenler de vardır.
Kur'an'ın ilk muhatapları olan Arap Yarımadası toplumu, özellikle
Mekke ve civan halkı Allah'a inanan bir halktı. Arap Cahiliye şiirinde
Allah kelimesi, aynen Kur'an'ın ve Müslümanların kullandığı
anlamda kullanılmaktaydı. Tek fark şuydu: Cahiliye Arapların m
Allah'ı, bir ilahlar panteonunun başı, en yücesi olan kudretti.
Kur'an'ın Allah'ı ise tek ve biricik mâbud olarak tanıtılmaktadır.
Kur'an'ın Allah'ı, insanla kendisi arasında aracı, yaklaşt'ı'ncı, şefaatçi
kabul etmemektedir. Kur'an'ın Allah'ı insana şahdamarından
daha yakındır. (Kaf suresi, 16) O halde Kur'an'ın Allah'ı
ile insan, bir 'ara' ile ayrılmamıştır ki o araya birileri girip de
vasıtalık ve şefaatçilik yapsın.
insanla Allah arasında bir aracı aranacaksa bu, bütün varlıktır.
Kur'an bu 'aracıların tümünü ayet diye anmaktadır. Ancak bu
'aracılar', şirkin aracıları gibi yakınlaştırıcı ve şefaat edici değil,
gösterici ve işaret edicidir. Tümü Allah'ın, insana şahdamarından
daha yakın olduğunu, ondan başka bir mabudun bulunmadığını
gösterir. Yani ayetler bir panteon veya şirket yaratmaz.
Tek mabudun insanı çağıran ışıkları gibi insanla Allah'ın ilişkisini
daha sıcak, daha anlamlı ve eylemli hale getirmede hizmet
ederler. Ayetler, panteon üyeleri olmadıkları için hiçbirisi kutsal
değildir, kutsal olan, onların Allah-insan arasındaki ayrılmazlığa
sağladıkları destektir. Ayetlerin herhangi birini kutsallaştırmak
da şirktir. Başka bir ifadeyle, Allah'a ait niteliklerin biri
veya birkaçı ayetlerin herhangi birine verildiğinde şirket-panteon
yaratılmış, ayetler şirk aracı yapılmış olur.
Kur'an'ın, Allah meselesinde birinci dereceden önemsediği,
Allah'ın birliği (tevhit) konusundan çok, Allah'ın bir panteon
üyesi olmadığı (şirk) meselesidir. Bunun içindir ki, Kur'an'ın
Allah'ını tanımada, özellikle, yönlendirici bir kuvvet olarak hayata
dahil etmede, tevhidi tanımaktan çok şirkin tanınması gerekir.
Şirkin gereğince tanınmaması halinde, tevhitteki bilgi işe yaramaz
halde kalmaktadır. Bu gerçeğin bizi götürdüğü bir başka
nokta vardır: Kur'an, ateizm kavramına yer vermez.
Kur'an, insan yaradılışının ateizme müsait olmadığını, ancak insanın
gerçek Tanrı yerine sahte tanrılara inanabileceğini kabul
etmektedir. O halde Kur'an'ın temel düşman olarak gördüğü ve
mücadelesinin ana hedefi yaptığı şirk, bir ateizm değildir, yedek
ilahlı bir Tanrı inancıdır, yedek ilahlı bir dindir.
Cahiliye dönemi dikkatlice tetkik edilir, Mekke şirkinin Allah'ı
kabul etmenin yanında birtakım aracılara ihtiyaç duymasının
müşrik gerekçeleri iyi incelenirse görülür ki, Cahiliye şirki, Allah
ile yedek ilahların (şürekâ) beraberlik meşruiyetlerini 'yaklaştıncılara
ihtiyaç' üzerine oturtmaktadır. Kaf 16. ayet, şirkin bu
temel gerekçesini yerle bir ediyor.
Tevhit dini, şirk dinine diyor ki, yaklaştırıcıya, aracıya ihtiyaç
yok, çünkü insanla Allah arasında 'ara' yok, uzaklık yok, mesafe
yok. Kim kimi nereye yaklaştıracak!!!
Bilindiği gibi, Kur'an, Allah'ın temel sıfatlarından (niteliklerinden)
birini de Kayyûm olarak belirlemiştir. Kayyûm, kendine
yeten, varlık ve tasarrufunda kendisi dışında hiçbir şeye muhtaç
olmayan ama diğer varlıkların tümü kendisine muhtaç olan varlık
demektir. İşte bu kayyûmiyet, her şeyden önce, Allah'ın yarattığı
ve şahdamarından daha yakınına oturduğu insanla temas
ve diyalogunda başkalarına ihtiyaç duymaz. Böyle bir ihtiyaç,
kayyûmiyet niteliğini işlevsiz kılar.
Şirkin 'yaklaştırma' iddiası, temelden tutarsız olduğu gibi, bizzat
kendisi bir şirk itirafıdır. Allah'ın, kulundan ayrı ve uzak olduğunu
iddia etmek de şirktir. Kaldı ki böyle bir ayrılık var sayılsa
bile, Kur'an, şirkin bu varsayımdan yararlanma yollarını da kapatmıştır.
İnsanlık dünyasına inen ilk surelerden üçüncüsü olan Müzzemmil
ile dördüncüsü olan Müddessir'in ikisinin de 11. ayeti, bu
'araya girme' gerekçesine ağır bir darbe indirmektedir:
"Benimle, o nimete boğulmuş yalanlayıcılan baş başa bırak!"
(Müzzemmil, 11)
"Benimle, yarattığım kişiyi baş başa bırak!" (Müddessir, 11)
Aynı mesaj iki ayrı bağlamda verilmiştir: İnsan ister imanlı, ister
inkarcı olsun, her iki halde de Allah ile insan arasında yaklaştıncı
söz konusu edilemez.
Yaklaştıncılar kabul edilmemesinin din hayatındaki uzantıları
da gözden kaçırılmamalıdır: Din sınıfı, din kıyafeti, ibadette lider
zorunluluğu, ibadet için mekân-mabet zorunluluğu, vaftiz ve aforoz
yoktur. Tüm yeryüzü temiz bir mabettir. Dahası var:
En büyük ve en temiz mabet, yeryüzüdür.
1. Hamd.
Aşağıdaki kısa yol Prof.Dr.Suleyman Ateş Hocamızın Kur'an Ansiklopedisinden alıntıdır. Bu faydalı eserinden dolayı
Hz.Allah'a şükürler olsun ve değerli hocamızdan da Allah razı olsun. F.L.A.
https://fatihltfaydin.tr.gg/Hamd-Prof-.-Dr-.-Suleyman-Ates.htm
HAMÎD
Övmek, râzı olmak, kızmak, hakkını ödemek, teşekkür etmek anlamlarındaki "h-m-d" kökünden türeyen hamîd
kelimesi; övülen, övgüye değer olan demektir. Hamîd kelimesi Kur'ân'da Allah'ın sıfatı olarak mecîd, ğaniyy, azîz,
(Sebe', 34/6) hakîm (Fussilet, 41/42) ve veliy kelimeleriyle birlikte 16 âyette geçmiştir: "...Biliniz ki gerçekten Allah,
ganîdir, hamîddir." (Bakara, 2/267); "O, hamîddir, mecîddir." (Hûd, 11/73); "O, velidir, hamîddir." (Şûrâ, 42/28). Allah'ın
sıfatı olarak hamîd, fiilleriyle övgüye layık olan, melekler, insanlar, cinler, canlı ve cansız tüm varlıklar tarafından çok
övülen demektir. "Her türlü övgü Allah'a özgüdür." (Fâtiha, 1/2); "Yedi gök, yer ve bunların içinde bulunanlar, O'nu tespih
ederler, O'nu övgü ile tespih etmeyen hiçbir şey yoktur, ama siz onların tespihlerini anlamazsınız, O halimdir, çok
bağışlayandır." (İsrâ, 17/44) (İ.K.)
https://www.diyanet.gov.tr/dinikavramlar/dinikavramlar-H/HAM%C3%8ED
Hamd: a) Hz.Allah'ı övmek, yüceltmek
b) O'na şükretmektir.
1.Dille hamd: a) Senden daha yücesi yok, seni tesbih ederim yani ulularım, yüceltirim demek.
b) Şükürler olsun Allah'ım demek.
2.Halle ( davranışla ) hamd: a) Mademki Hz.Allah'dan yücesi yok, sığınılacak tek yer O diyerek, ortak koşmamak yani
hem Hz.Allah'a hem de başkalarına kulluk etmemek.
b) Değer üretmek, Salih Amel ( Hz. Allah'ın rızasına uygun davranışlar) de bulunmak.
Fatih Lütfü Aydın
19.03.2017
Naziat, 24,
Yaşar Nuri Öztürk: Dedi ki: "Ben sizin en yüce rabbinizim."
Fravun böyle diyerek kendini ha:şa Allah yerine koymuştur ve böyle diyen Fravunlara itaat şirk olur. F.L.A.
Yalnız, Hz. Allah'a şükür edip, veli nimetlere de teşekkür edilmeli bence. Hz.Allah tek başına gücü yetmesine rağmen
belki de onurlandırmak için kullarını da işlerine veli ( yardımcı ) olarak atamıştır. Esnaf bu yüzden müşteriye veli nimetim
der. Bu veli nimet sözü; şu kişi, rızkımı, nimetimi veren Hz.Allah'ın yardımcısıdır, anlamına gelir. F.L.A.
2. Rab
Terbiye etmek, yetiştirmek, ıslah ve tamir etmek, yönetmek, sorumluluk almak, istediğini yapabilmek, başkan olmak,
toplamak, yığmak, hazırlamak; malik ve sahip olmak, nimeti artırmak, üstünlük ve efendilik anlamlarındaki "r-b-b"
kökünden türeyen Rabb, efendi, malik, sahip, terbiye eden, yetiştiren, düzene koyan, düzelten, tedbir alan, sorumluluk
üstlenen, yöneten, nimet veren, ihtiyaçları gideren, kefil olan, seçkin, sözü dinlenen, otorite sahibi reis, melik, efendiliği
ve üstünlüğü kabul edilen kişi demektir. Çoğulu erbâbtır. Arap dilinde "rabb" kelimesi; itaat edilen efendi, bir şeyi ıslah
eden, bir şeyin maliki ve sahibi anlamlarında kullanılmıştır. Rabb kelimesi, terbiye anlamında mastar iken mübalağa kastı
ile terbiye ediciye (mürebbî) isim olmuştur. Kur'ân'da 969 defa geçen rabb kelimesi, Allah ve insanların sıfatı olarak şu
anlamlarda kullanılmıştır:
1. İhtiyaçları gideren efendi, malik anlamında insanın sıfatı. Yusuf Peygamber, gayr-ı meşru
ilişki teklif eden Zeliha'ya, ".... Allah'a sığınırım, gerçekten o (eşiniz Aziz Kıtfîr) benim efendimdir (bana ikramda
bulunmuştur, ona hainlik edemem) dedi." (Yûsuf, 12/23) âyetinde geçen "rabb" Mısır azizinin sıfatı olarak kullanılmıştır.
2. İtaat edilen, sözü geçen, otorite sahibi, reis, efendilik ve üstünlüğü kabul edilen kişiler. Meselâ;
"(Yahûdî ve Hristiyanlar) Allah'ı bırakıp hahamlarını ve rahiplerini rablar edindiler. Meryam oğlu Mesihi de
(Rabb edindiler)." (Tevbe, 9/31) ve "... Allah'ı bırakıp da kimimiz kimimizi rablar edinmeyelim..." (Âl-i İmrân, 3/64)
âyetlerinde geçen "erbab"; emir ve yasaklarına boyun eğilen, koyduğu kurallara uyulan, ilâhî vahye dayanmadan helal
ve haram dediklerine inanılan, ilahlık mertebesine yükseltilen kimseler anlamında kullanılmıştır. 3. Melik ve sahip,
yaratma, hidâyet etme, yedirme, içirme, şifa verme ve bağışlama anlamında Allah'ın sıfatı olarak kullanılmıştır. Meselâ
"Onlar bu Beytin Rabbine ibadet etsinler." (Kureyş, 106/3-4) âyetindeki "rabb" kelimesi bu anlamdadır. Allah'ın sıfatı
olarak "Rabb", bütün varlıkları yaratan, yetiştiren, terbiye eden, ihtiyaçlarını gideren, rızık veren, görüp gözeten
(Şu'arâ, 26/77-82), insanlara, yerlere, göklere, gezegenlere, hayvanlara, bitkilere, ağaçlara, çiçeklere, toprağa, suya,
havaya... her şeye nizamını, güzelliğini, yeteneklerini veren, yaşamalarını sağlayan, her şeyin maliki ve sahibi demektir.
Rabb kelimesi; Kur'ân'da "er-Rabb" şeklinde hiç kullanılmamış, "çok merhametli Rabb" (Yâsîn, 36/58) ve "çok bağışlayan
Rabb" şeklinde iki yerde nekre, bunun dışında; "âlemlerin Rabbi" (Fâtiha, 1/2), "ulu arşın Rabbi" (Tevbe, 9/129), "göklerin,
yerin ve ikisi arasında olanların Rabbi" (Meryem 19/65), "Musa ve Haru'nun Rabbi" (Tâ-hâ, 20/70), "yedi göğün Rabbi"
(Mü'minûn, 23/86), "doğu, batı ve ikisin arasında olanların Rabbi" (Şu'arâ, 26/28), "Kâbe'nin Rabbi" (Kureyş, 106/4),
"sabahın Rabbi" (Felak, 113/1), "insanların Rabbi" (Nâs, 114/1), "her şeyin Rabbi" (En'âm, 6/164) ve daha çok
"Rabbin" (243 defa), "Rabbiniz" (118 defa) ve "Rabbimiz" (111 defa) terkipleriyle kullanılmıştır. (İ.K.)
https://www.diyanet.gov.tr/dinikavramlar/dinikavramlar-R/RAB
Rabb teriminin daha iyi anlaşılması için Rableştirme terimi de bilinmelidir.
https://fatihltfaydin.tr.gg/islam-Nasil-Yozlastirildi.htm#Rablestirme
3. A:lem
Alâmet ve nişan koymak anlamındaki a-l-m kökünden türemiş olan âlem, yaratıcının varlığına delalet eden, onun
bilinmesini sağlayan şeye denir. Âlem terimi maddî ve manevî bütün varlıkları kapsar, tabiat âlemi, akıl âlemi,
İslâm âlemi gibi. Kur'ân-ı Kerim'de âlem kavramının çoğulu olan âlemîn kelimesi birçok yerde kâinat ve insan
topluluklarını ifâde etmek için kullanılmıştır. Rabbu'l-âlemîn tabiri ise, Allah'ın canlı ve cansız tüm varlıkların
sahibi olduğunu ifade eder. Ehl-i Sünnet kelâmcılarına göre âlem cevher ve arazlardan oluşmuştur. Cevher; kendi
başına boşlukta yer tutan ve arazları taşıyan şey demektir. Araz ise varlığı ancak kendisini taşıyan başka bir
varlıkla bilinebilen, kendi başına boşlukta yer tutamayan, renk, koku, oluşum gibi durum ve özellikleri belirtir.
Sürekli değişime uğrayan arazların ezelî olması düşünülmediği gibi arazları taşıyan cevher ve arazlardan oluşmuş
âlem de ezelî değildir; sonradan yaratılmıştır. Âemi yoktan var eden de Allah'tır. (F.K.)
https://www.diyanet.gov.tr/dinikavramlar/dinikavramlar-%C3%82/%C3%82LEM
4. Rahman ve Rahim
Bu ve bundan sonraki kavramlar için R. İhsaneliaçık hocanın yukarıdaki videosunu izleyebilirsiniz. F.L.A.
Ayrıca bk. https://fatihltfaydin.tr.gg/islam-Nasil-Yozlastirildi.htm#Rablestirme
YAŞAR NURİ ÖZTÜRK KUR'AN'IN TEMEL KAVRAMLARI RAHMET ( içinde RAHMAN ve RAHİM ) MADDESİ.
RAHMET
(sevgi, merhamet, şefkat)
Kur'an'ın temel kavramlarından biri olan rahmet, ilahî kitap
bünyesinde, türevleriyle birlikte 320 küsur yerde geçmektedir.
Yalnız rahmet kelimesinin geçtiği ayet sayısı 79'dur.
Sevgi, merhamet ve şefkat ifade eden ilahî isimler olan Rahman
ve Rahîm bu rahmet kökünden türemiştir. Bütün bu isim-mastarlar
yanında birçok ayette rahmet, geçmiş, geniş veya gelecek
zaman kipleri halinde, fiil olarak da kullanılmaktadır.
Rahmet ve türevlerinin Kur'an bünyesinde isim ve fiil olarak izafe
edildiği bir numaralı varlıksa Allah'tır.
Kur'an'da, 113 surenin başında tekrarlanan besmelede temel kelimeler
olan Rahman ve Rahîm sıfatlarının ilki 57, ikincisi ise 95
kez geçmektedir. Ayrıca Allah, 6 ayette Erham (en çok merhamet
eden) sıfatıyla nitelendirilir. Bütün bunlar gösteriyor ki,
rahmet, Kur'an tarafından, ulûhiyetin ve hayatın temel niteliklerinden
biri olarak öne çıkarılmaktadır.
Rahmet, Arap dilinde 'rahmet edilene bağış ve lütfü gerektiren bir
kalp yumuşaklığı ve acımadır.' (Râgıb ve İbn Manzûr) Rahmetin,
Allah için kullanıldığı durumlarda bağış ve lütuf, kul için kullanıldığı
durumlarda ise hem bağış ve lütuf hem de kalp yumuşaklığı
birlikte kastedilir. Kalp yumuşaklığı, beşerî bir eksikliği de
içerdiği için Allah'a izafe edilmemiştir. Allah, rahmetini bağış ve
lütuf olarak ortaya koyar.
Hangi yönden bakılırsa bakılsın, Kur'an'daki rahmet kavramı;
aşk, sevgi, şefkat gibi kavramları da içeren genel bir çerçeveye sahiptir.
O halde, rahmetin her geçtiği yerde bu kavramların tümünü
birden hatırlamak ve ona göre değerlendirme yapmak gerekir
(bk. burada, Sevgi mad.)
Batılılar, özellikle oryantalistler, Kur'an'da sevgi kavramının
gereğince yer almadığını dillerine dolayıp İslam'ı 'sevgiye
uzakhk'la eleştirirken, rahmet kavramını ya görmek istemiyorlar
yahut da gereğince değerlendirmiyorlar. "Kur'an'da sevgi
ne kadar var?" sorusunun cevabını, sadece 'sevgi' anlamındaki
'hubb ve mevedde' sözcüklerini esas alarak vermek isabetsizdir.
Kur'an'da sevginin varlığını ve yoğunluğunu sorgulamak isteyenlerin
ondaki 'rahmet' kavramını göz önünde tutmaları gerekir.
Çünkü rahmetin temel anlamı, sevgidir.
O halde, Kur'an'da sevgi, en az rahmet ve türevleri kadar yoğundur.
Yani yaklaşık 400 yerde geçecek kadar yoğundur. Sevginin sadece
ve sadece rahmet sözcüğüyle ifade edildiğini varsayalım; bir metin
bünyesinde 400 kez geçen bir kavramın, o metnin getirdiği dinde
'yeterince yer almadığını' söylemek, tutarlı ve iyi niyetli olabilir mi?
Rahmet, Allah'ın ilk ve en belirgin vasfıdır. Azap ve gazap istisna
ve şartlı iken rahmet ve lütuf genel ve istisnasızdır.
"Azabımı dilediğime isabet ettiririm, rahmetime gelince o, her şeyi
çepeçevre kuşatmıştır." (A'raf, 156)
Ayrıca Allah, merhamet edenlerin en merhametlisidir. Özgün
ifadesiyle, Erhamu'r-Râhimîndir. (12/64, 92; 21/83; 23/109,
118)
Allah'ın rahmeti, insanın elde edip biriktirebileceği her türlü
değerden daha üstün ve güvenilirdir. (3/157) O halde, kurtuluşu
ümit etme bakımından, Allah'ın rahmetine güvenmek, ibadet
ve ameline güvenmekten yeğdir. Allah'ın rahmetine güvenen
günahkâr insan olmak, kendi ibadetine güvenen günahsız insan
olmaktan yeğdir. Bu demektir ki, en mükemmel yol, hem ibadet
ve amel sergilemek hem de bunlara değil, Allah'ın rahmetine
güvenmektir.
Kur'an'ın tanıttığı Allah'ın belirgin niteliği rahmet olduğu gibi,
Kur'an'ı tebliğ eden Resul'ün belirgin niteliği de rahmettir. Hatta o
Resul, bizatihi rahmettir. (21/107)
Hz. Muhammed'in gönül vârisi olan kâmil insan da bir rahmet
taşıyıcı olmalıdır. Mevlana dostu Selahaddin Zerkûbî bu noktaya
dikkat çekerken: "Tanrı velisi merhamet madenidir; kimde
bu sıfat yoksa o, Tanrı velisi olamaz." diyor. (bk. Eflâkî, Menâkıb,
2/154) Kur'an'ın birçok ayeti, ilahî kitabın bizzat kendisinin de
bir rahmet olduğunu beyan ediyor. (Mesela bk. 27/77; 29/51;
31/3; 41/2)
Hayat ve oluş da bir rahmet eseri ve seyridir. Bütün ölüşleri
sürekli oluşa çeviren ve varlığı bir güzellikler resmigeçidi haline
getiren, rahmettir, (bk. 26/28; 27/63; 28/ 73; 30/50)
Rahmetin bir yaratıcı ve bağışlayıcı güç olarak tecellisi, Allah'ın
Rahman ve Rahîm sıfatları vasıtasıyla oluyor. Allah'ın âlemle irtibatı,
rahmet üzeredir. Bu yüzdendir ki, Kur'an, temel konusu
olan ulûhiyet (tanrılık) bahsine ilk ayetlerinde yer verir ve bunlarda
Allah'ı Rahman ve Rahîm olarak nitelendirir. Kur'an'da
Yaratan'a verilen 90 küsur tanrısal ismin (bk. burada, Esmâül
Hüsna mad.) büyük kısmı da rahmet ifade eden sıfatlardır.
Mutlak Kudret'in zât ismi olan Allah lafzından sonra en çok geçen
sıfat, O'nun Rab (terbiye edip kemale götüren) sıfatı, ikinci
sırada ise Rahman ve Rahîm sıfatlarıdır.
Biz burada, rahmetin İslam düşüncesindeki ve Müslümanın hayatındaki
belirişine ve boyutlarına eğilmeyeceğiz. (Bu konuda
bk. Öztürk; Din ve Fıtrat, Fıtrat Dininin Karakteristikleri bölümü)
Ancak, Esmâül Hüsna'nın en önemlileri sayılan Rahman ve
Rahîm isimlerinin bazı ayrıntılarına girmek istiyoruz.
Rahman ve Rahîm kelimeleri Arap dilinde birincisi sıfat-ı müşebbehe,
ikincisi mübalağa ile ism-i fail kipleri olarak rahmet ve
merhamette üstünlük, bolluk ve ulaşılmazlık ifade eder. Fakat,
bu iki kelimenin yan yana kullanılması da gösteriyor ki, bunlar
arasında farklar vardır. Çünkü Kur'an-ı Kerim'de tekrar yoktur.
Bu farklar üzerinde bütün müfessirler durmuşlardır. Ortak kanaatlerden
biri şudur:
Rahman sıfatı, Allah'ın ilk planda ve inanan-inanmayan ayrımı
yapmadan bütün insanlara, hatta bütün varlığa uzanan en geniş
daireli rahmetini ifade için kullanılmaktadır. Allah, arş üzerine
rahman olarak istiva etmekte yani kurulmaktadır. (20/5; 25/59)
Eğer arşı, sûfî düşünürlerin anladığı gibi insan kalbi olarak alırsak,
Rahman'ın arş üzerine kurulması, kalp-merhamet ilişkisini
düşündürür ve ortaya eşsiz bir güzellik çıkar.
Rahîm sıfatının işaret ettiği merhamet ise varlıklar arasında ayrım
yapan bir merhamettir. Yani burada Cenabı Hak, kendisine
inananlara göstereceği daha özel dairedeki rahmet ve merhameti
ifadeye koymuştur. Bu da bir yaradılış düzenidir. Kendisine
inanan ve böylece hayrı ve güzelliği izleyenlere özel bir rahmet
tavrı göstermek, hayırla şerrin farklarını göstermek olacağından,
âlemleri eğitip geliştiren bir kudretten mutlaka beklenir.
Aksi takdirde, oluşta, hayırla şerrin, ışıkla karanlığın, Musa ile
Firavun'un bir farkı olmamak gerekirdi ki, böyle bir şey, varlık
ve hayat sırrına ve tekâmül gerçeğine aykırıdır. Ancak şunu da
belirtmek borcundayız:
Rahîm sıfatı, geçtiği hemen her yerde Tevvâb (tövbeleri kabul
eden) ve Gafur (bağışlayan, affeden) sıfatlarıyla birlikte kullanılmaktadır.
O halde, Rahîm'e bağlı merhametin günahkârlara
hiçbir lütuf ulaştırmayacağını söylemek mümkün değildir. Şu
var ki, Rahman'dan farklı olarak, Rahîm sıfatının etkisi tövbe şartına
bağlanmıştır.
O halde, Allah'ın, âhiretin Rahîm'i oluşunu, karanlıkta kalanları
yüz üstü bırakacağı anlamında değerlendirmek, Kur'an'ın tutumuna
aykırıdır. Elbette ki azap ve hesap haktır ama bu nihayet
Allah'ın iradesiyle olacaktır. Ve Allah, herkes haddini bildikten
sonra azap ehline merhamet edecektir. Kime ne kadar? Bunu ancak
O bilir. Bize düşen, şunu unutmamaktır:
Azap ve hesap da insanın tekâmül araçlarındandır.
Kur'an'ın tanıttığı Allah'ın bu araçları bir amaç gibi kullanacağını
söylemek gibi bir yola asla giremeyiz.
Kısacası, mademki "Allah'ın rahmeti her şeyi çepeçevre kuşatmıştır",
azap, gaye değil, vasıtadır ve sürekli değil, geçicidir.
Kur'an'ın rahmet ve ulûhiyet anlayışını birlikte düşündüğümüzde
bu sonuca varmak gerekiyor. Ulûhiyet kendi tavrını şöyle ilkeleştirmiştir:
"Biz, dilediğimiz kimseye rahmetimizi ulaştırırız; güzel düşünüp
güzel davrananların ödülünü yitirmeyiz." (Yusuf, 56)
Hak ve yetki O'nun olduğuna göre, hak etmeyene vermesi
O'nun bileceği bir iştir. Fazlasını vermek, mülk sahibinin isteğine
kalmıştır. Böylece Kur'an, yine esrarlı bir kelam güzelliği
sergileyerek, ahlak ile rahmet arası ilişkinin kaçınılmazlığına dikkat
çekmiştir. Esasen, Kur'an'daki rahmet, duygusal bir sevgiden
ontolojik bir sevgiye yükselişi ifade eder. Ve rahmet, ontolojik ve
ahlaksal sevginin en üstün şeklidir.
Rahman'ın kulları:
Kur'an, getirdiği temel ahlak ilkelerini ifadeye koyarken, bu ilkeleri
benliğine hâkim kılanları Rahmanın kullan olarak anmaktadır.
Rahman'ın kullarında bulunması gereken temel özellikler,
Furkan suresinin 63. ayetinden itibaren şöyle veriliyor:
1. Yeryüzünde yumuşak, merhametli, hoşgörülü dolaşmak, kasılıp
kabarmamak, şunu bunu ezip horlamamak ve bilgisizlere barış ve
esenlik ifadeleriyle hitap etmek,
2. Geceleri, yalnız kaldıklarında, barınaklarına çekildiklerinde
Allah'a secde edip yakarmak,
3. Allah'tan, cehennem ehli olmamak için niyazda bulunmak,
4. Harcamalarda israf ve cimrilikten kaçınmak, orta bir yol tutmak,
5. Allah dışında bir şeye tapmamak, kulluk etmemek,
6. Cana kıymamak,
7. Yalan ve çirkin sözlere kulak vermemek ve boş lakırdıdan kaçmak,
8. Rabbin ayetleri anıldığında uyanık ve dikkatli bulunup araştırıcıeleştirici
bir yaklaşımla dinlemek,
9. Eşler ve çocuklardan göz aydınlığı ve mutluluk bulmak için dua
etmek.
Rahman'ın kulları, affetmek ve bağışlamakta hiçbir sınır tanımazlar.
Mâide 13. ayet, Yahudilerin sürekli hıyanet ve bozgunlarını
sayıp döktükten sonra Hz. Peygamber'e şu emri veriyor:
"Yine de onları affet ve kucakla, çünkü Allah, ihsan üzere olantan
sever."
Rahman ve Rahîm sıfatlarından yalnız ikincisinin insanlar için
sıfat olabileceği de Kur'an tarafından gösterilmiştir ki, bu da ayrı
bir rahmet eseridir. Rahîm sıfatının Hz. Peygamber için bizzat
Kur'an tarafından kullanıldığını, yukarıda görmüştük. Rahman
sıfatı ise Peygamberler de dahil, hiçbir insan için kullanılamaz.
Müfessirlerin ortak kanaatlerinden biri de budur. Bunun gerekçesi
açıktır:
Karşılıksız ve kayıtsız şartsız rahmet ve merhamet ifade eden
Rahman sıfatı, insanın varlık yapısına uymaz. Çünkü insan, böyle
bir merhameti gösterme gücüne, yaradılışı icabı sahip bulunamaz.
Dostları kadar düşmanlarına, kendisine inananlar kadar kendisini
inkâr edenlere de rahmet ve merhamet gösterebilmek ancak
ulûhiyetin sarımdandır.
Müfessir Ebusuud'un da tefsirinde işaret ettiği gibi, Kur'an bu
yaklaşımla şu inceliğe dikkat çekiyor: Oluşun rahmet ve merhamet
üzere yönetimi, Allah için bir zorunluluk değildir. Alemlerin
terbiyesini kahır ve şiddete bağlamak da Allah'ın elindeydi. Bunun
yerine rahmet ve merhamet tavrını seçmiş olması, O'nun lütfunun
eseridir.
Anlaşılan o ki varlıkların terbiye ve tekâmülüne, yani oluşa,
Yaratıcı tarafından rahmet ve merhametin hâkim kılınması, ilahî
iradenin tavrıdır. Hal böyle iken, dünya planında ortalığı dolduran
merhametsizlik, kahır ve zulüm ne oluyor? Cevabı bulmak
hiç de zor değildir. Onlar, ilahî iradenin ortaya koyduğu manzarayı,
kendisine verilen hürriyet imkânını kötüye kullanan insanın
çarpıtmaları ve karartmalarıdır. Ayrıntılara gidemeyeceğiz; bir
tek örnekle yetinelim: Âlemlerin Rabbi, rahmetinin bir uzantısı
olarak yeryüzü sofrasını, diyelim ki, altı milyar insanın rahatlıkla
gıdalanacağı bir bolluk ve bereketle kurmuştur. Sofranın
etrafını çeviren insanlardan, diyelim ki bir milyarı, doymazlık
illetine tutularak ve çeşitli kurnazlıklarla nimetlere el koyuyor.
Sonuç şu olacaktır: Diğerleri ya aç kalacak ya gereğince yiyemeyecektir.
Yani kahır, zulüm, karmaşa, kavga ve perişanlık
ortalığı dolduracaktır. Şimdi soralım: Suç, yeryüzü sofrasını kurup
donatanın mıdır, andığımız azgınlık ve kurnazlığa tenezzül
eden insanın mı?
Özetlersek, Rabb'in Rahmet ve Rahîm olarak nitelendirilmesi,
bizi şu sonuca götürür:
Kur'an, Rab ile merbûb (kul) arası ilişkiyi kahır, baskı ve şiddet ilişkisi
olarak vermez. Böyle bir ilişki, Yunan paganizmindeki ilahlarla
Yunanlı arasında vardı. Kur'an'ın tanıttığı Allah, kullarıyla
rahmet ilişkisi içindedir. Bu yüzdendir ki, yine eski Yunan anlayışının
aksine, Kur'an, varlığı, insanı ezen, bir zorba kader kuvveti
olarak değil, insanın hizmetine verilen bir olaylar ve şeyler bütünü
olarak göstermektedir. Kur'an'a göre, insan karşısındaki varlık,
zorba ve musallat bir güç değil, munis bir dost ve yardımcıdır. Hz.
Peygamber, bu noktayı bir dağa bakarak söylediği şu ünlü sözünde
ölümsüz bir ifadeye büründürmüştür:
"Şu dağı görüyor musunuz? O bizi sever, biz de onu severiz."
Günümüz ekoloji anlayışının özlemini çektiği bu yaklaşım, varlıkla
insan arasında zıtlaşmayı ortadan kaldırmakla kalmıyor,
onların ilişkisini sevgi temeline oturtmak gibi bir mutluluk tablosu
da sergiliyor.
Allah, varlığı, rahmetinin eseri olarak varettiğine göre, rahmeti
dışlayarak yol alan, sadece karmaşa ve mutsuzluk görür. Kur'an,
esrarlı üslubuyla bu noktaya dikkat çekerken şöyle diyor:
"O Rahman'ın yaratışında/yarattıklarında herhangi bir uyuşmazlık,
aykırılık, çelişme göremezsin. Bir kez daha bak! Bir çatlaklık,
bir uyuşmazlık görüyor musun?" (67/3)
Bu demektir ki, varlık ve oluşa rahmet tavrı üzerine bakan; mutluluk,
güzellik ve düzenden başka şey göremez. Çünkü Rahman
onu öyle yaratmıştır.
İlahî rahmetin genelliğini ve sınırsızlığını en güzel ifade eden
insan sözü, Hz. Peygamberin şu hadisidir:
"Allah, rahmeti yüz parçaya bölüp bunun doksan dokuzunu kendi
katında tuttu ve yüzde birini yeryüzüne indirdi. İşte, yaratılmışların
tüm rahmet gösterileri bu yüzde birlik kısmın tecellileridir. Ana
atın, yavrusuna zarar verir diye ayağını hep yukarıda tutması bile,
bu yüzde birlik rahmetin eseridir." (Abdullah bin Mübarek;
Kitabu'z-Zühd ve'r-Rakaaık)
|